Düğününden birkaç gün önce, Julia babasının sekreterinden bir telefon alır. Önemli bir iş adamı olan babası Anthony Walsh törene katılamayacaktır. Her zaman mesafeli ve sorunlu bir ilişkileri olduğundan, Julia bu habere pek de şaşırmaz, ancak bu kez babasının mazereti haklıdır: Anthony Walsh ölmüştür.
Cenazenin ertesinde onu bekleyen bir sürpriz daha vardır. O güne kadarki en tuhaf seyahatine çıkacaktır; üstelik hiç düşünmediği biriyle ve on sekiz yıl önce kaybettiği başka birine doğru. Julia’nın, söylenememiş gerçekler, itiraf edilememiş sırlarla dolu geçmişi yaşamına yeni bir yön vermesine izin verecek midir? Babasının ve Tomas’la yarım kalan ilişkisinin açtığı yaralar onu nerelere savuracaktır?
***
“Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünmek, diğeri her şeyin mucize olduğunu düşünmek.”
Albert Einstein
Pauline’e ve Louis’ye
***
“Nasılım söyle bakalım?”
“Dön de bakayım.”
“Yarım saattir tepeden tırnağa inceliyorsun zaten Stanley, bu platformun üzerinde daha fazla dikilemeye-ceğim.”
“Ben olsam boyunu kısaltırdım; seninkiler gibi ba.cakları saklamak günah sayılır!”
“Stanley!”
“Fikrimi almak istiyor musun, istemiyorsun şekerim? Biraz daha dön, önden de göreyim. Tam düşündüğüm gibi, elbisenin önüyle sırt bölümü arasında hiç fark yok, ön tarafı lekelersen arkasını çevirirsin… ha önü ha arkası, ikisi de aynı ne de olsa.”
“Stanley!”
“Ucuzluktan gelinlik satın alma düşüncesi tüylerimi diken diken ediyor. Fikrimi sormuştun, söyledim işte.”
“Enfografist olarak kazandığım para bu kadarına ye.tiyor, kusura bakma.”
“Desinatör diyeceksin, prensesim! Bu XXI. yüzyıl jar.gonundan tiksinti geldi bana.”
“Bilgisayarla çalışıyorum Stanley, bir de renkli kalemlerle!”
“En yakın kız arkadaşım harika karakterler tasarlıyor ve onlara hayat veriyor, bilgisayar kullansın ya da kullan.masın, o bir desinatör, enfografist değil; illa tartışacaksın değil mi!”
“Boyunu kısaltalım mı, yoksa böyle mi kalsın?”
“Beş santim kısaltalım! Ayrıca, omuzlardan biraz al.mam lazım, belini de oturtmam gerekecek.”
“Tamam, elbiseden nefret ettiğini anladım.”
“Ben öyle demedim!”
“Demedin ama öyle hissediyorsun.”
“İzin ver masrafa ortak olayım, Anna Maier’e gidelim hemen; bir kez olsun beni dinle, yalvarırım!”
“Bir gelinliğe on bin dolar mı vereceğiz? Aklını kaçır.mış olmalısın! Kaldı ki bu senin bütçeni de aşar, alt tarafı bir düğün Stanley.”
“Senin düğünün!”
“Biliyorum,” diye iç geçirdi Julia.
“Öyle bir serveti varken, baban…”
“Babamı son gördüğümde kırmızı ışıkta bekliyordum, 5. Cadde’den inen bir arabanın içinde önümden geçti… Altı ay önceydi. Konu kapanmıştır!” Julia omuzlarını silkip platformdan indi. Stanley önce ellerinden tuttu, sonra da sarıldı ona.
“Ne giysen yakışır sana canımın içi, benim tek istedi.ğim elbisenin kusursuz olması. Gelinliğin parasını neden müstakbel kocandan istemiyorsun?”
“Zaten düğün masraflarını Adam’ın annesiyle babası ödüyor, ailesinde, bir Cosette’le1 evlendiği lafının yayıl.masını engelleyebilirsek kendimi daha kötü hissetmemiş olacağım.”
Stanley mağazanın öbür ucuna kadar yürüdü ve vitrinin yanında duran mankene yöneldi. Dirseklerini tezgâha dayamış, hararetle sohbet eden satıcılar onu fark etmediler bile. Stanley, beyaz satenden yapılmış daracık elbiseyi bir hamlede alıp arkasını döndü.
“Bir de şunu dene bakalım, itiraz istemem!”
“Bu 36 beden Stanley, bunun içine sığmam olanak-sız.”
“Ben az önce ne dedim!”
Julia başını çaresizlik içinde iki yana salladı ve Stanley’in parmağıyla işaret ettiği soyunma kabinine doğru yürüdü.
1 Victor Hugo’nun Sefiller adlı romanındaki yoksul kadın kahraman. (Ç.N.)
“Bu 36 beden Stanley!” diyerek uzaklaştı.
Birkaç dakika sonra kabinin perdesi kapandığı gibi aniden açılıverdi.
“İşte, nihayet Julia’nın gelinliği olabilecek bir elbi.se!” diye bağırdı Stanley. “Hemen şu platforma çık baka.lım.”
“Beni olduğum yerden kaldırıp platformun üzerine koyacak bir vinç var mı? Çünkü dizimi kırdığım anda…”
“Bir içim su oldun!”
“Ne demezsin, ağzıma bir şey atmamla dikişlerin pat.laması bir olur.”
“Gelinler düğün günlerinde hiçbir şey yemezler! Gö-ğüs kısmını azıcık açtık mı, kraliçelere benzeyeceksin! Bu mağazada bizimle ilgilenecek birini bulabilecek miyiz sence, inanılır gibi değil!”
“Asabi olması gereken benim, sen değil!”
“Asabi değilim, düğüne dört gün kala, gelinliğini al.man için seni benim dürtmem gerektiğinden olsa gerek, gerginim yalnızca!”
“Son zamanlarda işim başımdan aşkındı! Ayrıca, Adam’a bu günden asla bahsetmeyeceğiz. Bir ay önce, ona hazırlıkların tamamlandığına dair yemin ettim.”
Stanley bir koltuğun kolçağına bırakılmış olan iğne yastığını aldı ve Julia’nın ayaklarının dibinde diz çöktü.
“Müstakbel kocan ne kadar şanslı bir adam olduğu.nun farkında değil, göz kamaştırıyorsun.”
“Adam’a laf dokundurmaktan vazgeç. Onunla ne alıp veremediğin var?”
“Babana benziyor…”
“Saçmalıyorsun. Babamla Adam’ın uzaktan yakından ilgisi yok, üstelik ondan nefret ediyor.”
“Adam babandan nefret mi ediyor? Bak şimdi gözü.me girdi işte.”
“Hayır, babam Adam’dan nefret ediyor.”
“Sana yaklaşan herkesten oldum olası nefret eder ba.ban. Bir köpeğin olsaydı, onu ısırırdı.”
“Doğru, köpeğim olsaydı babamı ısırırdı,” dedi Julia gülerek.
“Baban köpeği ısırırdı!”
Stanley ayağa kalktı ve çıkarttığı işe bakmak üzere birkaç adım geriledi. Başını salladıktan sonra derin derin soludu.
“Yine ne var?” diye sordu Julia.
“Gelinlik harika oldu, hayır aslında harika olan sen.sin. Belini de ayarladık mı tamamdır, beni yemeğe götü.rebilirsin.”
“Nereye istersen sevgili Stanley!”
“Hava günlük güneşlik, karşıma çıkan ilk bahçeli lo.kanta uyar bana; gölgede olması koşuluyla tabii, kıpırdan.mayı kes de bitireyim şu gelinliği… Neredeyse kusursuz oldu.”
“Neredeyse mi?”
“Ucuz mal ancak bu kadar olur canım!”
O sırada yanlarından geçen bir kadın satıcı yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sordu. Stanley eliyle kadına gitmesini işaret etti.
“Gelecek mi dersin?”
“Kim?” diye sordu Julia.
“Kim olacak baban, şapşal!”
“Bana ondan bahsetme. Daha önce de söyledim, ba.bamdan haber almayalı aylar oldu.” “Ama bu…” “Gelmeyecek!” “Peki ya sen, sen onu aradın mı?” “Ne zaman arasam, babam ya seyahatte ya da top.
lantıda olur ve kızıyla konuşacak vakti olmaz, bu yüzden hayatımı onun özel sekreterine anlatmaktan uzun zaman önce vazgeçtim.”
“Davetiye gönderdin mi?”
“Söyleyeceklerin bitti mi?”
“Neredeyse! Yaşlı çiftlere benziyorsunuz, seni kıska-nıyor. Bütün babalar kızlarını kıskanır! Atlatır.” “Onu savunduğunu ilk kez duyuyorum. Ayrıca, yaşlı
bir çift olsaydık, yıllar önce boşanmış olurduk.”
Julia’nın çantasından I Will Survive şarkısının melo.disi yükselmeye başladı.
“Telefonunu istiyor musun?”
“Ya Adam’dır ya da stüdyodan arıyorlardır…”
“Kıpırdama, elbiseyi bozacaksın, ben sana veririm.”
Stanley elini arkadaşının çıfıt çarşısını andıran çan.tasına daldırdı, tam telefonu bulup Julia’ya uzatmıştı ki, Gloria Gaynor sustu.
Ekranda görünen numaraya bakan Julia:
“Çok geç!” dedi.
“Adam mı, yoksa işten mi aramışlar?”
“İkisi de değil,” diye yanıtladı Julia yüzünü ekşiterek.
Stanley gözlerini dikmiş ona bakıyordu.
“Bulmaca mı çözüyoruz?”
“Babamın ofisinden aramışlar.”
“Arasana!”
“Aramam! Kendisi arasın.”
“Aradı ya, değil mi?”
“O değil sekreteri aradı, ekrandaki onun numarasıydı.”
“Düğün davetiyeni postaladığından beri bu telefonu bekliyorsun, çocukluk etmekten vazgeç. Düğününe dört gün kala, stresten uzak durmaya çalışmalısın. Dudağında uçuk mu çıksın istiyorsun, kurdeşen mi dökmek istiyor.sun? Hadi, hemen ara onu.”
“Wallace, babamın son derece üzgün olduğunu, ma.alesef o tarihte yurtdışında olacağını ve aylar öncesinden planlanmış bir yolculuğu ne yazık ki iptal edemeyeceğini söylesin diye mi? O gün çok önemli bir işi olduğunu ya da başka herhangi bir mazeret bildirsin diye mi arayayım?”
“Ya da kızının düğününe katılmaktan son derece mutlu olacağını ve kızının, onu onur konuklarının bulun.duğu masaya oturtacağından emin olmak istediğini de söyleyebilir!”
“Babam o tür şeylerden hiç hoşlanmaz, gelseydi ves.tiyere yakın bir yerde oturmayı tercih ederdi, vestiyerdeki genç kadının güzel olması koşuluyla elbette!”
“Kin kusmayı bir yana bırak Julia, ara onu. Ya da boş ver, bildiğin gibi yap; düğününün tadını çıkaracağına bü.tün gün onun yolunu gözlersin.”
“Seçtiğin gelinlik patlamasın diye, pastalara elimi bi.le süremeyeceğimi de unutmuş olurum böylece!”
“Sen kazandın canım! Daha keyifli olduğun bir gün yeriz öğle yemeğini,” dedikten sonra, Stanley mağazanın kapısına doğru yöneldi.
Platformun üzerinden inerken sendeleyen Julia ona doğru koştu. Onu omuzlarından yakaladı ve bu kez o Stanley’e sarıldı.
“Affet beni Stanley, öyle demek istememiştim, üzgü.nüm.”
“Baban konusunda mı, yoksa düzelttiğim halde kötü bir seçim olduğunu düşündüğün gelinlik konusunda mı? Ayrıca, ne platformun üzerinden yuvarlanırcasına indiğin sırada ne de bu sefil mekânda oradan oraya yürürken elbi.senin dikişlerinin hiçbir şekilde atmadığını da belirtmek isterim!”
“Seçtiğin elbise harika, sen de benim en iyi dostum.sun, mihraba sensiz yürümeyi düşünemiyorum bile.”
Stanley Julia’ya baktı ve cebinden ipek bir mendil çı.karıp arkadaşının buğulanan gözlerini sildi.
“Mihraba bir kaçığın kolunda mı yürümek istiyorsun gerçekten, yoksa beni, o hıyar baban mı zannetmelerini istiyorsun?”
“Böbürlenme hemen, o rolde inandırıcı olabilecek ka.dar kırışıklığın yok yüzünde.”
“Asıl ben sana iltifat ettim şapşal, yaşını bir hayli kü.çültmüş oldum.”
“Kocama, beni senin teslim etmeni istiyorum Stan-ley! Senden başkası olabilir mi?”
Stanley gülümsedi ve telefonunu işaret ederek Julia’ ya yumuşak bir sesle:
“Babanı ara,” dedi. “Ben, elbisenin öbür güne hazır olması için şu salak tezgâhtara bazı talimatlar vereceğim, müşteriyi bile ayırt edemiyor baksana, sonra da yemeğe gideriz. Onu hemen ara Julia, açlıktan ölüyorum!”
Stanley topuklarının üzerinde dönüp kasaya doğru ilerledi. Uzaklaşırken arkadaşına göz ucuyla şöyle bir ba-kınca, Julia’nın kısa bir tereddütten sonra telefonu eline al.dığını gördü. Bu fırsattan yararlanan Stanley çek defterini çıkardı, gelinliğin ve gelinliği elden geçirecek olan terzinin parasını ödedi ve her şeyin kırk sekiz saat içinde hazır ol.ması için bahşiş vermeyi de ihmal etmedi. Fişi cebine yer.leştirdikten sonra telefonu yeni kapatan Julia’ya döndü.
“Eee? Geliyor mu?” diye sordu sabırsızlıkla.
Julia boynunu büktü.
“Bu kez ne bahane öne sürdü?”
Julia derin bir nefes alıp Stanley’e baktı.
“Ölmüş!”
İki arkadaş, bir süre birbirlerine öylece bakakaldılar.
“Söylemeden edemeyeceğim; bu seferki bahanesi gerçekten mükemmel!” diye fısıldadı Stanley.
“Kazmanın tekisin, biliyor musun!”
“Kafam karıştı, söylemek istediğim bu değildi, bana ne oldu anlamadım. Senin için üzüldüm canım.”
“Ben hiçbir şey hissetmiyorum Stanley, ne içim yandı ne de ağladım.”
“İkisi de olacak, endişelenme, henüz durumu kavra.yamadın.”
“Hayır, kavradım.”
“Adam’ı aramak ister misin?”
“Hayır, şimdi değil, daha sonra.”
Stanley endişeyle arkadaşına baktı.
“Müstakbel kocana babanın öldüğünü söylemek iste.miyor musun?”
“Dün gece Paris’te ölmüş; cesedi uçakla yollayacak.lar, cenazesi dört gün içinde kalkacak,” diye ekledi Julia, sesi zar zor duyuluyordu.
Stanley parmak hesabı yapmaya koyuldu.
“Bu cumartesi mi?” dedi gözlerini fal taşı gibi açarak.
“Düğün günümde, öğleden sonra…” diye mırıldandı Julia.
19/2
Stanley hemen kasaya doğru seğirtip çekini geri aldı ve Julia’yı sokağa doğru sürükledi.
“Yemeği ben ısmarlıyorum!” dedi.
*
New York altın sarısı haziran güneşiyle ışıl ışıl pa-rıldıyordu. İki arkadaş 9. Cadde’den geçip, topyekûn deği.şen bu mahallede, gerçek bir işletme olarak kalmayı başa.ran bir Fransız bistrosuna, Pastis’e doğru yöneldiler. Meat Packing District’in eski ambarları, son yıllarda yerlerini, lüks mağazaların ve kentin en çok rağbet gören moda evlerinin tabelalarına bırakmışlardı. Saygın oteller ve dükkânlar bitivermişti mahallede. Eski The High Line, 10. Sokak’a kadar uzayan, otlarla kaplı yeşil bir yola dönüş.müştü. Buradaki eski fabrika binası yenilenmiş, binanın giriş katına doğal ürünler satan bir dükkân açılmıştı, üst katlarda ise yapım şirketleri ve reklam ajansları bulunu.yordu, Julia’nın ofisi de beşinci kattaydı. Yeniden düzen.lenen Hudson Nehri kıyısı, bisiklete binenler, koşu yapan.lar ve Woody Allen’ın da filminde kullandığı Manhattan tarzı banklara tutkun âşıklar için upuzun bir gezinti alanı sunuyordu. Mahalle, perşembe akşamından itibaren, ne.hirde gezinmek ve çok rağbet gören bar ya da restoran.larda eğlenmek için komşu eyalet New Jersey’den gelen ziyaretçilerle dolup taşmaya başlıyordu.
Pastis’teki masalarına oturduklarında Stanley iki ka.puçino söyledi.
“Adam’a daha önce söylemeliydim,” dedi Julia, suçlu.luk duyar gibiydi.
“Babanın öldüğünü söylemekten bahsediyorsan, evet, onu daha önce haberdar etmeliydin, buna hiç şüphe yok. Mesele, ona düğünün ertelenmesi gerektiğini açık-lamak; rahibe, yemek şirketine, davetlilere ve dolayısıy-la ailesine haber verilmesi gerektiğini bildirmekse, işte onun acelesi yok. Hava şerbet gibi, günü berbat olmadan önce bırak bir saat daha tadını çıkarsın. Üstelik sen ma.temdesin, bu da her şeye hakkın var demektir, durumdan yararlan!”
“Bunu ona nasıl söyleyeceğim?”
“Babanı toprağa verdiğin gün evlenmenin çok zor olacağını anlayacaktır canım; bu fikrin seni cezbedebi.leceği de aklımdan geçmiyor değil hani, ama hiç yakışık almaz. Bunun başımıza geldiğine inanamıyorum. Hey ulu Tanrım!”
“İnan bana Stanley, bu işte Tanrı’nın parmağı yok; bunu yapan babam, tarihi bizzat o seçti.”
“Yalnızca düğününü berbat etmek için dün gece Pa.ris’te ölmeye karar vermiş olacağını sanmıyorum, ama mekân seçimi konusunda titiz davrandığını kabul ettiği.mi söylemeden geçemeyeceğim!”
“Sen onu bilmezsin, canımı sıkmak için elinden gele.ni ardına koymaz!”
“Kapuçinonu iç bakalım, şu güneş banyosunun keyfi.ni çıkaralım, sonra da eski müstakbel kocanı ararız!”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBirbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey
- Sayfa Sayısı304
- YazarMarc Levy
- ÇevirmenAyça Sezen
- ISBN9789750711312
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Doğmamış Kristof ~ Carlos Fuentes
Doğmamış Kristof
Carlos Fuentes
Herkes bilsin, annemin kara gözleri sırf kendine daha çok benzemek için değişen bir kumsal. Herkes bilsin, babamın miyop, sarı-yeşil gözleri gelişimden ve varlıktan yoksun...
- Cennet – Providence Üçlemesi 3 ~ Jamie McGuire
Cennet – Providence Üçlemesi 3
Jamie McGuire
Işığın olduğu yerde, karanlık da vardır. Aşk, her şeye rağmen kazanacak mı? Kelimelerle tarif edilemeyecek kadar korkunç şeyler yaşamış, bilinmeyenleri öğrenmişti. Şimdiyse kazanamayacağını bildiği...
- Aşkın Müziği ~ Kylie Scott
Aşkın Müziği
Kylie Scott
AŞK, SEKS ve ROCK’N’ROLL Vegas’ta geçireceği gecenin sabahını hiç de böyle planlamamıştı… Evelyn Thomas’ın yirmi birinci doğum gününü Las Vegas’ta kutlamak gibi büyük planlan...