“Ne anneler, ne eski sevgililer ne de etrafta dolanan s.tükler! Bu kez başaracam, bu kez o duvağı takcam! Hiçbir şey önüme engel olamayacak… Sen bile! Kaderimde yokmuş, falımda çıkmıyormuş, o adam bana göre değilmiş… Hiiiiiiiiiç anlamam, dinlemem, o adam buraya gelecek! Ayy hadi inşallah!”
“İskambil kâğıtlarından ev yapıyorum kendime Vale’yi saklıyorum, Kız’ı kıskanıyorum, As’la hayaller kuruyorum. Hep birşeyler eksik kalıyor, sayılar başımı döndürüyor. Fal bakıyorum maça aramızı bozuyor, papaz kaçıyor. Ve ben kâğıttan evin içine bir türlü sığamıyorum…”
Bu kitabın okuyucularına bir uyarısı olsaydı, o da “Pucca bu, anılarını mutlaka okuyun ama sakın ola ilişkinizde uygulamayın!” olurdu… Sosyal Medya’nın kraliçesi Pucca, 4. kitabı Ay Hadi İnşallah’ta yine kadın zekâsını, komikliğini, sinsiliğini, şaşkınlığını ve hani o bildiğimiz, “Ne onunla ne onsuz!” aşkı en yalın haliyle yazdı… İlk kitabından itibaren başına gelen her şeyi tüm samimiyetiyle anlatıp çoğu zaman, “Sanki beni anlatmışsın…” dedirten Pucca’nın günlüğünde bu kez en bilinen aşkı Ceri ile olan hikâyesini okuyacağız.
Her durumdan bir kavga çıkaran, her kavgada ayrılan, her ayrılıktan 10 dakika sonra barışan Pucca ve Ceri’yi okurken, bakalım siz hangi tarafta yer alacaksınız?
***
İçindekiler
Sorunumuz, Birbirimize Ait Olmayışımız…7
Kader Diyemezsin, Sen Kendin Ettin…19
Beni Üzmekten Zevk Alıyorsun…25
Yüzüğün Sonsuz Gücü ve Kudreti…31
İstiklal Caddesi, Sen Bilmezsin Ne Kıskanırlardı Seni!…39
Seni Geçtim, Baş Harfin Bile Çıkmıyor Geleceğimde…45
Ya Bir Sabah Uyanıp Beni Sevmediğini Fark Edersen!…49
Geçmişin Ne Kadar Temizse O Kadar İyi Birisin…57
Özrü Kabahatinden de Kırıcı…63
Her Kavga Edişimizde Bir Peri Ölüyor…71
Tatlım, Beyaz Atlı Prens Demişsin Ama Bu Sadece At!…75
Kurcaladıkça Sen Üzülürsün, Deştikçe Kendini Yaralasın…81
Bizi Bir Yere Koyamıyorum…89
Çözüm Gözünün Önündedir Ama Sen Yine de Denklem İstersin…95
Döndü Dolaştı Yine Sana Bulaştı…99
Ne Var Daha Çok Sevsen!…103
Başkası Yapmış Bunu, Sevmedim…109
Hayat Dediğin Şey, Sadece Akimda Kalan Anılardan İbaret…115
İyi ki Doğmuşsun, Ne Süper Bir İnsan Olmuşsun…121
Ya Tüm Hayatınız Bir Yalandan İbaretse…129
Belki de Benim İhtiyacım Sadece Sadakattir…135
Erkeğinizi Elde Tutmanın Bilmem Kaç Altın Maddesi…143
Köpekler Sahibine Benzermiş…147
İşime Yaramayan Kilisenin Papazına Halleneyim…151
Lütfen Bu Kısımda Bi Maşallah Der misin?…157
Kendimi Sana Bıraktığım An, Karabasan Oluyorsun…161
İstemediğim Ot Olsan,Hep Burnumun Dibinde Kalsan…167
Fobilerimin Başında Maalesef Anneler Geliyor…171
Uzlaşacağımız Orta Yol Bile Senin Kavşağında…175
Seni Çok Seviyorum Ama Seninle Yaşamak Çok Zor…183
Daha İleriye Gitmek İçin,Bir Adım Geri Gitmek Gerekir…187
Uzaklaştıkça Daha da İçine Gömülüyorum…197
Artık Bu Gecelerin Kadını Bile Değilim…203
Sizi Boka Batıran daAlıp 0 Boktan Kurtaran da Arkadaşlardır…209
Orospunun Yemini Penisi Görene Kadarmış…217
Ne Kadar Güzel Başlarsa Başlasın,Hep Sonunu Hatırlayacaksın…223
Üvey, Ne Kadar Yalnız Bir Kelime…229
Sırtında Tırnak İzimi Bırakacak Kadar Tutkulu Olmadım; Hep Surata Çalıştım…235
Affedersem, Tekrar Güvenirim Diye Korkuyorum…241
İnsanın Canı Çocukken Çok Yanınca,Hep Acıyacakmış Gibi Geliyor…247
Ya da Zamana Bırakalım, Belli ki Çok Kötü Koyacaksınız…251
Başka Bir Ten Çekici Değil; Aksine Çok Korkutucu…263
Allah Aşkına, Götünle Seveceksen Gelme! …271
Ben Bile Yaptıysam…277
Sen Nasıl Seversen Öyle Şekil Alırım…285
Keşke Bitseydi de Tükenmeseydik…289
Allahım, Ne Olur Bu Son Evim Olsun! …297
Başkasının Üstünde Görünce Kıymete Binen Elbise Gibi…303
İlle Bir Bahanen mi Olması Gerek Beni Sevmen İçin? …313
Ben Kendimi Sevmeyi Bile Unutmuşum…319
Mutlu Son (?)…327
***
Sorunumuz, Birbirimize Ait Olmayışımız
3 senedir bir türlü yoluna girmeyen ilişkimizi, diploması mı sertifikası mı ne olduğunu anlayamadığım bir olayı var diye kadının birine anlatıyoruz. Bu ikinci seansımız. Buraya gelmeyi ben istedim, hatta aylarca Ceri’ye yalvardım bu ilişkiyi ancak terapiyle düzeltebiliriz diye. “Yok” dedi, “Saçmalama” dedi, “Aramızdaki şeyi elâlem ne anlar” dedi, “Cins cins kadın icatları” dedi.
Allem ettim kallem ettim, ağzından girdim burnundan çıktım; kandırdım getirdim. Şimdi de pişman oldum. Adam meğer bugün gelsin diye bekliyormuş, geldiği dakikadan beri beni şikâyet ediyor. Zaten en sevdiği şey bu, yedi yirmi dört dursun dursun beni şikâyet etsin. Çok konuşmamdan, saçlarımdan, duruşumdan, nefes alışıma kadar amma derdi varmış yahu!
Şu halime bak; bacaklarım deri koltuğa öyle bir yapışmış ki pırt pırt ses çıkaracak diye kıpırdayamıyorum bile. Diz kapağımın arkasından süzülen ter damlası ayakkabıma kadar ulaştı. Göğüslerim sarkmasın diye dimdik oturmaya çalışıyorum, nefes alamıyorum bu kez. Allah aşkına ben n’apıyorum burada böyle!
Kadın geçmiş rahat koltuğa, bacak bacak üstüne atmış Çeri’nin söylediği her şeyi not ediyor. Burada rahat edemedim, yer değiştirelim desem, oraya benimle ilgili garip psikolojik sorunların Latincesinden birini yazacak. Oysa ki sorun sadece, Allah’ın belası deri koltuk! Böyle bir şeyi neden ofisine alırsın be kadın, pahalı da zaten, manyak mısın nesin! Önüme de kocaman bir saat koymuşsun zaten, her geçen dakikada paralar gidiyor diye içim içimi yiyor.
Geçen seans verdiği ödevi de yapmadım, Ceri yapmış. Ne ara yaptı o da anlamadım. Acaba doktor bu yazdığı şeyleri sonradan okuyor mudur? Rimeli topak topak olmuş, gece kesin makyajını silmeden yattı ve sabah üstünden acele acele geçmiş belli. Gömleğindeki kırışıklık ve saçını toplamasından da belli ki doktorumuz gece evine gitmemiş.
Vay, vay, vay… Artık nerede kaldıysa, günahını almayayım. Evli miydi bu kadın, evli olsa masasına insanlara mutlu aile tablosunu göstermek için iki üç yapmacık foto koyardı. Boşanmış olabilir, zaten bize de başta, “Bana gelen çoğu hastaya ayrılın diyorum” demişti. Bize ne diyecek acaba? Bana bakıyor, Allah kahretsin benden bahsediyorlar sanırım. Salak, tabii ki benden bahsedecekler, adamı anasıyla arasını düzeltmek için getirmedik buraya:
-Beyefendinin söylediği konu…
Acaba ne dedi, hiç dinlemedim ki… Şu an ikisi de bana bakıyor. Ceri’nin bakışları hele, “Beni yine rezil ettin, teşekkürler” bakışı. Bi yutkundum, çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi hafif öksürerek girdim olaya, artık saha benim.
-Evet, siz bu konu için ne diyorsunuz -Hıı, pardon hangi konu?
-O olayı boşverin… Ben size hikâyeyi baştan anlatayım…
Uçakta ayaklarım şişiyor diye giydiğim babetleri çantama attım, topuklu ayakkabıları giydim. Ceri’nin elinin tutup, sanki onca saat havada değilmişim gibi uçan adımlarla uçaktan indim. Artık Paris’teydik, âşıklar şehrinde, birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi söyleyeceğimiz, yıllar boyunca anlatacağımız hikâyelere baş konu olacak şehirde. Heyecandan ölüyordum, çok mutluydum. Ceri’nin elini çekiştirip duruyordum, o ise odun gibi öylece kalmış:
-N’apıyorsun sen ya? Daha mühür için sıraya girecez, valizi de almadık. Zaten 5 gün kalacağımız yere neden 3 valizle geldik onu da anlamadım ama… Ben sana çıkarken söyledim, o valizleri ben beklemem, bak benimkine, kabine koydum, mis gibi, diye söylenip durdu.
İşte, Ceri bu… Şikâyet etmeye, suçlamaya ve saatlerce dertlenmeye bayılır. Bütün hevesim kursağımda, vize için beklemeye başladık. 1 buçuk saat sıranın bitimiyle, evet! Artık Paris’teydik…
Kekomançi gibi büyük bir şapka takmış olabilirim, hatta o şapkayı çıkarmam için Ceri’yi arabada ağlatmış olabilirim, otele gidene kadar kavga etmekten dışarıya bakmamış da olabilirim ama bu yine de mutluluğuma engel olamaz sanırım. Dııtttt! Yine yanıldım, otel korkunç! Butik otel seçmiştik beraber, klasik turist otellerinde kalmayalım, Fransızlar gibi yaşayalım demiştik ama keşke adamların odalarının küçük olduğunu da bi araştırsaymışız di mi? Odada o ayağa kalksa, ben yatmak zorundayım. Nefesimizde boğuluruz, o derece minnacık bir oda. Şapkamı attım, ayakkabılarımı fırlattım, yatağa yattım…
-Amaaaan ya, zaten bütün gün dolaşacağız, boşver. Bence çok şirin baksana…
-Neresi şirin, dolandırıldık! Kandırıldık! Fransızca, “Bize büyük oda verin, yoksa başka otele gidiyoruz” nasıl deniliyor. Wifi vardır umarım, sıcak suya baksana, o da yoksa hiiiç eşyalarını açma, yürü yürü gidiyoruz.
Ceri işte… hep sunulanın daha fazlasını isteyen. Kalktım, bi’kaç offlama. Odanın güzelliklerini anlatma, manzarayı gösterme, şirin kupa bardakları derken ikna edemedim. Valizlerimle aşağıya indim ve onun bu durumu halletmesini bekledim. Takriben iki saat sonra yanıma geldi ve bana göre aynı boyutta olan, ona göre ise daha büyüğü olduğunu iddia ettiği başka bir odaya girdik. Umuyorum artık şu siktiğimin Paris’inde dolaşabiliriz, diye ağzımı açmadım.
Otel dışına çıktık, Ceri hemen bir taksiye el işareti yaptı.
-Aaa ne taksisi, merkezin de merkezindeyiz, olmadı metroya bineriz, gezelim biraz.
-Saçmalama ya, şenle dolaşmak düğünden dönmek gibi. Yok ayağım ağrıdı, belim koptu, yok acıktım, böbreğime bir şeyler oluyor… Şu an seni hiç çekemeyeceğim. Bin işte taksiye, Lido’ya gidiyoruz zaten.
Ağlamamak için kendimi zor tutarak el mahkûm bindim taksiye. Lido’nun önünde indik, başka hiçbir şey görmeden saati geldi diye girdik içeri. Lido ne diyorsan, gitmeden önce milletin “Mutlaka uğrayın” dediği bir yerdi. Gittikten sonra ise bir sürü Rus kızının zıplayan memeleri olarak tarif edebilirim. Koca efsanevi sahnesi olan müzikhali böyle harcamak istemezdim ama gelir gelmez bembeyaz titreyen bir sürü popo görünce insan sinir oluyor.
Ceri mutlu, ağzı kulaklarında burada da oturup, ne bakıyosun memelere de denmez ki. Medeni olmak bildiğin gavatlık bence. Durup dururken şu hali gibi millete baksa cinayet nedeni! Ama biz ne yaptık, adamı aldık, bi de üstüne para verdik doya doya baksın diye.
Bir şampanya, iki, üç derken baya içtim sanırım… Uyandığımda elbiselerimle yataktaydım. Korkunç bir baş ağrısı, öyle böyle değil. Her zamanki gibi masada sızmışım, Ceri de almış getirmiş otele beni n’apsın. Birinci gün bok oldu ama daha önümüzde dört gün var, bugün çok eğleneceğiz eminim! Kahvaltı için çıktık dışarı. Zor zar, asla ağlamayacağım ayaklarım acıdı diye, şeklinde ikna ettim ve yürümeye başladık. Kruvasan kahve için bir yerde oturduk, sonra Ceri tuvalete gitti, ardından dışarıda nehrin kenarında fotoğraf çekeyim o gelene kadar diye dışarı çıktım, sonra olanlar oldu…
Köprünün üstünden Notre Dame Kilisesi’nin fotoğraflarını çektim, bi’kaç köpeğiyle dilenen insanlara para verdim sonra da cafeye geri döndüm ki Ceri yok! Hatta masamızda başkaları oturuyor. Garsona sordum ama sağ olsun İngilizce konuşmadığı için, bana Fransızca olarak kaybolan birini nasıl soracağımı öğretti. Bunlar da bir cins, tamam anladık konuşmuyorsun da bana niye dilini öğretiyorsun. Belli ki herif kaybolmuş, hızlandırılmış kurs verecek pezevenk ayaküstü utanmasa…
Kalktım cafenin etrafına bakındım, elimde kabak gibi fotoğraf makinesiyle kaldım öyle. Param yok, telefonum yok, kimliğim yok. Ceri ne var ne yoksa toplamış. Belli ki beni arıyor, ben de en mantıklı şeyi yaparak cafede kaybettiğine göre orada arıyordur diye bekledim.
İki saat sonra karşıdan polislerle beraber benimkini gördüm. Gözleri kıpkırmızı olmuş, perişan halde beni görünce koşarak geldi, önce bi sarıldı öptü. Afganistan’da askere gitmişim, öldü demişler, ölmediğim ortaya çıkınca sevinçten n’apacağını şaşırmış gibi…
Polislere anlattı durumu, gittiler onlar. Polislerin gitmesiyle o suratındaki beni gördüğü andaki mutluluk birden değişiverdi! Babamın okuldan atıldığımı duyduğu an suratında oluşan ifadeye benzedi. Kızardı, saçları dik dik havaya kalktı ve kükremeye başladı. O kadar çok kükredi ki yanaklarım arkaya dalga dalga gitti böyle.
Nasıl kaybolurmuşum, iki dakika beni yalnız bırakamayacak mıymış, ben ne geri zekâlı biriymişim, bir yerden telefon etmek aklıma gelmemiş mi. Bütün gün elimi bırakmadı, her yerde konuştu ama her yerde… Müzelerde, yolda, takside, yemek yerken, tek dinlediğim şey ne kadar salak biri olduğum oldu. Ağlayarak otele döndüm, kafamı yorganın altına gömdüm ve uyudum.
Üçüncü gün biraz daha güzel geçti, hatta baya güzel geçti. Çok şarap denedik, alışveriş yerlerini gezdik, bir sürü tatlı yedik. Sürekli olarak birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi söyledik. Sonunda istediğim gibi bir gün geçirdim.
Dördüncü gün de öyle başladı. Ceri, daha sakin daha yumuşak ben daha kontrollüyüm. Derken, bir bok yedim. Soğan çorbasını çok övmüşlerdi, deneyeyim dedim. Allah beni kahretsin, sevene laf diyemem ama hayatımda daha iğrenç bir şey yemedim. Her yere kustum, şehrin her yerine durmadan kustum. Karşıdan karşıya geçerken eğildim kustum, yola devam ettim. Bütün gün karnım ağrıya ağrıya, ağlaya ağlaya gün geçti. Akşam da Leon’da tencere midye yemeden dönmeyen Türk olmamak için Ceri’ye yalvardım.
Şimdi yiğidi öldür hakkını yeme, diğer konulan bilmem de bu konuda adam haklıydı. Yeme, miden kötü daha kötü olacaksın, yeme Allah aşkına yeme artık. Dinlemedim bi tencere midye yedim… Sonuç, midem ağzımdan çıktı ama en önemlisi Ceri’nin de midesi bozuldu. Champ Elysees’nin ortasında bi o kustu bi ben… Bütün gün ikimizden de çıkan tek cümle: “Canım bi şunları tutsaaaağğğğaaa, ayy pardon peçeteyi verir misin?”
Son gecemiz, Eiffel’e çıkmalıyız dedi. Ben de son gecemiz, o lanet metroya binmek istiyorum dedim. Elime, kusarsam diye bi poşet aldım, metroya bindik Eiffel’e doğru yola çıktık. Birkaç böğürme, ay bana bir şeyler oluyor titremesi sonra iniş. Aktarma yapmamız lazımmış, başka bir yere doğru giderken hoop bizi güvenlik görevlileri durdurdu. N’oluyo lan falan derken meğersem biletlerimizi atmamamız lazımmış.
Valla ben atmamıştım, salak Ceri atmış. Yedi cezayı bir güzel, parayı verirken bana küfür ediyordu ama duymazdan geldim. Paşalar gibi biletim var oğlum benim, cezayı sen yedin bana sinirlenme yani. Ardından metroda bir güzel kaybolduk. Ceri’nin kafasından alev çıkıyor sinirden, adamları konsolosluğa gidip şikâyet etmekten, onlara dava açmaktan falan bahsediyor. Her zamanki gibi dinlemiyorum tabii…
Sonunda bulduk treni bindik, Eiffel’e doğru gittik. İşte orada neden bileti atmamamız gerektiğini anladık. Ben Londra’dan biliyordum, daha doğrusu, kardeşim Zodi okumaya gitmişti oraya 3 aylığına, ben de yanına yapışmıştım. Orada da ancak aynı biletle çıkabiliyordun. Ben kapıdan çıktım, Ceri orada kaldı. Kapının orada öyle bekliyor. Görevli yok, daha doğrusu bir tane insan yok etrafta, çocuğu nasıl alalım buraya, diye soracağım. Bi’kaç serseri çocuk geldi, pat pat girişlerden zıplayarak geçti.
-Hah, sen de böyle yap işte kalk zıpla.
-Hıı, zıplayayım da az önce verdiğim cezanın 30 katını ödeyeyim. Yasaktır, görevli gelir şimdi.
İşte kurallara uymak için yaratılmış Ceri. Ardından bir sürü kişi o girişi zıplayarak geçti ama Ceri yalı kazığı gibi dikildi durdu orada. Artık yapacak bir şey yok, diye ben onun yanına zıpladım. Zorla onu çıkarttım, geçti sonunda. Ardından da ben çıkmak için adım attım, tam diğer ayağımı atıyordum ki cumburlop suratımın üstüne yere kapaklandım. Alnım soyuldu, burnum kanadı ama yine de yılmadım. Karnımın ağrısı, suratımın dağılması son günümün içine sıçamaz, diye o demir yığınının oraya gittik.
Muhteşem! Parisliler Eiffel için, “Paris’i en güzel Eiffel’den izlersiniz, çünkü bir tek oradan görünmez orası” derlermiş. Hiç sevmezlermiş Eiffel’i, şehrin güzelliğini bozduğuna inanırlarmış. Çıktık oraya ama hayalimdeki gibi olmadı açıkçası. Bir Kore öğrenci grubuyla yukarı çıktık, korkunç bir kalabalık. Kenarlarda durmak için resmen yer kapman lazım. Fotoğraf çektireceğiz ama boş tek bir yer yok, her taraf insan kaynıyor, onların araşma geçip emme basma tulumba gibi duruyoruz ve bu kez pozumuz daha çok asker hatırası gibi duruyor. Artık inelim kurtulalım şuradan derken asansörü bekleyemedim, çünkü o soğanlar sürekli ağzıma ağzıma geliyordu.
Merdivenden inelim diye yürümeye başladık. Ardından Ceri, sen iyi değilsin, şurada bir otur dedi. Ay ne oturcam ya dedikçe oturtmaya çalıştı. Sonra anladım ki midesi bozuldu ya heralde bişiler yapacak.
-Buraya yapma ama ya, biri miri görür. Poşeti attım ben
-Kusmayacağım yahu, bi otursana
-Ya demir bunlar, sonra daha kötü olurum. Cırcır olacaz, yarın yola çıkıyoruz bi de.
Bir anda sonra ne olduğunu anlayamadım ama homur homur konuşuyordu en son Ceri, elimi tuttu. N’oluyor, derken çünkü!!!
“Ay Hadi İnşallah! – Pucca Günlük 4. Kitap” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Günlük Mizah Roman (Yerli)
- Kitap AdıAy Hadi İnşallah! - Pucca Günlük 4. Kitap
- Sayfa Sayısı332
- YazarPucca
- ISBN9786055134266
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm , Karton Kapak
- YayıneviOkuyan Us Yayınları / 2013-12
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Mevut Hüküm ~ Halide Edib Adıvar
Mevut Hüküm
Halide Edib Adıvar
Sanatının, ilminin vezaifini her şeyden mukaddes bilen Kasım! Şimdi aşk ve merhametin karşısında, hiçbir insanın aşkı için hususi bir aleti olamayacağına iman ettiği büyük...
- Romanlar 2 – Yeşil Elmalar ~ Nazım Hikmet
Romanlar 2 – Yeşil Elmalar
Nazım Hikmet
Serinin üç romanı Kan Konuşmaz, Yeşil Elmalar (ve içinde Yaşamak Hakkı,) ve Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Nazım Hikmet’in çeşitli dönemlerdeki roman çalışmalarını oluşturuyor....
- Kumrunun Gördüğü ~ Ahmet Büke
Kumrunun Gördüğü
Ahmet Büke
Annem de görmüş babamı. Ağlayıp gözlerini perdeye silmiş. O leke kaldı orada. Ortası koyu, kenarlara gittikçe duman gibi açılıyor. Bilmiyorlar bunu. Acıdan leke çıkmaz....
ya cok guzel bı serı bayılıyorum bu kıza :DD
aynen bu kitab serisine bayılıyorum :)