Mecaz konusu belağat ilminin en önemli konuları arasında yer alır. Fakat bu derece önemli bir konu olan mecâzın doğuş şartları ve Kur’ân’ın, mecâz konusunun mahiyeti ve edebi anlatımda işlevini belirlemedeki etkisini detaylı bir şekilde incelemeyi hedefleyen müstakil bir araştırma ortaya konulmamıştır. Şüphesiz araştırmacılar, özellikle Mu’tezile’nin Zat-ı ilahi ve O’nun fiilleri hakkındaki yaygın kanaatleri çürütmek için gösterdiği çabaları sayesinde, mecâz kavramının olgunlaştırılmasındaki etkisine işaret etmişlerdir. Ne var ki bu işaretler, Arap edebiyat eleştirisinde edebi form konusu gibi çok genel bir konu bağlamında özet olarak yer almaktadır. Genelliğine rağmen bunlar araştırmacıya konunun önemini ve konunun Mu’tezile düşüncesi ile Kur’ân’daki mecâz bahsi arasında bulunan güçlü ilişkinin –ki bu şüphesiz şiir ve aynı şekilde nesir araştırmasında mecâz konusuna özel bir bakış kazandırmada etkisi olan bir ilişkidir- ortaya çıkarılmasını hedefleyen detaylı bir incelemesini ortaya koyma zorunluluğunu gösterme açısından önem taşır.
Mecâz, özel bir dilsel icra aracı olduğu için onun yapısı ve işlevine dair herhangi bir anlayış, dilin yapısı ve delâletine dair herhangi bir tasavvurdan ayrı olamaz. Dilin yapısına dair bu tasavvur da ancak bilgi peşinde koşan akli faaliyetin yapısına dair daha genel bir tasavvurun ışığında tamamlanır. Açıktır ki Mu’tezile’nin mecâz konusuyla genel olarak dil ve bilgi alanları arasındaki girişimliliğin farkına varışında, onların aklın değerini yüceltmelerinin –ki bu onları diğer kelamcılardan ayırır- etkisi vardı. Bu sebeple bu araştırmanın bir giriş ve üç bölüme ayrılmış olması doğaldı.
Bu çalışma esasen özel olarak Mu’tezile ile Eş’arîler arasında bir karşılaştırma yapmak üzerine kuruludur. Bu karşılaştırmanın amacı Mu’tezile düşüncesinin karakteristiğini derinlikli olarak ortaya çıkarmak olup müstakil bir araştırmaya ihtiyaç duyan bir iş olduğu için Eş’arî düşüncesinin kökenlerinin açıklanmasına geçilmeyecektir. Araştırmacının tüm dileği edebiyat eleştirisi ve belâgat araştırması alanında dini-İslami mirasın önemli yönlerinden birini açıklığa kavuşturmada başarılı olmuş olmasıdır.
***
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………….. 7
GİRİŞ…………………………………………………. 11
MU’TEZİLE DÜŞÜNCESİNİN ORTAYA ÇIKIŞININ
TARİHSEL ÇERÇEVESİ…………….. 11
BİRİNCİ BÖLÜM………………………………. 59
BİLGİ VE DİLSEL DELÂLET…………. 61
I. BİLGİ, İMAN VE KUDRET………… 64
II. HÂRİS EL-MUHÂSİBÎ VE BÂKILLÂNÎ’DE AKIL KAVRAMI VE BİLGİNİN AŞAMALARI 71
III. MU’TEZİLE’YE GÖRE AKIL KAVRAMI VE BİLGİ (MARİFET) AŞAMALARI 81
IV. DİLSEL DELÂLET VE MUVÂZAA ŞARTI ……………………………………………. 97
V. DİLSEL DELÂLET VE KASIT ŞARTI…………………………………………………… 115
İKİNCİ BÖLÜM……………………………….. 127
I. TARİHİ BİR BAKIŞ…………………. 129
A- Müfessirlerde Mesel Terimi………………………………………………………… 130
B- Mukâtil b. Süleyman ve Delâlet Çokluğunu Kavrama…………………….. 135
C- Ebû Ubeyde ve Mecâz Türleri……………………………………………………… 138
D- Ferrâ ve Terimin Berraklaşması…………………………………………………. 143
II. CÂHIZ VE TERİMİN OLGUNLAŞMASI………………………………………………. 156
III. RUMMÂNÎ VE PSİKOLOJİK ETKİNİN KEŞFEDİLMESİ ……………………. 166
IV- KADI ABDÜLCEBBÂR’A GÖRE MECÂZ KAVRAMI…………………………. 173
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM………………………….. 197
I- MÜFESSİRLERE GÖRE TE’VİL (İBN ABBÂS VE MÜCÂHİD)…………….. 199
II- HASEN EL-BASRÎ VE MUKÂTİL B. SÜLEYMAN’A GÖRE TE’VİL………. 208
III- EBÛ UBEYDE VE FERRÂ’YA GÖRE TE’VİL…………………………………….. 220
IV- TE’VİLİN BİR TEMELİ OLARAK MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH……………. 236
1- İmam el-Kâsım er-Rassî…. 236
2- İbn Kuteybe……………………… 242
3- İmâm Yahyâ b. el-Hüseyn.. 258
V- KADI ABDÜLCEBBÂR’A GÖRE MECÂZ VE TE’VİL………………………….. 262
1- Te’vilin Bir Temeli Olarak Muhkem-Müteşâbih…………………………….. 262
2- Tevhid ve Ru’yetullah Meselesi……………………………………………………. 277
3- Adalet İlkesi ve Fiillerin Yaratılması Meselesi……………………………….. 320
SONUÇ……………………………………………. 361
BİBLİYOGRAFYA…………………………… 369
DİZİN……………………………………………….. 375
ÖNSÖZ
Araştırmacılar Kur’ân’ın, genel olarak Arap dil ilimleri özel olarak da edebiyat eleştirisi ve belâgat ilimlerinin doğuşundaki etkisine dikkat çekmiş ve birçok incelemede bu etkiyi açığa çıkarmaya ve bu etkinin çehresini ve boyutlarını belirlemeye çalışmışlardır. İlgi farklılığına göre araştırmacılar arasındaki yoğunlaşma açıları değişiklik göstermiştir.
Fakat belâgat ilminin en önemli konularından biri olan mecâzın doğuş şartları ve Kur’ân’ın mecâz konusunun mahiyeti ve edebi anlatımda işlevini belirlemedeki etkisini detaylı bir şekilde incelemeyi hedefleyen müstakil bir araştırma ortaya konulmamıştır. Şüphesiz araştırmacılar, özellikle Mu’tezile’nin Zat-ı ilahi ve O’nun fiilleri hakkındaki yaygın kanaatleri çürütmek için gösterdiği çabaları sayesinde, mecâz kavramının olgunlaştırılmasındaki etkisine işaret etmişlerdir. Ne var ki bu işaretler, Arap edebiyat eleştirisinde edebi form konusu gibi çok genel bir konu bağlamında özet olarak yer almaktadır. Bunların en önemlileri, Dr. Mustafa Nâsıf’ın “es-Sûretü’l-Edebiyye” isimli eserinde istiâre konusundaki psikolojik etkenlere ayırdığı bölüm ile yine Dr. Câbir Usfûr’un “es-Sûretü’l-Fenniyye fi’t-Türâsi’n-Nakdî ve’l-Belâgî” isimli eserde formun belâgat türlerine has bölümüne girişte işaret ettikleridir. Genelliğine rağmen bunlar araştırmacıya konunun önemini ve konunun Mu’tezile düşüncesi ile Kur’ân’daki mecâz bahsi arasında bulunan güçlü ilişkinin -ki bu şüphesiz şiir ve aynı şekilde nesir araştırmalarında mecâz konusuna özel bir bakış kazandırmada etkisi olan bir ilişkidir- ortaya çıkarılmasını hedefleyen detaylı bir incelemesini ortaya koyma zorunluluğunu gösterme açısından önem taşır.
Bu amacı gerçekleştirmek için araştırmacının Mu’tezile tarihini yazan ve görüşlerini anlatan diğer kaynakları bırakıp temelde bizzat Mu’tezile düşüncesinin asli kaynaklarını esas alması gerekiyordu. On seneden biraz kısa bir süre önce bu asli kaynaklar gün yüzüne çıkarıldı.1 Bunların en önemlisi, 415/1025 yılında vefat eden Kadı Abdülcebbâr Esedâbâdî’nin çok sayıda ve değişik türdeki eserleridir. Bunların en önemlisi de yirmi ciltten oluşan ve arasından altı tanesi (1, 2, 3, 10, 18 ve 19. ciltler) hâlâ kayıp olan “el-Muğnî fî Ebvâbi’-Tevhîd ve’l-Adl” isimli hacimli ansiklopedik eserdir. Bu eserlerin hacmi araştırmacı için bir zorluk oluşturmaz. Asıl zorluk, araştırmacıyı anlatılmak istenen fikri anladığına kanaat getirinceye kadar çok kere takdim ve tehir yoluyla cümleleri hatta çoğu zaman kelime kelime irabı yeniden oluşturma çabasına mecbur eden karmaşık diliyle dallı budaklı konuların anlaşılmasındadır. Buna, bu hacimli eserin tahkik işleminin neredeyse genellikle esas alınan tek bir yazılı nüsha ile sınırlı olduğunu ve terimlerin veya müellifin fikirlerinin açıklamasına yer verilmediğini eklersek hem anlama hem de metni düzenleme gibi araştırmacının yüklenmesi gereken katmerli yükü kavramış oluruz.
Araştırmacı bu zorlukları dikkate alarak araştırmanın zamanını daha ileri gitmeksizin hicri dördüncü asırla sınırlandırma gereği hissetmiştir ki bu asır – Kadı Abdülcebbâr’ın asrı- Mu’tezile düşüncesinin Büveyhi Devleti topraklarındaki ikinci uyanış devresinde ulaştığı nihai olgunluğu temsil eder. Ayrıca arasıra sonraki dönem eserlerine işaret edilmesinin amacı belirli bir fikri, bu eserlerdeki analizlerine yoğunlaşmaksızın açıklayıp izah etmektir.
Konunun karakterinin araştırmacıya bir işleme ve sunma yöntemini zorunlu kılması doğaldır. Mu’tezile’nin eserlerinde dilbilimsel ve semantik araştırmalar dağınık olarak geldiği için araştırmacının bu dağınık verileri bizzat Mu’tezile’nin gerçekleştirmeye çalıştığı fikri birlik ilkesini hayata geçirecek bir sistem içerisine yerleştirmek için uğraş vermesi gerekti. Gerçi Mu’tezile genelde konudan konuya geçme, ayrıntıya girme ve bileşenlerine ayırmaya dayalı klasik telif yönteminin kapsamına giren özel anlatım tarzları yoluyla bu ilkeyi hayata geçirmişti. Buna ilave olarak Mu’tezile özellikle hasımların itirazlarına cevap verme veya müellifin zihninde kurguladığı vehmi itirazlar yoluyla yapılan cedel ile ön plana çıkmıştı.
Mecâz, özel bir dilsel icra aracı olduğu için onun yapısı ve işlevine dair herhangi bir anlayış, dilin yapısı ve delâletine dair herhangi bir tasavvurdan ayrı olamaz. Dilin yapısına dair bu tasavvur da ancak bilgi peşinde koşan akli faaliyetin yapısına dair daha genel bir tasavvurun ışığında tamamlanır. Açıktır ki Mu’tezile’nin mecâz konusuyla genel olarak dil ve bilgi alanları arasındaki girişimliliğin farkına varışında, onların aklın değerini yüceltmelerinin -ki bu onları diğer kelamcılardan ayırır- etkisi vardı. Bu sebeple bu araştırmanın bir giriş ve üç bölüme ayrılmış olması doğaldı.
Giriş, Mu’tezile düşüncesinin doğuşunu ele almakta ve sosyal gerçeklikle Mu’tezile düşüncesi arasındaki ilişkinin farklı boyutlarıyla kavranması için bunu hicri birinci asrın sonlarıyla ikinci asrın başlarındaki İslam toplumunun sosyolojik koşulları ışığında açıklamaya çalışmaktadır. Birinci bölüm Mu’tezile’ye göre bilgi ve dilsel delâlet arasındaki ilişkiyi incelemekte ve dini-Mu’tezilî düşüncenin, dilin aklî delâlet türleri arasında formüle edilmesi ve bu türlerin sonuncusu yapılması üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır. Mu’tezile’nin, dilsel delâletin doğruluğu için koymuş olduğu şartlar aynı zamanda onlara göre mecâz kavramının münakaşasına doğal bir giriş mahiyetindeydi. Tefsir ilminin doğuşunun ilk evrelerinden itibaren delâletteki intikal kavramının tarihi gelişimine işaret etmek ve genel olarak belâgat kavramlarının olgunlaşması ile farklı kelam ekolleri arasındaki teolojik çekişmelere hizmet maksadıyla Kur’ân metninin te’vil edilmesi (yorum) arasındaki ilişkiyi açıklamak gerekiyordu. Bununla birlikte mecâz ile te’vil arasındaki ilişkinin hem epistemolojik hem de dini düzeyde daha derinlikli bir şekilde ortaya çıkarılması için üçüncü bölüme ihtiyaç vardı.
Araştırma esasen özel olarak Mu’tezile ile Eş’arîler arasında bir karşılaştırma yapmak üzerine kuruludur. Bu karşılaştırmanın amacı Mu’tezile düşüncesinin karakteristiğini derinlikli olarak ortaya çıkarmak olup müstakil bir araştırmaya ihtiyaç duyan bir iş olduğu için Eş’arî düşüncesinin kökenlerinin açıklanmasına geçilmeyecektir. Araştırmacının tüm dileği edebiyat eleştirisi ve belâgat araştırması alanında dini-İslami mirasın önemli yönlerinden birini açıklığa kavuşturmada başarılı olmasıdır.
GİRİŞ
MU’TEZİLE DÜŞÜNCESİNİN ORTAYA ÇIKIŞININ TARİHSEL ÇERÇEVESİ
Bu bölümün amacı, Mu’tezile düşüncesinin doğuşuna etki eden tarihi faktörleri gözlemlemek olmayıp daha çok kendi çevresel ve tarihsel koşulları çerçevesinde bizzat Mu’tezile düşüncesini kavramak amacıyla söz konusu koşulları anlamaya çalışmaktır. Bu, bir düşüncenin boşluktan ve nesnel şartlardan -tarihsel, siyasi- bağımsız olarak doğmadığına inançtan ileri gelir. Bir düşünce ya bizzat nesnel şartlara uygun bir destekleyici ya da muhalefet girişimi şeklinde bir değiştirici olarak ortaya çıkar. Diğer yandan birçok oryantalist ve bazı Arap araştırmacıların yaptığı gibi2 Mu’tezile düşüncesini yabancı kültür etkisinin unsurlarıyla açıklamak mevcut nesnel şartların etkinliğini yok saymaktır veya olsa olsa bu şartlara negatif bir rol atfetmektir. Yabancı etkiyi inkâr etmek ise -hamaset sahibi bazı Arap araştırmacıların çabaladığı gibi3– tarihi ve bilimsel gerçekle çelişen bir tepkidir. Fakat iki kültür veya iki medeniyet arasındaki fikri etkileşimde esas olan şey şudur: Tarihsel ve siyasi nesnel şartlar bir kültür ve medeniyete ulaşan fikirlerin fidelerini kabul etmeye ve büyütmeye elverişli olmadıkça o fikirlerin etkin ve verimli bir tesir meydana getirmesi ve uygun bir iklim hazırlanmadıkça büyüyüp gelişmesi ve meyve vermesi zordur.
Bu ilke Mu’tezile düşüncesine ve bu düşüncenin İslam düşüncesi içerisindeki doğuş şartlarına da uygun düşmektedir. Mu’tezile’ye ait düşünsel ilkelerin -gelişip olgunlaşmalarından sonra- iki ana ilkede özetlenmesi mümkündür. Bu iki ilke: “Allah birdir” ve “Allah yargısında adil ve yarattıklarına karşı son derece merhametlidir” şeklindedir.4 Bu iki ilke “tevhid ve adalet” ilkeleri olarak adlandırılır. Mu’tezile’nin diğer fikirleri veya son tahlilde beş ilkesi bu iki ilke altında toplanabilir. Mesela “va’d ve vaîd” ilkesi adalet ilkesi içerisinde yer alır. Zira “va’d ve vaîd” Allah’ın itaatkârlara mükâfat, isyankârlara ise ceza vaadine ilişkin bir ifadedir. Böylece O’nun bu sözün gereğini yapması ve mükâfat ile ceza vaatlerine uygun davranması gerekir. Allah’ın sözünü tutması ve sözünü boşa çıkarmaması adalettir. Aynı şekilde “el-menzile beyne’l-menzileteyn” ve “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” ilkeleri de adalet başlığı içerisindedir.5 Yani adalet ilkesi Mu’tezile’nin tevhid dışındaki tüm ilkelerini içermektedir. Bunlardan biri de “el-menzile beyne’l-menzileteyn”görüşüdür. Kaynakların söz birliği ettiğine göre Vâsıl b. Atâ hocası Hasen el-Basrî’ye bu görüş yüzünden muhalefet etmiş ve bu nedenle onun halkasından Mu’tezile mezheb binasının ilk tuğlası olan yeni bir halka kurmak için ayrılmıştır.
Açıkçası büyük günah işleyenin nitelenmesi ve hükmünün verilmesi etrafında Vâsıl ile hocası Hasen el-Basrî arasında geçen tartışmaya, İslam âleminin âlimlerini “büyük günah işleyenin durumu nedir?” sorusu ile karşı karşıya getiren ve aynı zamanda zamanın tüm siyasi ve dini yönelişlerinin bu soruya verdikleri cevapların tabiatını da belirlemiş olan tarihsel şartların gölgesinde bakmadıkça bu salt fıkhi bir tartışma olarak kalacaktır.
(I)
Üçüncü Halife Osman b. Affân’ın ölümü ile sonuçlanan fitne İslam toplumundaki tüm siyasi ve itikadi çekişmelerin anahtarı kabul edilir. Eş’arî (v. 324/926), bu başlangıcı şu ifadeleriyle açıklar: “Rasûlullâh’tan (sav) sonra ilk çekişme imamet konusundaydı. Osman halife tayin edilinceye kadar ne Ebubekir ne de Ömer (r. anhum) zamanında, başka bir çekişme çıkmamıştı. Bir grup Osman’ın son günlerinde fiili olarak ona karşı çıkmıştır… Bu grubun karşı çıktığı husus bugüne kadar çekişme konusu olmuştur. Sonra Osman öldürülmüş ve onun öldürülmesi hususunda da insanlar görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Zira Ehl-i sünnet, Osman’ın yaptıklarında isabetli olduğunu, katillerinin onu haksız yere ve düşmanca öldürdüklerini ileri sürmüş ve bazıları da bunun aksini savunmuştur. Bu çekişme de insanlar arasında günümüze kadar devam etmiştir.”6
Bu durumda başlangıç noktası kesin olarak imamet, imametin şartları ve halifeye verilen yetkinin sınırları etrafındaki çekişmedir. Hz. Osman’ın başta Mısırlı muhalifler olmak üzere değişik eyaletlerden gelen muhaliflerce öldürülmesi, imama karşı ayaklanma ve halifeye karşı devrimin meşruiyeti sorununu ortaya çıkarmıştır. Açıkçası başından itibaren fitnenin koşulları ayaklanmaya katılan güçlerin karakterini belirlemiş ve bu yüzden imamet ve hilafet etrafındaki fikrî ve itikadî çekişmede pay sahibi olmuştur. Hz. Osman, Kureyş’in seçkin şahsiyetlerine “Irak, Şam ve Mısır gibi fethedilen İslami eyaletlerde arazi sahibi olma ve saraylar inşa etme ruhsatını verdiği gibi bu eyaletlerdeki emlaklarını Hicaz’dakilerle değiştirme”7 ruhsatı verdiğinde muhalif güçlerin tavırları şekillenmeye başlamıştır. Bu siyaset ise dünyanın akıllarını çelmesi ve din işlerinden uzaklaştırmasından çekinerek Sahabe’nin Medine’yi terk etmesi ve eyaletlerde ikamet etmesini yasaklayan Halife Ömer b. Hattâb’ın siyasetine tamamen tersti. Hz. Osman’ın, akrabalarına karşı müsamahakâr ve hoşgörülü olması yanında bu toleranslı siyasetinin, tepkilerini açıkça ortaya koyan Ammar b. Yasir ve Ebû Zerr el-Gıfârî gibi Sahabe seçkinlerinin öfkesini harekete geçirmesi doğaldı. Hz. Osman’ın bu iki sahabeye karşı siyaseti de yumuşaklık ve nezaket alameti taşımamıştır. Bilakis onun siyasetine itirazları şiddet ve sürgünle karşılık bulmuş ve neticede bu iki sahabe Hz. Osman’ın hilafetine karşı en katı muhalifler haline gelmişlerdir.
Hz. Osman’ın siyaseti Sahabe’den bazılarını kendisine karşı harekete geçirdiği gibi diğer yandan da Kufe, Basra ve Mısır gibi eyaletlerdeki Müslümanları da öfkelendirmiştir. Ayrıca onun müsâmahakar ekonomi-politiği ve yakınlarının tasarruflarına kayıtsız kalması, Hz. Osman’ın vali ve yöneticileri eliyle haksızlığa uğramış şehirliler ve fakir savaşçılar karşısında dini-Kureyşi aristokratik bir zümre oluşturacaktı. Savaşçılar açısından bunun nedeni, vali ve yöneticilerin “fey’ Allah’ındır, ‘savaşçıya ise sadece az bir ücret ödenir’ iddiasıyla fey’ ve ganimetleri kendilerine ve devlet hazinelerine ayırıp savaşçıları bunlardan mahrum etmeleriydi.”8
Fitnenin ekonomik ve siyasi kökenlerini araştırarak çalışmanın ilgi alanı dışına çıkmak istemiyoruz.9 Bizi ilgilendiren ve asıl işaret etmek istediğimiz şey, fitnede ve bu sebeple fitnenin ortaya çıkardığı problemler etrafındaki fikri tartışmada pay sahibi olan güçlerin karakterini belirlemektir. Bu güçlerin karakterini açığa çıkaran şey, “İslam eyaletlerinden Hz. Osman’ı indirmek için gelen temsilci grupların, halife olarak Hz. Osman’ın yerini alacak kimse üzerindeki görüş ayrılığıdır. O kadar ki Basralılar ‘biz Zübeyr’i halife olarak atıyoruz’ derken; Kufeliler ‘biz Talha’yı atıyoruz’ demişlerdir.”10 Her ikisi de Sahabenin zenginlerinden olarak Basra halkının Zübeyr’e Kufelilerin ise Talha’ya bağlanması ikisini destekleyen güçlerin karakterini açığa çıkarır. Aynı zamanda bunlar, sülalesini, içinde Sahabenin de bulunduğu Kureyş’in tamamının üstüne çıkaran Hz. Osman’a karşı ayaklanmak için sebepleri olan güçlerdir.
1 Bu eserin ilk basım tarihi 1982’dir. (çev.)
2 Örnek olarak bkz. Nallino, Buhûs fi’l-Mu’tezile (Fi’t-Türâsi’l-Yûnânî fi’l-Hadârati’l-İslâmiyye içerisinde), s. 202-203; O’leary, el-Fikru’l-Arabî ve Merkezuhû fi’t-Târîh, s. 67; De Boor, Târîhu’l-Felsefe fi’l-İslâm, s. 48-49; Cârullâh, el-Mu’tezile, s. 2, 36, 75.
3 Bkz. Ammâra, el-Mu’tezile ve Müşkiletü’l-Hurriyye el-İnsâniyye, s. 17-24.
4 Hayyât, el-İntisâr, s. 13-14.
5 Kadı Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûl el-Hamse, s. 123
6 Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, s. 47-49.
7 Hasan İbrahim Hasan, Târîhul’l-İslâm es-Siyâsî, I/357.
8 A.g.e., I/357-358.
9 Bkz. A.g.e., I, 354 ve sonrası; Taha Hüseyin, el-Fitnetü’l-Kübrâ, I/180-185.
10 Hasan İbrahim, Târîhu’l-İslâm, I/357-358.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Düşünce-Genel İslam ve Düşünce
- Kitap AdıTefsirde Akılcı Eğilim - Mu’tezile’ye Göre Kur’an’da Mecâz Meselesi | İtticahü’l Akli Fi’t Tefsir
- Sayfa Sayısı381
- YazarNasr Hamid Ebu Zeyd
- ÇevirmenŞahin Bal
- ISBN9786059136099
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Amerikan Bristol Kapak
- YayıneviMANA YAYINLARI / 2015