Oscar Wilde’ın masalsı hikâyelerinde, diğer masallarda olduğu gibi, insanlarla hayvanlar, canlılarla cansızlar bir arada yaşıyor. Bir bülbül gül ağacıyla konuşuyor, su sıçanı yavrularına yüzme öğreten bir ördeğe sesleniyor, yeşil keten kuşu bir hikâye anlatıyor orman sakinlerine… Bir çatapat, bir yıldızlı donanma fişeği, bir çarkıfelek, bir roket ve bir maytap, hep birlikte bir hikâyenin kahramanları haline geliyor. Ya da bencil de olsa bir dev, insanların arasında, ama kimseler tarafından yadırganmaksızın sürdürüyor hayatını…
Mutlu Prens: Hayatın hüzünlü yüzü.
***
ÖNSÖZ
SEVGİ VE DOSTLUK ÜZERİNE MASALLAR…
Yazdığı kitaplar, savunduğu düşünceler ve sürdürdüğü hayat tarzıyla yetişkinler dünyasını altüst etmişti Oscar Wilde; kendisini anlamayan, istemeyen, sonunda hapse mahkûm eden o dünyadan ise çocuklar için kaleme aldığı masallarıyla kaçmıştı.
Oscar Wilde’ın yaşadığı 19. yüzyıl, İngiltere’de Viktorya Çağı olarak anılır. Sanayinin geliştiği, ülkeye giren para miktarının arttığı, toplumun küçük bir kesimi giderek zenginleşirken büyük bir kesimin kentlere yığılan yoksul işsizlerden oluştuğu, Londra’da günlük suç işleme oranının eşi benzeri görülmedik rakamlara ulaştığı Viktorya Çağı’nda, İngiltere’de katı bir ahlakçılık egemendi. Yönetimdeki soylu ve zengin sınıf, toplumun diğer kesimlerine dünyadan ellerini eteğini çekmelerinin, dine sarılmalarının, çektikleri çileye sabırla katlanmalarının mükafatı olarak cennetin kapılarının açılacağının müjdesini veriyordu. Orta sınıf, küçük esnaf, memurlar ya da işçiler ise yoksulluklarına rağmen, içinde bulundukları durumu sorgulamak yerine, sadece bir iş sahibi oldukları için, kilise öğretisine şükran hisleriyle daha sıkı sarılıyorlardı. Dönemin ahlakı gereği işsizler ve yoksullar, işsiz ve yoksul oldukları için en büyük günahkârlardı.
Yetişkinler Dünyasından Çocuk Masallarına
Bütün bu katı tutumuna rağmen Viktorya Çağı ahlakı hiç de tertemiz değildi. Tersine, ahlaklı olmayı en çok savunanlar, yani tutucular, örneğin soylu lord, saygın aile reisi, kilisenin rahibi, fabrikanın müdürü, zengin tüccar, hepsi de, gizliden gizliye kaçınılması öğütlenen günahları tatmanın peşindeydiler.
Kısacası, bu çağın ahlakı, yöneticilerin, soyluların, zenginlerin çıkarlarını koruyan ikiyüzlü bir ahlaktı. Oscar Wilde’ın masallarında, romanlarında ve oyunlarında açığa çıkarmak istediği de işte bu ikiyüzlülüktü, sevgisizlikti, düş yoksunluğuydu, toplumun değer yargılarındaki çıkarcılıktı. O, gerçek ahlakın sevgi ve dostlukta, başkalarının acılarına ortak olmakta, bir toplumun sahip olduğu zenginliği eşit biçimde paylaşmakta olduğunu savunuyordu.
Az sonra okumaya başlayacağınız masallar aslında çocuklardan çok yetişkinler dünyasını, sevgisiz bir hayatın nasıl çirkinleştiğini, kibrin ve bencilliğin insanı nasıl gülünçleştirdiğini, iyilik ve kötülüğün mücadelesini ele alıyor. Oscar Wilde’ın yetişkinler için yazdığı romanlarda da öne çıkardığı bu temaları çocuk masallarına aktarması, ikiyüzlü davranışların çocuklar tarafından daha iyi anlaşılacağını düşünmesinden, çocukların duyarlılığına olan inancındandır.
Örneğin Gül ve Bülbül masalını ele alalım: Bir gencin sevdiği kıza kavuşmasına yardımcı olmak uğruna canını vermekten kaçınmayan Bülbül, sevgiyi de, sevginin bir emek gerektirdiğini de insanlardan çok daha iyi bilir. Çünkü doğaya aittir o, saftır, bozulmamıştır; âşıkları bir araya getirecek kırmızı gülün açması için hayatını koyar ortaya. Ne var ki, genç kızın tercihi çiçeklerden daha çok para eden bir mücevherdir artık. Doğaya ve kendisine yabancılaşan insanların dünyasında aşkın da önemi kalmamıştır.
Bencil Dev’de ise sahip olduğu bahçesini çocuklarla paylaşmayan bencil bir dev var. Neyse ki, doğanın basit, ama temiz ahlakı, devin de aklını başına getirecek, kuruyan bahçesinde çocukların oynamasına izin verdiğinde çiçekleri yeşerecektir. Buradaki kurumuş bahçe, bencil insanların yüreğindeki çoraklaşmanın da simgesidir.
Bencillik temasını Fedakâr Dost masalında da sürdüren Oscar Wilde, Miller isimli kaba bir adamın, değirmeninde yüz çuval unu, süt veren altı ineği ve yünü bol büyük bir koyun sürüsü olmasına rağmen dostum dediği halde komşusu küçük Hans’ın acı çekmesine nasıl göz yumduğunu işlemiş. Tıpkı Olağanüstü Roket masalındaki kibirli roket gibi, Miller de hep haklı çıkarıyor kendisini. Yaptığı her kötülük için bir mazeret uyduruyor. Bir an durun ve düşünün; onların sizin etrafınızdaki bencil ve kibirli insanlara ne kadar benzediklerini, ne kadar yalancı, aptal ve gülünç olduklarını bir kez daha fark edeceksiniz.
Masal Ama Gerçek
Elinizdeki kitabın belki de en tanınmış masalı Mutlu Prens’tir. Mutlu Prens, üzeri kıymetli taşlarla süslenmiş bir heykel; ama canlıyken ve bir insan kalbine sahipken kederin girmesine asla izin verilmeyen bir sarayda yaşadığı için gözyaşının ne olduğunu bilmeyen çok mutlu bir prensmiş o. Öldükten sonra dikilen kurşundan heykeliyse şehirdeki tüm çirkinliği ve sefaleti görüp ağlayabiliyor. Prens heykelinin biricik dostu ise küçük, sevimli bir Kırlangıç. “Sevgili küçük Kırlangıç,” diyecektir prens, “bana olağanüstü şeyler anlatıyorsun, ama her şeyden daha olağanüstü olan, erkek ve kadınların çektiği sıkıntılardır. Sefalet kadar büyük bir giz yoktur. Şehrimin üstünde uç küçük Kırlangıç ve orada ne gördüğünü anlat bana.” Ve bu tuhaf ikili, kendi hayatları pahasına yardımcı olacaklardır sefaletten kırılan şehir halkına.
Genç Kral da Mutlu Prens’e benzer. Krallık tacını giymesi tesadüflerin eseridir. Üstelik bir zamanlar yoksulluk bile çekmiş, ama saraya adımını atar atmaz eşyaların, tabloların, heykellerin, mücevherlerin pırıltısıyla geçmişi unutup sanki büyülenmiştir. Kendisi için resimlerde gördüklerinden daha kıymetli eşyalar sipariş eder. Neyse ki, vicdanı kirlenmeyecek kadar gençtir kralımız. Bu nedenle de o kıymetli siparişlerin halka yükleyeceği sıkıntıları sezdiğinde, zenginliğin parada pulda, mücevheratta değil halkın kendisine verdiği değerde saklı olduğunu anlayacaktır…
Oscar Wilde’ın masalsı hikâyelerinde, başka masallarda da okuduğunuz gibi insanlarla hayvanlar, canlılarla cansızlar bir arada yaşıyorlar. Örneğin bir bülbül, gül ağacıyla konuşuyor, yaşlı susıçanı yavrularına yüzme öğreten bir ördeğe sesleniyor, yeşil ketenkuşu güzel bir hikâye anlatıyor orman sakinlerine… Bir çatapat, bir yıldızlı donanma fişeği, bir çarkıfelek, bir roket ve bir maytap, hep birlikte bir hikâyenin kahramanları haline geliyor. Ya da bencil de olsa bir dev, mahalle arasındaki bir evde, insanların arasında kimseler tarafından yadırganmaksızın sürdürüyor hayatını.
Elbette bütün bunların gerçek olmadığını biliyoruz. Gerçek olan, masallarda karşılaştığımız canlı ve cansız yaratıkların duygu ve düşünceleridir, sahip oldukları değerler, sürdürdükleri erdemli hayatlardır. İşte bu duygular, düşünceler, değerler ve erdemlilik öylesine güzel işleniyor ki, üzülen ve ağlayan bir heykele, soğuktan donduğu halde iyilik yapmanın coşkusuyla içi ısınan bir Kırlangıca, küçük bir çocuğu eliyle ağaca çıkaran bir deve ve diğer masal kahramanlarına inanmakta hiçbir güçlük çekmiyoruz.
Bir masal, bir hikâye ya da bir roman okurken bizlerde gerçeklik duygusunu uyandıran ustalık, yazarın bizlere tanıdık gelen ilişkileri, bizim de başımızdan geçebileceğine inandığımız olayları bulması ve bunları sözcüklerle canlandırmasıdır. Okurken hemen fark edeceksiniz, Oscar Wilde, kimi zaman çiçeklerle kaplı bir bahçeyi, kimi zaman çiftlik hayatını, kimi zaman zenginliğe boğulmuş bir sarayı, kimi zaman da o saraylarda yaşayanlara elbiseler diken yoksul bir terzinin evini bütün sesleri ve renkleriyle sunuyor okuyucusuna.
Bugüne kadar kim bilir ne kadar çok masal okumuşsunuzdur. Belki de masal denince aklınıza gelen, “onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” cümlesiyle sonlanan mutlu hikâyelerdir. Oysa, az sonra okuyacağınız masallarda mutlu sonlar yok. Yetişkinler dünyasının gerçeklerini masal diline çeviren Oscar Wilde, sonu iyi biten masallarında bile iyilerin bu hayatta hak ettikleri yeri bulamayacaklarını, mükafatlarını ise ancak başka bir dünyada alabileceklerini sezdiren hüzünlü, duygusal anlatılar kuruyor.
Masalsı varlıkların hayatın en çıplak, en üzücü gerçekleri etrafında bir araya geldikleri Oscar Wilde masallarında gerçek ve fantazyanın ince bir mizah ile iç içe geçtiğini söyleyebiliriz. Yazarın bu üslubu, yapmak istediği toplumsal eleştiri için son derece uygun. O, yazımın başında da belirttiğim gibi, kendisini anlamayan, istemeyen, sonunda hapse mahkûm eden soylular sınıfına, 19. yüzyıl İngilteresi’nin sınıf farklılıklarına, ikiyüzlü ahlak yargılarına, budalalığa, bencilliğe, içi boş böbürlenmeye ve sevgisizliğe yöneltiyor eleştirisini. Birçok yazarın yapmak isteyip de başaramadığı bu edebi eleştiri, Wilde’ın insanları, hayvanları, çiçekleri, eşyaları dile getiren cümleleriyle keskinleşiyor.
A. Ömer Türkeş
Mayıs 2004, İstanbul
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Öykü
- Kitap AdıMutlu Prens
- Sayfa Sayısı96
- YazarOscar Wilde
- ÇevirmenZeynep Çelik
- ISBN9786053541660
- Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2013
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Zamansız ~ Engin Akyürek
Zamansız
Engin Akyürek
Engin Akyürek’in ikinci öykü kitabı Zamansız, tam da kimsenin zamanının olmadığı zamanlara inat karşımızda. Zamansız olan ne varsa hissettiğimiz, bu kitapta ustaca anlatılmış ve...
- Köpeklere ve Duvarlara Dair ~ Yuko Tsushima
Köpeklere ve Duvarlara Dair
Yuko Tsushima
“Yıllar geçtikçe sular âlemi gözünde gitgide güzelleşecek, ışıltısını daha da artıracak. Ve sen o âleme gideceksin. Böyle olmasını diliyorum. Seni sevdiğim için, bir gün...
- Perili Ev ~ Charles Dickens
Perili Ev
Charles Dickens
Gothic roman, aklın kısa devresinin yazınsal ürünü diye tanımlanabilir. Sanayi devriminin ortasında, romantik kaçışla birlikte, doğaüstü, denetlenemez, tekinsiz güçlerle dolu olan bu türe ilgi...