George R. R. Martin’in muhteşem serisi, Kılıçların Fırtınası ile modern fantastik edebiyatın istisnai başyapıtlarından biri konumuna geliyor, imgesel kurgunun büyük eserleri arasındaki yerini sağlamlaştırıyor.
İktidar mücadelesindeki beş savaşçıdan birinin ölmüş, bir diğerinin gözden düşmüş olmasına rağmen savaş tüm şiddetiyle sürmektedir. Yedi Krallık’ın zor durumdaki hükümdarı Joffrey, Demir Taht’ta oturmaya devam etmektedir. En amansız düşmanı Stannis, takip ettiği büyücü kadının kurbanı olmuş ve bozguna uğramıştır. Nehirova’daki Genç Robb, Kuzey’e hükmetmekte; Daenerys yaşayan son ejderhalarla beraber kana bulanmış bir kıtayı katetmektedir. Rakipler son hesaplaşma için harekete geçerken büyük bir yabanıl ordusu, efsanevi Ötekiler’le birlikte medeniyetin merkezine doğru ilerlemektedir.
Diyarda sükûnet, Yedi Krallık’ın kılıçların fırtınası ile sarsılmasıyla mümkündür…
Zengin bir hayal dünyasının ürünü… boyutuyla çağdaş fantastik edebiyatın ümit verici örneklerinden.
-Publishers Weekly-
***
Minik Paul, küçük siyah gözlerini kırpıştırdı. Belki de unuttu, diye düşündü Chett; hemen her şeyi unutabilecek kadar aptal bir adamdı Paul. “Yaşlı Ayı’yı neden öldürmek zorundayız? Neden sadece kaçıp onu rahat bırakmıyoruz?”
“Onun bizi rahat bırakacağını mı düşünüyorsun?” dedi Lark. “Peşimize düşer. Av olmak mı istiyorsun seni koyun kafalı?” “Hayır,” dedi Minik Paul. “İstemem. İstemem.”
“Öyleyse onu öldüreceksin?” dedi Lark.
“Evet.” İri adam, mızrağının ucunu donmuş nehir kıyısına vurdu. “Yapacağım. Bizi avlamamalı.”
Lark ellerini kollarının altından çıkarıp Chett’e döndü. “Rütbelilerin hepsini öldürmeliyiz bence.”
Chett bunu duymaktan bıkmıştı. “Bunu konuşmuştuk. Yaşlı Ayı ve Gölge Kule’den Blane ölecek. Grubbs ve Aethan da öyle, nöbet sırasındaki talihsizliklerinden; Dywen ve Bannen iz sürebildikleri için; Sör Domuzcuk da kuzgunlar yüzünden. Hepsi bu kadar. Onları uykularında, sessizce öldüreceğiz. Bir çığlıkla solucan yemi oluruz, hepimiz.” Chett’in çıbanları öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. “Sen, sadece sana söyleneni yap ve kuzenlerinin de kendi işlerini yaptıklarından emin ol. Ve sen Paul, unutma, üçüncü nöbet, ikinci değil.”
“Üçüncü nöbet,” dedi iri adam sakalların ve donmuş sümüğün arasından. “Ben ve Sessizayak. Unutmam Chett.”
Ay bu gece ışığını esirgeyecekti. Kendi adamlarından sekizinin devriye nöbeti tutması için kurada hile yapmışlardı. Atları kollayan iki adamları daha vardı. Bundan daha uygun bir zaman bulamazlardı. Ayrıca, yabanıllar herhangi bir gün tepelerine binebilirdi artık. Bu gerçekleşmeden önce buradan iyice uzakta olmaya niyetliydi Chett. Yaşamak istiyordu.
Gece Nöbetçileri’nin üç yüz yeminli kardeşi kuzeye at sürmüştü, Kara Kale’den iki yüz ve Gölge Kule’den yüz adam. Hayatta olanların gördüğü en büyük keşif gezisiydi bu, Nöbet kuvvetinin yaklaşık üçte biri. Ben Stark’ı, Waymar Royce’u ve kaybolalı diğer korucuları bulmak, yabanılların kasabalarını neden terk ettiğini öğrenmek için yola çıkmışlardı. Stark ve Royce’a, Sur dan ayrıldıkları zamankinden daha yakın değillerdi ama yabanılların nereye gittiklerini öğrenmişlerdi: Tanrıların unuttuğu Ayazdiş’in buzlu tepelerine. Yabanıllar sonsuza kadar orada çöküp kalabilirdi ve bu, Chett’ın çıbanlarını hiç azdırmazdı.
Ama hayır. Aşağı iniyorlardı. Sütnehri’nin aşağısına.
Chett gözlerini kaldırdı, işte oradaydı. Nehrin taşlı kıyıları buz saçaklarıyla püsküllenmişti, süt gibi beyaz sulan Ayazdiş’ten çıkıp durmaksızın aşağı akıyordu. Ve şimdi, Mance Rayder ve yabanılları da aynı yoldan aşağı iniyordu. Thoren Smallwood üç gün önce eli ayağına dolakmış halde geri dönmüştü. Thoren keşif grubunun gördüklerini Yaşlı Ayı’ya anlatırken, adamı Kedge Akgöz de diğerleriyle konuşmuştu. “Henüz dağ eteklerinin epey yukarısındalar ama geliyorlar,” demişti Kedge ellerini ateşte ısıtırken. “Öncü kuvvetin başında Köpekbaşlı Harma var, pis sürtük. Goady, Köpekbaşlı’nın kampına gizlice yanaştı ve onu ateşin yanında gördü. Şu aptal Tumberjon kadına bir ok saplamaya niyetlendi ama Smallvvood aklıselim davrandı.”
Chett tükürmüştü. “Kaç kişiler, söyleyebilir misin?”
“Çok fazla. Yirmi ya da otuz bin, saymak için oyalanmadık. Harma’nın öncü kuvvetinde beş yüz kişi var, hepsi atlı.”
Ateşin etrafındaki adamlar huzursuzca bakışmıştı. Bir düzine atlı yabanıl görmek bile ender rastlanır bir şeydi ve beş yüz…
“Smallvvood, beni ve Bannen’ı öncülerin etrafından dolaşıp ana kafileye bakmamız için gönderdi,” diye devam etmişti Kedge. “Sonları, sınırlan yoktu. Donmuş bir nehir gibi ağır ağır ilerliyorlar, günde dört ya da beş mil, ama kasabalarına geri dönmeye niyetliymiş gibi de görünmüyorlar. Kafilenin yarısından çoğu kadınlar ve çocuklardı, hayvanlarını önlerinde yürütüyorlardı; keçiler, koyunlar, hatta kızak çeken yaban öküzleri. Kızakları kürk balyalanyla, et parçalarıyla, tavuk kafesleriyle, yağ yayıklarıyla, çıkrıklarla, sahip olduklan her lanet şeyle doldurmuşlar. Katırlar ve atlar öyle yüklü ki, görseniz belleri kınlacak sanırsınız. Kadınlar da öyle.”
“Ve Sütnehri’ni takip ediyorlar?” demişti Lark.
“Öyle dedim, demedim mi?”
Sümehri, yabanıllan İlk İnsanlar’ın Yumruğu’nun önünden, Gece Nöbetçileri’nin kamp kurduğu kadim çemberkalenin dibinden geçirecekti. Bir zerre mantığı olan her adam, tası tarağı toplayıp Sur’a geri dönme vaktinin geldiğini görebilirdi. Yaşlı Ayı, Yumruk’u kazıklarla, çukurlarla ve mancınıklarla kuvvetlendirmişti ama böyle bir ordunun karşısında bütün bunlar beyhudeydi. Burada kalırlarsa girdaba çekilip yutulacaklardı.
Ve Thoren Smalhvood saldırmak istiyordu. Şeker Donnel Hill, Sör Mallador Locke’ın yaveriydi ve Smallwood geçen gece Locke’ın çadırına gitmişti. Sör Mallador, yaşlı Sör Ottyn Wythers’la aynı kanıdaydı, bir an önce Kara Kale’ye geri çekilmek için ısrar ediyordu fakat Smalhvood adamı aksine ikna etmek istiyordu. Thoren’in, “Şu, Sur’un Ötesindeki Kral, bizi asla o kadar uzak kuzeyde aramaz,” dediğini rapor etmişti Şeker Donnel. “Ve o büyük ordusu, ayaklarını sürüye sürüye ilerleyen bir hayvan sürüsü sadece, kılıcın hangi ucunu tutacağını bile bilmeyen işe yaramaz ağızlarla dolu. Tek darbe bütün mücadele şevklerini kırar ve uluyarak ağıllarına geri dönerler, bir elli sene daha çıkmamak üzere.”
Oluz bine karşı üç yüz. Chett, buna rütbelilerin çılgınlığı demişti ama daha da çılgınca olan Sör Mallador Locke’ın ikna olmasıydı ve iki adam Yaşlı Ayı’yı da ikna etmek üzereydi. “Eğer daha fazla beklersek bu şansı kaybederiz ve bir daha asla bulamayız,” diyordu Smalhvood onu dinleyen herkese. Buna karşılık Sör Ottyn Wythers, “Biz, diyar halkını koruyan kalkanız. İyi bir amaca hizmet etmeyecekse kalkanını çıkarıp atmazsın,” demişti ama Thoren Smallwood, “Bir kılıç dövüşünde en iyi savunma, düşmanını katledecek, hızlı bir darbe indirmektedir, bir kalkanın arkasına büzüşmek değil,” diye karşılık vermişti.
Ama komuta ne Smallwood’da ne de Wythers’taydı. Komuta Lord Mormont’taydı ve Yaşlı Ayı diğer keşifçilerin dönmesini bekliyordu; Jarman Buckwell’i ve Dev Merdiveni’ne tırmanan adamları, Çığlık Geçidi’ni araştırmaya giden Qhorin Yarımel’i ve Jon Kar’ı. Fakat Buckwell ve Yarımel’in dönüşü gecikmişti. Büyük ihtimalle öldüler. Jon Kar’ı, o piç kıçına saplanmış bir yabanıl mızrağıyla birlikte, çıplak bir dağ tepesinde masmavi kesilmiş ve donmuş halde yatarken hayal etti Chett. Bu düşünce onu gülümsetti. Umarım pis kurdunu da öldürmüşlerdir.
“Burada ayı filan yok,” dedi aniden. “Bu izler eski. Yumruk’a dönüyoruz.” Geri dönmeye en az onun kadar hevesli olan köpekler Chett’in ayaklarını neredeyse yerden kesiyordu. Belki de karınlarının doyurulacağım düşünmüşlerdi. Chett güldü. İyice kızgın ve saldırgan olmaları için hayvanlan üç gündür beslememişti. Bu gece, karanlığa karışıp kaçmadan önce, köpekleri at sıralarının arasına salacaktı, Şeker Donnel Hill ve Düztaban Kari hayvanların iplerini kestikten sonra. Yumruk’un her tarafında, hırıldayan tazılar ve ürkmüş atlar olacak, ateşlerin arasında koşup çember duvara atlayacaklar ve çadırları çiğneyecekler. Bütün o karmaşanın içinde, herhangi biri on dört kardeşin yokluğunu fark edene kadar saatler geçebilirdi.
Lark bu sayının iki katını getirmek istemişti ama nefesi balık kokan aptal bir Kız Kardeşli’den ne beklenebilirdi ki? Yanlış kulağa tek kelime fısılda ve daha ne olduğunu anlayamadan boyun bir baş kısalsın. Hayır, on dört iyi bir sayıydı; gerekeni yapmak için yeterli fakat sırlarını saklayamayacak kadar çok değil. Adamların çoğunu bizzat Chett toplamıştı. Minik Paul onunkilerden biriydi, bir salyangozdan daha ağır hareket etmesine rağmen Sur’daki en kuvvetli adam oydu. Sıkıca kucaklayarak bir yabanılın omurgasını kırmıştı. Adını, en sevdiği silahtan alan Kama da onların arasındaydı. Kardeşlerin Sessizayak dediği küçük, saçları kırlaşmış adam da vardı; gençliğinde yüz kadına tecavüz etmişti, aletini içlerine sokana kadar kadınların onu ne gördüğünü ne de duyduğunu anlatıp böbürlenmekten hoşlanıyordu.
Plan, Chett’e aitti; zeki olan oydu. Piç Jon Kar, yerine şişko domuz arkadaşını yerleştirmek için onu işinden etmeden evvel dört mutlu yıl boyunca yaşlı Üstat Aemon’ın kâhyalığını yapmıştı. Bu gece Sam Tarly’yi öldürürken, “Jon Kar’a sevgilerimi ilet,” diye fısıldamayı planlıyordu kulağına, Sör Domuzcuk’un boğazını, kanını kat kat yağın arasından dışarı akıtmak için kesmeden hemen önce. Chett kuzgunları tanıyordu, orada Tarly’yle yaşacağından fazla bir sorun olmayacaktı. Bıçağın tek dokunuşu, ödleğin pantolonuna pisleyip hayatı için zırlamasına yetecekti. Bırak yalvarsın, hiç işine yaramayacak. Domuzcuk’un boğazını kestikten sonra kuşların kaçması için kafesleri açacaktı, böylece Sur’a hiç haber uçmayacaktı. Sessizayak ve Minik Paul, Yaşlı Ayı’yı öldüreceklerdi. Kama, Blane’in işini bitirecekti ve Lark’la kuzenleri, daha sonra izlerini sürmemeleri için Bannen’ı ve yaşlı Dywen’ı susturacaklardı. On beş gündür erzak biriktiriyorlardı. Şeker Donnel ve Düztaban Karl atları hazır edecekti. Mormont’un ölümüyle, komuta yaşlı ve zayıf bir adam olan Sör Ottyn Wyhters’a geçecekti. Wyhten daha güneş batmadan Sur’a dönmek için koşturacak, arkamızdan binlerini yollayarak adam da ziyan etmeyecek.
Onlar Chett’i çekiştirirlerken, köpekler ağaçların arasında koşuşturuyordu. Yeşilliğin ardında yukarı uzanan Yumruk’u görebiliyordu Chett. Gün öyle karanlıktı ki Yaşlı Ayı meşaleleri yaktırmıştı, taşlı ve dik tepenin zirvesini taçlandıran çemberduvarın etrafında kocaman bir meşale halkası yanıyordu. Üç kişi küçük bir derenin karşısına geçtiler. Su çok soğuktu ve yüzeyde buz tabakaları yayılıyordu. “Ben deniz kıyısına doğru gideceğim,” dedi Kız Kardeşti Lark. “Ben ve kuzenlerim. Kendimize bir tekne yapacağız ve Kız Kardeşler’e, evimize döneceğiz.”
Ve evde, sizi kaçak olarak belleyip o aptal kafalarınızı uçuracaklar, diye düşündü Chett. Yemini ettikten sonra Gece Nöbetçileri’nden ayrılmanın yolu yoktu. Seni Yedi Krallık’ın herhangi bir yerinde yakalar ve öldürürlerdi.
Ollo Kesikel de Tyrosh’a yelken açmaktan bahsediyordu; orada, insanın basit bir hırsızlık yüzünden elini kaybetmediğini ya da yatakta bir şövalyenin karısıyla birlikte basıldı diye, hayatını donarak heba etmek üzere uzaklara gönderilmediğini iddia ediyordu. Chett onunla birlikte gitmeyi düşünmüştü ama TyTOshlar’ııı kadınsı ve ağdalı dillerini konuşamıyordu. Hem, Tyrosh’ta ne yapabilirdi ki? Cadı Bataklığı’nda büyürken herhangi bir zanaat edinmemişti. Chett’in babası bütün hayatını başka adamların tarlalarını belleyip sülük toplayarak geçirmişti. Kalın deri ayakkabıları dışında çırılçıplak soyunur, çamurlu suların içine girerdi. Sudan çıktığında ayak bileklerinden göğsüne kadar sülükle kaplanmış olurdu. Vücudundaki hayvanlan Chett’e çıkarttırırdı bazen. Bir keresinde, sülüklerin bir tanesi Chett’in avucuna yapışmıştı, Chett de elini tiksintiyle duvara vurup hayvanı ezmişti. Bu yüzden babasından fena bir dayak yemişti. Üstatlar bir düzine sülüğü bir meteliğe satın alıyordu.
Lark canı istiyorsa memleketine gidebilirdi, o kahrolası Tyroshlu da öyle ama Chett gitmeyecekti. Cadı Bataklığı’nı bir kez daha görmek istemiyordu. Kendi adına, Craster Kalesi’nin görünüşünden horlanmıştı. Orada büyük bir lord olarak yaşamıştı Craster, Chett neden yaşayamasındı? İşte bu komik olurdu. Sülükçü’nün oğlu Chett, kale sahibi bir lord. Sancağı, pembe zemin üstünde bir düzine sülük olabilirdi. Ama neden sadece lordlukta kalacaktı? Belki de bir kral olmalıydı. Manct Rayder bir karga olarak başladı. Ben de tıpkı onun gibi kral olabilirim ve birkaç kadınım olur. Craster’ın on dokuz karısı vardı, üstelik, henüz yatağına almaya fırsat bulamadığı küçük kızlan hesaba katılmadan. Kanlarının yarısı Craster kadar çirkin ve yaşlıydı ama bu sorun değildi. Chett, yaşlı olanları yemek ve temizlik işlerinde kullanır, onlara havuç toplatıp domuzları besletirdi. Genç kızlar da yatağını ısıtır ve onun çocuklarını doğururdu. Minik Paul’un bir kucaklayışından sonra Craster itiraz etmezdi.
Köstebek Kasabası’nda parayla birlikte olduğu fahişelerden başka kadın tanımamıştı Chett. Genç bir delikanlıyken, köylü kızlar yüzüne bir kez bakar, çıbanlannı ve yağ bezelerini gördüklerinde tiksintiyle başlarını çevirirlerdi. İçlerinde en kötüsü o sürtük Bessa’ydı. Bacaklarını Cadı Bataklığındaki her delikanlı için açıyordu. O bacakların kendisi için de açılacağını düşünmüştü Chett. Hatta, Bessa’nın kır çiçeklerini sevdiğini duyunca bütün bir sabahı ona çiçek toplayarak harcamıştı ama kız sadece Chett’in yüzüne gülmüş ve onunla yatağa girmektense, babasının sülükleriyle yatacağını söylemişti. Chett’in bıçağı içine girince kesmişti kız kahkaha atmayı, yüzündeki ifade o kadar tatlıydı ki bıçağı çıkarıp tekrar kızın içine sokmuştu. Chett’i, Ycdiçay’ın aşağısına yakın bir yerde yakalamışlardı. Lord Walder Frey yargılamayı yapmak için bizzat gelmeye lenezzül bile etmemişti, piçlerinden birini yollamıştı; şu Walder Nehir’i. Sonra, pis kokulu şeytan Yoren’le birlikte Sur’a doğru yürürken bulmuştu Chett kendini. Bir tatlı anın karşılığını ödetmek için bütün hayatını elinden almışlardı.
Ama şimdi hayatını geri almaya kararlıydı Chett, Craster’ın kadınlannı da istiyordu. O çarpık, yaşlı yabanıl işin doğrusunu biliyordu. Sana karılık yapmasını istediğin kadını alırsın ve belki çıbanlarına dikkat etmez diye ona çiçek filan vermezsin. Chett aynı hatayı tekrar yapmaya niyetli değildi.
İşe yarayacak, diye söz verdi kendine yüzüncü kez. Temiz bir şekilde halledebilirsek. Sör Ottyn, Gölge Kule’ye doğru güneye gidecekti; Sur’a varmanın en kısa yolu buydu. Bizimle uğraşmayacak, Wythers yapmaz, bütün istediği tek parça halinde geri dönmek olacak. Öte yandan Thoren Smallwood saldın için ilerlemek isteyecekti ama Sör Ottyn eskiden beri ziyadesiyle ihtiyatlıydı ve rütbesi daha yüksekti. Bizim için hiçbir şey fark etmez, Smallwood biz gittikten sonra istediğine saldırabiiir. Niye umursayalım ki? İçlerinden herhangi biri Sur’a dönmeyi basarsa bile kimse bizi aramaya gelmez, diğerleriyle birlikte öldüğümüzü düşünürler. Bu yeni bir düşünceydi ve Chett’i bir an için cezbetmişti. Ama yetkinin Smallwood’a geçmesi için Sör Ottyn’i ve Sör Mallador Locke’ı da öldürmeleri gerekirdi ve iki adam da gece gündüz çok iyi korunuyordu… hayır, risk çok büyüktü.
“Chett,’’ dedi Minik Paul, muhafız ağaçlanmn ve asker çamların arasındaki av patikasında güç bela yürürlerken, “kuş ne olacak?”
“Hangi kahrolası kuş?” diye sordu Chett. Bir kuş hakkında gevezelik eden bir koyun kafalı, Chett’in istediği son şeydi şu an.
“Yaşlı Ayı’nın kuzgunu,” dedi Minik Paul. “Mormont’u öldürürsek kuşunu kim besleyecek?”
“Kimin umurunda? İstiyorsan kuşu da öldür.”
“Bir kuşa zarar vermek istemiyorum,” dedi iri adam. “Ama bu konuşan bir kuş. Ya yaptıklarımızı anlatırsa?”
Kız Kardeşli Lark güldü. “Minik Paul’un kafası, kalelerin kalası,” diye alay etti.
“Kes sesini,” dedi Minik Paul tehditkâr bir tonla.
İri adam iyice öfkelenmeden önce, “Paul,” dedi Chett, “yaşlı adamı boğazı kesilmiş bir halde kendi kanının içinde yatarken gördüklerinde, birinin onu öldürdüğünü bir kuştan duymalarına gerek kalmayacak.”
Minik Paul bu cevabı biraz düşündü. “Doğru,” dedi sonra. “O halde kuş bende kalabilir mi? O kuşu seviyorum.”
“Şenindir,” dedi Chett sırfadamın çenesini kapatmak için.
“Acıkırsak kuşu yiyebiliriz,” dedi Lark.
Minik Paul tekrar öfkelendi. “En iyisi benim kuşumu yemeye kalkışma Lark. En iyisi kalkışma.”
Chett, ağaçların arasından süzülen sesleri duyabiliyordu. “Lanet olasıca çenelerinizi kapayın, ikiniz de. Yumruk’a geldik sayılır.” Tepenin batı yüzüne yakın bir yere çıktılar ve eğimin daha az olduğu güney yüzüne doğru yürüdüler. Ormanın kenarında bir düzine adam ok talimi yapıyordu. Ağaçların gövdelerine çizdikleri hedeflere ok atıyorlardı. “Bakın,” dedi Lark. “Yaylı bir domuz.” En yakındaki yaycı bizzat Sör Domuzcuk’tu elbette; Chett’in, Üstat Aemon’ın yanındaki yerini çalan şişko çocuk. Samwell Tarly’yi görmek bile Chett’i öfkeyle dolduruyordu. Üstat Aemon’m kâhyalığını yaparken o güne kadar bildiği en iyi hayatı yaşamıştı Chett. Yaşlı ve kör adam talepkâr değildi, üstelik üstadın isteklerinin çoğunu Clydas yerine getiriyordu. Chett’in görevleri kolaydı: Kuşluğu temizlemek, ateş yakmak, birkaç kap yemek getirmek… ve Aemon bir kez bile vurmamıştı ona. Sadece soylu olduğu ve okumayı bildiği için elini kolunu sallayarak gelip beni postalayabileceğim düşünüyor. Boğazını kesmeden önce bıçağımı okumasını isterim belki. “Siz gidin,” dedi diğerlerine, “ben bunu izlemek istiyorum.” Köpekler, tepede kendilerini bekleyen yiyecekler olduğunu zannettiklerinden, diğerleriyle birlikte gitmek için tasmaları çekiştiriyordu. Chett çizmesinin burnuyla dişiyi tekmeledi ve köpekler biraz sakinleşti.
Ağaçların arasından, kendi boyu kadar bir yayla cebelleşen şişman çocuğu izledi. Bütün dikkatini yaptığı işe veren çocuğun ay şekilli kırmızı yüzü çarpılmıştı. Önünde toprağa saplı üç ok duruyordu. Tarly oku yaya yerleştirdi, ipi gerdi, nişan almak için uzunca bir an çekili tuttu ve bıraktı. Ok yeşilliğin içinde kayboldu. Chett yüksek sesle güldü, tatlı bir tiksinti kahkahasıydı bu.
Herkesin Efkârlı Edd diye çağırdığı gri saçlı yaver Edd Tolett, “O oku asla bulamayacağız ve ben suçlanacağım,” dedi. “Atımı kaybettiğimden beri ne zaman bir şey kaybolsa hemen bana bakıyorlar. Atım beyazdı ve kar yağıyordu, ne bekliyorlardı ki?”
Lord Kar’ın arkadaşlarından biri olan Grenn, “Oku rüzgâr götürdü,” dedi. “Yayı sabit tutmaya çalış Sam.”
GİRİŞ
Gün griydi, acı soğuktu ve köpekler kokuyu almıyordu.
İri siyah dişi, ayı izlerini kokladı, geri çekildi ve kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp sürünün yanına döndü. Köpekler sefil halde, nehrin kıyısında toplanmıştı; rüzgâr bedenlerini kamçılıyordu. Chett de hissediyordu; kat kat kara yünün ve kaynatılmış derinin içine sızıp onu da ısırıyordu rüzgâr. Lanet hava hem insanlar hem de hayvanlar için korkunç derecede soğuktu ama buradaydılar işte. Ağzı çarpılmış haldeki Chett yanaklarındaki ve boğazındaki çıbanların öfkeyle kızardığını hissedebiliyordu. Sur’da, uğursuz kuzgunlarla ilgilenip ihtiyar Üstat Aemon’ın şöminesini yakarken güvende olurdum. Bu rahatlığı piç Jon Kar almıştı elinden; o ve şişman arkadaşı Sam Tarly. Burada, er bezleri donarken bir tazı sürüsüyle birlikte Tekinsiz Orman’ın derinliklerinde olması onların suçuydu.
“Yedi cehennem.” Köpekleri harekete geçirebilmek için tasmaları sertçe çekti. “İz sürün piçler. Bu bir ayı izi. Biraz et istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Bulun!” Ama köpekler, birbirlerine daha da yaklaşıp inlemekten başka bir şey yapmadı. Chett, kısa kamçısını hayvanların başının üstünde şaklatınca siyah dişi hırladı. “Köpek eti de ayı eti kadar lezzetli olabilir,” diye uyardı Chett hayvanı, her kelimede nefesi donuyordu.
Kız Kardeşli Lark kollarını göğsünde kavuşturmuş, ellerini koltuk altlarına sokmuş duruyordu. Siyah yünden yapılmış eldivenler giyiyordu ama sürekli parmaklarının donduğundan şikâyet ediyordu. “Avlanmak için çok soğuk,” dedi. “Kahrolası ayı. Uğrunda donmaya değmez.”
Yüzünün çoğunu saklayan kahverengi sakallarının altından, “Elimiz boş dönemeyiz Lark,” dedi Minik Paul. “Lord Kumandan bundan hiç hoşlanmaz.” İri adamın ezilmiş burnunun altında buz vardı. Sümüğü donmuştu. İnce kürk eldivenin içindeki eli bir mızrağın sapını sıkı sıkı kavramıştı.
“Yaşlı Ayı da kahrolsun,” dedi Lark; keskin hatları, asabi gözleri olan sıska bir adamdı. “Mormont gün doğmadan ölmüş olacak, unuttun mu? Onun neden hoşlandığı kimin umurunda?”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Edebiyat Fantastik Roman (Yabancı) Tarihi Roman
- Kitap AdıKılıçların Fırtınası Kısım I
- Sayfa Sayısı600
- YazarGeorge R. R. Martin
- ÇevirmenSibel Alaş
- ISBN9789944825337
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2012-5
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Suç ve Bela Öyküleri ~ Emel Aslan
Suç ve Bela Öyküleri
Emel Aslan
“Hayatım boyunca iki şeyden kaçamadım: Suç ve bela…” Emel Aslan’ın suça fazlasıyla karışmış, belaya ziyadesiyle bulaşmış öyküleri, sürprizli sonlarıyla polisiyenin ne kadar tekinsiz bir...
- Bir Başka Ülke ~ James Baldwin
Bir Başka Ülke
James Baldwin
James Baldwin’in İstanbul’da tamamladığı romanı “Bir Başka Ülke”, siyah caz müzisyeni Rufus Scott’ın intiharının ardından bu ölümün Rufus’un arkadaş çevresi ve aile üyelerinin üstündeki...
- Kader Yumurtaları ~ Mihail Bulgakov
Kader Yumurtaları
Mihail Bulgakov
Kırmızı çizginin içindeki hayat cıvıl cıvıldı. Gri renkli amipler yalancı ayaklar çıkararak olanca güçleriyle kırmızı ışına doğru uzanıyorlar ve ışının içinde (sihirli biçimde) canlanıveriyorlardı....