Geçmişin acıları, aslında düşlerinizin ötesine açılan bir kapı olabilir mi?
Bazen eski bir bavula sığar bütün kalp kırıklıklarımız. Sararmış bir gelinlik anlatır yarım kalan hayallerimizi. Minicik bir kolye ucu sarıp sarmalar geçmişten kalan gözyaşlarımızı. Violet Turner’ın İkinci Şans adlı butiğinde sattığı her eski eşyanın da işte böyle bir hikâyesi var. Kocasından yeni boşanmış olan Violet, kalbindeki boşluğu yıllardır hayalini kurduğu butiği işleterek doldurmaya çalışmaktadır. Ancak tam da kaderin ona gülmeye başladığını düşündüğü günlerde butiğini de kaybetme tehlikesiyle yüz yüze gelir.
Violet’in yolu nişanlısı tarafından terk edilen, üstelik beş aylık da hamile olan genç April ve geçmişinin acılarıyla baş etmekte zorlanan Amithi ile kesiştiğinde üçü de hayatın onlara yepyeni sürprizler hazırladığından habersizdir. Bu üç kadın fedakârlığın, affetmenin ve aşkın büyüsüyle düşlerinin ötesine açılan kapıyı aralayacaktır.
Düşlerin Ötesinde, en büyük fırtınaların sonunda doğan güneşe inananların hikâyesi. Kalplerdeki her yaranın bir merhemi olduğunu size bir kez daha hatırlatacak olan bu sıcacık öykü adeta içinize işleyecek.
***
Birinci Bölüm
ÜRÜN: Gelinlik
ÜRETİM TARİHİ: 1952
GENEL DURUM: İyi, astarının rengi biraz atmış.
ÖZELLİKLERİ: ipek tafta, orta boy gelinlik. Japone kollu ve boynu açık.
SATICI: Çiftin tuzları tarafından satıldı.
Kampüsün doğusunda bulunan Johnson Sokağı’ndaki diş-budak ağaçlarının gölgesinde, ikinci el eşyalar satan bir dükkân vardı: İkinci Şans Butik. Eskimiş tuğlalardan örülmüş duvarlarıyla, bir kafe ile bisiklet tamircisinin arasına sıkışmıştı. Mağazanın vitrin camının arkasında duran Violet Turner, vitrindeki mankene kolsuz, sırtı açık bir elbise giydiriyordu.
Üniversiteliler parlak fularları ve al al olmuş yanaklarıyla mağazanın önünden geçiyorlardı. Ne Vıolet’e bakıyorlardı ne de vitrindeki kıyafetlere. Violet iç çekti. Bunun gibi griye boyanmış bahar günlerinde, insanlar sadece telaşla işlerim bir an evvel bitirme derdinde olurlardı. Violet bu iki durumdan da hoşlanmıyordu. Bu ruh halindeki insanlar dükkândan içeri girip yüzyılın sonlarından kalma eldivenler ya da takılar almak istemezlerdi. Yaya geçidinin yanında kendine yer edinmiş olan sakallı ve arkadaş canlısı sokak müzisyenleri bile bançolarını alıp gitmişlerdi.
Violet yüzüne düşmüş bir tutam saçını kulağının arkasına itti ve mankenin ayağına bez bir sandalet giydirip bağcıklarını bağlamak için eğildi, işini bitirip doğrulduğunda, bir çift mavi göz onu izliyordu. Vitrin camının dibinde bir kız duruyordu. Elindeki 1950’lerden kalma gelinliği yün hırkasına doğru bastırmıştı.
Violet kızı hatırladı. Birkaç hafta önce gelmiş, yarım düzine gelinlik denedikten sonra da şimdi elinde tuttuğu, rüzgârda bir teslim bayrağı gibi sallanan geniş etekli gelinliği seçmişti.
Kız içeri girip gelinliği tezgâhın üzerine serdi. “Bunu geri vermem gerek.”
“Üzgünüm ama iade almıyoruz.” Violet tezgâhın arkasına geçti ve ekoseli eteğinin kalça kısmını eliyle düzeltti.
“En azından ödediğim paranın bir kısmını geri veremez misiniz?” Kızın elleri gelinliğin ipekli kumaşıyla, tülden yapılmış güllerin üzerinde gezinirken can çekişiyor gibiydi.
“Keşke mümkün olsa ama bu mağaza prensibi,” dedi Violet. Duvarda asılı eski ısıtıcıdan gelen kuru sıcaklığı hissetti. Büyükannesinin dolabından bulup giydiği inci düğmeli hırkasını çıkardı.
Kız gözlerini Violet’in kolundaki, küllerinden yeniden doğmuş Zümıüdüanka dövmesine dikmişti. Violet onun nereye baktığını fark edince kız gözlerini başka tarafa çevirdi. “Bir ayrıcalık yapabilirsiniz sanmıştım,” dedi. “Paraya gerçekten ihtiyacım var.” Bir anda dolan gözlerinde biriken yaşlar, mavi bir buz parçasının üzerini örten şeffaf bir örtü gibiydi.
Violet tam dudağını ısırmaya başlamıştı ki kırmızı ruj sürdüğünü hatırladı. Kız için üzülüyordu ama koyduğu kurallardan taviz vermemeliydi, ikinci el eşyalar sattığı için aldığı ürünü geri getiren müşterinin onu giyip giymediğinden emin olması çok zordu. İadeleri kabul ederse dükkânının ikinci el kıyafetlerin takas edildiği bir yere dönüşmesinden korkuyordu. Violet kıza, tığ işlemeli mendil kutusundan çıkardığı bir mendili uzattı.
Kız mendili alıp ıslak yanaklarını sildi, “özür dilerim. Sinirlerim bozuldu.”
“Sorun değil.” Kızın yüzündeki burukluğu gören Violet, istemeyerek de olsa kendi hayatındaki o dönemi hatırladı. Beş yıl önceki halini, dağılan evliliğinin ardından Madison’a taşındığı o zamanı hatırladıkça içini bir acı kaplıyordu.
“Aslında yabancıların önünde ağlamak gibi bir adetim yoktur,” dedi kız.
“Gelinliğini seçmene yardım ettim. Bu yüzden tam olarak yabancı sayılmam. Bu arada, ben Violet.”
“Ben de April Morgan.” Kız buruşturduğu mendili çantasına sokuşturdu. Eskimiş, deri bir okul çantasıydı taşıdığı.
“Çantam sevdim,” dedi Violet. “Yetmişli yıllardan kalma gibi görünüyor.”
“Evet, annemin çantasıydı.”
Violet kızın anlatacak bir hikâyesi olduğunu hissediyordu ve başka insanların hikâyelerini dinlemek onun en sevdiği şeylerden biriydi. Bu dükkândaki Missoni kaftandan, etiketleri hâlâ üzerinde duran Fendi el çantasına kadar her eşyanın bir hikâyesi vardı. Violet bir eşyanın hikâyesini eksik biliyorsa, aradaki boşluktan hayal gücüyle doldurmaktan hoşlanıldı, örneğin kaftan. Violet o kaftanı, yetmişli yıllarda İtalya’da bir kolejde okumuş olan Italyan bir kadın profesörden almıştı. Profesör Vıolet’e, İtalya’nın son prensi Vıttorio Emanuele’nin kuzeniyle tutkulu ama kısa süreli bir gönül macerası yaşadığını anlatmıştı. Violet kadına inanmıştı çünkü hikâyesini anlatırken kızaran yanaldan, onun doğruyu söylediğini kanıtlar gibiydi.
Violet el çantasının hikâyesini ise bilmiyordu. Yerel gazetelerden birinde çalışan genç bir gazeteci biraz para almak için çantayı dükkâna satmış ve sadece hediye olduğunu söylemişti. Violet, gazeteciye o çantanın, zeki ama biraz da acımasız bir New York moda editörü tarafından, sezonun trendleri ve podyum dünyası hakkında haberler yapması için ikna olması amacıyla hediye edildiğini düşünmeyi seviyordu. Hatta belki de gazeteci, çevreyle ya da politikayla ilgili, kendince daha önemli gördüğü konularda yazmak istediği için bunu kabul etmeyip işi bırakmıştı. Yine de çantayı, tercih etmediği o yolu hatırlatan bir anı olarak bir süre saklamıştı.
Violet’e göre ikinci el eşyalar başka hayatlar, başka seçimler demekti. Kendi hikâyesinden uzaklaşması için ona yardım ediyorlardı.
“Bir şeyler içmek ister misin?” diye sordu April’a. “Bir fincan çay? Biraz viski?”
Kız ürkmüş görünüyordu. “Ben, ah, hayır. Daha on sekiz yaşındayım.”
Violet, tezgâhın arkasındaki küçük bir masada duran elektrikli su ısıtıcısını prize takarken gülümsedi. Yüzyılın ortalarından kalma, İskandinav meşesinden yapılma köşeli sehpanın üzerinde Victoria dönemine ait bir gümüş tepsi duruyordu. Tepsinin içinde de çeşit çeşit kupalar vardı. Bu çeşitlilik, birbirinden farklı tarzların karışımı gibi görünüyordu; tıpkı dükkân gibi, tıpkı Violet’in kendisi gibi…
“Viski konusunda şaka yapıyordum,” dedi Violet. “Dükkânda alkollü hiçbir şey yok.”
“Yine de birçok güzel ve eski şişe var.” April değişik büyüklüklerde ve yeşil, kobalt mavisi, yakut kırmızısı gibi farklı renklerde eski cam eşyaların dizildiği rafı işaret etti. “Şu büyük çömlek ne için?”
‘Tam bilmiyorum.” Violet gidip rafta duran çömleği küçük kulplarından tutarak indirdi. Sert bir şekilde tezgâhın üzerine koydu. “Özerinde ne bir etiket ne de bir işaret var. Belki de biri onu kaçak içki hazırlamak için kullanmıştır.”
April çömleği aldı ve üzerindeki mavi çiçek desenlerini inceledi. “Bunu nereden aldınız?”
“Bent Creek’ten. Büyüdüğüm yer. Oradaki meyhanelerden birinin sahibi verdi bunu bana.”
“Bent Creek burada mı? Visconsin’de mi?” diye sordu April. “Hiç duymamıştım.”
Violet başını hayır anlamında salladı. “Avlanma ya da balık tutma heveslisi değilsen duymuş olamazsın zaten. Superior Gölü’nün hemen yanındadır. Nüfusu bin kişiden bile az.” “Ah,” dedi April gözlerini bir kez daha Violet’in dövmesine dikerek, “bu kadarını tahmin edemezdim.”
“Evet, oraya hiç alışamadım,” diye açıkladı Violet. “Okul döneminde Cadılar Bayramı kostümü giyip markete giderken dantelli eldivenler taktığım için annem beni sürekli azarlardı.” Violet o günleri tebessümle hatırladı. Konuşulanları duyabilecek kadar yakında olduğu zamanlarda büyükannesi ona her zaman destek çıkardı. Büyükanne Lou böyle anlarda Vıolet’e göz kırpıp, “Bazıları bu dünyaya diğerlerinden farklı bir ışıkla parlamak için gelmiştir, tatlım,” derdi.
Violet, geçmişiyle ilgili gelebilecek diğer soruları engellemek için elini salladı. Ahşap çay kutusunu açtı ve kutunun içini kaplayan saten kumaşın üzerine dizilmiş çay paketlerinden birini aldı. “Çay istemediğine emin misin?” diye sordu April’a. “Kendim için yapacağım, senin için de hazırlamam sorun olmaz.”
“Tamam o zaman,” April çömleği bırakıp hırkasının düğmelerini çözdü. “Teşekkür ederim.”
“Ama önce müsaade et de gelinliği askıya asayım. Yoksa kırışacak.” Violet gelinliği hafifçe silkeledi. Sonra da düzelterek, kasanın yanındaki yüksek rafa yerleştirdi.
“Kırışması umurumda değil,” dedi April.
“Fakat benim umurumda. O şeyi satışa çıkarmadan önce tam bir saat buharla düzleştirmek için uğraştım, ipekli taftayı düzleştirmek boktan bir iştir.”
Kahretsin, diye düşündü Violet müşterisinin önünde düzgün konuşmadığı için kendine kızarak. April’a bir bakış attı. Violet’in kullandığı kelimeyi duymamış gibi görünüyordu; belki de önemsemiyordu.
“Çayın nasıl olsun?” diye sordu Violet, seramikten yapılma el boyaması iki fincana sıcak su doldururken. “Yeşil ve siyah çay var.”
“Kafeinsiz bir şey var mı?” diye sordu April. Elini kanunin üzerine yerleştirmişti.
Violet o an kızın kanunda hafif bir şişkinlik olduğunu fark etti ve onun hamile olup olmadığım merak etti. Bu hem biraz kıskanç hem de biraz hüzünlü hissetmesine neden olmuştu. Aslında bebekleri her zaman çok severdi ama son zamanlarda kendi çocuğuna sahip olmaya yönelik hissettiği tutkuyu ani bir şekilde kaybetmeye başlamıştı. Bu arzuyu kaybetmesi, sadece otuz sekiz yaşına gelmiş bekâr bir kadın olmasından kaynaklanmıyordu.
Hayatına dahil ettiği şeyler ve yaşam tarzı da bunda etkiliydi. Violet için Bulldog cinsi köpeği Miles ve artık arkadaşı olan birbirinden farklı müşterileri vardı. Bebekler ve biyolojik saat denen şey ona göre sadece geleneksel dayatmalardı. Violet, toplumun dayattığı kurallara karşı gelebildiği ve bağımsız olduğu için kendisiyle gurur duyuyordu. İkinci el önlükler, eski korseli kıyafetler satan bir dükkânı olması da onun için sorun değildi.
“Papatya çayı severim, eğer varsa,” dedi April. “Annem benim için demlerdi.”
Violet çay poşetlerini fincanların içine koydu ve bir tanesini April’a uzattı. “Pekâlâ, seni ikinci el bir gelinlik almaya iten şey neydi?”
“Evim sokağın aşağısında. Buradan çok sık geçerim,” dedi April. “Eski eşyaları da severim. Neden bilmiyorum. Sanırım eşyaların yaşanmışlıklarla dolu olması fikrini seviyorum. Geçmişlerinin bir anlamı var.”
“Ne demek istediğini anlıyorum,” dedi Violet. “Yine de işlerin yıllar önce daha basit ve yalın yürüdüğünü düşünmeyi de seviyorum. Kendi kendime eğleniyorum işte.”
“Bana gelinlikle ilgili anlattığınız hikâyeyi hâlâ hatırlıyorum. Onun elli beş yıl boyunca evli kalmış bir kadına ait olduğunu söylemiştiniz.”
“Vay be, binlerinin hikâyelerimi gerçekten dinlediğini öğrenmek güzel,” dedi Violet. “Yani, ben müşterilere eşyaların hikâyelerini her zaman anlatırım. Ama gördüğüm kadarıyla birçoğu aslında beni dinlemiyor. Sadece kafalarım kibarca sallayıp dinlermiş gibi yapıyorlar.”
“Bu gelinliği seçme nedenlerimden biri de anlattığınız hikâye. Tabii çok güzel ve az bulunur bir parça olması da önemli.”
“Öyle bir modeli var, değil mi?” Violet, raftaki haliyle bile farklı görünen gelinliğe hüzünlü gözlerle baktı. “Gelin kendi elleriyle dikmiş gelinliğini. Seri üretim bir gelinlikte bu tip dikiş detaylarım görmek imkânsızdır.”
“Gelinliği kendisi mi sattı size?”
Violet başını hayır anlamında salladı. “Çiftin kızları getirdi. Annesi ve babası birkaç hafta arayla ölmüşler.”
“Bu çok üzücü bir hikâye.”
Violet çayından bir yudum aldı. “Evet öyle. Ama yine de uzun ve mutlu bir evlilikleri olmuş. Bu birçok insanın sahip olamadığı bir şey.”
“Ben daha çok kızlan için üzüldüm.” April’ın sesi titremişti. “Bu arada işinizi bölmek istemem. Meşgul müydünüz?” “Bütün gün çalışmak zorunda kalacak kadar yoğun değilim.” Violet dükkânın içinde göz gezdirdi. “Neler olduğuyla ilgili konuşmak ister misin? Yani, gelinliği neden geri getirdiğinle ilgili diyorum.”
Kız başını iki yana salladı. San saç bukleleri yanaklarına değiyordu. “Daha fazla vaktinizi almak istemem.”
“Sadece yaz için vitrindeki kıyafetleri değiştiriyordum. Bu acil bir iş değil.” Violet vitrindeki iki mankene baktı. Şimdi birinin üzerinde yazlık bir kıyafet, diğerinde ise şeftali rengi tiftikli yünden bir kazak vardı. Birbirleriyle son derece uyumsuz görünüyorlardı.
April çay fincanını kasanın yanındaki tezgâhın üzerine koyarken, tezgâhtaki kâğıt yığınım devirdi. “Çok özür dilerim, diyerek uzandı ve kâğıtları toplamaya çalıştı.
“Sorun değil. Dosyalamam gereken kâğıtlan ortada bıraktığım için hatalıyım,” dedi Violet. “Bu aralar kayıt altına almam gereken her şeyi bilgisayara geçirmeliyim. Sadece nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. Ayrıca rakamlarla dolu sayfalarla uğraşmak pek de bana göre değil. Ben daha çok temiz, ipek bir bluzu bulma ya da eskimiş ketenleri zarar vermeden ütüleme konularında iyiyim.”
“Ben rakamları severim,” dedi April. “Gelecek güz döneminde başlamak üzere Washington Üniversitesinde matematik bölümü okumak için burs kazandım.”
O sırada kapının üzerindeki küçük çanlar çaldı ve san Hint kıyafetleri giymiş koyu saçlı bir kadın içeri girdi. Kadın kasaya yaklaştıkça kıyafetinin parlak kumaşının kıvrımlarından gelen hışırtı sesi de artıyordu.
“Bir dakika lütfen,” dedi Violet.
“Ben sizi rahat bırakayım.” April hırkasının önünü kapatmıştı. “Çay için teşekkür ederim.”
“Hayır, gitmek zorunda değilsin. Birkaç dakika sürecektir.” April kapıya doğru bir iki adım ilerledikten sonra geri döndü. “Ah, gelinliği unuttum.” Vıolet’e yalvarır gözlerle bakıyordu. “Burada bıraksam olur mu? Onu kullanmama gerek kalmadı artık. Dolabımı her açtığımda görmek istemiyorum.” ‘Tabii ki kalabilir, sorun değil,” dedi Violet. Sadece bir kereliğine, mağaza politikasında değişiklik yapabileceğini düşünmüştü. Üzerinde eski bir daktilonunki gibi yuvarlak düğmeler olan metal nakit kasasına doğru gitti. Çekmecesini çektiğinde kasanın sıkıştığım fark etti. Biraz kurcaladı ama kasayı açamıyordu.
“Bir dakika beklersen açacağım,” dedi Violet Fakat kafasını kaldırıp baktığında April’ın çoktan gitmiş olduğunu gördü. Onun yerine san elbisesi içindeki kadın kasanın karşısında duruyordu. Violet, çantasında bir şeyler arayan kadının saçlarındaki beyaz şeritleri fark etti.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDüşlerin Ötesinde
- Sayfa Sayısı344
- YazarSusan Gloss
- ÇevirmenHasret Parlak
- ISBN9789759997434
- Boyutlar, Kapak14 x 20 cm , Karton Kapak
- YayıneviArkadya Yayınları / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşka Adanmış Bir Gün ~ Pamela Clare
Aşka Adanmış Bir Gün
Pamela Clare
Tutku bir kez alev aldı mı onu söndürmek ya da varlığını inkar etmek zordur. Connor MacKinnon, komutanı Lord William Wentworth’ten öyle nefret etmektedir ki...
- Güneş Batarken ~ Osamu Dazai
Güneş Batarken
Osamu Dazai
Savaş sonrası Japonyası’ndaki kültürel yıkımının toplumsal izdüşümünü ve bireyin kalabalıklar karşısında giderek yabancılaşarak insani değerlerini yitirişini ustalıkla işleyerek tüm zamanların en çok okunan eserlerine...
- Son Sevgili ~ Nora Roberts
Son Sevgili
Nora Roberts
Ortak bir geçmiş, yeni bir başlangıç ve ömür boyu sürecek bir aşk hakkında yepyeni bir roman. New York Times çok satan yazarı Nora Roberts,...