Nasıl bir rüya gerçekle iç içe, gerçekle muhabbet eder gibi yaşanır ki?
İnsan sevmeye rüyalarında da devam eder mi?
Rüyada da olsa vuslata şükreder miydiniz?
Bu ayrılık dünyasında,
bir ayrılığa sımsıkı sarılıp, yaşayabilir miydiniz?
Bir ayrılık kazılsa,
içine atlayıp örter miydiniz üzerinizi?
Yağmurun bulutlardan,
yaprakların ağaçlardan,
kamışların sazlıklardan,
gündüzlerin gecelerden
ayrıldığı bu dünyada,
Elif;
ayrılık imtihanlarının birer perde,
Hakikatin ise
Rabb’e bir yol olduğunu öğretmişti…
***
Elif,
kalemi nura boyanmış bir aşkın adı…
Söz,
Elif’e değdiğinden beri manâya boyandı..
Bu kalp,
Seni sevdiğinden beri Hakka uyandı…
ا
Tefekküre meyl ettiren her yolu
bir Elif miktarı yüreğine yâr edinen,
dünyaya hâlâ daha alışamamış,
tanıdığım ve tanımadığım herkese…
Aşk-ı Tevekkül
Gözlerimi açtığımda eski ahşap bir evde olduğum odadaki her detaydan belliydi. Odanın yer ve tavan kaplaması ahşaptı. Bir de kuzineli soba vardı odanın ortasında, biraz pencereye yakınca. Koca şehir İstanbul’da yaşayanları heyecanlandırmaya fazlasıyla yetecek doğallıkta şirinlikteydi her şey.
Pencereden dışarıya bakmadan, dışarıda toprak bir köy yolu olduğunu tahmin edebiliyordum. Odanın içinde çok az eşya vardı ve hepsi de köy kokulu oymalarla doluydu. Çocukluğum tadındaydı sanki her şey.
Odada, elinde ibrikle biri vardı. Bir hanım. Hangi vaktin ab- desti bilmiyordum ama odada yalnız ikimiz olduğumuz için belli ki su tutacaktı bana. Beni bekliyordu. Olacaklardan habersizdim.
Vakte icabet için yavaşça üzerime bir anne özeniyle serilmiş yorganı kaldırdım. Gıcırdayan tahta zeminin üzerinde ayağa kalktım. Nereden geldiği belirsiz bir aydınlık odayı aydınlatmaya devam ediyordu. Bilmediğim o kadar çok şey varken ona kafa yoramadım. Hanımın beklettiği ibrikle abdestimi alıp, sorularımı namazdan sonraya bırakmaya karar verdim.
Dışarısı karanlıktı. Hem sesten hem pencereye vuran damlalardan anlıyordum karanlık, yağmurlu bir hava olduğunu. Sobanın yanmamasına rağmen hiç üşümüyordum. Birazdan öğrenecektim odayı ısıtanın har değil, sevda ateşi olduğunu. Bir kalp tutulması gerçekleşecekti odanın içinde. Şaşıracaktım eşyaların alev almamasına. Şaşıracaktım yanıp kavrulmadığıma. Nasıl bir nefes girecekti ciğerlerime de ikna edecekti kalbimi atmaya.
~*~
Su çok soğuktu, henüz su olabilmiş bir buz gibiydi adeta. Yüzüne bakamamıştım ya da bakmamıştım. Yaşımı, nerede olduğumu, bu hanımın kim olduğunu sorgulamadan bazı hareketleri şuursuzca yapıyordum sanki. Yaşadığım, gördüğüm her şey bir ömür miktarı uzun gibi geliyordu ve sonradan anlayacaktım sadece 6 saniye kadar sürdüğünü.
Hanımın ibrikle döktüğü sudan abdestimi aldım. Küçükken köyde aldığım abdestlerden hatırlıyorum bu suların büyüsünü. Sanki değer değmez tenime etki ediyor ve yenilendiğimi, kirlerimi attığımı hissediyordum.
Kuzineli sobanın üzerinde bakır çaydanlıklar vardı. Bu sefer çay demlemeyecekler, kendileri bir muhabbet demlenmesine şahit olacaklardı. Dışarıda yağmura eşlik eden gök gürlemeleri bile sanki birazdan olacaklara hazırlık yapıyorlardı, iyi bir fon müziği olma çabasındaydılar.
Abdestim bitince elimle yerde, köşede duran havluya uzandım. Bir havlunun da buz gibi olacağı aklıma gelmemişti ki biraz daha çömelerek sol elinde hazırda beklettiği havluyu uzattı. Edepten yüzüne bakamıyordum, henüz sesini bile duymamıştım, kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Uzattığı havluyu aldım. O kadar sıcaktı ki ve böyle bir odada sıcak bir şeyin olması o kadar mümkün değildi ki. Sanki ellerimi sadece kurulamadı bütün kirleri, haramları, kötü halleri aldı üzerimden.
Henüz namaz kılmamışım ama huşuyu yakalayabildiğim vakitlerden hatırlıyordum o an içinde bulunduğum hissi. Dışımda tüylerimin diken diken olmuş ve içimde her hücre ayrı ayrı temizleniyor, aklanıyor gibiydi…
“Allah kabul etsin,” dedi.
Bu sesi biliyordum.
O ibrikten dökülen su beni başka bir boyuta geçirmişti sanki.
O ses.
Dayanamadım ve başımı yavaşça hanıma doğru döndürdüm. Yüzünün zerresini gördüm ve yetti.
Odadaki ‘o’ydu.
Miladım odadaydı. Başlangıç noktam, devamımdı ‘o’ benim. Canımın özünün canı odadaydı.
Elif. Hafızem.
Daha gözlerinin yeşiline gelmeden içim dışım, varım yoğum gözlerimden döküldü. Kanım dondu. İçimin yüreğe yakın bir kısmına sindi öylece.
Zerresini gördüm ya yıllardır içimde bekleyen o çocuk nefes almaya başladı. Bir bebeğin gözlerini açmasıydı. Bir ümidin varlığının vücud bulmasıydı.
Ben ağladım, gök durdu ve ben sustukça gök gürlüyordu. Bir saniyede bin tane saç telim ağardı. Sözlerim varlığından utanmış nefes alamıyor gibiydim. Sanki gözlerim henüz açılmış ilk kez bir güneşin doğuşuna şahit oluyordum.
~*~
Yılların bile üzerimde görmeye alıştığı hicran hali tek bir kelimene canını verdi ey yâr. Onarılmaz dediğim yaralarımda bir çocuk gülümsemeye başladı.
İçimdeki o mahşeri yalnızlık hep bir ağızdan tek bir hece söyledi;
Elif.
Başka ne desem yalın kalacaktı…
Ben durdum gözlerini görmeyi bekliyordum. Zaman durdu gözlerini görmemi bekliyordu. Dışarısı durdu; yıldırımlar, gürlemeler, kıyametler içimde kopuyordu. Yüreğim titriyordu. Solumdan bir ışık karanlık geceye sızmış, umut dağıtıyordu sabırla helalini bekleyenlere. Gözlerimden yaş gelmesine engel olamıyordum. Gittiğinden beri ilk kez gülümsemeyi hatırlamaya çalışıyordum. Kış bahara dönüyordu yüzümde. Gönlümse Rabb’e, şükret…
Yüzünü tam dönmeden, o cennetin yeşillerini tam göremeden;
“Tevekkül et,” dedi.
“Tevekkül et ve bana gel.” ardından;
“Tevekkül et ve Rabbine yönel,” dedi.
Anlatılmaz, böyle bir duygu, böyle bir hal anlatılmaz. Bütün duyularının bir ana sütü içer gibi tertemiz haline bürünmesiydi. Nasıl bir betimleme bu hali ayan eder ve bir baba gibi elinden tutabilirdi ki? Tüm bildiklerimin üzerinde bir bilgi.
‘Namazını kıl,’ diyordu kalbimin Nuru…
Soğuk sulardan korkma. Korkma ve kıl ki ayrılık kalksın aradan…
Sevdam, yolum, varlığım, can şenliğim, gülparem. Her şeyim. Sesini duymuştum. O yemyeşil gözler en aşk halimi görmüştüm. Yüreğim, dilim, elim, yüzüm sanki her hücrem bir akla kavuşmuş ayrı ayrı Rabb’e şükrediyorlardı…
Sessizdim. Gözlerime bakan bir kainat cümle görecekti sanki. Gözlerime vurmuştu sanki tüm söyleyemediklerim. Tek kelimesine ömür boyu susmaya razıydım. Tek bakışına ömür boyu göz kapaklarımı mühürlemeye razıydım. Yolumdu ‘o benim. Yolumda Rabb’e yürürken başımı vermeye razıydım. Biri öl dese ölürdüm o an. Tamam gibiydim. Yeterdi o an bana. Elifi görmüştüm. Hazır gibiydim.
~*~
Parmaklarıma tutunan kalemime sığınmıştım yokluğunda. Artık hangi gece uyuyabilirdim? Hangi gece karanlık gelecekti bana. Hangi dünya lezzeti Elifim ile muhabbet ihtimalinin önüne geçebilirdi.
Sabır sabır diye çektiğim o uzun tesbihi, şükür şükür diye çekme vakti gelmişti artık.
Bir ömür uzunluğunda düşüncelerle başka bir alemden bakıyordum Elif’e. Daha önce hiç hissetmediğim bir alemden.
Başka bir yerden, başka biri gibi. Üzerime bir anda ilim yüklenmişti sanki. Bir kapı bir geçiş gibiydi onun gözlerine bakmak.
~*~
Sonra bir mektup bıraktı masaya. Mektubun üzerinde açık yeşil bahar dalları işlemesi vardı. “Sana yokluğumda yazdıklarımın bin tanesinden bir tanesi,” dedi…
Mektubu aldım elime gül kokusu yayıldı odaya. Mektup gül kokuyordu. Kâğıt gül kokuyordu.
Hüzün ritim tuttu sanki yüreğimde, yanıyordum baştan aşağıya…
Mektubu okumaya başladım. Her harfi okudukça harf harf tutuşuyordum tekrar.
Onsuz yanmalara alışkındım. Ama bu ateş başkaydı, sensizlikten yakan ateşin binlerce kat üzerindeydi onun kelimelerinden yanmak. Her harfte bir güneş sıcaklığı düşüyordu içime.
Ve birden ışıklar doldu etrafa, ezan okunmaya başladı.
~*~
Ezan sesi, tüm seslerin bir karanlıkta aydınlık arasında durulduğu vakit: ‘Sabahul hayr’.
Hemen her sabah olduğu gibi yine ezan sesine uyandım ama bu sefer hıçkırıklarla. Vücudum titriyordu. ‘Tevekkül, tevekkül… Aşk-ı Tevekkül,’ diye tekrar ediyordum içimden.
Elifimi görmüştüm. Bir vuslat rüyasıydı. Can şenliğimi, hayat membamı gördüm. Tebessümle karışık ağlıyordum hıçkıra hıçkıra…
‘Kişi (Dünyada ve ahirette) sevdiği ile beraberdir.’
Hadis-i Şerif’ine riayet edercesine şükrediyordum.
Onu gördüm ya, yüreğime sanki derman eklendi. Devamım, Elifim daha büyüdü sanki sol yanımda. Rüyada bile vuslat bu kadar güzelse, Rabbim bir kevser ırmağı kenarında serinlemeyi nasip eyler inşallah.
~*~
Her sabah vakti bedenimden öte aklım uyanıyordu. Zikir akıldan bedene geçerken, hüzün de kalbe iniyordu. Gözlerim öylece tavanda gezindi. Hayal mi, gerçek mi düşünmüyordum. Sol yanımın en aşk halini düşümde gördüm ya; şimdi solum huzur, solum daha bir şükürdü artık…
Her sabah olduğu gibi ezan bitinceye kadar yatağımda bacaklarımı toplamış oturarak bekledim. Duru bir su ile yıkıyordum ruhumu her sabah. Odamı, camın az ilerisinde elektriği sabaha doğru azaltılmış bir sokak lambası aydınlatıyordu. Elimle az çok gördüğüm sehpayı yoklayıp, ahşap, Arapça Elif oymalı lambayı yaktım. Hafifçe yeşil bir ışık katıldı sokak lambasına, odam aydınlanmıştı. Âşık her hali kendi haline yorarmış. Sokak lambası ve odamdaki gece lambası hiçbir zaman sarılamayacaklar. Ama her karanlıkta muhabbet ediyorlar odamda. Onları ayırsanız da ışıklarını hayallerini ayıramıyorsunuz. Odamı öyle güzelleştiriyorlar ki kim onların ayrı olduklarını söyleyebilir?
Benim de Elif’i hiç görmeyişim beni yaksa da Allah’a muhabbetimi arttırıyorsa ve tıpkı odama giren o iki ışığın uyumu gibi
“Elif Gibi Sevmek 2 – Aşk-ı Tevekkül” için 11 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Şiir
- Kitap AdıElif Gibi Sevmek 2 - Aşk-ı Tevekkül
- Sayfa Sayısı
- YazarHikmet Anıl Öztekin
- ISBN 9786053847748
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYakamoz Yayıncılık / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yolculuk Notları ~ Blaise Cendrars
Yolculuk Notları
Blaise Cendrars
NİÇİN YAZIYORUM? Çünkü… Çünkü: “Şiiri önce yaşamak gerek – yazılması fazlalıktır.” Çünkü: “Yazarlığım bir meslek değildir; yaşamak bir meslek değildir.” Böyle der, yirminci yüzyıl...
- Ruhumdaki Kara Kutu ~ B. N. Kara
Ruhumdaki Kara Kutu
B. N. Kara
Gün ağardıysa yine bu sabah, içini karartmak niye? Dök içindekileri, kurtul karanlığından ruhunun. Bağıra bağıra yaz, dans ederek çiz, sessizce haykır dünyaya, “Ben varım ve mutlu yaşamak istiyorum.” diye. Kimse duymazsa da ben duyarım; çünkü ben, senin “Ruhundaki Kara Kutu”yum.
- Nedir Gene Deli Gönlünü Çelen ~ Sappho
Nedir Gene Deli Gönlünü Çelen
Sappho
MÖ VII. yüzyılda yaşadığı sanılan Sappho, bireysel duyarlığın belki de ilk önemli şairidir. Ünlü İtalyan şair Salvatore Quasimodo, Sappho’dan söz ederken, “Kendisiyle ilgili her...
çok güzel bi kitap
Aşk-ı tevekkül ne demek ?
aşk tevekkül aşk ile kılınan namazdır..!
elif diye anlatılmak istenen nedir? hala anlıyamadım lütfen açıklarmısınız?
Hikmet anil oztekinin gerçektede sevip kavusamadigi kizin adi eliftir bu kitabida ona yazmistir birincide şiirlerini ikincide duygularini yasadiklarini yazmistir ☺
çok güzel
sevdiği kız :)
sevdiği kız : bunun normalide elif gibi sevmekte güzel
Çok güzel :) muhteşem…
çok güzel bunu yaşayan insan her daim güzel bir yazar olabilir
Sahte yorum yapanlara inanıp paranızı çöpe atmayın ! Hiç iyi bir kitap değil ! Ben hiç beğenmedim .