Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Adam Connor’dan Nefret Etmek
Adam Connor’dan Nefret Etmek

Adam Connor’dan Nefret Etmek

Ella Maise

Lucy Meyer erkek arkadaşı tarafından terk edilip de evinden çıkmak zorunda kaldığında, yardımına koşacak tek bir kişi vardı: En iyi arkadaşı Olive. Geçici bir…

Lucy Meyer erkek arkadaşı tarafından terk edilip de evinden çıkmak zorunda kaldığında, yardımına koşacak tek bir kişi vardı: En iyi arkadaşı Olive. Geçici bir süreliğine Olive ve Jason’ın yanına taşınmıştı ve komşularının yeni boşanmış, ateşli oyuncu Adam Connor olması hiç de Lucy’nin suçu değildi.

Merakına yenik düşüp bitişik duvarın üzerinden onu gözetlediyse ne olmuştu yani? Tamam, çıplak olmasını umut etmiş olabilirdi ama beş yaşındaki oğlunun havuza düştüğünü görüp onu kurtarması bunu telafi etmeliydi. Değil mi?

Ama hayır, Lucy teşekkür niyetine aklını başından alacak bir öpücük beklerken, Adam onu arka bahçesinde yakaladığı gibi hapse attırmıştı. O günden sonra, Lucy’nin onunla ilgili tek hayali, kafasında Adam’ı nasıl öldüreceğinin planlarını yapmaktı.

Zamanla, aşka kapadığı kalbi Adam ve oğlu tarafından tekrar çalınacaktı. Peki, Lucy bu çağrıya cevap verme riskine girebilecek miydi?

“Adam Connor’dan nefret etmek mi diyorsunuz? Bu mümkün mü ki? Benim durduğum yerden bakılınca (bir elimde kahvem, dizüstü bilgisayarımın önünde) Adam Connor, kelimelere dökülemeyecek kadar sevilesi, seksi, ayılıp bayılmaya değer ve ne bileyim işte… MÜKEMMEL.” Give Me Books, Beth

“Bir gün Ella Maise yüreğimizi ağzımıza getirecek bir iki şaşırtmacayla karşımıza çıkmazsa işte o gün şaşırırız. Bu komik, seksi ve müthiş derecede eğlenceli romanın kapağını sıcacık kalplerle kapadık.” Totally Booked Blog

Adam Connor’dan Nefret Etmek’te nefret edecek kesinlikle tek bir şey bile yok. Komik, neşeli ve tatmin edici bir biçimde tatlı, tabii önümüze bırakılan birkaç bombayı da unutmamak lazım. Okurken geçirdiğim her dakikasına bayıldım ve açgözlü ellerim daha fazlası için kaşındı…” Give Me Books, Shelly

“Laf dalaşı ve mizahı harika, Adam’la Lucy arasındaki cinsel gerilim ise alışılmışın dışında. Ella Maise, bu serinin ikinci kitabıyla tüm beklentilerimi aştı.” —Jennifer Kyle

“Bu ikiliye bayıldığımı itiraf etmem gerek. Aralarındaki sataşmalar müthişti ve pek çok kez kahkaha attım.” The Smut-Brarians

“Maise’in Adam ve Lucy’yi bir araya getirme yolu dâhiyaneydi, bu hikâye o şekilde sonuçlandığı için çok heyecanlandım ve aklım başımdan gitti.” Read Love Review

***

Bu kitabı, hayatlarının bir noktasında
zahmete girmeye değecek biri olduklarına
inanmakta zorlanan herkese adıyorum.

***

BİRİNCİ BÖLÜM
Lucy

Aşka inanıyorum. Bütün kalbimle. Gerçekten, öyle başınızı iki yana sallamayın. İnanıyorum. Beni tanıyanlarınızın kıs kıs güldüğünü hayal edebiliyorum. Eh, gülmeyin. Buna hiç gerek yok ve dürüst olmak gerekirse, sizce de bu biraz kabalık değil mi?

Tekrar söylüyorum: Aşka gerçekten inanıyorum. Ne kadar sihirli bir şey olduğunu biliyorum. Hem iyi hem de kötü anlamda. Aşk sarhoşu olduğunuzda dünyanın daha müthiş göründüğünü biliyorum. Kırık kalpleri iyileştirdiğini, insanı çılgınca mutlu, heyecanlı, umutlu… aynı zamanda yılgın ve hasta yaptığını da biliyorum… Yaşadığımız bu karmaşık dünyayı daha iyi bir yer hâline getiren birçok hisse kapılıyoruz.

Örneğin, en yakın arkadaşım Olive. O çocukluğundan beri kocasına âşıktı. Hatta altı yaşındayken Jason’a evlenme bile teklif etmişti. Altı yaşındayken, millet – altı! Bu duyduğunuz en sevimli şey değil mi? Yıllar sonra birbirlerini bulduklarında, film yıldızı oğlan, kızın ayaklarını yerden kesti. Aşk Olive’e yarıyor, hem de fazlasıyla, ayrıca ona çok yakışıyor. O dünyadaki bütün sevgiyi hak ediyor.

Ben mi? Aşk bana büyük geliyor. Aslına bakarsanız, üzerime pek uyduğunu söyleyemem.

Söylemeye çalıştığım şey şu, aşk her şeyi mümkün kılabilir… tabii benim gibi üzerinizde bir lanet dolaşmıyorsa. Ah, bir de aşkı hayatınıza davet etmeye istekli olmalısınız, tabiri caizse, zavallı oğlanın labirenti andıran kalbinize ulaşabilmesi için o ağır kapıyı açmalısınız.

pıyı açmalısınız. İşin en zor kısmı da bu, değil mi? Aşkı içeri almak. Kendinizi ona açmalı, en nahoş yanlarınızı, ruhunuzun en derin ve karanlık köşelerini paylaşmalısınız. Gerçek aşkı tecrübe etmenin tek yolu bu. Bu bokluklarla bizi mümkün olduğunca erken besliyorlar, en azından duyduğum kadarıyla. Etrafımızdaki her şey aşkın bitmek bilmez bir reklamı. Kendinizi biriyle paylaşın, dürüst ve gerçekçi olun; o kişi sizi olduğunuz gibi severse turnayı gözünden vurdunuz demektir.

Yüzünüze doğru patlayan konfetinin tadını çıkarın. Gerçek aşkı buldunuz. Aferin size. Geri kalanımız için hayat o kadar güzel değil. Peki… aşkı hayatıma davet ediyor muyum? Hayır. Bunun olmaması için elimden geleni yapıyorum, kalsın, teşekkürler. O yollardan geçtim. Gerçekten aşka inanıyorsam o zaman sorun ne diye soruyorsanız… Eh, o kadar meraklıysanız, sorunum sevgili eski dostum “aşkın” beni pek sevmemesi. Hiçbir zaman sevmedi. Muhtemelen hiç de sevmeyecek. Bence çok kabalık ediyor ama… bunu kabullendim, en azından gidip Jameson’a âşık olana kadar kabullendiğimi sanıyordum. Dövmeli, ateşli kötü çocuk sahneye girer. Üniversite aşkı. Hâlâ tahmin edemediyseniz, her türlü anne ve baba sorunum var. Sanki tüm bunlar hayatımı berbat etmeye yetmezmiş gibi üstüne bir de büyükanne sorunlarım var. Falan filan… Sıkıcı olduğumu düşünmeye başlamış olmalısınız ama buna müsaade edemem.

Tek gecelik ilişkilerden bahsedelim. Onlar eğlencelidir, değil mi? Aşkın kenarından dolaşıp birbirinize gülümsersiniz, güzel bir lokma bulmuş olabileceğinizi düşünmek heyecandan başınızı döndürür, teninizde başka birinin tenini, sıcak nefesini, sıcaklığını hissetmenin tadını çıkarırsınız, adam doğru noktaya temas etmeyi başardığında –tabii başarırsa– birkaç saniyeliğine o kahrolası mutluluğu yaşarsınız. Bunların harika şeyler olduğuna katılıyorum. Hatta tüm bu hisleri tecrübe etmeniz için sizi teşvik ediyorum, özellikle de adam iriyse.

Sürtük olmayın; sakin ve mutlu bir şelale olun. Hayata kükreyin. Yaşarken. Kendinizi kapamayın; bir yağmur damlası kadar özgür olun. En önemlisi de: Yaşayın.

Hepinize verebileceğim en büyük tavsiye, aşktan uzak durmaya çalışıyorsanız, sırf hain bedeninizin ihtiyaçlarını tatmin etmek için o müthiş tek gecelik ilişkiye ne yaparsanız yapın geri dönmeyin; eğlenin, biraz hayatın tadını çıkarın, birini tek geceliğine sevin ve sonra hayatınıza devam edin. Çünkü aynı adama, ah, bilemiyorum… yüz kez falan geri dönerseniz… en sonunda, söz konusu adama karşı bazı duygular beslemeye başlayacaksınız.

Şu işe bakın – demek bir kalbim varmış. Bunu beklemiyordunuz, değil mi? Tıpkı benim gibi âşık olmaya başlarsınız. Yavaşça. Önce o kocaman penisini ustalıkla kullandığı için adını koyamadığınız bir heyecan hissedebilirsiniz (bu arada buna aşk değil, orgazm denir). Onu üzerinizde kullanırken, size her türlü duyguyu yaşatabilir. Evet, adam o kadar iyi olacak; kalp kıran erkekler genellikle yatakta iyidir.

Sizinle işleri bittiğinde ağlamanız için daha çok sebebiniz olur. Ne hoş, değil mi?

Ama o canavar penisiyle karşınıza her çıktığında deneyimlediğiniz Büyük O’ya aptal gibi daha fazla anlam yüklemeye başlarsınız. Sonra adamın gülümsemesi, yüzünüze dokunma biçimi ya da karşısında bluzunuzu çıkarırken size bakış tarzı suyu bulandırmaya başlar – tüm o buğulu bakışları kastediyorum. Söylediği şeytanca sözler kalbinizde ve beyninizde yer edinir. Ve belki, sadece belki, sizi gerçekten önemsiyor gibi göründüğü için kendinizi güvende hissedersiniz. Sonra uzaklaşma fırsatınız olmadan… kalbinizin arkanızdan ne işler çevirdiğini anlayamadan…

Bam!

Âşık olmuşsunuzdur.

Tebrikler.

Eh, siktir git, sevgili kalp!

Artık kaçınılmaz perişanlığın tadını çıkarabilirsiniz. Elbette, herkes adına konuşamam ama en azından biricik üniversite aşkım Jameson’la aramda olan şey buydu, o yüzden aşk kusmuğu için gidip onu suçlayın. Los Angeles’tan ayrılıp beni kalbi kırık ve evsiz bırakıp aptal yeni şirketindeki aptal yeni işine başlamak için Pittsburgh’e taşınalı tam altı gün yirmi bir saat olmuştu. Kalbimi kıran o Jameson denen adama âşık olmayı nasıl başardığımı merak ediyorsanız… biraz geriye gitmeme izin verin. Jameson’la ekonomi dersimiz için bir çalışma grubunda tanıştım. Yaygın inanışın aksine, yeni tanıştığım biriyle yatağa girmem ve onunla da girmedim. Önce manzaranın tadını çıkardım ve ona salya akıtmayı tercih ettim… çünkü bu hep eğlencelidir, değil mi? Ah, o beklenti, flörtöz bakışmalar, tüm o imalı gülümsemeler. Birkaç hafta sonra yakındaki bir yatağa atladık. Aynen böyle oldu, yemin ederim.

Tamamen tesadüftü. Göğsünde ve kollarında dövme gördüğümü hatırlıyorum, sonra arkasını dönünce o sıkı kıçını gördüm. Kendimizi birdenbire yatakta bulduk, bana ve güzel vajinama çok iyi vakit geçirtiyordu. O canavar penislerin ne kadar iyi hissettirdiğinden bahsetmiştim, değil mi? Biraz daha kalın olsa tam olurdu ama her neyse… sanırım hayatta her şeye sahip olamazsınız. Elbette, daha fazlası için ona dönüp durdum. Kendi kendime, Sadece bir kez daha, Lucy, bu son, dediğimi hatırlıyorum. O seviyedeki bir ateşi tekrar tecrübe etmemenin suç sayılabileceğini düşünüyordum ciddi ciddi ve ben suça meyilli değilim. Ne terslik olabilirdi ki, anlarsınız ya…

Sonra bir şekilde haftada birkaç kez tek gecelik ilişki yaşamaya başladık. Teknik olarak artık tek gecelik bir ilişki değildi ama yine de ondan böyle bahsetmek hoşuma gidiyordu. Ayrıca, beynim Jameson’ı neden kovmam gerektiğini hatırlayacak kadar çalışmaya başlamadan yatağımda uykuya dalma konusunda çetin ceviz çıktı.

Ne gariptir ki, yakın arkadaşım Olive’in memelerinde uyumaya bu şekilde başladım. Tek gecelik ilişki yaşadığınız bir adamla birlikte uyumak, ona sarılmak çok büyük bir hatadır. En güzel yanı, Olive’in memelerinin Dünyanın En Rahat Yastıkları olmasıydı! Bu konuda bana güvenebilirsiniz. Çok yumuşak ama bir o kadar da sıkılar. Sihirli gibiydi ama bu hikâyeyi başka bir zamana bırakalım.

Uzun lafın kısası, Jameson’a âşık olmaya başladım. Canım aşka bir şans verip hâlâ lanetli olup olmadığımı görmemin zamanı geldiğini düşündüm. İlk denememde sonsuza kadar mutlu olacağım bir ilişki beklemediğim doğruydu çünkü gerçek hayatta etrafta uçuşan ve bulutlarda gökkuşağı osuran tek boynuzlu atlara nadiren rastlanırdı ama lanet olsun, birden ortada kalmayı da beklemiyordum. Kendimi elektrikli sandalyede idam etmeye değil, sadece ayak parmaklarımı suya sokmaya çalışıyordum.

O yüzden, evet, hâlâ lanetliyim.

Bu kız için aşk yok. Yaşasın… sanırım.

“Merhaba? Lucy? Ah, demek buradasın. Kendi kendine konuşmanın bir sebebi var mı?” diye sordu Olive, Jameson’ın giysileriyle dolu çöp poşetini attığım koridorun sonunda belirirken. Doğruldum ve onu tepeden tırnağa süzerken derin bir nefes verdim. Yoga taytı ve bol beyaz bluzu ne giymesi gerektiğini düşünmek istemediğinde üzerine geçirdiği üniforması sayılırdı. Bluzu bol olsun ya da olmasın, memeleri hâlâ muhteşem görünüyordu. Tepesinde dağınık topuz yaptığı kızıl sarı saçları daha temiz günler görmüş gibi duruyordu. Tahminim, yazı mağarasından yeni çıktığı yönündeydi.

“Bir sebebi yok. Sadece kendimi eğlendiriyordum,” diye yanıtladım elimin tersiyle alnımdaki görünmez teri silerken. “Neden bu kadar erken geldin? Daha sonra geleceğini sanıyordum. Ve bir haftadır duş almamış gibi görünmenin bir sebebi var mı?”

Olive duvarın dibine dizdiğim, Jameson’ın geride bırakmayı seçtiği giysilerle dolu çöp poşetlerine bakmakla meşguldü hâlâ. Sorum üzerine aniden başını kaldırdı ve dudaklarında kocaman bir sırıtış belirdi.

“Henüz bir hafta olmadı, belki iki gün falan? Yazmam gereken sadece birkaç bölüm kaldı, sonra hikâye resmen sona eriyor.” Omuzlarını silkip Tanrı bilir ne arayarak çöp poşetlerini karıştırmaya devam etti. “Duş almaya kimin vakti var ki?” Bu bir soru değildi ama yine de onu yanıtladım, kısık sesle tabii. “Senin gibi kokmak yerine temiz olmaktan hoşlanan insanların belki?” “Nankör sorunu yanıtlamak gerekirse,” diye devam etti Olive. “Erken geldim çünkü ben birinin görüp görebileceği en iyi arkadaşım. Neden Jameson’ın giysilerini gözden geçirmemiz gerekiyor? Pislik herif neden bunları yanında götürmedi?” “Giysilerini gözden geçirmiyoruz, bunu yapan sensin. Ben onlara çoktan baktım. Hepsini dışarı bırakacağım. Jameson arkadaşının gelip onlarla ilgileneceğini söyledi. Her halükârda, umurumda değil.” “Ya da ne düşündüğünü net bir şekilde göstermek için onları yakabiliriz.” Olive çöp poşetlerinden birini kapıya doğru tekmeledi ve açık sarı küçük seyahat çantamı almak için uzandı. “Peki tam olarak neyi gösterecek?” “Bilmiyorum… belki Jameson’a ona karşı birlik olduğumuzu? Ayrıca, bu senin için terapi gibi olur.” “Doğru. Buradan bir an önce taşınmama odaklanmaya ne dersin?” Olive omuzlarını silkip ona uzattığım çantayı aldı. “Bu arada, koksaydım Jason mutlaka bir şey söylerdi. Bir de kendine bak, çok yorgun görünüyorsun. Güzel mavi gözlerin ölü gibi bakıyor. Koyu saçların bile… her nasılsa daha koyu görünüyor.”

Ellerimi kalbimin üzerinde kenetleyip kirpiklerimi kırpıştırdım. “Yaa, çok teşekkürler benim küçük yeşil Zeytin’im* . Yağlı saçların ve uykulu gözlerinle sen de güzel görünüyorsun. İkisi birlikte yüzünün rengini ön plana çıkarıyor.”

Dudaklarında hafif bir gülümseme seğiren Olive başını iki yana sallayıp çantaları alt kattaki arabasına taşıdı. Banyonun kapısını açıp dolaplarda herhangi bir şey unutup unutmadığımı kontrol ettim. Her şeyi topladığımdan emin olunca, son bavulumu Olive’in beni bir şişe tekilayla beklediği oturma odasına taşıdım. “Bunu getirdim,” dedi ve elleriyle şişeyi bana takdim etti, sanki o bebeğin ekstra sunuma ihtiyacı varmış gibi. Birkaç adımda yanına gittim, şişeyi ondan kaptım, nefesinin kesilmesine aldırmadım ve kıçımı bok rengi demekten hoşlandığım kanepeye yerleştirdim. Ben tekila şişesinin kapağını açmakla uğraşırken Olive içini çekip kendini yanıma bıraktı. Hemen bir yudum aldım ve değerli sıvı boğazımı yakarken suratımı buruşturup şişeyi Olive’in ellerine teslim ettim.

Üç buçuk senedir arkadaştık ve beni ondan daha iyi tanıyan biri olduğunu sanmıyordum. O bir yazardı, ilk romanıyla çoksatanlar listesine girmeyi başaran müthiş başarılı bir yazar. En sevdiğim kısmı, aynı zamanda çocukluk aşkı olan Hollywood’un en ateşli aktörünün karısı olacak kadar şanslı olmasıydı. Bu tür şeylerin sadece kitaplarda yaşandığını düşünebilirsiniz ama hayır, Olive bunu gerçekten yaptı. Dünyadaki en ateşli adamı kaptı. Onu doğru yola ittiğimi, istediği şeyin peşinden koşması için teşvik ettiğimi düşünmekten hoşlanıyordum ama adamla arasında çok güçlü bir çekim vardı, o yüzden benim müdahalem olsun olmasın, yine de birlikte olacaklarını biliyordum. Çok çekici bir ünlü olmasının yanı sıra, Jason Thorn aynı zamanda en iyilerden biriydi. Olive’e sırılsıklam âşıktı – aksi takdirde, pençelerini arkadaşımdan çekmesi için adama gizli bir saldırı düzenlerdim.

“Eee…” dedi Olive tekiladan büyük bir yudum alıp birkaç kez öksürdükten sonra. “İçeri girdiğimde kendinle ne hakkında konuşuyordun?”

Tekiladan bu kez daha büyük bir yudum aldım. Bu kesinlikle boğazımdan daha kolay geçmişti. “Aslına bakarsan, güzel memelerini anımsıyor ve o yavruları paylaşma konusunda ne kadar bencil olduğunu düşünüyordum.”

Olive tek kaşını kaldırarak bana baktı ve bacaklarını kendisine doğru çekip rahat bir pozisyon aldı. “Bencil olduğumu söyleyen kim? Kocamla onları gayet iyi paylaşıyorum.” Ona içtenlikle gülümsedim. “Bunu tam olarak nasıl yaptığını paylaşmaya hazır mısın? Detayları kastediyorum? En sevdiği pozisyon ne? Köpek stili mi? Memelerinle ilgileniyor mu? Onlara karşı nazik mi?” Benimle bununla ilgili hiçbir şey paylaşmayacağını biliyordum, bunu daha önce de denemiştim; sebebini anlamıyordum ama bu ondan yanıt almaya çalışmama asla engel olmuyordu. Ayrıca kıvranıp durmasını izlemek eğlenceliydi. Bu tür önemli detayları kendine saklayan arkadaşların başına bu gelirdi. “Üzgünüm, detay yok.” Becerebildiğim en iyi şekilde ona pis pis baktım ve biraz daha alkol teklif ettim. İstemedi, ki bu iki açıdan iyiydi. Birincisi, benim daha fazla içebileceğim anlamına geliyordu –yaşasın– ve ikincisi, Olive sarhoş olduğunda kontrolünü kaybediyordu. “Kulağa nankör bir dost gibi gelmek istemiyorum ama sabah onda değil, öğlen iki gibi geleceğini söylediğini sanıyordum. Kurban olduğum için mi bana iyi davranıyorsun?” Yan gözle bana bakarken her şeyden bihaber görünüyordu. “Kurban mı? Ne kurbanı?” “Aşk kurbanı elbette,” diye karşılık verdim öfkelenmiş gibi yaparak. “Çiğnenip tükürüldüm – üstelik hiç de seksi bir şekilde değil.” Olive gözlerini devirip dikkatini çantasında titreyen telefonuna verdi. Ekrana baktıktan sonra içini çekti. “Affedersin, zavallı aşk kurbanım ama buna cevap vermeliyim. Potansiyel ajanslarla bir görüşme ayarlıyorum.” “Sen telefona bak, ben tekilayla ilgilenmeye devam edeceğim.” Olive odadan çıkar çıkmaz gözlerimi kapayıp başımı kanepenin arkasına yasladım.

Jameson gitmişti. Artık bir ilişkim yoktu. Her neyse, değil mi? Zaten niyetim bir ilişki yaşamak değildi. Bu yüzden de mutlu olmam gerekirdi. Ailemizin lanetli olduğu konusunda haklı olduğumu bilmek bana kendimi daha iyi hissettirmeliydi. Peki şu anda mutluluğa uzaktan yakından benzer bir şey hissediyor muydum? Alakası bile yoktu. Ama atlatacağımı biliyordum, o yüzden hayatım sona ermiş gibi davranmak anlamsızdı. Ailem sağ olsun, daha kötüsünü görmüştüm. Jameson onlara kıyasla aziz gibiydi. Olive geri dönünce, gözlerimin dolduğunu fark etmemesi için bakışlarımı kaçırmaya çalıştım. Ah, kesin sesinizi! Sessizce ağladığım falan yoktu, sadece kahrolası eve alerjim vardı. “Buradan çıkmaya ne dersin?” diye sordu Olive kısık bir sesle. Anlaşılan bakışlarımı yeterince çabuk kaçıramamıştım. Bir damla gözyaşımı silip şişeden son bir yudum aldım. En yakın arkadaşımla körkütük sarhoş olmayı ve büyük bir yangın çıkarıp koca penisli voodoo bebekleri hazırlamayı çok istesem de bunu yapamazdık. Yetişkin olmak epey berbat bir şeydi. “Evet. Bence de öyle yapmalıyız,” diye ona katıldım. Olive elimdeki şişeye uzanınca, biraz mücadele ettikten sonra istemeye istemeye ondan vazgeçtim. “Bu bende kalacak, daha sonra devam ederiz.” “Söz mü?” “Söz.” Gözlerini kısarak bana baktı. “Bak ne diyeceğim? Bana sarılarak uzanmana bile izin vereceğim.” Bir anda canlanıp kaşlarımı oynatarak ona baktım. “Ben sana sarılırken, sen de yakışıklı kocana mı sarılıyor olacaksın?” Dikleştim. “Olive Thorn, aşk kurbanı olduğum için bana bir üçlü sarılma mı teklif ediyorsun? Öyleyse, buna kesinlikle varım.” “Hayır, seni küçük sapık. Jason’ın bu gece bir çekimi var. Uyuyana kadar sana sarılacağım. Sonra çaktırmadan odandan çıkıp yakışıklı kocamla uyuyacağım.”

“Ah, işte şimdi yarama tuz basıyorsun.” “Güzel. Sana hâlâ kızgınım, biliyorsun.” Perişan bir ifade takındım. “Bana mı? Ne yaptım ki? Burada asıl kurban benim.” “Ve ben de senin arkadaşınım. O pisliğin ne yaptığını bana söylemek için altı gün bekledin. Arkadaşlık haklarımdan beni mahrum bıraktın.” “Ah, hadi ama. Bana bu yüzden kızamazsın. Hüngür hüngür ağlamak için kendime bir hafta süre tanıdım ve tam olarak öyle yaptım. Hatta bir hafta bile sürmedi. Buraya kadardı. Bitti. Bu gece bekârlığımı kutlayacağız. Sana en güzel kısmı sakladım: Kutlamaları. Tinder partisi yapıp herkesi sağa kaydıracağız. Bence müthiş bir arkadaşım.” Olive elini uzatıp beni kaldırdı. “Hayır. Haklarımdan mahrum bıraktın. Bu kadar basit. Seninle birlikte ağlayamadım ya da seni terk ettiği için Jameson’a sövemedim. Şimdi üzüntüden öfkeye ve sonra direkt kutlamaya nasıl geçeceğim? Hâlâ kızgınım. Ayrıca, üzgünüm de. Çünkü duygularım darmadağın. Seninle konuştuktan sonra bütün gece Jason’ın kafasını şişirdim. Bana tamamen katılıyor. Kesinlikle haklarımı çiğnedin.” Başımı yana yatırıp koluna hafifçe vurdum. “Ah, beni seviyorsun. Sana sarılırdım, küçük Olive ama yakından daha kötü kokuyorsun.” Olive beni sertçe itti. Gülerek kanepeye düştüm. “Kızgın bir şelale olmana lüzum yok, Olive. Göl ol. Benim gibi. Bak ne kadar sakinim. Pekâlâ,” diye ekledim, tek kaşını kaldırarak tepemde dikilmeye devam edince. “Kendini daha iyi hissedeceksen, bu gece biraz daha ağlarım ve böylece benimle birlikte perişan olma fırsatını kaçırmamış olursun.” “Böylesi daha iyi. Teşekkür ederim. Kutlamaların başında ağlamaya çalış, olur mu?” Başımı iki yana sallayarak kalkarken, kutlamalara başlamadan önce ne kadar ağlamamız gerektiğine dair mantıklı bir sohbete koyulduk.

Olive son bavulu arabasına taşımama yardım ettikten sonra onu çantaların yanında bırakıp son bir kontrol için üst kata çıkınca kendimi oturma odasında bir başıma etrafa bakarken buldum. Hatırlıyordum. Jameson birkaç ay önce motosiklet kazası yaptığında Olive ve ben hastaneye koşmuştuk. Onu sevdiğimi ilk kez o an kabullenmiştim. Tüm o aptal kırık kemikleriyle kendi başının çaresine bakmakta zorlanacağı anlaşılınca, ona yardım edebilmek için yanına taşınmamı isteyip istemediğini sormuştum. Jameson beyninizi aptalca şeyler yapmaya teşvik eden türden çekici ve kendinden emin bir gülümseme takınıp da hiç sormayacağımı sandığını söyleyince iki sebepten ötürü rahatlamıştım. Birincisi, bana ihtiyacı olduğunu anlaması için hastane yatağındayken onu pestilini çıkarmak zorunda kalmayacaktım. Çünkü kabul etmek gerekir ki bu beni pek iyi göstermezdi ve evet, Jameson’ın yüzünü berbat edemeyecek kadar çok seviyordum. İkincisi, iki aptalla –Olive’le benim iki eski arkadaşımızla– paylaştığım evden taşınma şansım olacaktı. Birden taşındığım için yanıma çok fazla eşya almamıştım. Zaten çok fazla eşyam yoktu ve yirmi üç yaşına girmek üzereyken, sadece birkaç bavulluk eşyanızın olması biraz can sıkıcıydı. Düşününce, artık yeni anıların gururlu sahibi olduğumu anladım. Bir anda uçup gitmeyecek anılardı bunlar. Bana ait olmamalarını dilediğim anılardı çünkü Jameson’dan duyduğum seni seviyorum cümlelerinin hiçbiri gece beni ısıtmayacaktı. Hayır. Bu anılar zihnimle oynayacak ve bana hayatta asla sahip olamayacağım şeyi hatırlatacaklardı. Çünkü evet, doğru bildiniz… kahrolası lanet. “Dostum, o basamaklar resmen ağzıma sıçtı. Burada işimiz bitti mi?” diye sordu Olive içeri girip yanımda dururken. “Öyle görünüyor,” diye yanıtladım, nemli avuçlarımı taytıma silerken. “Gitmeye hazır mısın?” “Bu soruyu sana benim sormam gerekmiyor mu?”

“Bilmiyorum. Sormalı mısın?” Olive birkaç saniye beni süzdü, muhtemelen onunla alay edip etmediğimi anlamaya çalışıyordu. “Hayır,” dedi en sonunda kolunu benimkine dolarken. “Sormama gerek yok; bu kapıyı kapamaya hazırsın. Şimdiden eski bir hikâye oldu bile, değil mi?” Derin bir nefes alıp başımı Olive’in omzuna yasladım. “Keşke bundan ben de senin kadar emin olabilsem, küçük yeşil Zeytin’im.” “Jameson’ın eski bir hikâye olmadığını mı söylemeye çalışıyorsun?” Sesi yumuşadı. “Olmadıysa da sorun değil, Lucy. Bunu biliyorsun, değil mi?” “Ah, kalp kıran, külot çalan pislik kesinlikle geçmişte kaldı ama bu duvarların arasındaki anılarımız ve bana fısıldadığı seni seviyorumların geçmişte kaldığından emin değilim. Hep böyle olmaz mı? Anılardan önce adamı unutursun.” Olive başını benimkine yaslayıp kısık bir sesle sordu, “İyi olduğundan emin misin, Lucy? Bizimle yaşamaya geldiğin için çok mutluyum…” “Geçici bir süreliğine,” diye araya girdim ama bana aldırmadı. “…çünkü şehri terk etmenden hiç hoşlanmazdım ama neden gitmedin? Demek istediğim, Jameson dört senedir kalbinin etrafına ördüğün duvarlarda bir delik açmayı başaran ilk adamdı. Onu sevdiğini biliyorum. Bunu gördüm.” Bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Onu sevdim,” diye kabul ettim. Jameson gittikten sonra aynı soruyu ben de birçok kez kendime sormuştum. “Ama söyledim ya, bana onunla gitmemi hiç teklif etmedi, Olive. Beni karşısına alıp asla planlarını açıklamadı ya da benimkileri sormadı. Sadece bir iş teklifi aldığına ve gitmesi gerektiğine dair beni bilgilendirdi. Ah, bir de beni deliler gibi özleyeceğini ekledi. Hepsi bu. Bana bundan başka bir açıklama yapmadı. Beni yanında istemeyen birinin peşinden gitmeyeceğim.” “Teklif etseydi onunla gider miydin?”

“Artık bunu asla bilemeyeceğiz, değil mi? Kahretsin, her şey o kadar medeni gerçekleşti ki. Kafasına bir vazo fırlatma şansım bile olmadı. Ayrılık sonrası çıkar amaçlı seks bile yapamadık. Bundan mahrum bırakıldığımı düşünüyorum. Sadece benimle planlarını paylaştı ve bu ayın sonunda kira sözleşmesinin sona ereceğini söyledi. Her şey çok… ne denir bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bana onunla gitmemi hiç teklif etmemesi ya da onunla gitmeyi düşünüp düşünmeyeceğimi sormaması. Planlarına dahil değildim, o yüzden siktirsin gitsin. Sırf bana iyi orgazmlar yaşattığı için adama yalvaracak değildim.” Olive’in omzundan doğrulup oturma odasına arkamı döndüm. “Evet, Jameson’ın ve bindiği atın canı cehenneme. Bir iş bulana kadar sizinle kalır ve sonra defolur giderim.” “Büyükanneni arayacak mısın…” “O, aramayı düşündüğüm en son kişi. Bir adamdan ayrıldım; bu her gün olan bir şey. Catherine’i aramaktansa Jameson’ı aramayı tercih ederim. İntihara meyilli değilim.” Olive bana uzun bir bakış attıktan sonra bir şey söylemek ister gibi ağzını açtı ama onu kolundan tutuğum gibi kapıya doğru çektim. “Her şey bitti, Olive. Jameson’ın benim için doğru kişi olmadığı belli. Herkes mutlu sona erişemez ve bu son derece normal. Bu gerçeği kabul ediyorum. Şimdi gidip bu gereksiz sohbete senin evinde devam edebilir miyiz? Mümkünse kan dolaşımımda daha fazla alkol varken?” Olive ofladı ama onu arabaya kadar iteklememe gerek kalmadan evden dışarı çıktı. Çıkarken anahtarı alıp eve son kez baktım. “Sırf bilmen için söylüyorum,” dedim hemen arkamda duran Olive’e, muhtemelen kendimi yere atıp hüngür hüngür ağlamaya karar verirsem diye beni yakalamak için orada duruyordu. Sanırım gerçekten benimle birlikte perişan olmayı dört gözle bekliyordu. “Bir daha hiçbir erkeğe onu sevdiğimi söylemeyeceğim. Sözlerimi bir kenara yaz. O iki kelimeyi söyler söylemez sana ihanet ediyorlar. O yüzden bununla işim bitti. Yatakta ilah gibi olması ya da otuz santimlik bir penisi olması bile umurumda değil. Bundan sonra seni seviyorum demek yok.”

Olive boğuk bir ses çıkarınca omzumun üzerinden ona baktım. “Otuz santim mi? Off, Lucy.” Ona şeytani bir gülümsemeyle baktım. “Hiç de of denecek bir durum yok, benim için daha ziyade annene gel bakalım ânı ama penisi otuz santim olan bir adam bile benden o sözcükleri duyamayacak. Aleti duyabilir, kendi değil. Böyle bir hata yaparsam beni iyice çimdikle ya da başımdan aşağı bir kova soğuk su dök, beni o hâlden çıkarmak için ne gerekiyorsa yap.” Kapıyı kilitleyip Olive’e döndüm ve bir yanıt vermesini bekledim. “Pekâlâ.” Olive içini çekip beni kapıdan uzaklaştırdı. “Canını yakarım.” “Harika. Bu iş de aradan çıktığına göre, daha önce söylediğim şeyi düşündün mü?” “Neyi?” “Sen ve kocanın beni evlat edinmeniz hakkında söylediğim şeyi. Dinle bir… üzerine ciddi ciddi düşündüm ve bunun herkes için faydalı olacağına inanıyorum.” “Öyle mi? Lütfen bana faydalarından bahset.” “İlk fayda: Kocanı beyaz perdede üstsüz gördüğümde salyalarımı nasıl akıttığımı biliyorsun, değil mi? Beyaz perdede üstsüz olduğunda salya akıtmayı keseceğim.” “Bu iyi bir başlangıç sanırım. Biraz daha anlat.” “İkinci fayda: Bana sarılmak için daha fazla vakit ayırmanız gerekecek çünkü sizin kızınız olacağım. Bana sevginizi sarılarak göstermelisiniz.” “Çok ilginç. Bu evlat edinmeden senin dışında faydalanan biri olacak mı? Çünkü az önce dedin ki…” “Henüz o kadar ilerisini düşünmedim. Tanrım, Olive. Burada bir aşk kurbanı var, unuttun mu?” “Doğru…”

Bir Hollywood Evliliği Daha Sona Erdi

İki ay önce size Adam Connor (28) ile Adeline Connor’ın (26) evliliklerini sonlandıracaklarına dair üzücü bir haber vermiştik ve endüstrideki herkesin şok olması hiç de sürpriz değildi. Açıkçası, bazılarımız bunun Adeline’ın son filmini desteklemek için bir reklam evliliği olduğunu düşünüyorduk ama ne yazık ki, bugün çiftin neredeyse altı sene önce başlayan aşk hikâyelerini sonlandıran boşanma belgelerini imzaladığı haberini aldık.

Bunca haftanın ardından, kırılma noktasının bu iki yıldız için ne olduğuna dair hâlâ bir fikrimiz yok. Çifte yakın kaynaklar evlilikte neyin ters gittiğine dair farklı görüşler belirtiyorlar ama şimdilik hiçbir şeyi doğrulayamıyoruz. Herkesin hemfikir olduğu tek konu ihanet olmaması. Evlilikleri kısa ömürlü olsa da, ne Adeline ne de Adam peşlerini asla bırakmayan paparazzi ordusu tarafından bir başkasıyla görüntülendi.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Salyangoz/Bir Casusun Günlüğü ~ Mustafa HalifeSalyangoz/Bir Casusun Günlüğü

    Salyangoz/Bir Casusun Günlüğü

    Mustafa Halife

    Suriyeli yazar Mustafa Halife’nin bu romanı, Hristiyan bir Arap vatandaşının hikayesini anlatıyor. Eğitim için gittiği Fransa’dan altı yıl sonra ülkesine döndüğünde; havaalanında, Müslüman Kardeşler...

  2. Çöl ~ Catherine FisherÇöl

    Çöl

    Catherine Fisher

    Kuraklığın pençesindeki bir uygarlığın ve onu kurtarmak için bir araya gelen cesur insanların öyküsü “Şarkı Kuyusu’na gideceğim. Oradaki suyu içecek ve onu ölüm ile...

  3. Rota 2 ~ Leman VeliRota 2

    Rota 2

    Leman Veli

    İsminin aydınlık anlamlarına rağmen Güniz Işık’ın hayatındaki kara bulutlarla olan mücadelesi bitmek bilmemektedir. Sendeleyip düşmesine rağmen hayatla ve içindeki bulunduğu zor koşullarla savaşmakta, hikâyesinin...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur