“Sadece iyi anlatılmış değil, aynı zamanda hızla akan bir hikaye.”
Washington Post
“Heyecan verici, elinizden hiç düşürmeyeceğiniz bir kitap.”
Daily Telegraph (Londra)
“Keskin ve canlı diliyle, diğer yandan muhteşem aksiyon sahneleriyle olağanüstü bir gerilim romanı.”
Chicago Tribune
Sadece dünyanın değil, evrenin bile geleceğini etkileyecek bir formül… Formülün peşine düşen uluslararası terör örgütleri, sayısız casus ve hiçbir ilgisi yokken kendini ateşin ortasında bulan bir kadın… Amerika’dan başlayıp Avrupa’ya sıçrayan, İstanbul da da son bulan, casusların sıradışı oyunu. İhanet Çıkmazı, nefesinizi kesecek!..
***
Margaret için…
GİRİŞ
Ön büronun arkasındaki yanık tenli adam ona baktı, tanıdı ve tek kelime etmeden gözlerini indirdi.
Tabii. Katil son iki gece, Epstein çifti akşam yemeğinden dönerken yanlarında yürüyerek kendisini otel lobisinde iki kez teşhir etmişti. Gece sorumlusu da normal olarak katili onların oğlu sanmıştı. Yakın plandan bakılınca, üzerinde Venezia, Mi Amore yazılı bir tişört ve elinde rulo yaparak taşıdığı dergisi ile zengin Amerikalı bir turistin şımarık oğlundan farksızdı.
Resepsiyon görevlisinin onun gelişiyle ilgili şüphe duymadığından emin olduktan sonra, katil gözlerini kaçırarak lobiye girdi. Merdivenlerden üçüncü kata çıktı ve nemli, ıssız koridora ulaştı. Daha önce otele geldiğinde, koridoru takip etmiş ve arka kapıdan oteli terk etmişti. Ancak, bu sefer 33 numaralı odanın önünde durdu; kapıya kulağını dayadı ve dinlemeye çalıştı.
Önce sadece hışırtı sesleri geldi. Sonra sifon sesi gürledi. Aynı anda da CNN televizyon kanalının sesi geldi.
Sonra bir kadın sesi: “Yarın Cafe Lavena olur mu?”
Adam, kapıya yakın bir yerden homurdandı. Bu iyiydi; katil öncelikle adamla yüzleşmek istiyordu.
Bermuda şortunun belinde, bol tişörtünün gizlediği iki obje vardı. Yalnız olduğunu teyit etmek için iki tarafına da baktı.
Sonra, belinin sağ taralındakini çıkarttı ve rulo yaptığı derginin içine gizledi. Bu, on beş santimlik siyah bir metaldi.
Sol eliyle kapıyı çalarken sağ eliyle de silahı kaldırmıştı. Derginin kapağında Rolling Stone logosunun bir parçası yer alıyordu. Kıvrılan bölümünde ise sadece ing Sto kısmı görülüyordu.
Adam, “Kim o?” diye sordu.
Katil, olabildiğince yavaş bir sesle, “Oda servisi.” dedi.
“Oda servisiymiş. Birşey ısmarlamış miydin?” dedi adam.
“Birşey ısmarlamadım.” diye karşılık verdi karısı.
Kapı açıldı. “Korkarım ki yanlış odaya…”
Katil, derginin içindeki tüpü kaldırdı, horoz çubuğunu asıldı ve ateşleme tetiğini çekti. Aletin içindeki asit ampulü kırıldı; bir gaz bulutu doğrudan adamın yüzüne püskürdü.
Adam şaşkınlık içerisinde dona kalırken, katil içeri girdi. Dergiyi yere attı ve şortunun içinden ikinci aleti çıkardı; yine kısa bir tüptü bu. On sekiz santim uzunluğunda ve gümüş.
Kadın, yatakta oturuyordu. Bir yandan çıplak ayağını ovuştururken, bir yandan da televizyon izliyordu. Kafasını çevirdi ve anlamsızca odaya giren çocuğa baktı. Kocası, hâlâ ayaklarının üzerinde duruyordu, ancak biraz yalpalıyordu.
Kocasının dizleri büküldüğünde, katil yanından geçti. Elindeki aletten bir ip çıkardı, kadının sağ tarafına geçti. Kadın hâlâ anlamsız bir şekilde kocasına bakıyordu. Katil kordonu kadının boğazına geçirdi ve tüm gücüyle çekti.
Bulunduğu açıdan sadece çırpınışını ve yanaklarının yumuşak kıvrımını görebiliyordu. Yanağının altına doğru kısa tüyler vardı. Şakaklarında ise belli belirsiz damarlar. Katil ipi çekmeyi sürdürdükçe, damarlar önce mavi, daha sonra da kızgın bir kırmızıya dönüştü.
Otuz saniye sonra her şey bitmişti.
Kapı hâlâ aralıktı. Katil geri dönüp kapıyı kapattı ve kilitledi. Derginin içinden düşen zehirli gaz tabancasını aldı, yatağa doğru ilerledi ve yeniden hazır hâle getirdi.
Her şey çok sessizce halolmuştu ve araştırma yapması için zamanı kalmıştı, Keyes, ona ne arayacağını söyleyemediği iyi olmuştu. Bilimsel bir formül, evet, ama hangi şekilde? Mikrofilm, üzerinde formül olan bir kağıt parçası, bir ses kaydı, dijital bir alet, bazı kenarlan kıvrılmış bir paket iskambil kağıdı… Hepsi olabilirdi.
Araştırmaya sessiz ama hızlı hareketlerle başladı.
CNN, Filistin mülteci kampları konusunu işliyordu. Bir yandan çalışırken bir yandan da aralarda ekrana bakıyordu.
Çiftin bavullarında, bedenlerinde ya da adamın cüzdanında belirli bir bilimsel formül bulamamıştı. İkinci sıradaki saklama yerleriyle devam etti; yatağın altı, aynanın arkası, tuvalet sifonunun arkası. Yoktu. Tekrar odanın ortasına geldi ve durumu değerlendirdi.
Adam, diferansiyel geometri uzmanıydı. Bir matematikçi. Sofistike saklama metotlarıyla ilgisi olamazdı. Daha çok oyun kağıtlarının kenarlarını kıvırma gibi akıl oyunlarına aşina olmalıydı. Ancak “Uygulamalı Veri Sistemleri” için çalışıyordu ve farklı insanlarla tanışıp farklı şeyler öğrenmiş olmalıydı.
Katil, adamın farklı yöntemler öğrenmiş olabileceği varsayımları üzerinden hareket edecekti.
Komodinin üzerindeki, cesetlerin ceplerindeki ve kadının cüzdanındaki bozuk paralara baktı. Paralarda delik yoktu. Kadının saç fırçasına baktı, gizli bölmesi yoktu. Telefon ahizesini söktü, ancak makinesinden başka bir şey yoktu. Tekrar monte etti ve boş bir şekilde CNN’e baktı bir diş macunu reklamı vardı ve sonra devam etti.
Adamın tıraş fırçası ve tıraş kremi olması gerektiği gibiydi. Odada dizüstü bilgisayarı yoktu. Odadaki tek elektronik alet, basit bir CD çalardı. Katil, pilleri çıkardı ve hazneyi eliyle kontrol etti. Piller normal pillerdi.
Endişe solucanı midesini kemirmeye başlamıştı. Bunu engellemek için elinden geleni yapmıştı.
Küçük girişte sere serpe uzanmış olan adamın cesedinin yanına geldi ve yanına diz çöktü. Araştırmasına cesede daha yakından konsantre olarak devam etti. Gözlerden ikisi de yapay değildi. Bacaklar takma değildi. Adamın bedeninde yapay hiç birşey yoktu.
Tekrar ayağa kalktı, odada yürüdü ve kadına ikinci kez baktı.
Hiçbirşey yoktu.
Midesindeki solucan bu defa daha kuvvetli olarak yeniden hareketlenmişti.
Elbise dolabına gitti ve ikinci kez adamın cüzdanına baktı. Kredi kartlarında yazan isim Steven Epstein’dı. Visa, MasterCard ve American Express kartları vardı. Bir ipucu bulmak niyetiyle, plastikler üzerindeki rakamlara baktı. Cüzdanı kenara koydu ve bavulların yanına çömeldi. Bir fotoğraf makinesi buldu, filmi çıkardı ve cebine attı. Belki de adam formülün resmini çekip öyle yok etmişti. Sonra, çiftin uçak biletlerini incelemeye koyuldu. Koltuklarında ya da uçuş numaralarında gizlenmiş birşeyler olabilirdi. Ancak her şey çok normal görünüyordu.
Biletleri elledi ve aklına bir şey geldi.
Steven Epstein, birinci sınıfta uçuyordu ve yeri de koridordu. Bunda garip olan ne vardı?
Sonra şunu merak etti: Gemi yolculuğu evrakları neredeydi?
Ona verilen bilgiye göre, çift ertesi gün bir yolcu gemisine binecekti. İşte bu yüzden bu gece harekete geçmişti. Ancak gemiyle ilgili evraklar yoktu.
Biletlere tekrar baktı. New York’a uçuş tarihi 2 gün sonrasına aitti. Planlarını mı değiştirmişlerdi?
Biletlere bakarken aklına yeni birşey geldi. Bileti kenara koydu ve adamın pasaportunu buldu.
İsim: Epstein, Steven. Uyruk: Amerika Birleşik Devletleri. Doğum Tarihi: 21 Ekim 1947. Sonra tekrar cüzdana baktı.
Montana’dan alınmış ehliyete baktı ve kaşlarını çattı. Gariplik o kadar belirgindi ki. Yine de ilk bakışta dikkatini çekmemişti. Montana mı?
Aniden cebindeki resmi hatırladı. Keyes, yüzü ezberledikten sonra resimleri yok etmesi gerektiğini söylemişti ama kendine güvenemediği için kuralları yıkmıştı.
Resimdeki adam, kapıyı açan adamdan en az on yaş daha gençti.
Katil, odadaki iki cesede baktı. Sessizce küfür etti.
Oda görevlisi ona yanlış odayı söylemişti. Yanlış Epstein.
Biraz uzakta ayakta durdu. Dizleri, endişeyle hafifçe titredi. İki cesede bir kez daha baktı. Sonra yeniden küfür ederek cebindeki fotoğrafı buruşturdu. Aletlerini topladı ve geriye bakmadan odadan çıktı.
BİRİNCİ BÖLÜM
BİR
1.
Kamara, otuz metrekare genişliğindeydi.
Duvarları düz beyaz plastikti. Yatağın üzerinde at sırtında altı sarıklı adamı temsil eden bir baskı resim asılıydı. Halılar sert, kıllı ve yapay mavi renkteydi. Kapının karşısında geniş ve yuvarlak bir pencere vardı – bir lomboz diye düşündü Hannah Gray. Ama aklındaki lombozdan çok daha büyüktü bu.
Lombozun altında, kısa bacaklı maun bir masa vardı. Üzerinde bir lamba, leylaklarla dolu bir vazo ve meyve tabağı duruyordu. Hannah sırtını kapıya verdiğinde sol taraftaki duvara yapışık küçük bir çalışma masası, duvara monte bir televizyon ve küçük bir mini bar görüyordu. Sağ tarafta ise geniş bir yatak, ayaklı bir lamba ve bir şifonyer vardı. Şifonyerin üzerinde ise 12:00’yi gösteren bir radyolu saat bulunuyordu.
Mini barın içinde bir şişe şampanya, iki soğuk bardak, Evian suyu, bir kutu Avustralya fındığı ve bir çift pil bulmuştu. Masanın çekmecesinde iki paket Bonine deniz tutması ilacı, plastik bir bilezik, bir çift köpük kulak tıkacı ve Transderm Scop markalı bir kondom bulmuştu.
Kondomu aldı ve elinde ters çevirdi.
Bir dakika sonra yerine koydu, çekmeceyi kapattı ve denetlemeye devam etti.
Banyo ve kamaranın içi küçük ve topluydu. Beş dakika sonra görülebilecek her şeyi görmüştü; kendini yatağa bıraktı. Gemi, limandaki dalgalara hafifçe eşlik ediyordu ve midesi bulanmaya başlamıştı.
Yatağın arkasındaki hoparlörden, geminin eğlence departmanı sorumlusunun sahte bir neşe gizli sesi yankılandı: “Bayanlar ve Baylar. Aurora II gemimize hoş geldiniz! Pencerelerimizden Venedik Başkanlık Sarayına bakarsanız; 1201 yılı Nisan ayında Comte Thibaut’un nakliye ve savaş gemilerini kontrol altına almak için gelen elçilerin gördüğü manzaranın aynısını görmüş olursunuz. Tabii bu ziyaret, sonrasında Dördüncü Haçlı Seferi’ne dönüşmüştür…”
Hannah kıpırdamadı. Pencereler, diye düşündü. Lombozlar yerine pencereler, demişti.
Biraz hayal kırıklığına uğrar gibi oldu.
Chicago’da zaten pencereleri vardı.
2.
İki saat sonra eğlence departmanı sorumlusu Aurora Il’nin salonundaki pistin başında durmuş, kelimesi kelimesine aynı cümleleri mikrofonla tekrar ediyordu.
“Yolculuğumuzu sürdürürken, geçmiş de bizim için canlanacak. Asırlar önce bu adamların deneyimlediği yolculuğa bizler de eşlik edeceğiz. Bir Ayasofya’nın ya da Aziz Mark’ın mozaiklerinin 1204 yılında seyahat edenler üzerinde ne denli etki yaptığını düşünebiliyor musunuz?”
Her yer parlıyordu; cilalı tahta yer döşemeleri, parlak ipek duvar kağıtları, parlak Akdeniz’e bakan, sırayla dizilmiş lombozlar- pencereler. Bir kenarda yemek alanı vardı. Cam avizeler, dantel kenarlı masa örtüleri ve köşelere konulmuş süslü püslü bir bar bulunuyordu. Diğer tarafta ise pist vardı. Başında küçük bir piyano ve stereo aletler bulunuyordu.
Yetmiş beş yaşlarında, yanak kemikleri çıkık şık bir…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap Adıİhanet Çıkmazı
- Sayfa Sayısı256
- YazarJohn Altman
- ÇevirmenEda Aksan
- ISBN9789756178348
- Boyutlar, Kapak14 x 20 cm, Karton Kapak
- YayıneviHemen Kitap / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hitler’in Meleği ~ William Osborne
Hitler’in Meleği
William Osborne
Otto ve Leni nazilerden kaçarak İngiltere’ye sığınırlar. Güvende olduklarını düşünürler fakat İngiliz Hükümet’i onları Almanya’ya geri yollamak istemektedir. Tekrar düşman hattına girerek, gizli bir...
- Ölü Ordunun Generali ~ İsmail Kadare
Ölü Ordunun Generali
İsmail Kadare
İtalyan orduları İkinci Dünya Savaşı’nda Arnavutluk’u işgal eder. Arnavut halkının büyük kahramanlığı ve direnciyle karşılaşan faşist ordular geri çekilmek zorunda kalır. İşgal bittiğinde işgalci...
- Yoldaş ~ Cesare Pavese
Yoldaş
Cesare Pavese
Giderek içine gömüldüğü yalnızlık ve hüzün yükünü taşıyamayarak yaşamını bir otel odasında kendi elleriyle noktalayan Cesare Pavese, Yoldaş’ta, geleneksel çizgisinden ayrılır; geleceğe umutla bakar...