Erendiz Atasü’nün 2004 -2015 arası kaleme aldığı yazılardan derlenen Saldırganı Hoş Tutmak, on bir yıllık Türkiye panoraması seriyor okurun önüne. Kadın mücadelesinden erkek şiddetine, 12 Eylül Referandumu’ndan Kemal Kılıçdaroğlu’na yazılan mektuba, IŞİD teröründen Ortadoğu’nun son on yıldaki dönüşümüne kadar bazıları daha önce yayımlanmış bazıları ilk defa yayımlanan bu yazılar, parçalarına ayrılmış bir resme bütüncül bir bakış sunuyor.
“Türkiye olağan bir demokrasinin koşullarını yaşamıyor; olağanüstü koşullarda muhalif siyasetin yeri acı çekenlerin yanıdır. Bizim Kurtuluş Savaşımızdan Sovyet Devrimi’ne, barışçı Gandhi hareketinden Nelson Mandela hareketine kadar, dönemlerinin baskın ve baskıcı gerçekliğine karşı duruş, haksızlığa uğrayanlarla, acı çekenlerle onların ıstırabında bütünleşerek başarıya kavuşmuştur. Anlaşılan odur ki günümüz siyasal muhalefeti, ‘gerçekçilik tuzağına’ düşmüştür!”
(Tanıtım Bülteninden)
ERENDİZ ATASÜ, 1947’de Ankara’da doğdu. 1968’de Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı fakültede uzun yıllar öğretim üyesi olarak çalıştıktan sonra 1997’de farmakognozi profesörlüğünden emekliye ayrıldı. Öyküleri, 1981’den bu yana, Sanat Edebiyat’81, Düşün, Çağdaş Türk Dili, Varlık; deneme, inceleme ve makaleleri Saçak, Çağdaş Türk Dili, Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Varlık, Papirüs gibi dergiler ile Cumhuriyet ve Aydınlık gazetelerinde yayımlandı ve yayımlanmaktadır. Dağın Öteki Yüzü adlı romanı İngilizceye (2000), Lanetliler Almancaya (2004), Bir Yaşdönümü Rüyası Yunancaya (2005), İngilizceye (2013) çevrilip yayımlanmıştır. Atasü’nün bazı öyküleri İngiltere, ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsviçre, İtalya, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan’da yayımlanan öykü antolojilerinde yer almıştır. Eserleri: Kadınlar da Vardır (1982, Akademi Kitabevi Öykü Birincilik Ödülü), Lanetliler (1985), Dullara Yas Yakışır (1988), Onunla Güzeldim (1990), Dağın Öteki Yüzü (1996, Orhan Kemal Roman Ödülü), Taş Üstüne Gül Oyması (1997, Yunus Nadi Öykü Ödülü; 1998, Haldun Taner Öykü Ödülü), Uçu (1998), Gençliğin O Yakıcı Mevsimi (1999), Benim Yazarlarım (2000), Kadınlığım, Yazarlarım, Yurdum (2001), Bir Yaşdönü- mü Rüyası (2002), İmgelerin İzi (2003), Kavram ve Slogan (2004), Açık Oturumlar Çağı (2006), İncir Ağacının Ölümü (2008), Düşünce Sefaletinin Kıskacında (2008), Bilinçle Beden Arasındaki Uzaklık (2009), Hayatın En Mutlu An’ı (2011, Yunus Nadi Öykü Ödülü; 2010, Dünya Kitap Yılın Telif Kitabı Ödülü), Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı (2011), Yıllar Gerçerken Hayat ve Roman (2013), Dün ve Ferda (2013), Kızıl Kale (2015, Türkan Saylan Sanat Ödülü), Saldırganı Hoş Tutmak (2015).
İçindekiler
GÜNÜMÜZ: BOZBULANIK
Laik Düzen Yıkılırken ………………………………………….. 15
Macbeth’ten Osmanlıcaya ……………………………………. 19
Sözcükler Önemlidir ……………………………………………. 23
Gerçekçilik Tuzağı ………………………………………………. 27
Chp’ye Nafile Nağme ………………………………………….. 31
Bir Kaderi Paylaşmak: Gezi Deneyimi ve Ötesi ………… 37
Aydınlanma’nın İki Bilgesi: İlhan ve Turhan Selçuk …… 51
Düşünce Özgürlüğü Şampiyonları, Neredesiniz?! …….. 59
Sanat ve Baskıcı Yönetimler ………………………………….. 63
Yazar Dokunulmazlığı!? ……………………………………….. 69
Sevgi Soysal’a Mektup …………………………………………. 75
Yurdum Gurbet Olurken… …………………………………… 81
ÖNGÜN: SAYIN BAYAN İSTİFA ETMELİDİR!
Aydınlanma ve Ezbercilik …………………………………….. 87
Kedi Olma Kültürü ……………………………………………… 91
Sayın Bayan İstifa Etmelidir! …………………………………. 95
Saldırganı Hoş Tutmak ……………………………………….. 101
Dikkat! Referandum Gelebilir!.. ………………………….. 105
Referandum Sürecinde Sanatçı ve Toplum …………….. 109
Beden Dokunulmazlığı ve Kadın Bedeni:
Kürtaj ve Ötesi …………………………………………………. 113
ÖNGÜNÜN DE ÖNGÜNÜ VARDIR
Görünen Köy ……………………………………………………. 119
GEÇMİŞ: UNUTMAYA HAKKIMIZ VAR MI?
Unutmaya Hakkımız Var mı? ………………………………. 125
İdam ve Toplumsal Vicdan ………………………………….. 137
Üç Şair …………………………………………………………….. 143
Tekel Direnişini Unutmayalım! ……………………………. 145
Doktorun Dramı………………………………………………… 149
Hukukun Tükendiği Yerde İnsan Onuru ……………….. 153
Yazarın Notu
Bu kitaptaki yazılar 2004’ten 2015’e kadar on bir yıllık bir süreyi kapsamaktadır ve yazarın bir kısmı hiçbir yerde yayımlanmamış, bir kısmı ise günlük gazeteler ve kültür dergilerinde yer almış çeşitli yazılarının ve çeşitli ortamlarda yaptığı konuşmaların arasından seçilmiş, günümüzden geriye bakış dü- zeniyle sıralanmıştır.
GÜNÜMÜZ: BOZBULANIK
LAİK DÜZEN YIKILIRKEN
“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” (Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz/ Kişinin aklının derecesi işinde görünür.)
Ziya Paşa
Türkiye yurtiçinde IŞİD terörü ve sınırda savaş olası- lıklarıyla yüz yüze. Bu karanlık arifeye ulaşmamızda etkili olan bir olguya, laik düzenin aşındırılması ile ülke yönetimince IŞİD’e verilen örtülü-açık destek ve anılan örgü- tün yurtiçinde yuvalanabilmesi arasındaki pek açık bağ- lantıya işaret etmek isterim. Savaş hali baskıcı yönetimlerin arayıp da bulamadıkları fırsattır. Özellikle din ve mezhep savaşları, gelenekçi yapıların kadınlar ve çocuklar gibi zayıf gruplarını hepten yıpratır. Sürüklendiğimiz savaş ortamında, kız çocuklarının devlet eliyle tesettüre sokulması gibi hayati bir konunun güme gidebileceğinden endişeliyim.
Kız çocuklarının cinsel birer objeye indirgenmesi bir günde olmadı: İşe önce yetişkin kadınlardan başlandı. Laik düzenin yıkılmasını önceleyen aşındırma sürecinin ana motorlardan birisiydi “türban” meselesi.
20. ve 21. yüzyıllarda Sünni şeriat örgütlenmeleriyle kapitalist yayılmacılığın kâh el ele kâh çatışmalı seyreden ilişkisini toplumbilimciler, siyaset bilimcileri ve siyaset insanları bilmezler mi? Konuyla ilgili yayımlanmış onca belge1 varken! Türbanın, Müslüman Kardeşler’in ve 1960’larda ABD’de yükselen Müslüman zenci hareketinin üniforması, yani toplumsal bir kimlik ifadesi olduğunu bilmezler mi? 1000 yıllık Anadolu Müslümanlığında çeşit çeşit örtünme bulunduğunu ama bu üniformanın –sağ kesimin pek sevdiği ifadeyle– “kökü dışarıda” bir akım olduğunu bilmezler mi? Hiç mi eski fotoğraf görmediler, “türban” afetinden önce Anadolu’nun çeşitli yö- relerine, köylerine kasabalarına hiç mi yolları düşmedi? Örtünmenin sadece Ortadoğu’da değil, Güney Akdeniz, Balkanlar, Kafkasya gibi erkek egemenliğinin baskın olduğu yörelerin gelenekçi kesimlerinde de iklim ve erkek zorlaması olarak geçerli olduğunu bilmezler mi? Cumhuriyetimizin kadın kıyafetine hiçbir yasak getirmediğini, 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde başını açan kadınların bunu isteye dileye yaptıklarını, pek çok kadının ise istedikleri halde baba ve/veya koca baskısı yüzünden başlarını açamadıklarını bilmezler mi? Bilmez iseler onlar ne menem bilimci ne menem siyasetçidirler!
Üniversitelerde yasaklamaya, türban olayı kitlesel boyuta ulaştığı zaman gidilmiştir; ondan önce değil. Yasakla bir şey çözülemez; ama yasaklamadan daha sorunlu bir yöntem vardır ki o da bir yasaklayıp bir serbest bırakmaktır; ve Türkiye üniversiteleri ne yazık ki bu yolu seçmiştir. Yasaklayanlar, olayın toplumsal ve küresel boyutunu görüp bir çözüm üretemeyip paniğe kapılanlardır. Yasaklayanları ayıplayanlar ise, küresel ve toplumsal boyutu görmekten âciz olan, horozun altında yumurta arayanlardır, yani Sünni şeriatında “bireysel seçim” diye bir kavramın –hele kadın birey için– mevcut olmadığını bilmezden gelenlerdir. Kimilerinin adlarının önünde akademik sanlar bulunur. Bu zevatın anlaşılan Türkçe bilgileri de kıttır; “başı açık o…” deyimini işitmiş olsalardı, erkek egemenliğinin baş dayanağı olan baskıcı ve ikiyüzlü cinsel ahlak ile örtünme arasındaki sıkı bağlantıyı gö- rebilir; kitlesel bir kapanmanın, başı açık kadınları nasıl bir tehlikeye maruz bıraktığını kavrayabilirlerdi! Gene de bu sözde özgürlükçü, sözde bilimcilerin tarih önünde en affedilemez yanlışları TV ekranlarındaki laf ebelikleri de- ğildir; kuşaklar dolusu laik düzen ve Atatürk karşıtı gencin yetiştirilmesindeki ağır sorumluluk paylarıdır. “Kandı- rıldık,” demek, acınası gülünç bir özsavunu teşebbüsü- dür. Yapılacak şey, “Nasıl oldu da, aklımın özgürlüğünden, bir biliminsanının baş dayanağı olan ‘bilimsel kuş- ku’ yönteminden vazgeçebildim; yoksa ben aklımı AKP döneminde gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceğini umdu- ğum arzu ve özlemlerimin emrine mi verdim?” içtenlikli sorusuyla başlayacak bir özeleştiridir. Unutulmamalı- dır ki AKP ileri gelenleri siyasal İslamcı olduklarını asla saklamamış; AB’ye şirin gözükmeye çabaladıkları ve bolca demokrasi lafı ettikleri dönemde, asla özeleştiri yapıp siyasal İslamcı olduklarına dair beyanlarını geri almamış- lardır. Gerçekten ne gülünçtür ki, kendi kendilerine Atatürkçü diyen darbeci generalleri, sol Kemalizmin İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal gibi en seçkin adlarını hapislerde süründürdükleri halde, Atatürkçü kabul edip daha da hızlarını alamayarak tüm Atatürkçü kesimi darbeci ilan eden sözde özgürlükçüler, kendi kendine demokrat diyen AKP’yi de demokrat saymışlardır! Her duyduğuna inanmak ise; ancak okul çağı öncesi çocuklarında doğal sayılabilecek bir özelliktir.
Ülke aydınlarını karşıt iki kampa bölen böyle bir meselede, yitirenin ülke olacağı başından belliydi. Oysa tutulacak yol açıktı. Bireysel seçime de alan bırakacak bu yol, (1) kamusal mekânlarda devlet adına görev ifa eden yetişkin kişilerin –kadın ya da erkek– üzerlerinde etnik ve/ veya dinsel aidiyet gösteren hiçbir şey taşımamalarını; (2) yasa önünde çocuk sayılan 18 yaşından küçüklerin ise ne devlet ne aile tarafından zorlamaya tabi tutulmaması gerektiğini, asla ve asla ödün verilmeyecek vazgeçilmez ilkeler haline getirmekti. İkinci ilkenin, pratikte Sünni mezhebinin dayatılması biçiminde tecelli eden zorunlu din derslerine karşı tavır almayı içerdiği açıktır. Ülkemiz aydınları ne yazık ki sınıfta kalmıştır.
Şimdi bu durumun üstüne savaş tehdidinin gölgesi binmiştir. Ülkemin aydınları, yavrularımızı bağnazlığa terk mi edeceğiz? Ana muhalefet partisinin laik düzeni korumaya yönelik pasifliği, hatta ataleti herhangi bir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. İş başa düşmüştür. Ülkemizde, hele küçük yerleşimlerde ve büyük varoşlarda öğrenci velilerinden insiyatif beklemek boşunadır. Atatürkçü ve laik derneklerin ne yaman baskılar altında olduklarını bilmez değilim. Gene de velilere yol gösterecek olan, AHİM’e müracaat eden Alevi yurttaşlarımız kadar yürekli olmak durumundaki laik ve Atatürkçü derneklerdir. Bir sözüm de sözde özgürlükçülere, işte aklanma fırsatınız; yakınmayı bırakın, çocuklarımıza pençesini geçirmiş bağnazlıkla mücadeleye koşun.
14 Ekim 2014
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıSaldırganı Hoş Tutmak
- Sayfa Sayısı160
- YazarErendiz Atasü
- ISBN9789750726286
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm, Ciltsiz
- YayıneviCan Yayınları / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Millete Mektuplar ~ Ufuk Cavlı
Millete Mektuplar
Ufuk Cavlı
Bak herkes kendi rolünü oynuyor, kaybolup gitmiş dünleri, yarındanve kendisinden bile habersiz. Okul bitsin iş bulayım derken evlilik gelir, hele bir büyüsün çocuklar.Şu emeklilik bir gelsin gör bak neler yapacağım.Yani olmuyor işte öyle.Bugün çocuğunu severken keyif al, bırak onlar için kaygılanmayı.
- Son Yüzler ~ Cezmi Ersöz
Son Yüzler
Cezmi Ersöz
“Öylesine dolu dolu yaşadım ki inan, bazen, “Artık yeter!” diyorum. Doydum!” diyorum. Öyle bir an gelirse, yani bu duygunun sahiciliğine tamamen inanırsam, hayatıma kendi...
- Mihrican Fırtınası ~ Nazan Bekiroğlu
Mihrican Fırtınası
Nazan Bekiroğlu
Mihrican Fırtınası Nazan Bekiroğlu’nun hayata, edebiyata ve sanata dair denemelerini bir araya getiriyor. Yazarın kişisel hayatından izlerin belki de ilk kez bu açıklıkla görülebileceği...