Sevgi psikolojisine dair çözümlemeler, ünlü asalakların tarihe geçen nükteleri, Harun Reşid ve Me’mun gibi Abbasi tarihinin önde gelen hükümdarlarının günlük hayatı ve zaafları, romantik başlayan aşkların bazen gerçekçi bir sonla noktalanması, kısaca erken dönem gelişmiş İslam kentlerindeki sosyal yaşamın eğlenceli yönleri, bu kitabın ana konusudur. Yazar asla abartıya kaçmamış, hatta yer yer kaba denebilecek betimlemelerde bulunurken mazeret üretme derdine de düşmemiştir.
***
GİRİŞ
Bundan önceki bölümde¹ yemek ve içecek konusunu işlemiş, bunlardan doğan meseleleri ve bunlara nispet edilen şeyleri ele almıştık.
Bu kitapçıkta kısa mizâhî öyküler aktaracağız. Anlatacaklarımız ruh için bir gezinti olacak. Kalp bunlardan huzur bulacak. Bize kulak veren kişi dudaklarında muzip bir gülümseme hissedecektir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Kalplerinizi zaman zaman dinlendirin! Yorulan kalp kör olur.”
Hz. Ali ise şöyle buyurur: “Kalplerinizi dinlendirin! Onlara nüktelerin en turfandasını bulun! Kalpler de bedenler gibi yorulurlar. Nefis daima eğlenceyi sever, kolaya kaçar, oyuna meyleder, kötülüğü emreder, tembelliği seçer, rahatı ister, çalışmaktan nefret eder. Eğer onu çok zorlarsan zayıf düşürürsün, ipin ucunu kaçırırsan çukura düşürürsün.”
Halife Ömer bin Abdülaziz, babasının kuşluk uykusuna daldığı bir sırada onun yanına girer ve şöyle der:
“Babacığım, ihtiyaç sahipleri kapında beklerken sen uyuyor musun?”
Bunun üzerine babası:
“Yavrucuğun, nefsim, bineğim gibidir. Eğer onu zayıf düşürürsem kesmiş olurum. Bineğini kesen kimse amacına ulaşamaz,” diye cevap verir.
Hz. Peygamber ise azı dişleri görününceye kadar gülermiş.
Muhammed bin Sîrîn diye tanınan meşhur bilgin katıla katıla gülermiş.
Başka bir hadis-i şerif şöyledir: “Eğlenmeyi bilmeyen kimseden hayır gelmez.”
Buna benzer diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmaktadır: “Bütün kaliteli insanlar neşelidirler.”
Sır Paylaşmanın Tadı
Hişâm bin Abdulmelik şöyle der:
“Tatlıyı da yedim, ekşiyi de, öyle bir an geldi ki hiçbirinden tat almaz oldum. Güzel kokular kokladım. Ve yine öyle bir an geldi ki koku almaz oldum. Kadınlarla birlikte oldum. Öyle ki birlikte olduğum kişi kadın mı, duvar mı anlamaz oldum. Sonunda, benimle bir sırrımı paylaşan arkadaştan daha iyi birisini bulamadım.”
En Lezzetli Şey
Amr bin el-As’a:
“En lezzetli şey nedir?” diye sorarlar. Bunun üzerine şöyle cevap verir:
“Gençler çıksın bakayım salondan…”
Ve kimse kalmayınca ekler:
“En zevkli durum, tüm kayıtlardan azade en ipe sapa gelmez şeyleri konuşmaktır.”
Mesleme bin Abdulmelik’e:
“En lezzetli şey nedir?” diye sorulur. Bunun üzerine o da, “Utancın yok edilmesi ve zevke uyulmasıdır,” diye cevap verir.
Dengeye Dair
Nefsin eylemleri iki türlüdür: Birincisi; utancı ortadan kaldırmaktır; bu çirkin bir iştir. İkincisi; dinde aşırı gitmek ve sofuluk taslamaktır; bu da çirkindir. Takip edilmesi gereken orta yoldur. Çünkü her şeyin kendine göre bir yeri ve zamanı vardır. Gülmek gereken yerde gülünür, ciddi olmak gereken yerde ciddi olunur.
Mutarrıf bin Abdullah çocuğuna şöyle demiştir: “Yavrucuğum, aşırılık arasında denge vardır. İşlerin en hayırlısı orta olanıdır.”
Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Bu din sağlamdır. Ona esnek ve dengeli bir şekilde sarılın!”
Eski dillerden çevrilmiş bir kitapta şöyle anlatılmaktadır: Yûhannâ ve Şem‘ûn havarilerdendi. Yûhannâ gülünen ya da güldürülen meclislerde otururdu. Şem‘ûn ise ağlanılan ya da ağlatılan meclislerde bulunurdu. Bir keresinde Şem‘ûn, Yûhannâ’ya şöyle der:
“Ne kadar çok gülüyorsun! Sanki öteki dünya için tüm iyilikleri tamamlamış, her şeyi bitirmişsin! Bu ne rahatlık böyle, seni anlamıyorum doğrusu!”
Bunun üzerine Yûhannâ kendisine şöyle der:
“Sen de ne çok ağlıyorsun böyle! Sanki Rabbinden umudunu kesmişsin!”
Allah Teâlâ, Hz. İsa’ya şöyle buyurmuştur: İki tavırdan, Yûhannâ’nın tavrı bana göre daha sevimlidir.
Başka bir kitapta ise şöyle denmektedir: Hz. İsâ bir keresinde Hz. Yahyâ ile karşılaşır. Yahyâ, ona tebessüm eder. Bunun üzerine Hz. İsâ:
“Sen kendinden emin bir kimse edasıyla tebessüm ettin!” der.
Hz. Yahyâ ise,
“Sen de rahmetten umudunu kesmiş birinin edasıyla suratını astın!” der.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, Hz. İsâ’ya şöyle buyurur: “Yahyâ’nın yaptığı bana göre daha sevimli bir şeydir.”
Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Nuaymân, cennete gülerek girecektir. Çünkü o, beni güldürürdü.”
Bu hadisle alâkalı kıssa şöyledir: Bir keresinde Hz. Peygamber, Nuaymân’ın yanına gider. Nuaymân’ın gözleri katarakttır. Hz. Peygamber bakar ki Nuaymân bir hurma almış yiyor. Kendisine:
“Bu katarakt halinle hurma mı yiyorsun?” diye sorar.
Nuaymân:
“Ben diğer taraftan yiyorum!” diyerek cevap verir. Bu cevap üzerine Hz. Peygamber azı dişleri görününceye kadar güler.
Medinelilerden birinin çocuğu olan Süveydâ, Hz. Ayşe’ye gidip gelirdi. Onun yanında oynar ve onu güldürürdü. Ara sıra Hz. Peygamber gelir onların bu haline rastlar, ikisinin de birlikte güldüklerini görürdü. Daha sonra Süveydâ gelmez olduğunda Hz. Peygamber, Ayşe’ye:
“Süveydâ’yı ne yaptın Ayşe?” diye buyurdu.
Hz. Ayşe onun hasta olduğunu söyleyince Peygamber hasta Süveydâ’yı ziyaret etmek için gitti ve onun ölüm döşeğinde olduğunu gördü. Bunun üzerine Süveydâ’nın ailesine şöyle dedi:
“Süveydâ’ya bakın, vefat ederse bana haber edin!”
Çocuk vefat ettiğinde kendisine haber verirler. Hz. Peygamber gelir çocuğun namazını kıldırır. Ve şöyle der:
“Ya Rabbi, bu yavrucak beni bir zamanlar sevindirmişti, sen de onu sevindir!”
İbn İshâk anlatıyor: Erdemli kimseler eğlendiler, güldüler ve şaka da yaptılar. Eğer Araplar birini över ve üstün görürlerse ona güler yüzlü, neşeli, şen şakrak gibi sıfatlar verirler. Yok, şayet birini kötüleyeceklerse ona da somurtkan, yüzünden düşen bin parça, meymenetsiz herif, suratsız vb. gibi sıfatlar takarlar.
Tembelliğin Önemi
Yahyâ bin Hâlid, Horasan’daki oğlu Fadıl’a şöyle yazar: “Yavrucuğum, tembellikten yana hakkını kullanmayı ihmal etme!”
Bu kısım bu bağlamda söyleyeceklerimizin hepsini kapsar. Çünkü tembellikte rahatlık vardır. Rahatlık da aktivite doğurur. Aktivite ise zihni durultur ve rahatlatır. Şair şöyle demektedir:
Bizim içimizde güzel kimseler var
Bizim içimizde şakadan anlayanlar var
İyiler, ermişler de var aramızda
Hainler, komikler ve mızmızlar da.
Şaka Ancak Adamına!
Heysem bin Adî anlatıyor: Hadisçilerin gelip Hişâm bin Urve’ye sorular sorduklarını gördüm. Hişâm bin Urve, onlara şöyle diyordu:
“Değerli arkadaşlarım! Bilgim dahilinde olan helal, haram ve sünnet konusunda bildiklerimi sizden esirgeme gibi bir hakkım yoktur. Ancak şakalarım böyle değil. Onları, size kim olursanız olun, toptan veremem! Ancak erbabına saklarım.”
ABBÂS BİN el-AHNEF’İN ŞANSI
Ebu’l-Abbâs Muhammed bin Yezîd el-Müberrid anlatıyor:
Muhammed bin Âmir el-Hanefî, Bekr bin Vâil kabilesinin önde gelenlerindendi. Kendisini fakir düşmüş bir ihtiyar olarak tanımıştım. Bu fakirliği de cömertliğinden kaynaklanmaktaydı. Eskiden Basra zabıta teşkilatının² başıymış. Biraz sonra size anlatacağım öyküyü bir başkasından da duymuştum. Gerçi iki anlatım arasında eksik ya da fazla olan bir şey hatırlamıyorum, ama olay genel hatlarıyla aşağıdaki gibidir:
Bir grup genç bir araya gelirler. Hepsi de zengin çocuğu ve hepsi de evinden kaçmış, mutluluğu arkadaşında bulmuş kimselerdir. Onlardan biri şöyle anlatmaktadır:
Bağdat’ın kalabalık semtlerinden birinde caddeye bakan bir ev kiralamıştık. Kendimiz çalışıyor kendimiz yiyorduk. Ara sıra iflas ettik, ara sıra zengin olduk. Zengin olduğumuzda ailemizin yanındayken kazancımız ne ise durumumuz aynıydı. Tam bir yardımlaşma içerisindeydik. Kazandığımızda yemeğin en güzelini yer, eve erkek ve kadınşarkıcıları çağırır, çılgın partileri evin alt katında tertiplerdik. Eğlencemizin olmadığı zamanlarda ise insanları seyredebileceğimiz bir odada otururduk. İyi günümüzde olsun, kötü günümüzde olsun içkiyi ihmal etmezdik. Bu şekilde devam ederken bir gün bir genç gelip bizden görüşmek için izin istedi. Kendisine, “Tamam, gel bakalım!” dedik. Üstü başı temiz, eli ayağı düzgün biriydi. Görünüşünden zengin çocuğu olduğuanlaşılıyordu. Yanımıza gelip:
“Sizin bu grubunuzu ve sıkı dostluğunuzu duydum. Sanki tek bir kalıpta yoğrulmuşsunuz. Ben de sizden biri olmak istiyorum. Lütfen kabul edin!” şeklinde ricada bulundu.
Bu genç, azığımızın az, içkimizin çok olduğu bir sırada bize rastlamıştı. Hizmetçisine dönüp dedi ki:
“Benim de onlar gibi olmam için izin verdiler. Sen de kilerdekileri al getir!”
Hizmetçisi bir süre kaybolduktan sonra kamıştan bir sepetle geri döndü. Sepette, ev yemeği vardı; oğlak, tavuk, lavaş, salataya gidecek bir şeyler, sirke vb. her şey! Hepsini yedikten sonra içkilerimizi içtik.
Delikanlı rahatlayıp konuşmaya başladı. Konuşurken böyle ağzından bal damlayan bir kişi daha yoktu. Söylediklerine katılmayıp kendisine muhalefet etmek bile bir başka zevk veriyordu insana. Nefret ettiğini bildiğimiz bir şeyi iddia etmekle belki de onu imtihan ediyorduk. Ama yine de bize ikna edici sebepler sunabiliyordu. Şarkı söylesek bizimle söylüyordu. Kimsin, nesin, necisin demeden arkadaşlığı ilerletmiştik. Yalnızca künyesini biliyorduk. Çünkü sorduğumuzda bize “Ebu’l-Fazl,” demişti.
Sohbeti koyulaştırdığımız günlerden birinde şöyle dedi:
“Sizi nasıl tanıdığımı söyleyeyim ister misiniz?”
“Bunu çok isteriz,” dedik.
Başladı anlatmaya:
“Sizin civarınızdaki cariyelerden birini sevdim. Yolda oturup onun geçmesini bekliyor, o geçerken, ben de ona bakıyordum. Yollarda bekleye bekleye sizin evinizi fark ettim. Eviniz hakkında sorduğumda sizlerin sıkı dostluğunuzdan bahsettiler. Aranıza katılmak, benim için cariyeden daha mutluluk verici bir şeydi!”
Kendisine şöyle dedik:
“Biz seni kazanmak için onu kullandık.”
Bunun üzerine şöyle dedi:
“Kardeşlerim, Allah’ın adına yeminler olsun ki ben gördüğünüz gibi ona tutulmuş bir durumdayım. Bir başkası benim için haramdır. O benim kaderimdir. Allah, bana bir servet verip evlenebilecek duruma gelinceye kadar onu bekleyeceğim.”
Bizimle iki ay kaldı. Onunla tanışmaktan son derece memnunduk. Arkadaşlığı çok hoşumuza gitmişti. Tâ ki bir gün habersiz bir şekilde çekip gidinceye kadar. Onun bu ayrılığı bizi derinden vurmuştu. Sanki yavrusunu kaybeden bir anne gibi üzüntülüydük. Evini bilmiyorduk ki gidip arayalım. Onunla birlikte neşelenen hayatımız bundan böyle kederli olmaya başlamış; artık hayattan ne bir mutluluk ne de bir endişe hisseder olmuştuk. Tek derdimiz onu hatırlayıp hatırasıyla yaşamaktı. Kâh onun bize gelip arkadaş olmasıyla verdiği sevinci, kâh ayrılıp bizi kedere boğduğunu hatırlıyorduk. Tam anlamıyla şairin şu şiirindeki gibiydik:
Aldığım her nefeste, yaptığım her işte
Hatırlarım seni ve unutmayacağım seni.
Bizden ayrılmasının üzerinden yaklaşık yirmi gün geçmişti. Bir gün, er-Rusâfe’den³ geçiyorduk ki, asilzadelerin olduğu bir kortejin içinde onu gördük. Gayet hoş bir elbise vardı üzerinde. Bizi gördüğünde hemen bineğinden indi. Hizmetçileri de beraberinde indiler. Sonra bize:
“Canım kardeşlerim, yeminler olsun ki sizden sonra hayattan hiçbir tat almadım. Eve geleceğim diyerek de sizi oyalamıyorum. Ancak, gelin şimdi mescide gidelim.”
Beraber gittik. Bize şöyle dedi:
“Öncelikle size kendimi tanıtayım. Ben Abbâs bin Ahnef’im. Sizden ayrıldıktan sonra başıma gelenler ise şöyle:
“Sizden çıkınca evime gittim. Halifenin adamları gelip etrafımı sararak beni götürdüler. Orada Yahyâ bin Hâlid’in huzuruna çıktım. Bana şöyle dedi:
“Vay senin haline Abbâs! Ben seni en iyi şairlerden biri seçtim. Çünkü sen şiirin iyisinden anlarsın. Bu konudaki konumunu biliyorum. Sen, halifelerin coşkularını da bilirsin. Demem o ki: Mâride’ye duyduğu sevgibu günlerde efendimizin üzerinde çok yoğun. Onsuz olmak efendimizi perişan etti. Bir müddet önce aralarında bir dargınlık cereyan etmişti. Ne var ki Mâride, sevilen kadın olma gerekçesiyle naz yapıyor ve özür dilemeyi reddediyor. Çünkü ona göre sevenin özür dilemesi gerekir. Halife ise mevkiinin verdiği gururla özüre yanaşmıyor, bunun, kendisini küçük düşüreceğine inanıyor. Anlayacağın halife, makamı ne olursa olsun şu an bu aşka yenik durumda. Sen bu özrü kolaylaştıracak bir şiir söyle!”
Sonra beni halifenin yanına çağırdı. Huzuruna çıktım. Bana bir parça kâğıt ile bir divit verildi. Bir an öfkelendim. Bana ilham verecek her şey bir anda kayboldu, bütün vezinler aklımdan uçtu gitti. Kafiyelerden nefret ettim o an, sonra gevşedim. Bu sırada hoşuma giden dört beyit belirdi kafamda. Tam da konuya uygun idiler. Söylemesi kolay, benden istenene de uygundu. Elçilerden birine:
“Vezire söyle, dört beyit yazacağım, eğer razıysa göndereyim!” dedim.
Elçi söylediklerimi iletip geri döndüğünde:
“Ver bakalım onları!” dedi.
Elçi gidip geri dönünceye kadar benden istenenin dışında iki beyit daha yazdım. İlk dört beyti, kâğıdın üst tarafına son olarak aklıma gelen ikisini de altına yazdım. Şöyle demiştim:
Kızmış iki âşık, dargın birbirlerine
Ancak ikisi de hâlâ birbirine yanık delicesine
Bir özür istiyor tekrar barışmak için kız
Yok farkı erkeğin, o da aynı düşüncede
Unut aranızda geçenleri dön ona
Böyledir çok sevmek; ara sıra ayırır da,
Uzarsa bu ayrılık ve zorlaşırsa ulaşmak sevgiliye!
Teselli gerekir, sevene her zaman teselli gerek!
Altına da şunu yazdım:
Ayrılık da gelmelidir bir sevenin başına
Zira öğrenmesi gerekir
Sevdiğine dönmeyi çok zor da olsa.
Sonra yazdıklarımı Yahyâ bin Hâlid’e yolladım. O da onu Halife Reşîd’e verdi. Halife:
“İçinde bulunduğumuz hâli bundan daha güzel betimleyen bir şiir görmedim. Sanki beni anlatıyor.”
Bunun üzerine Yahyâ bin Hâlide:
“Efendimiz yeminler olsun ki anlatılan sizsiniz. Bu şiiri Abbâs bin el-Ahnef yazdı!” demiş.
Son iki beyti okurken sıra, “Sevdiğine dönmeyi çok zor da olsa” ibaresine gelince gülmeye başladı.
Sonra şöyle dedi:
“Eyvallah. Zor da olsa döneceğim!”
Hizmetçisine dönerek:
“Ayakkabılarımı getir bana!” dedi.
Kalktı. Sevincinden bana hediye vermeyi unutmuştu. Yahyâ beni yanına çağırıp şöyle dedi:
“Şiirin kabul gördü. Efendimiz sevincinden sana bir şey vermeyi unuttu.”
Bunun üzerine ben de:
“Aksine, bu haber de bende kabul görmedi!” dedim.
Sonra hizmetçi gelip ona gizli bir şeyler söyledi. Ardından ayağa kalktı. Ben de kalktım. Bana şöyle dedi:
————
1 Müellif el-İkdü’l-Ferîd isimli eserindeki “Kitâbu’l-Ferîdeti’s-Sâniyeti fi’t-Taâm ve’ş-Şerâb” isimli bölümü kastediyor.
2 Burada zabıta teşkilatından kasıt, polis teşkilatıdır.
3 Rusâfe: Bağdat’ın öbür yakası.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Mizah
- Kitap AdıNükteler ve Mizahi Öyküler Kitabı
- Sayfa Sayısı176
- Yazarİbn Abdirabbih
- ÇevirmenErkan Avşar
- ISBN9786053541417
- Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çocukluğum ~ Lev Nikolayeviç Tolstoy
Çocukluğum
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Çocukluğum, usta yazar Tolstoy’un on yaşından itibaren çocukluk ve ergenlik devresini içtenlikle ve kendine has üslubuyla kaleme aldığı unutulmaz bir eser. Yazıldığı dönemden günümüze...
- Ölü Canlar ~ Nikolay Vasilyeviç Gogol
Ölü Canlar
Nikolay Vasilyeviç Gogol
Gogol bu romanı Puşkin’in ona ön bilgiler vermesi üzerine yazmıştır. Bu destan-roman amacıyla yazmaya başladığı eserini Dante’nin İlahi Komedya’sına benzeten Gogol, sağlığında yayımlayabildiği ilk...
- Doğu Yakası ~ Jack London
Doğu Yakası
Jack London
Gerçek Hiç Bu Kadar Çarpıcı Olmamıştı! Amerikan Edebiyatının güçlü kalemi Jack London 1900´lerin başında İngiltere´ye giderek Londra´nın doğu yakasındaki işçi sınıfının zorluklarla dolu hayatını...