Aşk Cadıları Âşık Olmaz.
On altı yaşındaki Mimosa, dünyadaki son iki kokubazdan biri olarak kendisini gelecekte nelerin beklediğini çok iyi biliyordu: Ot yolmak, aşk iksirleri karıştırmak ve çöpçatanlık yapmakla geçen yapayalnız bir hayat. Çünkü âşık olursa, sahip olduğu tek yeteneği olan hassas koku duyusunu kaybederdi.
Annesinin tüm itirazlarına rağmen, her sıradan genç kız gibi liseye gitmek ve arkadaşlar edinmek istiyor, bu ikili hayatı yönetebileceğine inanıyordu. Ancak hazırladıkları bir aşk iksirini kazayla yanlış kadına verdiğinde, hatasını düzeltmek için okulun en popüler çocuğundan yardım almak zorunda kalacaktı. Görünen o ki âşık olmak her zaman kişinin kendi verebileceği bir karar değildi.
“Stacey Lee, ilk aşkın kalp çarpıntısını alıp içine biraz sihir ekliyor.” —Booklist
“Gençlik dertleri yüzünden ortaya çıkan yanlış anlaşılmalar, karşılıklı çekimin keşfi ve yasak olanın cazibesiyle dolu Gizli Kokular Bahçesi, mizahla karışık sıcacık bir aşk hikâyesi!” —USA Today
“Bilim ve büyünün, gelenekler ve modern yaşamın sürekli çatıştığı bu iştah kabartan kitapta, uzun süre aklınızdan çıkmayacak karakterlerle tanışacaksınız.” —Publishers Weekly
“Peri masallarının en iyi özellikleri, günümüzde geçen bu mükemmel hikâyenin temelini oluşturuyor.” —VOYA
“İlk aşkın büyüsüyle harmanlanmış, hayal gücü kuvvetli bir gençlik hikâyesi.” —Kirkus
“Bu akıllıca yazılmış, tatlı ve romantik hikâye parfümlerin en büyüleyicisi gibi başınızı döndürecek ve kalbinizi ele geçirecek.” —Laura Ruby
“Etkisinden çıkamayacağınız samimi ve sihirli bir romans.” —Sarah Mlynowski
1
“ey kokubaz, aşk tuzaklarını kur,
ancak onlara yakalanmaktan kendini sakın.”
—Larkspur, Kokubaz, 1698
ÇOĞU İNSAN KALP AĞRISININ yabanmersinleri gibi koktuğunu bilmezdi. Kalp ağrısının tek kokusu o olmasa da esas olanı buydu ve yabanmersinli turta gibi kokan biri bize gelecek olursa, annem ve ben onu geri çevirirdik. Sihrimizin etki edebilmesi için, önce kalbi kırık kişinin zamanla iyileşmesi gerekirdi. Anneme göre bugünün müşterisi yabanmersinleri gibi kokmuyordu, bu sebeple dükkânımıza gelmiştim ve matematik ödevimi yapmak yerine müşterinin iksiri için –dünyanın geri kalanı buna bir aşk iksiri derdi– tarçın eziyordum. Yeni düzenlememiz doğrultusunda, bir kokubaz olarak görevlerime zararı dokunmadığı müddetçe, evde eğitim görmek yerine devlet lisesine devam edebilecektim. On beş yaşındaki çoğu kızın annesinin aksine benimki ev ödevlerini hiç umursamazdı.
Dükkânımızın mavi kapısı birdenbire açıldı ve annem içeri girdi. Bir elli üçlük boyuyla, kısa saç kesimiyle ve kot gömlek, kot pantolon ve kasketten oluşan bahçıvanlık üniformasıyla mavi bir periye benziyordu. Her zaman mavi giyerdi fakat bunun sebebi üzgün olması değil, diğer tüm renklerin burnunun odağında karışıklık yaratmasıydı. “Üç buçuktaki müşterimizin arabası yaklaşıyor. Hazır mısın?”
“Ee, tabii.” Neden hazır olmayacaktım? Bir iç geçirmeyle gömleğinin güneş koruyucu görevi gören kollarını açarak sıska kollarına indirdi. “Mimosa, bunu konuştuk. Artık erkekler için ikincilleri sen hazırlıyorsun.” “Hıı, tamam.” Demek bugünün müşterisi erkekti. İksirin ilk adımını daima annem hazırlardı ama kokuizleri kadınlarınki kadar karmaşık olmadığından erkekler için ikincil kokuları benim ele almamı isterdi. Henüz müşterinin başvurusunu okumadığımı ona söylemedim. Yedi ders saatimi ve bir kokubaz olarak işimi dengelemenin düşündüğümden daha zorlu olduğunu ortaya çıkmıştı. Annem yetişemediğimi anlarsa liseye elveda diyebilirdim ve orada henüz iki ayım bile dolmamıştı.
“On dakika içinde avluda buluşalım.” Kapı bir gümbürtüyle kapandı. Havanım ve tokmağımla birkaç kez daha ezdikten sonra tarçın, parfümerimizdeki diğer tüm kokuların üzerinde şakıyordu. Baharatlı afrodizyakın engelleyemediği tek koku, kıymetlimiz Layla’nın Fedakârlığı orkidesiydi. Tomurcuğu, kusursuz üç taçyaprağını açarken marmelat kokusu öyle güçlü bir hâl alıyordu ki cam teraryumunun arkasından bile olsa diğer her şeyi bastırıyordu
Toz hâline getirdiğim kabuğumu bir etil alkol kavanozuna döktüm, ardından karışımı ecza raflarımızdan birindeki karanfil ve kakulelerin arasına koydum. Kakuleler azalıyordu. Annemin alışveriş gezisini planlayabilmesi için eksiksiz bir döküm çıkarmalıydım ama daha sonra. Zaten bir aydır bekliyordu. Kısa bir süre daha aynı şekilde idare edebilirdi.
Dükkânın hemen dışında tatlı muz kokulu bir ylang ylang ağacı ve kankası, eggnog kokulu küçük bir hindistancevizi ağacı tarafından korunan küçük bir avlu vardı. Normalde Kuzey Kaliforniya’da yetişmeyen bitkiler bile bizim ressam paleti şekilli, on iki dönümlük bahçemizde büyürdü. Dükkânımız, parmak deliğinin palette duracağı yerde konumlanmıştı. Tik ağacından banklarımızdan birine külçe gibi oturdum.
Daha onu görmeden bile müşterimizin kokusu burnumu gıdıklıyordu. Gözlerimi kapadım. Bu tam bir kokuizinden ziyade çevresel notaların içinde, adam yaklaştıkça yoğunlaşan, belli belirsiz bir değişimdi. Garip bir şekilde tanıdık gelen topraksı, baharatla dolu kokuizinin ilk olarak üst notaları hızla geçti: liken, kapari ve kabak çekirdeği.
Gözlerim pat diye açıldı. Matematik öğretmenim Bay Frederics mi? Ayağa fırladım. Nüfusu yaklaşık yedi buçuk milyonu bulan Körfez Bölgesi’nde yaşayan iki milyon seçkin bekârın arasında müşteri o mu olmak zorundaydı? Bay Frederics’in siyahi ve kelleşen figürü annemin yanında, evimizi dükkâna bağlayan patikadan buraya doğru usulca ilerliyordu. Bugün derste giydiği baklava desenli hırkayı giyiyordu ve yüzü ellinin üzerindeki yaşına rağmen pantolonu gibi kırışıksızdı. İkisi avlunun gölgesine adım atana dek alık alık bakmaya bir son veremedim. Buna rağmen annem şaşkınlığımın kokusunu alabiliyordu. Kehribar rengi gözleri iki ince çizgi hâlini aldı. Onun başvurusunu okumadığımı anladı. “Merhaba Bay Frederics,” dedim neşeyle. “Oturmaz mısınız?” “Merhaba.” Sesinin ondan hoşlanmamayı güçleştiren zengin bir tınısı vardı. Banklardan birine oturdu. Annem ve ben, onun karşısındaki bankı paylaştık. Bay Frederics geçen hafta polinomları çarpanlarına ayırmayı açıklarken yaptığı gibi, her seferinde bir tanesini olmak üzere parmak eklemlerini sıkıyordu. “Bak, Mimosa, bunun sana sıkıntı vermesini istemem, o yüzden eğer senin için uygun değilse bunu anlarım.” “Hiç de değil, Bay Frederics,” diye cevap verdi annem benden önce. Ayak parmaklarım sandaletlerimin deri tabanlarında kıvrıldı. “Müşterimiz olmanızdan mutluyuz. Ve izninizle, Mimosa’nın bu durumdan yararlanmayacağına dair size güvence veririm. Ahlaki prensiplere sıkı sıkıya bağlı kaldığımızı bilmelisiniz.”
Kaşlarımı çattım. Kadim ahlak yasamızın Bir Numaralı Kuralı, “Bir kokubaz burnunu asla kişisel kazanç için iksir yaratımında kullanmayacak, sadece toplumun iyileştirilmesi için kullanacaktır,” derdi, bu da hizmetlerimizi ücretlendirmediğimiz anlamına gelirdi. Bununla birlikte, kural muğlaktı; gri bölgelerde hangi türde kişisel kazancı kastettiğine karar vermeyi kokubaza bırakırdı.
“Mimosa’nın dönemin sonuna kadar matematik dersini bırakmasına karar verdik.” “Ne?..” diye başladım, annem bana saçlarımın tutuşmasına neden olabilecek bir bakış atmadan önce. Üç yıl boyunca bu derste yeterli hâle gelebilmek için matematik çalışmıştım. Ayrıca Bay Frederics beni gördüğü her seferinde yerinden sıçramayan tek öğretmendi. Ağzıma kilit vurdum ama öfkemin yanmış lastiğe benzeyen kokusu etrafımdaki alanı kararttı. Bay Frederics yakasını çekiştirdi. “Ah, bu beni huzursuz edecek.” “Sizi temin ederim, Mimosa işimize benim kadar bağlıdır. Bu doğru, değil mi Mim?” Annem bir elini kıpırdayıp duran bacağıma koydu. “Mim’in çok yoğun bir programı var ve o çok zekidir. Matematik dersini gelecek dönem seçebileceğine eminim.”
Bay Frederics bana endişeli bir bakış attığı sırada gülümsemem canımı acıtmaya başladı. Annem benim yüzümden itibarını kaybederse ortada kesinlikle bir matematik dersi kalmazdı. Şimdilik işbirliği yapmak daha iyiydi. “Sorun olmaz.” “Artık ilerleyelim mi?” Annem yüzünü bana çevirdi. “Mim?” “İlişki aracınız olarak Yabangülü Parfümleri’ni seçtiğiniz için çok mutluyuz.” Annemin tüm müşteriler için kullanmamızı istediği sözü naklettim. Burnunu on dokuz yaşındayken kaybetmiş olan Bryony Teyze dışında gezegendeki yegâne kokubazlar olmamıza aldırmayın. “İksirlerimizde kullandığımız her şey bitkiseldir, sentetik malzeme kullanmayız. Mümkün olan her şeyi buradaki bahçemizde yetiştiririz. Geri kalanı organik veya yabani kaynaklardan gelir.”
Bay Frederics başıyla onayladı. “Güzel, harikulade. Ben karbon ayak izimizi azaltmamızın büyük bir destekçisiyim. Arabam bir Prius.” “Şu anda bir ilişkiniz yok, bu doğru mu?” diye sordum. “Hayır. Yedi yıldır biriyle çıkmadım.” Annemin ufak burnu kımıldadı. Bu, görüşmenin temel bir noktasıydı. Bir yalan, kurşun-kalay karışımı ve sarı alt tonlu ekşi çimen gibi kokardı; kirli bozuk paralar tutan terli bir avuca oldukça benzerdi. Annem bir yalanı, çoğu insanın ölü bir balığın kokusunu aldığı gibi kolaylıkla ayırt edebilirdi. Annemin burnu bir uzman olmasına rağmen benim, biri annemin burnuna kıskaçlar takmış, çekerek uzatmış ve komik olması için kemerine bir tümsek sıkıştırmış gibi görünen kendi burnum tek bir tutarsız molekülü ayırt edemezdi. Annem onu müşteri olarak kabul etmek için gelecek yazı bekleyebilirdi. Bekleme listesinde yeterli insan olmaması gibi bir durum söz konusu değildi; son kez kontrol ettiğimde altı yüz civarında yalnız kalp vardı. Annem bana ince kaşlarını kaldırdı ve başıyla Bay Frederics’i işaret etti. Programa sadık kal. “Bize biraz şeyden bahseder misiniz, ee…” Hedefin adını bilmiyordum. “Sofia’dan,” dedi annem. Bay Frederics’in yüzü sevinçle ışıldadı. “Bundan mutluluk duyarım.” Bir aşkın gösterge işareti olan hercaimenekşe çiçeğinin çimensi tatlı kokusu yakasının altından yayıldı. Fena tutulmuştu. “Muhtemelen bildiğin gibi bir parça temizlik delisidir ama onu bu yüzden seviyorum.” Fakat onun bir temizlik delisi olduğunu ben nereden bilecektim?
“Zeki biri besbelli.” Onay bekleyerek bana baktı. Bir bulut güneşin önünden geçtiğinde hava sıcaklığının düşmesi gibi, içimden bir ürperti geçti. Başvurusunu gerçekten gözden geçirmem gerekirdi. “Bildiğin gibi kütüphanemizdeki her kitabı okudu ve bu dikkate değer bir özellik.”
Kütüphanemiz Santa Guadalupe Lisesi kütüphanesi anlamına geliyordu. “Bayan DiCarlo mu?” Bay Frederics öksürdü ve hırkasının manşetlerini düzeltti. “Ee, evet.” Bay Frederics ve okul kütüphanecisini asla bir arada düşünmemiştim. Matematik ustası, etnik caz dinlerdi ve nefesi belirgin bir şekilde yulaf ezmesi ve bal kokardı. Modaya uygun giysilerine rağmen rahat bir havası vardı. Minyon, kızıl saçlı bir kadın olan Bayan DiCarlo, toplu hâlde el dezenfektanı satın alırdı. Büyük olasılıkla işyerindeki yarı serbest kıyafetleriyle uyuyordu. Diğer yandan, bu ilişki yürüyebilirdi. İkisi de orta yaşlıydı, tanzim gibi kelimeler kullanıyorlardı ve düzgün bir duruşları vardı. En önemlisi, kokuları çatışmıyordu.
Bay Frederics’in gözleri anneme kaydı. “Aman Tanrım, üzgünüm, ben düşündüm ki…” Annemin yanakları pembeleşti ve gözleri beni döven tokmaklara dönüştü. “Kesinlikle üzülecek bir şey yok. Mim’in dosyayı okuyacak vakti olmadı.” Yakasının altından sürüklenen yanık lastik kokusu burun deliklerimi acıtıyordu. Tik kerestesi birdenbire popomun altında fazla sert hissettirdi ve bir o yana bir bu yana kıpırdandım. Hedef kişi kütüphaneciyse, sırada ne vardı? Annem kütüphane kitaplarını incelememi mi yasaklayacaktı? Gülünç. “O bekâr, değil mi?” Annem görüşmeyi eski rotasına çevirdi. “Kesinlikle. Hiç evlenmedi.” Annem sandaletli ayağıma takunyasının burnuyla hafifçe vurdu ve nefes alırken gizlice burnunu işaret etti. Alnının bir yanından diğerine uzanan damar zonklamaya başlamıştı. Benim ona olduğum kadar o da bana kızgındı fakat bunu gösterirsem benim kaybedeceklerim daha fazlaydı. Bu yüzden elimdeki göreve odaklandım: Bay Frederics’in kokuizini çözmeye. Annem bunu tek bir hızlı koklamayla yapacak kadar iyiydi ama ben hâlâ öğreniyordum. Derin bir nefes aldım ve onun kendine özgü koku birleşimini katman katman ortaya çıkardım.
Liken, kapari ve kabak çekirdeği üst notalarının yanında Bay Frederics kaktüs ve Gine darısı gibi kokuyordu; Afrika kökleri düşünüldüğünde bu şaşırtıcı değildi. Sonuç olarak, karmaşık bir akort gibi burnumda oynaşan en az seksen nota vardı. Kokubazlar kokuları çoğu insanın yüzleri gördüğü gibi algılardı. Tek bir bakış, yanağın kavisinden tenin doğru tonuna kadar bin bilgi parçasını kavrayabilirdi. Bizim için de aynı durum burunlarımızla gerçekleşiyordu ama burun soğanı limbik sisteme, beyindeki anı ve duygularla yakından ilişkili bölgeye komşu olduğundan kokuları hatırlamak daha kolaydı. “Peki sorun neymiş gibi görünüyor?” Annem idareyi ele aldı. Bay Frederics nefesini dışarı üfledi ve göğsü çöktü. “Her şeyin iyi gittiğini düşünüyordum. Yiyecek otomatından onun için bir granola bar almama izin verdi. Ona Latin Hustle Dans Kulübü’nün başkanı olduğumdan bahsettiğimde katılmayı düşüneceğini söyledi. Sonra yazın tavşanı öldü ve o geri çekildi.” Hâlâ hiç yalan yoktu. Annem anlayışla başını salladı, onu devam etmeye teşvik etmek için başını yana yatırdı.
“Annem, ruhu bu dünyadan göçmeden önce başımın bağlandığını görmek istiyor.” Bay Frederics kravatını düzeltti. “Doksan iki yaşında. Bayan DiCarlo’nun doğru kişi olduğunu düşünüyordum. O da beni yüreklendiriyordu; bunu daima taleplerimi diğer öğretmenlerinkinden önce işleme almasından anlıyordum. Kitaplarımı cilalayarak bana pırıl pırıl bir şekilde veriyordu.” Annem, muhtemelen artık bu görüşmeyi yürütmeye uygun olmadığıma karar vererek, geçmiş deneyimleri ve suç geçmişi hakkında son bir dizi soruya girişti. Rahat bir güvenle konuştuğu sınıfın aksine Bay Frederics şimdi kekeliyor ve zaman zaman kızarıyordu, buna rağmen yanıtları dürüsttü. Karşılıksız aşk acısı çekenler sıklıkla utangaç olurdu. Müşteriler hedefi elde etmek için her şeyi denedikleri hâlde utangaçlık, güvensizlik veya önyargı yüzünden ateşi yakamadıklarında bize gelirdi. İksirler kısıtlamaları salıverirdi. Kıvılcımı bir aleve dönüştürürdü.
“Mim, kurallar.” Hem annem hem de Bay Frederics bana bakıyordu. “Doğru.” Boğazımı temizledim. “İksirlerimiz bir aşk evliliğini garanti etmez. Yalnızca korları canlandırır. Kor yoksa ateş de olmaz. Bir ateş canlanırsa onu sürdürmek zorundasınızdır. Biz asla yeniden ateşlemeyiz.” İlk bağı kurmak için bir iksir kullanılmadığı müddetçe, ölmüş olan aşkı yeniden canlandırabilirdik. Ancak aşk meyvesi tek seferlikti. Kural kitabında böyle yazıyordu. “Tabii, anlıyorum. Ne kadar çabuk hazırlanabilir? Biraz acelem var da. Annemin kalbi nüksediyor. Bunun evlenmemiş olmamın stresi yüzünden geliştiğine inanıyorum.” “Bayan DiCarlo için ayrıntılı bir inceleme yapmamız gerekecek,” dedi annem, “ama her şey doğrulanırsa sizin için yarına kadar bir şey hazırlayabiliriz.” Harika, acil bir sipariş. “Burada yaptığınızı takdir ediyorum. Sadece ona layık olduğumu umuyorum.” Tamamen gölgede olsa bile Bay Frederics’in kafasında boncuk boncuk ter vardı. Hırkasının cebinden bir mendil çıkardı ve kafa derisini sildi. “Eğer layık olmasaydınız bunu yapmazdık,” dedi annem yumuşakça. “Mim, Arastradero’dan liken bulmanı istiyorum. Biz burada işimizi bitirirken akşam yemeğinden önce hemen git.” İnledim. Arastradero Parkı’na gidip dönmek bisikletimle en az bir saatlik bir yolculuktu. “Parrot Hill Caddesi’nde büyüyen bir liken kokusu aldım. Onu kullanamaz mıyız?..”
“Hayır.” Annem yüzüne bir gülümseme yapıştırdı. Araba kirliliği yüzünden yol kenarı bitkilerini kullanmaktan nefret ederdi ama keşke bu seferlik bir istisna yapabilseydi. Günlerdir tek bir ev ödevini tamamlamamıştım –sadece matematik değil– ve şimdi Bay Frederics’in acele siparişiyle bu dersi asma durumu devam edecekmiş gibi görünüyordu.
Annem bir kaşını kaldırdı. Bir anlığına küflenmiş limonların sinirli kokularını değiş tokuş ettik ama her zamanki gibi boyun eğdim. “Yarın görüşürüz, Bay Frederics.” Umarım, elimden gelirse, sınıfınızın üçüncü sırasında. Mutfağımızın hemen dışında bir dilek kuyusunun bulunduğu avluya doğru güçlükle yürürken oya ağacı taçyapaklarından bulutlar ayak bileklerimin etrafında dalgalanıyordu. Titrek kavak ağaçları da sonbahar giysisini üzerime dökmeye hazırdı. En azından en iyi ve tek arkadaşım Kali bir seksenin üzerindeki boyuyla bu hafta sonu onları süpürmeme yardım edecekti. Bisikletimi avludan aldım, sonra uzun garaj yolumuzda pedal çevirdim. Bir kokubazın payına düşen buydu, ihtiyaçlarımızı herkesin iyiliği için feda ederdik. İhtiyaçlarımızın bile olmaması gerekirdi. Burunlarımız bir rahibenin alışkanlıkları gibiydi, bizi klorofil tarafından renklendirilmiş bir hayata tecrit ederdi. Kalplerimizin kaymasına izin verme lüksünü göze alamazdık. Okula sadece eğitim öğretim için gitmediğimi bilse annem düşüp bayılırdı. Yabangülünün ötesinde ilgi alanlarımın olduğunu bilse. Kali’den başka arkadaşlarımın da olmasını istediğimi bilse. Dahası oğlanlara bakmanın hoş bir hava değişimi olduğunu bilse. Annem bu sonuncusunu bilse kesinlikle aklını kaçırırdı.
Romantik ilişkilere karşı çıkan açık bir kural olmadığı hâlde koloni atamız Son Söz’ünde onları lanetliyordu: “Ey kokubaz, aşk tuzaklarını kur ancak onlara yakalanmaktan kendini sakın.” Âşık olmak, tıpkı Bryony Teyze gibi, süperkokukabiliyetini kaybetmek demekti. Bu yüzden annem babamı bir Noel hediye kataloğu gibi posta kutusuna düşen bir donör listesinden seçmişti. Bu yüzden bana, bir insan elinin sıcaklığı karşısında yaprakçıkları içeri doğru kıvrıldığı için daha çok dokunma-bana olarak bilinen mimoza çiçeğinin adını vermişti. Aşk cadıları âşık olamazdı.
2
“BURNUNUZLA DİNLEYİN.
ÇİÇEKLER DEĞİŞKEN BİR RÜZGÂRIN KUVVETİYLE SALINARAK
TÜM KARMAŞIK İHTİŞAMIYLA BİZE ŞARKI SÖYLER.”
—Posey, Kokubaz, 1809
ATALARIMIZIN, MERAKLILARI yıldırmak için diktiği tatlı kokulu yabangülü çitinden sarsılarak geçerken bisiklet sepetimdeki aletler takırdadı. Çengelsi dikenler ve yoğun bitki yaprakları olağandışı yaşamlarımız için kusursuz bir örtü oluşturuyordu. Başımdaki balıkçı şapkamı daha aşağı çektim ve sakin Santa Guadalupe’nin en büyük yeşil alanı olan Arastradero Park’ına yöneldim. Bazen annemin bana iş çıkarmak için uğraştığını düşünürdüm. Sanki başarısız olmamı istiyordu, böylelikle okulun bir dikkat dağıtıcı olduğu konusunda haklı çıkabilecekti. Pedalı kuvvetle çevirerek kızgınlığımın karabiber notalarından bir kısmını terlemeyle attım. Annem için de kolay olduğunu sanmıyordum. Şimdi ben okuldayken toprağı yeniden gübreleme, ölmekte olan kökleri kazıp çıkarma gibi daha ağır olan zevksiz işlerin bir kısmını kendi başına yapıyordu. Saat üçten altıya uygulamalı çalışma saatlerinde ona yardım ediyordum ama bu, gün boyunca yanında olmamla aynı şey değildi. Annem nadiren şikâyet ederdi.
Bisikletimi bağladıktan sonra koşu parkuru boyunca liken kokusuna doğru yürüdüm. Liken, istilacı bir tür olduğundan annem bahçemizde bulunmasına izin vermezdi. Kokusu spor çoraplarıyla bir nebze keskinleşmiş, araba büyüklüğünde sumak çalılıklarının yanından geçerek bir okaliptüs ağacının dibinde serpilen ufak bir liken kümesine yöneldim. Rakun sidiği gibi koktuğu hâlde burnumu küflü kokunun üstüne koydum. Kokubazlar erken yaşlardan itibaren her kokuya tarafsız bakacak şekilde eğitilirdi.
“Bir şey mi kaybettin?” İrkilerek arkama baktım. Court “Savaşçı” Sawyer, Sports Illustrated Kids’in 2O yaşın altındaki en iyi 20’sinde bir yer kazanmaya yetecek kadar süratli adımlarıyla olduğu yerde koşuyordu. Terden sırılsıklam olmuş, üstünde takım numarası –on– yazan bir tişört, yağsız futbolcu vücudunu sarıyor ve bir kapüşonlu kalçalarından aşağı sarkıyordu. Kalbim küt küt atarken güçbela ayağa kalktım. “Beni korkuttun.” Kafam likene dayalı ve popom havaya dikilmişken yaklaştığının kokusunu bile almamıştım. Şimdi tam karşımda dururkense yalnızca onun kokusunu alabiliyordum. Dalgaların kıyıya taşıdığı ağaç dalları, hint baklası ve bir kamp ateşi yakıldıktan sonraki hava gibi dumansı bir şey. Eğer gerekli değilse genellikle birinin kokuizine dikkat etmezdim ama bu bazen, tıpkı gözlerinizi dikip bakmak gibi, elinizde olmazdı.
“Özür dilerim. Bir şey kaybetmiş olabileceğini düşündüm.” Gülümsemediğinde bile kahverengi gözleri kırışıp yarım ay şeklini alıyormuş gibi görünüyordu. Nemli bir saç tutamı gözlerine düşüverdi. Gözlerini dikip bakmayı kes. Konuş. “Ah, hayır, hiçbir şey kaybetmedim.” Yalnızca ciddiyetimi. “Sadece liken topluyordum.” Bu kulağa garip mi geliyordu? Evet. Ağzının her iki yanında bir çift gamze belirdi. “Hımm, tamam.” “Tamam.” Arkamı dönmek için harekete geçtim. Ben kısa bir süreliğine onun güneş sisteminden geçen bir kuyrukluyıldızdım ama şimdi ait olduğum derin uzay boşluğuna geri dönmek zorundaydım.
“Ben Court Sawyer.” Kahkahamı bastırdım. Hadi be. Gözlerimiz birleşti. Elbette sevimliydi, hatta yakından bile. Ama bu abartılmış bir sevimlilikti. Gözleri şaşıydı ve alnındaki saç çizgisi Kont Dracula tarzındaydı; tıpkı ekonomi gibi bir gün gerilemeye başlaması kaçınılmazdı. Bununla beraber, doğuştan gelen soluk bir ten rengine karşılık koyu renkli gözler ve saçlarla ve dudaklarındaki tatlı bir kıvrımla neden bir fotoğrafçının hayali olduğunu anlıyordum.
“Adın Mimosa, değil mi?” “Yalnızca Mim.” “Seni burada daha önce de gördüm. Sen şöhretli aşk cadısısın.” “Aslında kötü şöhretli.” “Bir insanın kokusunu beş kilometre öteden alabildiğin doğru mu?” İnsanlar abartmayı severdi. “Hayır. En fazla dört kilometre, o da eğer rüzgâr doğru yönden esiyorsa.” Gülümsedi. “Bunu nasıl yapıyorsun? Ben kendi terimin kokusunu zar zor alıyorum.” Sihir? Koku alıcılarını sıradan bir insanınkinden milyarlarca kat fazla geliştiren bir mutasyona uğramış genler? Herhalde ikisinden de birazdı. Ona kısa bir yanıt verdim. “Genetik. Büyütülecek bir şey değil.”
“Genetik, ha.” Court’tan kuşkunun alabalığa benzeyen kokusu yayıldı. “İnsanlar annenin seni bir kuleye kilitlediğini söylüyor. Okula başlamadan önce kimse seni görmemiş.” Önce bir bacağını sonra diğerini silkeledi, görünüşe göre hareketsiz durmaktan rahatsız olmuştu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Genç Yetişkin Romantik
- Kitap AdıGizli Kokular Bahçesi
- Sayfa Sayısı320
- YazarStacey Lee
- ISBN9786257973762
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Ciltli
- YayıneviYabancı Yayınevi / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Eden’ın Kaderi ~ Mia Sheridan
Eden’ın Kaderi
Mia Sheridan
Eğer gerekirse senin için şeytanla yüzleşirim Eden ile Calder, hayatlarını mahveden tarikattan kurtulmayı başarabilmişlerdi ancak her ikisi de diğerinin korkunç felakette can verdiğine inanıyordu....
- Carpe Jugulum ~ Terry Pratchett
Carpe Jugulum
Terry Pratchett
Pusuda bekleyen sivri dişler kanınıza susamış olabilir! Efsane yazar Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya” serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Carpe Jugulum, günü...
- Son İntikam ~ Penelope Douglas
Son İntikam
Penelope Douglas
WINTER Onu hapse göndermek yapabileceğim en kötü şeydi. Suçu işlemesini ya da ölmesini dilemiş olmam önemli değildi. Belki de o dışarı çıkmadan önce, ortadan...