Tutkuya giden yolu açmak için küçük bir tuzak kurabilirsiniz; romantik bir aşk tuzağı…
İyi eğitimli olmasına rağmen sosyetenin bir parçası olma fikrinden hoşlanmayan Miranda Chase, günlerini amcasının kitapçısında çalışarak geçirmekteydi. Çalıştığı kadar okumaya fırsat bulduğu için de memnundu. Bir gün, inanılmaz derecede sürükleyici bir aşk hikâyesini okurken kafasını kaldırdığında, karşısında onu gördü: Vikont, Maximilian Downing.
Bu karşılaşma sadece bir tesadüf müydü yoksa kurulmuş, romantik bir tuzak mı?
***
BÖLÜM BİR
Bir numaralı sır:
Baştan çıkarmanın ilk kuralı oltaya yemi takmaktır.
Londra, 1820
Miranda Chase zamanla aşınarak pürüzsüzleşip yumuşak bir dokuya kavuşan ahşap tezgâha eğildi. Dalgın dalgın parmağını saçına doladı, tırnağıyla oynamaya başladı. Kulağının dibindeki bu hafif, istikrarlı bir tempoyla devam eden ses eşliğinde, önündeki kitabı soluk bile almadan okumaya başladı.
“Daha hızlı,” diye mırıldandı. “Hayır, bahçeye değil, zaten o da senin oraya gitmeni istiyor. Kuleye kaç. Kapıyı kilitle.”
Ama kitabın kadın kahramanı, labirent şeklindeki çalı bahçesine daldı. Bu dolambaçlı yol, ya arzu ettiği özgürlüğü ona verecek, ya da onu sonsuza dek şeytanın pençelerine teslim edecekti.
Zihnindeki labirentten gelen kalın bir ses duydu. “Aydınlanma ile ilgili kitaplar ne tarafta acaba?”
Kötü adam kadın kahramanın bulunduğu yere doğru ilerlerken, Miranda onun sıcak nefesini hisseder gibi oldu. Dumanlı ses tonuna uygun, şeytani ve kışkırtıcı nefesi.
Miranda gözünü sayfadan ayırmadan, dalgın dalgın karşı köşeyi gösterdi. “Sağdan üçüncü raf.”
Müşterinin birbirine dolanmış çalılar ve gittikçe daralan labirentteyken araya girmesine aldırmadan, kadın kahramanına geri döndü. Kötü adam ile arasında bir çalı duvar kalmıştı sadece. Adam yol ayrımından sağa dönerse…
“Peki ya şey…”
“Hmmm?” Miranda mırıldandı, bir an konsantrasyonu bozuldu. Keşke Peter hastalanmasaydı. Miranda akşamüstü vardiyasını almak zorunda kalmayacaktı. Basımdan yeni çıkmış olan tanıtım kitabı daha bu sabah gelmişti. Barların kokteyl saatlerinde pek gelen giden olmuyordu. Karşısında duran müşteriyle de, amcasının yalvarmaları yüzünden kavga etmedi.
“Şey bölümünü…”
Kötü adam labirentteki yol ayrımından sağa dönmüştü. Miranda başını iki yana salladı. Kadın kahramana, kuleye saklanması gerektiğini, dışarıda dolaşmaktan hayır gelmeyeceğini söylemişti. En iyisi, güvenli ve rahat olan yerde kalmaktı.
“Hanımefendi, beni dinliyor musunuz?” Kısık, çatallı bir ses. Sanki sesin sahibi gece fazlasıyla dağıtmış ve sabah yeni uyanmıştı. Çekici bir ses. Tıpkı kitaptaki, tatlı diliyle herkesi kandıran kötü adamın sesi gibi. Asil kahramanın ise daha net ve berrak bir sesi vardı. Keşke kadın kahraman tatlı dili kötü adam tarafından bir anlığına baştan çıkarılmasaydı.
“Hanımefendi?”
“Hmmm.” Tatlı dilli şeytan gittikçe yaklaşıyordu.
“Şey bölümü, diyorum…” Sesinin tonundaki bu ifade eğlence mi, yoksa alay mı? Sürekli müşterilerin yanı sıra, Miranda işe gelmeyen birinin yerine baktığında, müşteriler sipariş vermek ya da parasını verdikleri ürünü teslim almak dışında, onunla pek iletişim kurmazlardı. Özellikle de kalitesi sesinden beli olanlar. Yavan sesler, sıkıcı tonlar. Belki biraz da tahriş olmuş. Ayaktakımına bir şeyler danışmak için pek çaba sarf etmezlerdi bunlar.
Ama alışılmadık şekilde sıcak gelen bu seste ilgi vardı. Hecelerde. Sanki sesin sahibi isimsiz bir tezgâhtarla değil de, doğrudan Miranda’yla konuşuyordu. Kalitesizliklerini maskelemek için kitapçıda yeterince klasik olmadığından şikâyet eden kendini beğenmiş beyefendilerde sıkça duyulan o genizden gelen ses değildi. Bu tip adamlar iddialarını, çalışanlar üstünde uygulamayı ve onlarla fikir çatışmasına girmeyi pek severler, ama asaletlerinin gerektirdiği gibi davranmazlardı.
Miranda bazen onların karşısında cahilmiş gibi davranmakta zorlanırdı. Sakin, nazik, tartışmaya girmeyen, işine saygılı yeğen… işte Miranda Chase buydu, tezgâhtar. Kontrolsüz enerjisini, düşüncelerini bir düzene sokacağı mektuplar ve yazışmalara harcaması, böylece tutkularından arınması daha iyiydi.
Ama bu ses… kesik kesik konuşan bu ses, tartışma ya da çatışmanın değil, balo salonlarının ve yatak odalarının sesiydi.
Miranda dikkatini dükkâna yöneltti. Ne sormuştu bu adam?
“Seks.”
Miranda bir anda gözünü kitaptan ayırdı, kadın kahraman, sırtı böğürtlen çalısını dayalı vaziyette donup kaldı. Yüzüne bakmadığı adam, Miranda’nın sorduğu soruya bu cevabı vermişti.
Şok olmuş bir halde gerçek dünyaya döndü, başını kaldırdı, kömür karası ve şaşırtıcı bir beyazlıkla karşılaştı. Parmağına doladığı saçı çözüldü, elindeki kitabı küt diye tezgâha bırakıverdi. Konuşmak için bir müddet çabaladı. Hafifçe öksürdü, annesinin katı görgü kurallarını ve önündeki adamın onu böyle şaşırtmasına izin vermemesi gerektiğini hatırladı.
“Efendim?”
“Ah, sonunda dikkatinizi verdiniz.” Eğlence, evet. Alay, kesinlikle. “Ancak yine de, sorumu üç farklı şekilde tekrar etmek zorunda kaldım. Dikkatinizi çeken ise sonuncusu oldu.” Biçimli siyah kaşını kaldırarak güldü. “Ne kadar enteresan. Cevabınız nedir?”
“Siz bana seks yapmayı mı teklif ettiniz beyefendi?”
Adamın yüzünde tuhaf bir gülüş belirdi, bu da önceki gülüşü kadar çekici, ama daha gizemliydi. “Erotik kitaplar bölümü nerede diye sormuştum. Ancak talimatları geçip doğruca eyleme geçme konusunda katılım sağlarsanız da, çok memnun olurum.”
Miranda adama dik dik baktı. Elinde değildi. Böyle şık -ve erkeksi- giyinmiş biri her gün gelmiyordu amcasının dükkânına. Ve bu kadar erkeksi bir adam… Miranda kımıldamadan dururken bile hareket ediyormuş gibi görünen adamın bakışları altında doğru sözcüğü bulmaya çalıştı… her gün böyle uygunsuz bir teklifte bulunmuyordu. Sokakta peşini bırakmayan erkeklerin gözlerine hitap etmek için giyinen Georgette’e böyle teklifler geliyor olabilirdi, ama Miranda Chase’e, hayır.
Üstündeki basit elbiseye baktı. Her şey yerli yerindeydi. İliklerin arasındaki boşlukta görünen bir yeri yoktu, eteği açılmamıştı, bir erkeği olağan dışı şeyler düşünmeye itecek bir durum yoktu.
Adam başını yana yatırdı, neşeli bir şekilde gülüyordu hâlâ, sanki suratına yapışmıştı bu gülüş. Sonra hafifçe, sevgi dolu bir ifadeyle yumuşadı. Cilalı maskenin altındaki sertlik. “Duruma uygun giyinip giyinmediğinize mi bakıyorsunuz?”
Tamamen şaşkına dönen ve kulaklarına inanamayan Miranda, muhtemelen biraz da aptallaşmış bir halde, dik dik bakmaya devam etti. “Siz…” Bir an duraladı, adamı inceledi, siyah gözlerine daha dikkatli bakmak için kaşlarını çattı. “İyi misiniz, beyefendi?”
“Çok iyiyim, evet.”
Miranda onun terziden çıkmış elbisesine, zayıf ve güçlü yapısına baktı. Onu sarmalayan bu sadelikte bile yırtıcı bir mizacı olduğunun belirtileri vardı. Hararetle odaklanışı, güvenli bir tavırla tezgâha eğilişi, onunla ağırkanlı bir tavırla konuşması. Genç kızların bucak bucak kaçtığı, olgun kadınlarınsa kollarına atladığı, tanımlanamayan, tamamen erkeklere özgü bir nitelik. Georgette şimdi burada olsa kirpiklerini kırpıştırmaya, eteğini hafiften yukarı sıyırmaya başlamıştı bile. Bir de Miranda’yı dirseğiyle dürtüp onun da aynı şeyi yapmasını isterdi. Neşeli bakışlarındaki ciddiyet eksikliğini vurgularmış gibi siyah ve beyaz bir çalışma.
Batmakta olan güneşin ışıkları dükkânın tozlu camına vuruyor, şaşırtıcı beyazlıkta bir tene sahip olan adamın, koyu renk kıyafetiyle ve sağ taraftaki gölgelerle tezat düşen yüzünün sol yanını aydınlatıyordu.
Ve elleri…
“İyi misiniz, bayan?”
Yine o alaycı ifade. Çatallaşmış sesine işlemiş. Miran- da’nın hayalleri ansızın son buldu.
“Oldukça.” Kaldığı sayfaya bir kâğıt parçası koyup kitabı kapattı, tezgâhın altına koydu. Sadece bir müşteriydi bu adam. İşini bitirir bitirmez de gidecekti. İdare edilmeyecek bir durum yoktu. Miranda az önceki gibi tutuk değildi. Neşeyle gülümsedi. “Size nasıl yardımcı olabilirim?”
Ama adam hafifçe gülümsedi, gözü Miranda’nın kitabına kaydı.
Çok güzel ve sert olmayan dudakları vardı.
Miranda tedirgin bir tavırla, kitabına dokundu, bu tür düşünceleri bastırmaya çalıştı.
“Beyefendi?”
“Ne okuyorsunuz?”
Miranda, adamın dikkatini dağıtmak amacıyla, tezgâhta duran, hepsi de çok meşhur olan satılık kitapları düzenledi. “Yeni kitaplarımız geldi, hepsi de şahane. Seçmenize yardımcı olabilir miyim?”
“Sizin okuduğunuz kitabı istiyorum.” Adam neşeyle güldü.
Başkalarının göreceği şekilde kitap okuyarak risk almıştı, ama o kadar çok istemişti ki, şeytana uymak zorunda kalmıştı.
Miranda gülümsedi. “Maalesef o kitap tektir. İstediğiniz başka bir şey…”
“Başka yok mu? Burası kitapçı ve basımevi değil mi?” Adam yapmacık tavırlarla dağınık raflara baktı. Sağ elini yıpranmış tezgâha koydu.
“Öyle. İstediğiniz kitabı getirtebiliriz, elbette.” Miranda başını kaldırıp saçını kulağının arkasına attı. “Ama bu kitap henüz geniş baskıya girmedi, o yüzden biraz beklemeniz gerekecek, maalesef.”
“Siz nasıl edindiniz peki?” Miranda’nın tepki vermesine fırsat kalmadan, adam parmağını uzatıp kitabın cildine dokundu. “Özellikle de bunu.”
Adamın parmakları eldivenli elini sıyırıp geçerken Miranda’nın kalbi duracak gibi oldu. “Ben… şey…” diye kekeledi, nefesini kontrol etmeye çalıştı. “Sanırım şansım varmış, beyefendi.”
Son Gotik romanın ön sürümüydü bu kitap. Çok popülerdi. Adamı alaycı ifadesine bakılırsa, kitabın ne olduğunu biliyordu. Erkeklerin çoğu bu tür kitaplardan korkuyla uzaklaşırdı. Sanki en son sayfada pusuya düşecekler, ya da kadın zihninin sırlarını çözeceklermiş gibi.
“Hemen okumak istediğim bir kitabı sipariş verip bekleyecek kadar sabrım yok.”
Miranda başını salladı. Adamın parmaklarının sıyırıp geçtiği yere dokunmamak için kendini zor tutuyordu. Bu adamda onu rahatsız eden bir şeyler vardı. En derin sırlarını açığa çıkarabileceğini anlatan imalı bakışı vardı. Parmakları kendiliğinden o noktaya dokundu, içinden yükselen sıcaklığı hissetti. “Sizi anlıyorum. Dediğim gibi, kitap basılıp dağıtıma çıkar çıkmaz getirtiriz.”
Adamın beyaz gömleğinin sol yanı gölgede kalmış, kararmasına sebep olmuş, gömleğinin diğer tarafı ise bembeyaz kalmıştı. Sadece siyahlar giymiş olsaydı da hakkını vereceğine dair bir hisse kapıldı, sadece fiziksel anlamda değil.
Başka bir dünyadan çıkıp gelen bir adam, aklına tuhaf şeyler getiriyor, utanç verici şeyler yapmasına sebep oluyordu. Teninin ürpermesine yol açıyordu.
“Ekspres gönderi için ilave ödeme yapabiliriz, dilerseniz.”
Adam eninde sonunda bu oyuna bir son verecekti. O kitabı almak istediği falan yoktu.
“Elinizdeki baskı için iki pound veririm.”
Miranda’nın deri ciltli kitabın üstündeki eli tereddütle kımıldadı, bakışları dondu kaldı. “Efendim?”
“İki pound. Hemen.”
Miranda iki pounda dünyanın kitabını alabilirdi. Ya da yeni bir elbise. Ya da küçük zulasında, kötü günler için saklardı bu parayı.
Adam elini cebine attı. Alay etmekten bıkmış gibi duruyordu.
İki pound.
Ama adamın konuşma tarzında, Miranda’yı savunmaya geçiren bir şey vardı.
Aslında adamın her şeyi onu savunmaya geçiriyordu. Başta aşağı şık giyinmiş, ama eldiven takmamıştı. Sanki gölgelerin altında uzun, lezzetli, bedensel bir sır saklıyor gibiydi. Tehlikeliyim, diye bağırıyordu.
“Hayır, teşekkür ederim. Ben…”
“Dört pound.”
“…rica edeceğim…”
“Yirmi pound o halde.”
Miranda öksürmeye başladı. Yirmi pound. Bir yılda bile o kadar para kazanmıyordu. Bütün tanıdıklarını kullanıp, Patemoster Row’da erken basılmış bir kopya için pazarlık edebilirdi, yirmi pounda.
Ama bu kopya çok değerli bir hediyeydi. Aldığından beri başı dönüyordu. Ve kitabın en heyecanlı yerindeydi. Neler olacağını öğrenmek istiyordu. Adamdan, Row’da başka bir ön sürüm bulana kadar beklemesini isteyebilirdi, tanıdıklarından biri beş pounda bu işi halledebilirdi, ama içinden bir ses, karşısında duran bu adamın böyle bir anlaşmaya razı gelmeyeceğini söylüyordu.
Adamın duruşundan ve gözlerindeki alaycı, imalı ifadeden anlamıştı bunu. Bu bir oyundu. Yirmi poundu verecekti. Ödeyebilirdi, duruşunda, başını yana yatırışındaki sertlik ve asaletten anlıyordu bunu. Bu, onun için bir oyundu.
“Çok cömert bir teklif, ama reddetmek zorundayım.” Yirmi poundu geri çevirmek canını yakmıştı. Eline geçecek her bir kuruş, seyahatlerine imkân sağlayacaktı ve yirmi pound, birkaç kuruştan çok daha büyük bir paraydı. Ama kitapları seviyordu. Ve kitaplar ona beklenmedik, değerli bir hediye vermişti. Sonunda kıta turuna çıkabilecekti, planlanan, ama sonra iptal edilen Büyük Tur.
Dalgın dalgın bacağındaki yara izini ovdu. Artık hayatı seviyordu.
Düşüncelerinden sıyrıldı. “Kusura bakmayın, ama kitabı çok severek okuyorum ve bitirmek istiyorum.” Mantranın…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) +18 Kitaplar Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıTutkunun Sırrı
- Sayfa Sayısı384
- YazarAnne Mallory
- ÇevirmenFeyzan Kiper
- ISBN9786055092733
- Boyutlar, Kapak14 x 20 cm , Karton Kapak
- YayıneviNemesis Kitap / 2014-04
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Akıl Çağı – Özgürlük Yolları 1 ~ Jean-Paul Sartre
Akıl Çağı – Özgürlük Yolları 1
Jean-Paul Sartre
20. yüzyılın en özgün seslerinden biri olan Fransız yazar ve düşünür Jean-Paul Sartre’ın yaşamöyküsü, art arda sıralanmış bir reddedişler bütünü olarak tanımlanabilir. Sartre Tanrı’yı,...
- Genç Werther’in Acıları ~ Johann Wolfgang Goethe
Genç Werther’in Acıları
Johann Wolfgang Goethe
Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle bugün dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Goethe, henüz yirmi beş yaşındayken yazdığı Genç Werther’in Acıları’nda, kısa bir süre...
- Ölümsüz ve Çaresiz ~ Mary Janice Davidson
Ölümsüz ve Çaresiz
Mary Janice Davidson
Betsy, Ölümsüzler Kraliçesi olabilir ama hâlâ ayakkabı görünce gözü dönüyor! Vampirler kraliçesi Betsy Taylor, tüm isteksizliğiyle ölümsüzlerin alabora olmuş dünyasını yönetmeye devam ediyor. Ancak...