İslami uyanış eylemi nasıl başlayacak? Bu görevi üstlenecek bir öncü cemaat lazımdır. Bu yola baş koymuş cemaat… Dünyanın her köşesindeki cahiliyeyi yok etmek için yola çıkmış bir cemaat…
“Yoldaki İşaretler”i, işte gelmesi umutla beklenen bu öncü cemaat için yazdım.
Seyid Kutup
TAKDİM
Bugün insanlık bir cehennemin kenarında bulunmaktadır… Bu hal, başının üstünde asılı duran yok oluş tehdidinden değildir… Bu, bir hastalık belirtisidir ama hastalığın kendisi değildir. Gerçek sebep, insan hayatının, gölgesinde sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişebileceği değerlerin iflas etmesidir. İnsanlığa verebileceği hiç bir değeri kalmayan batı dünyasında bu durum oldukça belirgindir.
O batı dünyası ki, iflas noktasına varan tükenmişlikten sonra, kendi varlığını kendisine bile ikna edecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Yavaş yavaş, doğu bloku sistemlerim, özellikle komünizm olarak adlandırılan ekonomik sistemleri ödünç almaya, iktibas etmeye başlamıştır.
Doğu blokunda da durum aynıdır. Marksizmin ilk dönemlerinde hem doğuda hem de batıda inanç özelliği taşıdığı zannıyla büyük bir kitleyi cezbeden sosyal teoriler de bu kategoridedir. Marksizm fikir bazında hissedilir bir şekilde gerilemiştir. O kadar ki, neredeyse kendi ilkelerinden uzaklaşmış, mevcut olan devlet ve kurumlarına münhasır bir hal almıştır. Marksizm ve benzeri sistemler, insan fıtratının yapısı ve gerekleriyle çatışırlar. Bu nedenle ancak bozuk bir ortamda veya uzun süren baskıcı bir rejimin bulunduğu toplumlarda kabul görürler. Ancak Marksist toplumlarda da ekonomik iflas başlamış bulunmaktadır.
Bu gün sosyalist rejimlerin süperi olarak görülen Sovyetlerde Çarlık devrinde bile gelişen tarım hayatı tamamen verimsizleşmiştir. Sovyetler artık buğday ve diğer gıda maddelerini ithal etmektedir. Kolhozlarda uygulanan insanın fıtratıyla çatışan rejimin iflasından dolayı yiyecek ve giyecek almak için altın olarak hazinede ne varsa satmakta olan Rusya’nın içinde bulunduğu ve her geçen gün daha da kötüleşen durumu budur.
İnsanlık için yeni bir yönetim biçimi zorunludur. Artık batılı insanın, insanlığa önderliği son bulmak üzeredir. Bu, batı uygarlığının maddî olarak iflas etmesinden ya da ekonomik veya askeri güç olarak zayıflamasından değildir. Bu, batı sisteminin fonksiyonunun bitmesindendir. Onun, yönetimde kalmasını sağlayacak bir değerler bütünü yoktur.
Maddî alanda, Avrupa dehasının ulaştığı uygarlık düzeyini ayakta tutacak, onu geliştirecek; aynı zamanda, insanlığın tanıdığı değerlerle mukayese ederek; yeni, ciddi, bütüncül bir değerler sistemini, köklü, dinamik ve gerçekçi bir yöntemle insanlığa sunacak bir yönetim zorunludur.
İşte bu değerleri, bu yöntemi elinde bulunduran sadece ve sadece İslâm’dır.
Bilimsel gelişmeler devrini tamamlamıştır. Bu devir, Rönesansın doğup başladığı m. 16. asır ile zirveye ulaştığı m. 18. ve 19. asırlardır. Artık vereceği yeni bir şey yoktur.
Yine aynı zaman diliminde ortaya çıkan vatancılık, ulusçuluk, bölgesel birliktelikler de süresini doldurmuştur. Onların da verecekleri bir şey kalmamıştır.
Daha sonra, bireyci ve toplumcu sistemler de başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Artık, sıra İslâm’a gelmiştir. İnsanlığın en zor, en şaşkın, en çalkantılı olduğu bir zamanda gelmiştir; “Ümmet” dönemi… Yeryüzünde maddî kalkınmayı inkar etmeyen İslâm’ın dönemi… Çünkü İslâm yeryüzü hilafetinin insana Allah tarafından tevdi edilmesinden bu yana, maddî alanda gelişme göstermeyi; insanın ilk görevlerinden biri kabul etmektedir. Bunu, belirli şartlar altında; Allah’a ibadet etmek, insanın varoluş amacını gerçekleştirmek olarak görür.
“Rabbin meleklere, ‘ben yeryüzünde’bir halife yaratacağım’dediğinde…” (Bakara,30)
“İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zaiyat, 56)
Allah İslâm ümmetini insanlar arasından hangi amaç için seçerek yarattıysa, bu gayeyi gerçekleştirecek olan Ümmetin dönemi başlamıştır.
“Siz insanlar için ortaya çıkarılan, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, Allah’a iman eden ha’yırlı bir ümmetsiniz.”(Âl ilmrân, no)
“Siz insanlara, peygamber de size şahid olsun diye sizi vasat bir ümmet olarak yarattık.” (Bakara,143)
İslâm, fonksiyonunu ancak bir toplumda uygulayarak gösterildiğinde icra edebilir. Yani bir topluluk tarafından yaşanması gerekir. İnsanlık, özellikle bu devirde soyut bir akideye kulak vermiyor. Günlük hayatta bu gerçeğin doğruluğunu görmüyor musunuz? Asırlardır İslâm Ümmetinin varlığı yok sayılıyor.
İslâm Ümmeti, üzerinde İslâm’ın bulunduğu bir toprak parçası değildir. Tarihin bir kesitinde atalarının, İslâm’a uygun bir sistemle yönetildiği, yaşadığı bir ulus da değildir. İslâm Ümmeti, hayatlarını, düşüncelerini, konumlarını, sistemlerini, değerlerini, Ölçülerini, kısaca herşeylerini sadece ve sadece İslâmi yöntemden alan bir insan topluluğudur. İşte bu nitelikleriyle ümmetin varlığı, bütün bir yeryüzünde Allah’ın şeriatıyla hükmetmenin sona erdiği andan itibaren yok olmuştur.
İslâm’ın bir defa daha insanlığın yönetimini gerçekleştirmede beklenen rolünü üstlenmesi için bu ümmetin yeniden varolması zorunludur.
Nesiller boyunca, düşünce ve konum itibarıyla İslâm’la ve İslâmi yöntemle hiçbir bağı olmayan sistemlerin kalıntılarıyla gizlenen, örtülen bu ümmetin dirilişi zorunludur.
Diriliş girişiminin başlamasıyla yönetimin ele alınması arasındaki mesafenin uzun olduğunu biliyorum. İslâm Ümmeti’nin varlığı ve görüntüsü uzun süre kaybolmuştur. İnsanlığın yönetimini uzun bir müddet başka düşünceler, başka anlayışlar, başka konumlar, başka milletler ele geçirmiştir. Son zamanlarda, Avrupa dehası bilim, kültür, sistem ve maddî üretim alanlarında büyük bir atılım gerçekleştirmiştir. İnsanlığın, zirvesinde bulunduğu büyük bir atılımdır bu. İnsanlık ne bundan, ne de bunun sonuçlarından kolayca vazgeçebilir. Özellikle de neredeyse bu gelişmenin dışında kalan, adı İslâm Dünyası olan dünya…
Bütün bu değerlendirmelere rağmen İslâmi dirilişin başlamasıyla yönetimi teslim alma arasındaki mesafe ne kadar uzun olursa olsun, İslâmi diriliş zorunludur. İslâmi dirilişi başlatmak; vazgeçilmesi mümkün olmayan ilk adımdır.
Hadiseyi daha iyi kavrayabilmemiz için sınırlı bir şekilde de olsa bu ümmetin insanlığı yönetmesi hususundaki yeteneklerim bilmemiz gerekiyor.
Şu anda, bu ümmetin maddi gelişme alanında insanlığa benimsetip sunabileceği; bu açıdan insanlığın yönetimini üstlenmesini sağlayacak olağanüstü bir başarısı yoktur. Zaten istenen de, bu değildir. Avrupa dehası, bu alanda, onu oldukça geri bırakmıştır. En azından önümüzdeki bir kaç asır içinde ona karşı maddî bir başarı sağlaması beklenmemektedir.
Bu durumda başka bir yetenek gerekiyor. Bu uygarlığın sahip olmadığı bir yetenek…
Bu, bizim maddî gelişmeyi ihmal ettiğimiz anlamına gelmez. Maddî alanda da gayret sarfetmek görevimizdir. Fakat şu aşamada, sayesinde insanlığın yönetimine ulaşacağımız bir vasıf değildir bu. Varlığımızdan kaynaklanan bir zorunluluktur.
Aynı zamanda yeryüzünde Allah’ın halifesi olan insanın, varoluş gayesini gerçekleştirdiği için, maddî alanda gelişmeyi özel şartlar altında Allah’a ibadet sayan “İslâmî Anlayışın” bize yüklemiş olduğu bir gereklilik olarak da maddî gelişmeye önem vermeliyiz.
Öyleyse, maddî gelişmeden başka, insanlığın yönetimini ele almak için başka bir yetenek gerekiyor. Bu yetenek maddî gelişmeye cevap verdiği gibi, fıtrî ihtiyaçlara da cevap veren bir anlayışın rehberliğinde insanlığa maddî dehanın ürünlerini koruma imkanını sağlayan “akide” ve “yöntem’den başka bir şey değildir. İşte bu “akide ve yöntem”, bir insan topluluğunda, yani müslüman bir cemaatte pratize edilmelidir.
Bugün bütün dünya, hayat dinamikleri, sistemlerin bizzat kendinden kaynaklandığı bir cahiliyyenin içinde yaşamaktadır. Öyle bir cahiliyye ki, bu hayatın sağladığı muhteşem kolaylıklar, onun kötülüğünden bir şey eksiltmez. Muhteşem maddî gelişme budur işte!
Cahiliyye, yeryüzünde Allah’ın egemenliğine, özellikle O’nun uluhiyyetine, düşmanlık üzerine kuruludur. Özellikle egemenlik… Bu cahiliyye düzeni, egemenliği insana verir. Kimilerini kimilerine Rab yapar. Bunu, cahiliyyenin tanındığı ilk basit, ilkel şekliyle yapmıyor. Allah’ın hayat için koyduğu yöntemden uzaklaşarak, O’nun izin vermediği konularda düşünce, değer, yasa, kanun, sistem koyma haklanın kendisine ait olduğu Allah’ın egemenliğine tecavüz etmek, O’nun kullarına tecavüz demektir. İnsanın, genel olarak, sosyalist sistemlerdeki zelilliği; kapitalist sistemlerde ise, sermayenin baskısı ile birey ve toplumlara uygulanan zulüm, Allah’ın egemenliğine düşmanlığın, O’nun insana bahşettiği değerleri inkarın sonucundan başka bir şey değildir.
İşte burada, İslâmî yöntem kendini ortaya koymaktadır. İslâm sisteminin dışındaki bütün sistemlerde insanlar, herhangi bir şekilde, birbirlerine ibadet etmektedirler. Sadece İslâm düzeninde, insanlar birbirlerinin kulları olmaktan kurtulup yalnızca Allah’ın kulu olurlar. O’ndan isterler, O’na boyun eğerler.
Yolların ayrıldığı nokta burasıdır. Aynı zamanda İslâm sistemi ve onun insan hayatındaki sonuçlarının ortaya koyacağı şeyler bizim insanlara vereceğimiz yeni anlayıştır. İnsanlığın sahip olmadığı hazine budur. Çünkü o, Batı uygarlığının, doğusuyla batısıyla bütün bir Avrupa dehasının ürünü değildir.
Şüphesiz biz, insanlığın tanımadığı, üretemeyeceği, tamamen yeni bir şeye sahibiz. Ancak, bu yeni olgunun daha önce de belirttiğimiz gibi, pratize edilmesi zorunludur. Öncelikle bir milletin bunu yaşaması gerekir. Bunun için, İslâmi bir toprak parçasında diriliş amebyesi gerçekleşmelidir. Bu dirilişin ardından gelecek olan, aradaki mesafe uzun da olsa, kısa da olsa, insanlığın yönetiminin elde edilmesidir.
İslamî uyanış eylemi nasıl başlayacak?
Bu görevi üstlenecek bir öncü cemaat lazımdır. Bu yola baş koymuş bir cemaat… Dünyanın her köşesindeki cahiliyeyi yok etmek için yola çıkmış bir cemaat… Çevresini kuşatan cahiliyeyi yok etmek için yola çıkmış bir cemaat… Çevresini kuşatan cahiliyyeden, bir yandan kendini uzak tutmaya çalışırken, öte yandan onunla ilişkisini koparmadan yürüyen bir cemaat…
Bu görevi üstlenen öncü cemaat için yolda kendisine gerekli bazı “işaretler” zorunludur. Rolünün’ içeriğini, görevinin ne olduğunu, amacını, uzun yol.
…
Oldukça faydalı ve güzel bir kitaptır. Lakin doğru çevirisine denk gelirseniz. Buradaki çevirmenin kitabını okumadım. Hataen Düşün Yayıncılıktan, Murat Hazine isimli çevirmenin Seyyid Kutup’a ait kitap çevirisini okudum ve hiç beğenmedim. Kuran’ı Kerim’de geçen kıssalardan hikaye (masal) diye bahsedilmesi, İlah (bazen de Allah) kelimesi yerine sık sık tanrı safsatasının kullanılmasını (Necm, 53/23) samimiyetsiz buldum. Bu eserin arapça ismi ‘mealimü fi’t tarik’dır. Anlamı Hak Yolun İlkeleridir. Başka bir anlamı ise İslam’ın İlkeleri’dir. Yoldaki işaretler ismiyle tanınmıştır.