Beatrice Prior’ın Chicago’sunda toplum, her biri belli bir erdemi yaşatmaya adanmış beş topluluğa bölünmüş durumda. Dürüstlük, Fedakarlık, Cesurluk, Dostluk ve Bilgelik.
Her yıl, belli bir günde bütün on altı yaşındakiler, hayatlarının geri kalanında birlikte yaşayacakları grubu seçmek zorunda.
Beatrice, hem ailesiyle kalmak, hem de kendi benliğini bulmak istiyor ama ikisini birden seçemez.
Bu nedenle kendisi dahil, herkesi şaşırtan bir seçim yapıyor.
Genç yazar Veronica Roth heyecanlı seçimler, kalp kıran ihanetler, kan donduran sonuçlar ve beklenmedik aşklarla dolu karanlık bir geleceği anlatan gerilim serisinin ilk kitabıyla edebiyat sahnesine çıkıyor!
***
BİRİNCİ
BÖLÜM
Evimizde sadece bIr ayna var. Üst kattaki koridorda, kayan bir panelin arkasında duruyor. Topluluğumuz, her üçüncü ayın ikinci gününde, yani annemin saçlarımı kestiği zaman aynanın karşısına geçmemize izin veriyor.
Taburede oturuyorum, annem elinde makasla arkamda saçlarımı kısaltıyor. Annem kestikçe saçlarım sarı lüleler halinde yere düşüyor.
İşi bittiğinde saçlarımı yüzümden çekiyor ve ensemde toplayarak bir topuz yapıyor. Büyük bir sakinlikle işine odaklandığını görüyorum. Annem kendini unutma sanatında çok usta. Aynı şeyi kendim için söyleyemem.
Annem saçlarımla uğraşırken çaktırmadan aynadaki yansımama bakıyorum iyi görünüp görünmediğimi umursadığımdan değil, sadece meraktan. Üç ayda, insanın görüntüsünde çok şey değişebilir. Yansımamda dar bir yüz, geniş ve yuvarlak gözler, uzun ince bir burun görüyorum -hala küçük bir kız gibi görünüyorum, oysa geçenlerde on altı yaşıma bastım. Diğer Topluluklar doğumgünlerini kutluyor. Ama biz kutlamıyoruz. Topluluğumuz doğumgünü kutlamayı zevk düşkünlüğü olarak görüyor.
“İşte,” diyor annem topuzumu tokalarla sağlamlaştırdıktan sonra. Gözlerimiz aynada birleşiyor. Gözlerimi kaçırmak için geç kalıyorum ama annem azarlamak yerine aynadaki yansımasından bana gülümsüyor. Kaşlarım ister istemez bir parça merakla çatılıyor. Neden aynada kendime baktığım için beni azarlamıyor?
“Beklenen gün geldi,” diyor.
“Evet,” diye yanıtlıyorum.
“Gergin misin?”
Bir an aynada kendi gözlerime bakıyorum. Bugün, hangi topluluğa ait olduğumu gösterecek yetenek sınavına gireceğim. Ve yarınki Seçim Töreni’nde girmek istediğim topluluğu seçeceğim. Hayatımın geri kalanına karar vereceğim, ailemle kalmak ya da onları terk etmek arasında bir seçim yapacağım.
“Hayır,” diyorum. “Sınav sonucu seçimimizi etkilemiyor.”
“Doğru.” Annem gülümsüyor. “Haydi kahvaltı edelim.”
“Teşekkür ederim. Saçımı kestiğin için.”
Yanağımdan öptükten sonra aynanın önüne paneli çekiyor. Bence annem başka bir toplulukta yaşasaydı çok güzel olurdu.
Gri elbisesinin altında vücudu incecik. Çıkık elmacıkkemikleri ve uzun kirpikleri var. Geceleri çözdüğü saçları dalga dalga omuzlarına dökülüyor. Ama Fedakarlık Topluluğu’nda güzelliğini saklamak zorunda.
Beraberce mutfağa yürüyoruz. Kahvaltıyı erkek kardeşimin hazırladığı, babamın başını gazetesinden kaldırmadan saçlarımı okşadığı, annemin bir şarkı mırıldanarak sofrayı topladığı böyle sabahlarda, onları terk etmek istediğim için kendimi suçlu hissediyorum.
+ + +
Otobüs egzoz kokuyor. Yoldaki çukur ya da tümseklerin üzerinden geçerken oturduğum yerden sıçramamak için koltuğuma tutunsam da içim dışıma çıkıyor.
Ayakta duran ağabeyim Caleb, düşmemek için tepesindeki çubuğa sıkıca tutunuyor. Birbirimize hiç benzemiyoruz. Siyah saçlarını ve kanca gibi burnunu babamdan almış, yeşil gözlerini ve gamzeli yanaklarınıysa annemden. Küçükken, bütün bu özellikleriyle tuhaf duruyordu ama şimdi yakışıklı görünüyor. Fedakarlık Topluluğu’nda yaşamasaydı, eminim kızlar okulda gözlerini ondan alamazdı.
Özverili olma yeteneğini de anneme çekmiş. Otobüste bir an bile düşünmeden, yerini Dürüstlük Topluluğu’ndan asık suratlı bir adama verdi.
Dürüst adam siyah takım elbise giymiş ve beyaz kravat takmış -standart Dürüstlük Üniforması. Onların topluluğu dürüstlüğe değer veriyor, gerçeği siyah ve beyaz olarak görüyorlar, bu yüzden böyle giyinmeyi tercih ediyorlar.
Şehir merkezine yaklaştıkça binaların arasındaki mesafeler kısalıyor ve yollar düzeliyor. Bir zamanlar Sears Kulesi olarak anılan bina -şimdi Platform diyoruz- gökyüzüne uzanan siyah bir sütun gibi sisin içinde yükseliyor. Otobüs üst geçitlerin altından geçiyor. Daha önce hiç trene binmedim. Ama trenler sürekli hareket ediyor ve raylar her yere uzanıyor. Tren ulaşımını, sadece Cesurluk Topluluğu kullanıyor.
Beş yıl önce Fedakarlardan gönüllü inşaat işçileri yolları yeniden asfaltladı. Çalışmaya şehrin göbeğinden başladılar. Malzemeleri bitene kadar da şehrin dışına doğru çalışmaya devam ettiler. Yaşadığım yerdeki yollar hala çatlak ve yamalı, o yollarda araba kullanmak güvenli değil. Ama zaten bizim arabamız da yok.
Otobüs sarsılıp dururken Caleb’ın yüzü sakin. Dengesini sağlamak için direğe yapıştıkça kollarındaki gri cübbesi düşüp duruyor. Gözlerinin hareketlerinden, etrafımızdaki insanları incelediğini anlayabiliyorum -sadece onları izleyip kendini unutmaya çalışıyor. Dürüstlük Topluluğu doğru sözlülüğe değer veriyor ama Fedakarlar için en önemli erdem, özverili olmak.
Otobüs okulun önünde durduğunda ayağa kalkıp hızla Dürüst adamın yanından geçiyorum. Ama adamın ayağının üzerinden atlamak zorunda kalınca Caleb’ın koluna asılıyorum. Pantolonumun paçaları yerlere sürünüyor, zaten hiçbir zaman zarif ve şık bir kız olmadım.
Şehirde sadece üç okul var: Alt Kadar, Orta Katlar ve Üst Katlar. Üst Katlar’ın binası en eskisi. Etrafındaki diğer binalar gibi tamamen cam ve çelikten inşa edilmiş. Önünde, Cesurların ders bittikten sonra birbiriyle yarışırcasına en yüksek noktasına tırmanmaktan hoşlandığı kocaman metal bir heykel var. Geçen yıl, aralarından birinin düşüp bacağını kırdığına tanık olmuştum. Hemşireyi çağırmak için hemen harekete geçen de bendim.
“Bugün yetenek sınavı var,” diyorum. Caleb’la aramızda bir yaş bile yok, o yüzden aynı sınıftayız.
Ana kapıdan girerken başını sallıyor. İçeri girdiğimiz anda kasılıyorum. Ortama bir açlık hissi hakim, sanki on altı yaşındaki herkes, bu son günlerin tadını sonuna kadar çıkarmaya çalışıyor. Seçim Töreni’nden sonra, muhtemelen bu koridorlarda bir daha yürüyemeyeceğiz -seçimimizi yaptığımız andan itibaren, eğitimimizden yeni topluluğumuz sorumlu olacak.
Bugünkü programda ders saatleri yarıya indirildi. Böylece yetenek sınavından önce hepsine girebileceğiz ve öğlene kadar bütün dersler bitmiş olacak, öğle yemeğinden sonra da rahatça sınava gireceğiz.
“Sonuçtan hiç endişelenmiyorsun değil mi?” diye soruyorum Caleb’a, Koridorların birleştiği bir noktada duruyoruz. O İleri Matematik Dersine gidecek, bense Topluluk Tarihi’ne.
Bir kaşını kaldırarak bana bakıyor. “Sen endişeli inisin?”
Ona, haftalardır sınav sonucu konusunda endişelendiğimi söyleyebilirim. Hangisini seçeceğim? Fedakarlık, Dürüstlük, Bilgelik, Dostluk… yoksa Cesurluk mu?
Ama gülümsemekle yetinip “Sayılmaz,” diyorum.
O da gülümsüyor. “Eh… iyi dersler o zaman.”
Topluluk Tarihi sınıfına yürürken alt dudağımı kemiriyorum. Caleb, sorularımı asla doğru dürüst cevaplamaz.
Camlardan içeri sızan ışıkla daha geniş görünen koridorlar çok kalabalık. Farklı topluluktan akranlar, sadece bu koridorlarda biraraya geliyor. Bugün kalabalıkta farklı bir enerji var, son gün çılgınlığı olsa gerek.
Uzun, kıvırcık saçlı bir kız kulağımın dibinde, “Hey!” diye bağırıp uzaktaki arkadaşına el sallıyor. Ceketinin kolu yanağıma çarpıyor. Sonra Bilgelik’ten mavi kazaklı bir oğlan beni itiyor. Dengemi yitirip sertçe yere düşüyorum.
“Çekil yolumdan kasıntı,” diye azarlıyor, sonra yoluna devam ediyor.
Yanaklarım yanıyor. Ayağa kalkıp üstümdeki tozları silkeliyorum. Düştüğümde birkaç kişi durdu ama hiçbiri yardım önermedi. Koridorda kenara çekilirken gözleriyle hareketlerimi takip ediyorlar. Son birkaç aydır topluluğumuzdan olanların başına böyle şeyler geliyor -Bilgelik üyeleri, Fedakarlar hakkında düşmanca yazılar yazdıkça okuldaki durumumuz etkileniyor. Topluluğumun gri kıyafetleri, düz saç kesimleri ve alçakgönüllü inançları gereği, aslında kendimi kolayca unutabilmeli, diğer herkesin de beni hatırlamamasını sağlayabilmeliyim. Ama son zamanlarda, doğrudan diğerlerinin hedefi halindeyim.
Binanın E kanadında bir pencerenin önünde durup Cesurlar’m gelmesini bekliyorum. Bunu her sabah yapıyorum. Saat tam 07:25’te, Cesurlar hareket halindeki trenden adayarak cesaretlerini kanıtlamaya çalışıyor.
Babam onlar için ‘haylazlar’ diyor. Hepsi simsiyah giyiniyor ve hem hızmaları hem de dövmeleri var. Cesurların varoluş amacı, şehrimizi saran çitleri korumak. Ama bizi hangi tehlikelerden korudukları hakkında hiçbir fikrim yok.
Beni irkiltmeleri gerekiyor. Burunlarına taktıkları metal halkanın, onların en değer verdiği erdem olan cesaretle ne ilgisi olabileceğini anlayamıyorum. Yine de gittikleri her yerde onları gözlüyorum.
Tren düdüğü kulaklarımı tırmalıyor, ses göğsümün içinde titreşiyor. Tren, demir raylar üzerinde ciyaklayarak okulun önünden hızla geçerken farları yanıp sönüyor. Ve son birkaç vagon gözden uzaklaşmadan hemen önce, siyah kıyafetler giymiş genç erkek ve kadınlar, kimi düşerek kimi yuvarlanarak, kalanlarıysa dengelerini bulana kadar birkaç adım boyunca sendeleyerek, hareket halindeki vagonlardan adıyor.
Oğlanlardan biri kahkaha atarak kolunu bir kızın omzuna doluyor.
Onları izlemek çok aptalca bir iş. Pencereye sırtımı dönüp kalabalığı yarıyorum ve Topluluk Tarihi sınıfına doğru ilerliyorum.
İKİNCİ
BÖLÜM
Sinav öğle YEMEĞİNDEN sonra başlıyor. Kantindeki uzun masalarda oturuyoruz. Sınav yöneticileri, her sınav odası için birer kişi olmak üzere on öğrencinin adını okuyor. Masada Caleb’ın yanında, komşumuz Susanın karşısında oturuyorum.
Susanın babası iş için şehri dolaşıyor, o yüzden arabaları var ve her gün kızını okula getirip götürüyor. Bizi de okula bırakmayı önerdi ama Caleb’a göre erken çıkmayı tercih ediyormuşuz ve rahatsızlık vermek istemezmişiz.
Tabii ki istemeyiz.
Sınav yöneticileri genellikle Fedakarlıksan gönüllüler oluyor ama her sınav odasında bir Bilge, bir diğerindeyse bizim sınavımızda gözetmen olacak bir Cesur var çünkü kurallara göre kendi topluluğumuzdan biri bize sınav yapamaz. Kurallar aynı zamanda sınava hazırlanamayacağımızı da söylüyor, o…
“Uyumsuz” için 7 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıUyumsuz
- Sayfa Sayısı516
- YazarVeronica Roth
- ÇevirmenUğur Mehter
- ISBN9786051420646
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm , Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2014-05
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tears Of Love Shams-i Tabrizi ~ Sinan Yağmur
Tears Of Love Shams-i Tabrizi
Sinan Yağmur
You will breathe in the climate of mysticism as you read the life story of Shams al-Tabrizi who exerted great efforts to train the...
- Nietzsche Ağladığında ~ Irvin David Yalom
Nietzsche Ağladığında
Irvin David Yalom
en ve Motosiklet Bakım Sanatı, Lila, Azizler ve Âlimler ve Cuma‘yı sevenler için yeni bir düşünce romanı sunuyoruz: Nietzsche Ağladığında. Yine yoğun ve sürükleyici....
- Sessiz Tanık ~ Altın Kitaplar
Sessiz Tanık
Altın Kitaplar
Emily'nin başına gelenler için herkes yaramaz köpeği suçladı. Ama topa basarak merdivenlerden düşen Miss Emily bunun bir kaza olmadığına, akrabalarından birinin kendisini öldürmek istediğine inanıyordu. 17 Nisan'da Hercule Poirot'ya bir mektup yazarak şüphelerini dile getirdi. Her nedense mektup ünlü dedektifin eline 28 Haziran'da geçti... Ama bu arada iş işten geçmiş, Emily ölmüştü...
Şaane bir kitap ! 3 kitaplık bir serinin ilk kitabı, şu anda ikinci kitap olan KURALSIZ ı okuyorum… Bittiğinde onunla ilgili yorumlarımı da aktarırım…
aynencanım
Evet müthiş bir kitap hem güzel hem acayip bayıldım
oh my gat!!!!!!superrrrrrrrrrrr
Efsane kitap.yazara teşekkür ediyorum.
tek kelime ile muhteşem bir kitap. serinin ilk kitabı ve toplam 4 kitaplık bir seri fakat 4. kitap olan dört 2. baş rolün önceki hayatını anlatıyor. ben bu serinin kitaplarının her birini en az iki kere okudum filmide var ilk 2 filminide 9 kere izledim muhteşem bir seri aşırı derecede tavsiye ederim
Yani güzel bir kitap Bende kitap okumayı seven biriyim