Miss Marple’ın Elinde Şu İpuçları Vardı
İki telefon konuşması
Bir tabanca
Bir bavul
Bir pusula
İmzasız bir mektup
Bir saat
Bir küpe
Bir portre
Aksırık sesi
Yarıda kalmış bir pusula
***
Miss Marple’ın Cinayetleri Çözebilmek İçin Şu Soruları Cevaplandırması Lâzımdı
Yedi şüpheli şahıs kimdi?
Mrs. Price Ridley’e telefonda kim küfretmişti?
O aksırık sesi neydi?
Koruda kim ateş etmişti?
Gladys gece yarısı ormanda ne arıyordu?
Yağlı boya tablo neden parçalanmıştı?
Lettice sarı beresini nerede unutmuştu?
Ann’den nefret eden kimdi?
Lawrence’e neden düşmanlık etmeye çalışıyorlardı?
Antika gümüşler değiştirilmiş miydi?
***
Aslında bu hikâyeye neresinden başlamam lâzım geldiğini kestirmek biraz güç. Fakat ben başlangıç noktası olarak o çarşamba gününü seçtim.
Öğle yemeğindeydik. Haşlama dana etini dikkatle kestikten ve yerime oturduktan sonra sırtımdaki rahip cüppesine hiç de yakışmayan bir şey söyledim. “Albay Prothero’yu öldüren bütün dünyaya iyilik etmiş olur” dedim.
Yeğenim Dennis hemen, “Adamı kan içinde buldukları zaman bu sözlerini hatırlayacaklar” diye cevap verdi. “Mary de bu konuda şahitlik edecek. Öyle değil mi, Mary? Üstelik et bıçağım da kinci bir tavırla nasıl salladığını da tarif edecek.”
Daha iyi aylıklı, kibar bir yere girmeden önce benim gibi bir rahibin evinde hazırlık devresi geçirmekte olan Mary yüksek ve ciddi bir sesle, “sebze” dedi ve öfkeli bir tavırla çatlak servis tabağını Dennis’e uzattı.
Karım anlayışlı bir tavırla sordu. “Albay Prothero canını çok mu sıktı?”
Hemen cevap vermedim. Zira sebze tabağını fırlatırcasına masaya koymuş olan Mary, görünüşleri bile iştah kapamaya yetecek, biçimsiz birtakım börekleri burnuma sokarcasına uzattı. “Hayır, teşekkür ederim” dedim. Kız, tabağı gürültüyle masaya bırakarak dışarı çıktı.
Karım sesinde hakiki bir üzüntüyle, “Ne yazık ki, iyi bir ev kadını değilim” diye mırıldandı.
Bu konuda ben de aynı fikirdeydim. Karımın adı Griselda’dır. Tam bir rahibin karısına uygun bir isim bu. Ama karakteriyle bu ad arasında da hiçbir benzerlik yoktur.
Ben rahiplerin evlenmemeleri lâzım geldiğini düşünürdüm. Griselda’yla tanıştıktan sonra ona benimle evlenmesi için neden ısrar ettiğimi, bunun sebeplerini hâlâ bilmiyorum. Griselda benden hemen hemen yirmi yaş küçüktür, insanın aklını başından alacak kadar güzeldir. Hiçbir şeyi de ciddiye almaz. Her bakımdan beceriksizdir. İnsanın sabrını da taşırır. Onun kafasını yoğurup şekil vermeye çalıştım, fakat bunu da başaramadım. Şimdi rahiplerin hiç evlenmemeleri gerektiğine her zamankinden daha çok inanıyorum. Hatta bunu birkaç kez Griselda’ya ima da ettim. O gün de denedim bunu.
“Yavrum” dedim. “Biraz dikkat etsen…”
Griselda “Bazen dikkat ediyorum” diye yanıt verdi. “Fakat genel olarak elimden geleni yaptığım zaman işler daha karışıyor. Ben bir ev kadını olarak yaratılmamışım. Her şeyi Mary’e bırakmanın, rahatsızlığa katlanarak, tatsız tuzsuz şeyler yememin daha iyi olacağını da anladım.”
Sitemle, “Peki kocan ne olacak?” diye sordum.
O, “Şimdi bunları bırak” dedi. “Bana Albay Prothero’yu anlat.”
Dennis homurdandı. “Ukalanın biri. Hissiz de. Tevekkeli ilk karısı onu bırakıp kaçmamış.”
Karım atıldı. “Kadın başka ne yapabilirdi?”
Sert bir sesle, “Griselda” dedim. “Bu şekilde konuşman hiç hoş değil.”
Karım sevgiyle gülümsedi. “Hayatım. Bana adamı anlat. Mesele nedir? Bunun sebebi bizim Mr. Hawes’in dakikada bir eğilmesi, kaşıyla gözüyle işaretler ederek, haç çıkarması mı?”
Hawes yeni papaz yardımcımız. Yanımıza geleli üç hafta kadar oldu. Adam daha ziyade Katolik eğilimli ve cumaları da oruç tutuyor. Kilise mütevellilerinden olan Albay Prothero ise böyle şeylerin aleyhinde.
“Bu seferki meselenin sebebi o değil. Prothero laf arasında ondan da bahsetti tabii. Bütün kargaşalığın sebebi Mrs. Price Ridley’in o kahrolasıca sterlini.
Mrs. Price Ridley dindar bir kadındır. Oğlunun ölüm yıldönümünde ayine geldiği zaman tepsiye de bir sterlinlik bir banknot atmış. Fakat daha sonra iane listesini okuduğu zaman verilen en fazla paranın on şilin olduğunu görmüş.
Tabii kadın bana şikâyette bulundu. Ben de ona makul bir şekilde hata yapmış olabileceğini söyledim.
İşi idare için, “Artık hiç birimiz de genç sayılmayız” dedim. “İlerleyen yılların cezasını çekmemiz lâzım.”
İşin garibi bu sözlerim kadını daha da kızdırdı. Durumun pek acayip olduğunu, bunu fark etmemiş olmama şaştığını söyledi. Öfkeyle yanımdan ayrıldı. Anlaşılan ondan sonra da gidip meseleyi Albay Prothero’ya açtı. Prothero en basit bir olayı bile büyütmekten, muhakkak mesele çıkarmaktan hoşlanan bir adamdır. Tabii hemen bana gelerek, uzun uzun konuştu. Ne yazık ki bu iş için Çarşamba gününü seçmişti. Ben Çarşambaları Kilise Okulu’nda ders veririm. Bu olay daima sinirlerimi bozar ve akşama kadar da kendime gelemem.
Karım durumu tarafsız bir şekilde özetleyen bir insan tavrıyla, “Adamın da canı eğlenmek istiyor herhalde” dedi. “Hiç kimse onun etrafında dönenip, kendisine, ‘Sevgili rahibimiz,’ diye iltifat etmiyor. Onun için korkunç terlikler işleyip, Noel’de kendisine yatarken giymesi için kalın çoraplar hediye etmiyor. Karısı da, kızı da adamdan bıkmış durumdalar. Onun için Prothero başka yerlerde önemli bir adam rolü oynamaya çalışıyor.”
Hafif bir öfkeyle, “Ama bunun için hakaret sayılacak bir şekilde konuşması gerekmez” diye cevap verdim. “Sanırım adam sözlerinin nereye vardığının farkında değildi. Kilise hesaplarını kontrol etmek istediğini söyledi. Prothero kilisenin parasını zimmetime geçirdiğimi mi sanıyor?”
Griselda “Senden hiç kimse şüphelenmez, sevgilim” dedi. “O kadar şüpheden uzak bir adamsın ki, hakikaten bu senin için bulunmaz bir fırsat. Keşke misyonerlerin parasını zimmetine geçirsen. Misyonerlerden hiç hoşlanmam.”
Onu bu şekilde düşündüğü için azarlayacaktım fakat o sırada Mary elinde yarı pişmiş sütlaçla içeri girdi. İtiraz edecek oldum. Fakat Griselda Japonların devamlı olarak yarı pişmiş pirinç yediklerini ve bu yüzden de çok zeki olduklarını söyledi.
“Pazara kadar her gün böyle sütlâç yersen” diye ekledi. “Vaazın muhakkak fevkalâde olur.”
Titredim. “Allah korusun.”
“Prothero yarın akşam gelecek ve onunla hesapları kontrol edeceğiz” diye sözlerime devam ettim. “Bugün hazırladığım konuşmayı da bitirmem gerek. Sen bugün ne yapacaksın, Griselda?”
“Bir rahibin karısı olarak üzerime düşen görevleri yerine getireceğim. Saat dörtte çay ve dedikodu.”
“Kimler geliyor?”
Griselda saydı. “Mrs. Price Ridley, Miss Wetherby, Miss Hartnell. Ve o korkunç Miss Marple.”
“Miss Marple hoşuma gidiyor” diye yanıt verdim. “Hiç olmazsa onun şaka anlayışı var.”
Griselda başını salladı. “Köydeki en korkunç dedikoducu. Olan her şeyi biliyor ve bunlardan da en kötü sonuçları çıkarıyor.”
Biraz önce de söylediğim gibi Griselda benden çok gençtir.
İnsan benim yaşımda bu en kötü sonuçların çoğunlukla doğru olduğunu bilir.
Dennis “Beni çaya bekleme, Griselda” dedi.
Karım bağırdı. “Hain!”
“Fakat Prothero’lar beni bugün gerçekten tenis oynamaya çağırdılar.”
Griselda tekrarladı. “Hain.”
Dennis sessizce odadan kaçarken, Griselda’yla ben de çalışma odama geçtik. Griselda masamın başına oturdu. “Bakalım bugün çayda kimi çekiştireceğim. Herhalde Dr. Stone’le Miss Cram’ı. Ve belki de Mrs. Lestrange’i. Ha, aklıma gelmişken. Dün uğradım ama kadın evde yoktu. Evet, çayda Mrs. Lestrange’i ele alacağımızdan eminim. Onun buraya gelmesi, bir eve yerleşerek sokağa pek ender çıkması çok gizemli, değil mi? insanın aklına polisiye romanlar geliyor. ‘Kimdi o kadın? O uçuk, güzel yüzlü esrarlı kadın? Geçmişinde neler gizliydi?’ Kimse bunları bilmiyordu işte. Kadının biraz da tehlikeli bir hali vardı. Yanılmıyorsam Dr. Baydock onun hakkında bazı şeyler biliyor.”
Sakin sakin, “Sen fazla dedektif romanı okuyorsun, Griselda” diye mırıldandım.
Hemen yanıt verdi. “Ya sen? Geçen gün sen burada oturmuş vaazını yazarken ‘Merdivenlerdeki Leke’ kitabını her yerde aradım, bulamadım. Sonra sana romanı görüp görmediğini sormak için buraya geldim. Ve ne gördüm?”
Kızardım. “Kitabı rastgele aldım. Bir cümle gözüme ilişti ve…”
Griselda “O göze ilişiveren cümleleri bilirim ben” dedi. “Ve o zaman çok acayip bir şey oldu. Griselda ayağa kalkarak ilerledi ve orta yaşlı kocasını sevgiyle öptü.” Söylediğini de yaptı.
Sordum, “Bu hakikaten acayip bir şey mi?”
Karım başını salladı. “Tabii ya. Durumun farkında değil misin Len? Bir Bakanla, bir Lord’la, zengin bir şirket sahibiyle evlenebilirdim. Ama onların yerine seni seçtim. Bu seni çok şaşırtmadı mı?”
“O sırada çok şaşırttı” diye cevap verdim. “Sık sık neden beni seçtiğini düşündüm.”
Griselda güldü. “Kendimi o zaman öyle güçlü hissettim ki. Diğerleri benim olağanüstü bir kız olduğumu düşünüyorlardı. Tabii benimle evlenmek onlar için çok hoş olacaktı. Halbuki sana gelince, senin hoşlanmadığın, onaylamadığın her şey bende vardı. Buna karşın yine de bana dayanamıyordun. Birinin gizli ve zevkli günahı olmak, başkalarının onur duyacağı bir kadın olmaktan daha hoştur. Canını sıkıyor, sinirlerini bozuyorum. Ama yine de sen bana tapıyorsun. Bana tapıyorsun, değil mi Len?”
“Sana çok bağlıyım tabii, yavrum.”
“Oh! Len, sen bana tapıyorsun. Londra’dan geç döndüğüm zaman Scotland Yard’a telefon ettiğini hatırlıyor musun?”
İnsan bazı şeylerin kendisine hatırlatılmasından hiç hoşlanmaz. Hakikaten o gün acayip bir şekilde delilik etmiştim. “İzninle, yavrum” dedim. “Konuşmamı hazırlamam gerek.”
Griselda öfkeyle içini çekti. Saçlarımı karıştırdı… Sonra düzeltti. “Bana lâyık değilsin sen. Hakikaten değilsin. Ben de o ressamla bir maceraya girişeceğim. Hakikaten bunu yapacağım. O zaman köyde çıkacak dedikoduyu düşün.”
Usulca, “Köyün dedikodusu zaten bol” diye cevap verdim.
Griselda güldü. Bana eliyle bir öpücük yolladıktan sonra camlı kapılardan bahçeye çıktı.
Griselda insanın canını gerçekten çok sıkar. Sofradan kalktığımız zaman yapacağım konuşmayı mükemmel bir şekilde hazırlayacak haldeydim. Ama şimdi kendimi huzursuz hissediyordum.
Tam yazıya başlayacağım sırada Lettice Prothero içeri süzüldü. Bu ‘süzüldü’ kelimesini bilhassa kullandım. Romanlarda enerji ve hayat dolu gençlerden söz edilir. Fakat benim karşılaştığım bütün gençler nedense daha ziyade hayalete benzerler.
Lettice’in bu hali bugün büsbütün belirliydi. Güzel bir kızdır. Uzun boylu, sarışın. Fakat daima dalgındır ve insana anlaşılmaz bir şeyler söyler. Bugün de camlı kapılardan içeri süzülerek, başındaki sarı bereyi çıkardı. Dalgınlıkla karışık bir hayretle, “Aa, siz miydiniz?” dedi.
Bu tavrı sinirime dokundu. “Rahibin evine geldiğine göre, onunla karşılaşmana da hayret etmemelisin.”
Kız, geniş koltuklarımdan birine çöktü. Dalgın dalgın saçını çekiştirerek, tavana baktı. “Dennis burada mı?”
“Onu öğle yemeğinden beri görmedim. Sanırım sizin köşkte tenis oynayacakmış.”
Lettice, “Ah” dedi. “Bize gitmediğini umarım. Evde kimse yok.”
“Dennis senin onu davet ettiğini söyledi.”
“Galiba ettim. Ama Cuma için. Bugün ise Salı.”
“Bugün Çarşamba” diye cevap verdim.
Lettice, “Ah, ne kötü” dedi. “Eğer bugün Çarşambaysa o zaman beni yemeğe davet eden aileye üçüncü defa gitmemiş oluyorum demektir.” Ama buna üzülmüş gibi de bir hali yoktu. “Griselda buralarda mı?”
“Griselda bahçedeki atölyede sanırım. Lawrence Redding’e poz veriyor.”
Lettice, mırıldandı. “Onun yüzünden az mesele çıkmadı. Babamla atıştık. Babam korkunç bir adam.”
Sordum. “Neden, yani mesele nedir?”
“Lawrence Redding’in benim resmimi yapması… Babam durumu öğrenmiş. Ama neden mayolu resmimi yaptırmayayım. Plaja öyle gidiyorum ya?” Lettice bir an durdu. “Babamın bir genci bizim eve gelmekten alıkoyması gerçekten gülünç. Lawrence’la bu konuya gülüp duruyoruz. Ben de buraya gelip resmimi atölyede yaptıracağım.”
“Olmaz, yavrum” dedim. “Madem baban yasaklamış.”
Lettice, içini çekti. “Herkes de ne kadar iç sıkıcı… Dayanılacak gibi değil. Param olsa başımı alıp gideceğim. Ama parasız nereye kaçabilirim? Babam anlayış gösterip ölüverseydi, her şey düzelirdi.”
“Böyle şeyler söylememelisin, Lettice.”
“Babam ölmesini dilememi istemiyorsa o zaman para konusunda bu kadar çirkin bir şekilde davranmasın. Doğrusu annemin onu terk etmiş olmasına hiç şaşmıyorum. Biliyor musun, yıllarca annemin ölmüş olduğuna inandım. Annem nasıl bir gençle kaçtı? Hoş bir adam mıydı o?”
“Bu olay ben buraya gelmeden önce olmuş, yavrum.”
“Acaba annem ne oldu? Yanılmıyorsam Ann yakında biriyle bir aşk macerasına girişecek. Pek yakında. Ann benden nefret ediyor. Bana çok iyi davranıyor ama için için nefret ediyor benden. Yaşlanıyor ve tabii bu da hiç hoşuna gitmiyor, insan o yaşlarda türlü çılgınlığa kalkışır.”
Lettice’in çalışma odamda saatlerce oturup oturmayacağını düşünmeye başladım:
Kız, sordu. “Benim plâklarımı görmediniz değil mi?”
“Hayır.”
“Hay Allah! Plâkları bir yerde bıraktığımı biliyorum. Köpeği de kaybettim. Saatimi bir yerde unuttuğumu biliyorum ama bu önemli değil. Zira bozuk. İşlemiyor. Ah, o kadar uykum var ki. Bunun sebebini de bilmiyorum. Halbuki saat on birde kalktım. Fakat hayat çok acı, öyle değil mi? Ah, artık gitmem gerek. Saat üçte Dr. Stone’un bulduğu mezarı göreceğim.”
Saate bir göz attım. “Dörde yirmi beş var.”
“Ya, öyle mi? Ne felâket! Acaba beni beklediler mi? Yoksa çıkıp gittiler mi?” Neyse gidip bakayım. “Ayağa kalkarak ilerledi. Sonra da omuzunun üzerinden mırıldandı. “Dennis’e söylersiniz değil mi?”
“Olur, olur.” Fakat sonra Dennis’e neyi söyleyeceğimi bilmediğimi de hatırladım. Ama herhalde önemli de değildi bu. Dr. Stone’u düşünmeye başladım. Adam tanınmış bir arkeologdu. Son zamanlarda köye gelmişti. Albay Prothero’nun arazisinde bulunan mezarın kazılmasını yönetiyor ve Mavi Domuz hanında kalıyordu. Daha şimdiden Prothero adamla birkaç defa tartışmıştı. Dr. Stone’un Lettice’i kazıya götürmeye kalkmış olması beni güldürdü.
Lettice Prothero da az değildi. Kızın arkeoloğun sekreteri Miss Cram’la nasıl geçineceğini düşündüm… Miss Cram yirmi beş yaşlarında sıhhatli, gürültücü, kırmızı yanaklı, neşeli bir kızdı. İnsan ona bakarken ağzında normalden fazla diş olduğu sanısına kapılıyordu. Köydekiler Miss Cram konusunda ikiye ayrılmışlardı. Kimi onun pek de sağlam ayakkabı olmadığını düşünüyordu. Kimisi ise onun dürüst bir kız olduğuna fakat Dr. Stone’la evlenmeyi de aklına koyduğuna inanıyordu. Miss Cram’la Lettice taban tabana zıt iki tipti.
Eski köşkteki durumun hiç de iyi olmadığını tahmin ediyordum. Albay Prothero beş yıl kadar önce ikinci defa evlenmişti, ikinci Mrs. Prothero görülmemiş bir tipte, çok güzel bir kadındı. Üvey kızıyla iyi geçinebildiğini de sanmıyordum.
Tam yazıya başlayacağım sırada yine duraklamak zorunda kaldım. Bu sefer de yardımcım Hawes gelmişti. Prothero’yle yaptığım konuşmanın nasıl geçtiğini öğrenmek istiyordu. Ona Prothero’nun ‘Katolikçe eylemlerini takbih’ ettiğini, fakat beni görmekteki amacının bu değil, başka bir mesele olduğunu söyledim. Ayrıca Hawes’a yanımda çalıştığı sürece bana uymak zorunda olduğunu da hatırlattım. Sözlerimi gayet iyi karşıladı.
O gittikten sonra Hawes’i sevmediğim için bayağı pişmanlık duydum. Böyle şeyler bir rahibe yakışmıyordu. Masamdaki saatin beşe çeyrek kalayı gösterdiğini fark edince içimi çektim. Bundan da saatin dört buçuk olduğu anlaşılıyordu. Kalkıp misafir odasına gittim.
Dört kadın ellerinde çay fincanları orada oturuyorlardı. Griselda ise çay tepsisinin başındaydı. Tabii bir tavır takınmaya çalışıyordu ama oraya o kadar yakışmıyordu ki…
Misafirlerin elini sıktıktan sonra Miss Marple’la Miss Wetherby’nin arasına oturdum. Miss Marple nazik, cana yakın, ak saçlı bir kadındır. Miss Wetherby ise çok konuşur ve dili de bir hayli zehirlidir.
Griselda gayet tatlı bir sesle, “Dr. Stone’la Miss Cram’dan bahsediyorduk” dedi.
Miss Wetherby aksi aksi, “iyi bir kız öyle bir şey yapmaz” diye homurdandı. Sonra da durumu hiç hoş karşılamadığını belirtmek için ince dudaklarını büzdü.
“Ne yapmaz?” diye sordum.
Miss Wetherby dehşet dolu bir sesle, “Bekâr bir adamın sekreterliğini” diye cevap verdi.
Miss Marple atıldı. “Ah, şekerim, bence evliler daha da kötü. Zavallı Mollie Carter’i hatırlayın.”
Miss Wetherby “Karılarından ayrı yaşayan evli erkekler de felâkettir” dedi.
Miss Marple mırıldandı. “Kanlarıyla birlikte oturan bazı evli erkekler de öyle. Bir zamanlar…”
Hoşa gitmeyecek bu anıları hemen kestim. “Herhalde artık bir kız, bir erkek gibi istediği işe girebilir.”
“Kalkıp onunla köye de mi gelir? Onunla aynı otelde mi kalır?” Mrs. Price Ridley’in sesi çok sertti.
Miss Wetherby, Miss Marple’e doğru eğildi. “Üstelik bütün yatak odaları da aynı katta…”
Fakirlerin çok korktuğu, fazla neşeli Miss Hartnell yüksek sesle, “Zavallı adam farkına varmadan tuzağa düşecek” dedi. “Dr. Stone’un bir bebek kadar masum olduğu belli.” Sonra da her zamanki düşüncesizliğiyle devam etti. “İğrenç bir şey bu. Adam, kızdan en aşağı yirmi beş yaş büyük.”
Diğer üç misafir bir ağızdan konuşmaya başladılar. Miss Marple, Griselda’ya gülümseyerek baktı.
Karım “Belki de Miss Cram ilgi çekici bir işi olduğu için memnun” diye başını salladı. “Belki de Dr. Stone’a sadece, patronu gözüyle bakıyor.”
Kısa bir sessizlik oldu. Dört misafirin de bu fikirde olmadıkları belliydi. Nihayet Miss Marple, Griselda’nın kolunu okşayarak, sessizliği bozdu. “Çok gençsiniz, yavrum. Gençler ne kadar saf oluyor! Siz daima herkesin iyi olduğunu düşünüyorsunuz.”
Griselda “Miss Cram’in o kabak kafalı iç sıkıcı adamla evlenmek istediğine hakikaten inanıyor musunuz?” diye sordu.
Miss Marple “Anladığıma göre adamın hali vakti gayet yerindeymiş” diye cevap verdi. “Yalnız, korkarım Dr. Stone çok sinirli. Geçen gün Albay Prothero’yla feci şekilde kavga ettiler.”
Herkes ilgiyle öne doğru eğildi.
“Albay Prothero ona cahilin biri olduğunu söyledi.”
Mrs. Price Ridley homurdandı. “Gülünç. Ama Albay Prothero’dan başka ne beklenir?”
Miss Marple “Hakikaten Albay Prothero’dan başka türlü hareket beklenmez” diye başını salladı. Fakat sözlerinin gülünç olduğunu pek sanmıyorum. Buraya gelip, yardım kurumu adına makbuz kesen kadını hatırlıyor musun? O buradan ayrıldıktan sonra kadının kurumla hiç ilgisi olmadığı ortaya çıktıydı, insan karşısındakine güveniyor, onun sözlerine inanıyor.”
Miss Marple’ın karşısındakilere güvendiğini hiç sanmıyordum.
Miss Wetherby sordu. “Bu genç ressam Lawrence Redding yüzünden mesele çıkmış, değil mi?”
Miss Marple başını salladı. “Albay Prothero onu evinden kovdu. Meğer ressam Lettice’in mayoyla resmini yapıyormuş.”
Mrs. Price Ridley “Ben daima onların arasında bir şeyler olduğundan şüphelendim” dedi. “O genç adam durmadan köşke gidiyordu. Lettice’in annesi olmaması acı. Üvey anneler asla anaların yerini tutamaz.”
Miss Hartnell atıldı. “Mrs. Prothero’nun elinden geleni yaptığından eminim.”
Mrs. Price Ridley homurdandı. “Genç kızlar çok sinsi oluyor.”
Yufka yürekli bir kadın olan Miss Wetherby “Hoş bir aşk macerası bu” dedi. “Öyle değil mi? Ressam çok yakışıklı bir genç.”
Mrs. Price Ridley ona döndü. “Kızın mayoyla resmini yapıyormuş. Bu hiç de hoş bir şey değil.”
Griselda “Mr. Redding benim de resmimi yapıyor” dedi.
Miss Marple gülümsedi. “Herhalde mayoyla değil, yavrum.”
Griselda ciddi ciddi başını salladı. “Daha kötü bir kılıkla da olabilir.”
Miss Hartnell bu şakayı hoşgörüyle karşıladı… “Yaramaz kız!” Diğerleri ise biraz şaşalamışlardı.
Miss Marple bana sordu. “Sevgili Lettice size derdini anlattı mı?”
“Bana mı?”
“Evet. Onun bahçeden geçip, sizin çalışma odanıza girdiğini gördüm.”
Miss Marple her şeyi görür. Bahçeyle uğraşmak iyi bir bahanedir. Kuşları dürbünle seyretme merakının da faydası olur tabii.
“Evet, bundan bahsetti” diye itiraf ettim.
Miss Marple “Mr. Hawes’ın endişeli bir hali vardı” dedi. “Onun fazla çalışmadığını umarım.”
Miss Wetherby heyecanla bağırdı. “Ah, unuttum… Size bir haberim vardı. Dr. Baydock’un Mrs. Lestrange’ın evinden çıktığını gördüm.”
Herkes birbirine baktı.
Mrs. Price Ridley “Belki kadın hasta” dedi.
Miss Hartnell başını salladı. “Eğer öyleyse Mrs. Lestrange birdenbire hastalandı demektir. Zira onun bugün öğleden sonra saat üçte bahçesinde dolaştığını gördüm. O zaman sağlığı da yerindeydi.”
Mrs. Price Ridley mırıldandı. “Herhalde Dr. Baydock’la eskiden tanışıyorlar.”
Miss Wetherby “Doktorun bundan hiç bahsetmemiş olması pek acayip” dedi.
Griselda alçak, esrarlı bir sesle konuşmaya başladı. “Doğrusunu isterseniz…” Durakladı. Herkes heyecanla öne doğru eğildi.
Griselda etkileyici bir tavırla konuşmasına devam etti. “Ben durumu biliyorum. Mrs. Lestrange’in kocası misyonerdi. Korkunç bir hikâye bu. Adamcağızı yamyamlar yedi. Kadın da kabile reisinin karısı olmak zorunda kaldı. O sırada Dr. Baydock bir grupla oraya gitmişti. Mrs. Lestrange’i kurtardı.”
Bir an heyecan iyice arttı. Sonra Miss Marple sitemle fakat gülerek Griselda’nın koluna vurdu. “Yaramaz kız! Bu şekilde hareket etmeniz doğru değil, yavrum. Böyle hikâyeler uydurursanız, herkes buna inanır. Ondan sonra da türlü karışıklık olur.”
Odada soğuk bir hava esmeye başlamıştı. Kadınlardan ikisi ayrılmak üzere ayağa kalktılar.
Miss Wetherby “Acaba Lettice Prothero’yla ressam Lawrence Redding’in arasında bir şey var mı?” diye sordu. “Öyle gibi gözüküyor. Siz ne dersiniz, Miss Marple?”
Miss Marple’ın yüzünde düşünceli bir ifade belirdi… “Ben o fikirde değilim. Ressam Lettice’le değil, başka biriyle ilgileniyor sanırım.”
“Fakat Albay Prothero’nun.”
Miss Marple atıldı. “Bence Prothero aptalın biri. O, inatla bir fikre sarılan ve bunu değiştirmeye yanaşmayan tiplerden. Mavi Domuz hanının eski sahibini hatırlıyor musun? Kızının bir delikanlıyla gezmesi yüzünden öfkelenir dururdu. Halbuki aslında o delikanlının kızıyla değil, karısıyla ilgisi vardı.”
Miss Marple bunları söylerken karıma bakıyordu… Birdenbire müthiş bir öfkeye kapıldım. “Miss Marple, fazla gevezelik etmiyor muyuz? Kötü dedikodu yüzünden bir sürü felâket olabilir.”
Miss Marple “Siz insanları iyi tanımıyorsunuz” diye cevap verdi. “Ben insanları çok inceledim. Artık onlardan fazla bir şey de beklemiyorum. Evet, dedikodu hakikaten kötü bir şey ama bu ekseri, doğru da oluyor. Öyle değil mi?”
Bu sözleri beni can evimden yaraladı.
Kapı kapanır kapanmaz, “Dedikodu kumkuması” dedi. Giden misafirlerin arkasından yüzünü buruşturarak baktıktan sonra bana dönerek güldü. “Len, sen benim Lawrence Redding’le bir aşk macerasına girişmiş olduğumdan hakikaten şüpheleniyor musun?”
“Ne münasebet, yavrum.”
“Fakat Miss Marple’ın bunu ima ettiğini sandın, öyle değil mi? Ve hemen beni savundun. Tıpkı öfkeli bir kaplana benziyordun.”
Bir rahibin öfkeli bir kaplana benzetilmesi pek de hoş bir şey olmasa gerek. “Ona itiraz edilmesi lâzım geldiğini düşündüm” dedim. “Fakat Griselda bundan sonra konuşurken daha dikkatli ol.”
Karım “Yamyam hikâyesini mi kastediyorsun?” diye sordu. “Yoksa Lawrence’ın çıplak resmimi yaptığını ima etmemi mi? Eğer ressama kalın bir pelerinle poz verdiğimi bilselerdi… Açıkçası Lawrence’la aramızda hiçbir şey yok. Adam bana hafifçe sulanmaya bile kalkmadı. Acaba neden?”
“Senin evli olduğunu bildiğine göre.”
“Len, Nuh’un gemisinden yeni inmişsin gibi bir tavır takınma. Erkeklerin, orta yaşlı bir adamla evli genç kadınlara ne gözle baktıklarını bilirsin. Lawrence’ın benimle ilgilenmemesinin başka bir sebebi olmalı. Bu ilgisizliğin sebebi benim çirkinliğim olamaz. Çünkü ben çirkin değilim.”
“Herhalde adamın seninle sevişmeye kalkmasını istemiyorsun?”
Griselda hiç de uygun görmediğim bir duraksamayla, “Hayır” dedi.
“Lettice Prothero’ya âşık olduğuna göre.”
“Miss Marple o fikirde değil.”
“Miss Marple yanılmış olabilir.”
“O hiçbir zaman yanılmaz. Onun gibi dedikodu kumkumaları hata yapmazlar.” Bir an durdu ve bana yan yan baktı. “Bana inanmıyorsun değil mi? Lawrence’le aramda hakikaten bir şey yok.”
Hayretle, “Griselda” dedim. “Sana tabii inanıyorum.” Karım yaklaşarak beni öptü. “Keşke kolaylıkla kandırılacak bir adam olmasaydın, Len. Ben ne söylersem söyleyeyim, sen bana daima inanırsın.”
“Tabii. Yalnız, konuşmana dikkat et, yavrum. Bu kadınların şaka anlayışı olmadığını, her sözünü ciddiye aldıklarını sakın unutma.”
Griselda “Onların bir tek şeye ihtiyacı var” diye cevap verdi. “Biraz ahlâksızlığa. O zaman başkalarının ahlâksızca taraflarını aramaktan vazgeçerler.”
Odadan çıktı. Ben de saatime bir göz attıktan sonra kapıya koştum. Bazı kimseleri ziyaret etmek gerekiyordu.
Çarşamba akşamı kilise her zamanki gibi fazla kalabalık değildi. Fakat kiliseden çıktığım zaman Mrs. Lestrange’la karşılaştım. Bir an karşılıklı tereddütle durduk.
Sonra ben, “Küçük kilisemizi beğendiğinizi umarım” dedim.
“Evet, evet…” Sesi hafif ve tatlıydı. Sözlerini sürdürdü: “Dün karınız bana gelmiş. Evde olmadığıma üzüldüm.”
Birlikte dışarı çıkarak, yan yana yoldan ilerledik. Onun evi bizimkinden daha yakındı. Evin bahçe kapısına yaklaştığımız zaman Mrs. Lestrange “İçeri gelir misiniz?” dedi. “Bakalım evdeki değişiklikleri beğenecek misiniz?”
Bu çağrıyı kabul ettim. Mrs. Lestrange evi gerçekten zevkli fakat sade eşyalarla döşemişti. Yine kendi kendime, “Mrs. Lestrange gibi bir kadın St. Mary Meade köyüne hangi nedenle gelmiş olabilir?” diye sordum. Misafir odasındaki kuvvetli ışıkta onu ilk kez yakından incelemek fırsatını buldum. Çok uzun boylu, kızılımsı sarı saçlı bir kadındı. Sfenksi hatırlatan bir hali vardı onun. Gözleri de epeyce sarıydı. O zamana dek bu renk göz hiç görmemiştim. Giysileri çok şıktı. İyi yetiştirilmiş kadınlara has o görgü ve rahatlıkla hareket ediyordu. Fakat yine de esrarlı bir kadındı.
Onunla bilinen şeylerden konuştuk. Kitaplar, resimler, eski yapılar. Fakat bana Mrs. Lestrange değişik bir konuyu açmak istiyormuş gibi geliyordu. Bir iki kez onun bana acayip bir duraksamayla baktığını da fark ettim. Kadın, ‘Size açılayım mı? Bunu istiyorum. Bana yardım edemez misiniz?’ der gibiydi.
Fakat sonunda bu kuşku dolu hali kayboldu. Mrs. Lestrange bana açılmaktan vazgeçti. Ya da belki de ben yanılmıştım. Aslında ortada böyle bir şey yoktu.
Sonunda ayağa kalktım. Tam odadan çıkarken, omzumun üzerinden geriye baktım. Mrs. Lestrange yüzünde şaşkın ve kuşku dolu bir bakışla beni süzüyordu. İçimden gelen sese uyarak döndüm.
O kuşkuyla, “Çok iyisiniz” diye mırıldandı. Derin bir sessizlik oldu. Sonra Mrs. Lestrange “Bilebilseydim…” dedi. “Çok güç bu. Hayır. Kimsenin bana yardım edebileceğini sanmıyorum. Fakat yardım önerinize teşekkür ederim.”
Yapabileceğim bir şey yoktu. Evden çıktım. Ve Miss Hartnell’in saldırısına uğradım. “Sizi gördüm!” diye bağırdı kadın. “Çok heyecanlandım. Şimdi bize her şeyi anlatabilirsiniz.”
“Ne hakkında?”
“O esrarlı kadın hakkında. Mrs. Lestrange dul mu? Yoksa kocası uzaklarda bir yerde mi?”
“Doğrusu bunu bilmiyordum. Mrs. Lestrange bu konuyu hiç açmadı.”
“Ne acayip. Laf arasında bundan söz etmesinden daha tabii ne olabilirdi? Kadının konuşmaması için bir neden olduğu anlaşılıyor.”
“Ben o fikirde değilim.”
“Ah, ama siz, Miss Marple’ın da dediği gibi çok safsınız, muhterem Peder. Söyleyin bakalım, Mrs. Lestrange Dr. Baydock’u uzun zamandan beri mi tanıyormuş?”
“Doktordan hiç söz etmedi. Onun için bilmiyorum.”
“Sahi mi? Peki o halde neden söz ettiniz?”
Doğruyu söyledim. “Resim, müzik, kitaplar.”
Dedikodudan başka bir şey bilmeyen Miss Hartnell yüzüme kuşkuyla baktı. Onun bu halinden yararlanarak hemen yanından ayrıldım. Köyün diğer ucundaki bir eve gittim. Dönüşte, bahçe kapısından girerken, “Bahçedeki atölyeye gideyim” diye düşündüm. “Bakalım Griselda’nın portresi ne durumda?”
Atölyede kimsenin olmadığını sanıyordum. İçeriden hiç ses gelmediği için durumu anlamamıştım. Herhalde çimlerin üzerinden ilerlediğimden, atölyedekiler de benim geldiğimi anlamamışlardı.
Kapıyı açtım ve sonra da eşikte kalakaldım. Çünkü içeride iki kişi vardı. Erkek kadına sarılmış, onu çılgınca öpüyordu.
Erkek, ressam Lawrence Redding’di. Kadın ise Ann Prothero.
Telaşla geriledim ve çabucak çalışma odama koştum. Orada koltuğuma oturarak, pipomu yaktım ve meseleyi düşünmeye başladım. Gördüğüm sahne beni fena halde sarsmıştı. Durum hoş değildi. Miss Marple’ı istemeye istemeye, için için kutladım. İhtiyar kız durumu sezmişti. Sadece ben onun Griselda’ya anlamlı bakışını yanlış değerlendirmiştim. Doğrusu ressamın Lettice’le seviştiğini sanıyordum. Ann Prothero’dan kuşkulanmak aklıma bile gelmemişti. Kadın, insanda duygusuz tesirini uyandıran, sakin ve kendine güvenli biriydi.
Ben tam böyle düşünürken camlı kapılara vuruldu ve sonra Ann Prothero içeri girdi. Nefes nefese ilerleyerek, koltuklardan birine kendisini attı. Bana kadını o zamana kadar hiç görmemişim gibi geliyordu. O sakin, kendinden emini kadın kaybolmuş, onun yerini kesik kesik soluyan, çaresiz bir insan almıştı. Ann Prothero’nun gerçekten çok güzel olduğunu düşündüm. Uçuk yüzlü, kahverengi saçlı, iri gri gözlü bir kadındı. Şimdi yanakları kıpkırmızıydı. Sanki bir heykel aniden canlanmış gibi şaşkın şaşkın gözlerimi kırpıştırdım.
Ann Prothero “Size gelmemin daha iyi olacağını düşündüm” dedi. “Demin… demin gördünüz değil mi?”
Başımı eğdim.
Kadın, usulca mırıldandı. “Birbirimize âşığız…” Bütün üzüntü ve endişesine karşın dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Çok güzel, olağanüstü bir şeyle karşılaşan bir kadının gülüşüydü bu.
Ben yine bir şey söylemedim.
Nihayet o, “Yaptığımız herhalde size yanlış gözüküyor” dedi.
“Bundan başka bir şey söylememi mi bekliyordunuz, Mrs. Prothero?”
“Hayır… Hayır…”
Daha yumuşak bir sesle konuşmaya çalışarak, sözlerime devam ettim. “Siz evli bir kadınsınız.”
Hemen sözümü kesti. “Ah! Biliyorum, biliyorum… Bütün bunları tekrar tekrar düşünmediğimi mi sanıyorsunuz? Aslında ben kötü bir kadın değilim. Gerçekten değilim. Sonra her şey… her şey…başka türlü. Yani, sandığınız gibi değil.”
Ciddi bir tavırla, “Buna memnun oldum” diye cevap verdim.
Kadın titrek bir sesle sordu. “Kocama söyleyecek misiniz?”
“Rahiplerin bir ‘centilmen’ gibi davranmasını bilmediklerine inanan çok.” Sesim alaycıydı. “Fakat aslında bu doğru değil.”
Bana minnetle baktı. “O kadar mutsuzum ki. Ah, öyle mutsuzum ki. Bu böyle devam edemez. Edemez. Ne yapacağımı da bilmiyorum! Sesi tizleşerek, hafifçe yükseldi. “Hayatımın nasıl olduğunu biliyorsunuz! Daha başlangıçtan beri kocam Lucius’la mutlu olamadım. Onunla hiçbir kadın mutlu olamaz zaten. Keşke ölse… Evet, bu korkunç bir dilek ama bunu bütün kalbimle istiyorum. Çok ümitsiz durumdayım. Bana inanın, çok ümitsiz durumdayım.” İrkilerek camlı kapıya doğru baktı. “Neydi o? Biri geldi galiba? Belki de Lawrence’dır.”
Kalkarak, kapıya gittim. Dışarıda kimse yoktu ama bana da biraz önce bir ses duymuşum gibi geliyordu… Ya da belki de kadın beni buna inandırmıştı.
Döndüm. Ann Prothero başını önüne eğmiş öyle oturuyordu. Her halinden gerçekten ümitsiz olduğu belliydi. Tekrar, “Ne yapacağımı bilmiyorum” diye mırıldandı. “Ne yapacağımı bilmiyorum…”
Onun yanına oturdum. Görevim olduğunu düşündüğüm sözleri söyledim. Ama o arada endişeyle daha o gün öğleyin Prothero’nun ortadan kalkmasının bütün dünya için iyi bir şey olacağını söylediğimi de hatırlıyorum. Mrs. Prothero’ya düşüncesizce bir şey yapmamasını rica ettim. Evini, kocasını terk etmesi doğru olmayacaktı.
Onu inandırdığımı sanmıyorum. Âşık birine doğru yolu göstermenin hemen hemen olanaksız olduğunu bilecek yaştaydım. Fakat sözlerimin kadını biraz yatıştırdığını sanıyorum.
Gitmek için ayağa kalktığı zaman bana teşekkür etti. Söylediklerimi iyice düşüneceğine söz verdi.
Fakat o evden ayrıldıktan sonra kuşkularım da arttı. O zamana dek Ann Prothero’nun kişiliğini iyice anlamamış olduğumu fark etmiştim. Kadın ümitsiz durumdaydı. Duyguları uyandığı takdirde her şeyi göze alabilecek bir tipti. Ve kendisinden birkaç yaş küçük olan ressam Lawrence Redding’e delicesine, çılgıncasına âşıktı.
Durum hiç hoşuma gitmiyordu.
Lawrence Redding’i o gece yemeğe çağırdığımızı tamamen unutmuştum. Griselda hızla içeri girerek, “Sofraya oturmamıza iki dakika var” diye beni azarlamaya başlayınca bayağı şaşırdım.
Ben telaşla merdivenlerden çıkarken karım arkamdan seslendi. “Her şeyin yolunda gideceğini umarım… öğle yemeğinde söylediklerini düşündüm. Ve yenilecek güzel şeyler tasarladım.”
Burada, Griselda’nın uğraştığı zaman her şeyin daha berbat olduğunu söylemekte çok haklı olduğumu da açıklayayım. Yemek listesi bir hayli iddialıydı. Mary’nin ise her şeyi ne kadar çiğ ya da yakabileceğini anlamaya çalıştığı da belliydi. Maalesef Griselda’nın ısmarladığı midyelerin tadına bakmadık. Çünkü evde bunları açacak bir şey yoktu. Kabukları açılmadan pişirilmişti bunlar.
Lawrence Redding’in o gece gelmeyeceğini sanıyordum. Genç adam kolaylıkla bir neden uydurabilirdi.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÖlüm Çığlığı
- Sayfa Sayısı176
- YazarAgatha Christie
- ISBN9789754053036
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviAltın Kitaplar / 2006
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Anahtar Deliğinden Esen Rüzgar ~ Stephen King
Anahtar Deliğinden Esen Rüzgar
Stephen King
Roland ve arkadaşları, ışın demetine doğru süren yolculuklarında yeri göğü birbirine katan, ağaçları köklerinden söken bir fırtınaya yakalanırlar. Fırtınadan korunmak için sığındıkları yerde, Roland...
- Kip Kardeşler (Ünlü Çocuk Romanları – 4) ~ Jules Verne
Kip Kardeşler (Ünlü Çocuk Romanları – 4)
Jules Verne
Ünlü Çocuk Romanları Bu seri dünya klasiği kitaplardan oluşmaktadır. Bu serinin ilk beş kitaplarında; mecara, kahramanlık, sevgi, dayanışma gibi insan onuruna yakışan olaylar dizgesini...
- Dünya Sonu Savaşı ~ Mario Vargas Llosa
Dünya Sonu Savaşı
Mario Vargas Llosa
On dokuzuncu yüzyıl Brezilya’sının derinliklerinde Canudos adlı bir yer vardır; dünyanın bütün lanetlilerinin; hayat kadınları, dilenciler, haydutlar ve her tür paryanın evidir burası. Tarih...