Hugo, aydınlanmacı hümanizmin geleneğinde, suç ile ceza ilişkisinin insansız bir mıntıkada tartışılmasının anlamsızlığına işaret eder gibidir. Onun kişisi, hayat ile ölüm arasındaki dar sınır çizgisinin üzerinde, geri dönülmez bir noktada durmaktadır. Önünde bütün yolların sonu vardır: İnfaz. Ve bu infazdan kurtulmanın tek ihtimali vardır: Toplum vicdanından ya da yargıçlardan umabileceği merhamet.
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü: Bir toplum, yaşatıcı olduğu kadar öldürücü de olabilir.
***
ÖNSÖZ
İdam cezasının Victor Hugo’nun hayatında gençlik yıllarından başlayarak belirleyici bir etki yaptığını edebiyat kaynaklarından ve doğrudan kaleme aldığı metinlerden çıkarmak mümkün. Hugo çocuk denecek yaşta, İspanya’da boğularak öldürülmek üzere idam mahalline götürülen bir mahkûmun yoldan geçişini izlemiş ve on altı yaşındayken, bir kızın, Adalet Sarayı önünde kızgın demirle cezalandırılışı sırasındaki dayanılmaz feryatlarını unutmamıştı. Kuşkusuz, giyotinle ‘acısız’ infazlar, devrimden yaklaşık otuz yıl sonra bile, hayatın ürkütücü gerçeklerinden biri olarak ruhları ve zihinleri meşgul edip durmaktaydı özellikle Fransa’da.
B. Brecht’in Sezuan’ın İyi İnsanı’nda Tanrılar tek bir iyi insan bulmak umuduyla dünyaya inerler. Devrim Fransa’sında ‘Kana Susamış Tanrılar’ ellerinde giyotinle siyasal tercihlerin ve safların sık sık birbirine karıştığı bir toplumun insanları arasında dehşet saçıp dururlar. Brecht’in Tanrıları tek bir iyi insan bulamazken, devrimin kana susamış ilahları, çok şanslıdırlar.
Giyotin, tarihin en büyük devrimlerinden birinde ‘haklı’ ile ‘haksızı’, ‘güçlü’ ile ‘güçsüzü’ birbirinden ayırt etme işlevini yüklenirken, kesin ve son sözü söyleyen ödünsüz merci olarak kellelerini sepetlere düşürdüğü binlerce insandan çok daha uzun ömürlü olmuştur. Giyotin, bir infaz aygıtı olmanın da çok ötesinde anlamı açık bir simge özelliğine bürünmüştür: Bir toplumun yaşatıcı olduğu kadar öldürücü de olabileceğinin simgesi.
Victor Hugo, uygarlaşma süreci içinde hâlâ kendine yer bulmuş bir barbarlık kalıntısı olarak tanımladığı idam cezasına yönelik devrim sonrası Fransa’sında sürüp giden tartışmalara katılırken, suç ile ya da suçlu ile cezayı değil de, insan ile cezayı/infazı karşı karşıya koyuyor. Elbette, toplumun suç olarak tanımladığı eylem ve davranışları tartışmak yerine, insan ile genel anlamda cezayı karşı karşıya getirmesi, o dönemde yoğun itiraz ve eleştirilerle karşılaşmış. Suçluyu masumlaştırmak, kamu vicdanını yanlış yönlendirmek vb. başlıklar altında toplanabilecek itirazlar bunlar.
Ne var ki Hugo, aydınlanmacı hümanizmin geleneğinde, suç ve ceza kavramlarının insansız bir mıntıkada tartışılmasının anlamsızlığına işaret eder gibidir. Onun kişisi, hayat ile ölüm arasındaki dar sınır çizgisinin üzerinde, hem de geri dönülmez bir noktada durmaktadır. Önünde bütün yolların sonu vardır: İnfaz. Ve bu infazdan kurtulmanın tek ihtimali vardır. Toplum vicdanından ya da yargıçlardan umabileceği merhamet.
O, adalet sisteminin ve siyasal komploların hışmına uğramış bir Dreyfus olmadığı gibi, eylemini inkâr etme imkânı bulunmayan kurbandır. Kendi zaaflarının ya da insan olma zaafının kurbanı belki.
Hugo’nun insan manzaraları içinden seçtiğimiz biri olarak adını koymak istersek, bir “sefil”dir o; cinayet işlemiş bir zavallı.
İnsan ile, hayat ile ölüm arasındaki gerilimin üzerine giderken el çabukluğuyla suç boyutunu (toplumsal/ahlaksal/ normatif boyutu) yok edip dönemin yoğun itirazlarıyla karşılaşan Hugo, daha bu metinde, insanın hayatı ile toplumun varolma zorunluğu arasındaki ilişkinin bir sorunsal olarak onun yazarlık gündemini oluşturacağı sinyalini de vermiş oluyor. Bu metinden çok daha sonra önümüze koyacağı Sefiller’de en genel kavramsal ifadesini bulan ve yazarın adıyla özdeşleşen bir insanlık durumu, aydınlanmacı-romantik bir yazarın “birey-toplum” ilişkisi karşısındaki arayışlarında ağırlığını insandan yana koyduğunu gösterir.
İdam mahkûmu en azından dış görünümüyle sağlıklı ve kusursuz, ama bu özellik onu “Notre Dame”ın ucube zangocu Quasimodo’dan ya da doğuştan yüzünde bir biçim bozukluğu olduğu için ‘gülen’ adamdan çok öteye bir yere koymuyor. Victor Hugo’nun bu insanları, seçkin bürokratların, sorumluluk yüklenmiş generallerin, din adamlarının, saygıdeğer zenginlerin vb. temsil ettiği dünyada kendilerine de bir şekilde yer arayan, hem doğanın hem de toplumun hışmına uğramış acınası yaratıklardır.
On dokuzuncu yüzyılın ortalarında, sanayi devrimi etkisinin iyice duyulmaya başlandığı bir dönemde, doğanın kusurlu olabilecek yaratıklarıyla sanayinin nispeten güvenilir, kusursuz ürünleri karşı karşıya gelmeye, doğa-teknoloji çatışmasının bu ilk evresinde, bu ikilemin sanattaki izdüşümleri ortaya çıkmaya başlamış, romantik, gotik tür vb. bu gerilimin ürünleri olarak belirmeye yüz tutmuşlardı.
Hugo’nun ‘sefil’ yaratıklarının bu gerilime işaret edici öncüler olarak anlaşılıp anlaşılamayacakları edebiyat tarihçilerinin, eleştirmenlerin bilecekleri bir şey; ama yazarın, gerek doğanın gerekse toplumun kendilerine bir şeyler borçlu olduğu bu insanları altın bir yürekle donattığını da biliyoruz. Ruhun güzelliği, bedenin ve sosyal tahribatın açığını kapatıyor onda.
Gelenek ile yenilik/devrim; toplumsal iyi ile bireyin iyiliği, zenginlik ile yoksulluk; suç ile ceza vb. kavramlarının karşıtlık alanında Victor Hugo, Sefiller’de apaçık gördüğümüz gibi, aydınlanmanın insan adına talep ve vaat ettiği ideal ilkeleri savunmaktan geri durmaz.
İnsandan yana tavır aldığı ölçüde de toplumsal çıkarın meşrulaştırdığı yaptırımları, bunların gerisindeki mutlaklaşmaya yüz tutmuş normları sorgulamasa bile, bu metinde olduğu gibi, insan ile ceza ve infazı karşı karşıya getirerek, toplumun çıkar ve iyiliğiyle bu tür cezalandırmanın mantığı üzerinde düşünmeye yöneltir bizi.
Veysel Atayman
Eylül 2003, İstanbul
BİR TRAJEDİYİ KONU ALAN BİR KOMEDİ
KİŞİLER
MADAME DE BLINVAL
ŞÖVALYE
ERGASTE
DUYGUSAL BİR ŞAİR
BİR FİLOZOF
BİR ŞİŞMAN ADAM
BİR ZAYIF ADAM
KADINLAR
BİR UŞAK
BİR SALON
Duygusal Bir Şair — Şiir okunur,
…
…
Ertesi gün, ormandan insanlar geçiyordu,
Ve bir köpek, ırmak boyunca havlayarak
geziniyordu;
Genç kız yaşlı gözlerle ve
Korku dolu yüreği ile dönüp oturunca,
Antik şatonun eski kulesine,
Duydu inildeyen dalgaları, o hüzünlü İsaure,
Ama duymadı artık
Ozanın soylu sazını!
Bütün Dinleyiciler — Bravo! Harika! Çok güzel! (Alkışlar).
Madame de Blinval — Bu şiirin sonunda, gözleri yaşartan, anlatılmaz bir gizem var.
Duygusal Şair ( Alçakgönüllü bir tavırla) — Şiirin sonunun üstü kapalı.
Şövalye ( Başını sallayarak) — Saz, saz şairi, bu çok romantik!
Duygusal Şair — Evet bayım! Fakat aşırıya kaçmayan bir romantizm, gerçek bir romantizm. Ne yapabiliriz ki? Ara sıra ödün de verilmeli.
Şövalye — Ödünler! Ödünler! O yüzden, beğeni yok oluyor işte! Yalnızca bu dörtlüğü bile romantik şiirlerin tümüne tercih ederim:
Pindos ve Cythere diyarlarında,
Uyarıldı soylu Bernard
Sevme sanatı, cumartesi
Akşam yemeğine gelecekmiş, beğenilme sanatına.
İşte, gerçek şiir bu! Beğenilme sanatına cumartesi günü akşam yemeğine giden sevme sanatı! Ama şimdi saz var, şair var. Artık kısa şiirler yazmıyorlar. Ben şair olsaydım eğer kısa şiirler yazardım; fakat şair değilim.
Duygusal Şair — Yine de içli şiirler…
Şövalye — Kısa şiirler bayım. (Alçak sesle Mme de Blinval’a) Ayrıca şato anlamına gelen “Chatel” Fransızca değildir; ona “Castel” denir.
Birisi — ( Duygusal şaire) Bir görüş bayım. Antik şato diyorsunuz, peki neden “gothique” demiyorsunuz?
Duygusal Şair — “ Gothique” sözcüğü, şiirde kullanılamaz.
Birisi — Ah! O zaman başka…
Duygusal Şair (Konuşmasına devam eder) — Bakın bayım, bazen yetinmek gerek. Fransız şiirinin düzenini altüst etmek ve bizi Ronsard’ların, Brebeuf’lerin dönemine tekrar döndürmek isteyenlerden biri değilim. Ben romantik biriyim, ama ılımlı, tıpkı duygularda olduğu gibi. Onlar tatlı, düşsel, melankolik olsunlar isterim, fakat hiçbir zaman kanlı veya ürkütücü olmasınlar… Bir sonun üstünü kapalı tutmak… Biliyorum ki insanlar deliler! Çılgın hayalleri var… Hey bayanlar, yeni romanı okudunuz mu?
Bayanlar — Hangi romanı?
Duygusal Şair — Bir İdam Mahkûmunun…
Bir Şişman Adam — Yeter bayım! Ne demek istediğinizi biliyorum. Kitabın başlığı bile sinirlerimi yıpratıyor.
Madame de Blinval — Benim de öyle! İğrenç bir kitap bu! Bak işte yanımda.
Bayanlar — Görelim, görelim.
(Kitap, elden ele geçirilir)
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBir İdam Mahkûmunun Son Günü
- Sayfa Sayısı145
- YazarVictor Hugo
- ÇevirmenRina Mehyo
- ISBN9786055588328
- Boyutlar, Kapak11x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Castellio Calvin’e Karşı ~ Stefan Zweig
Castellio Calvin’e Karşı
Stefan Zweig
Stefan Zweig, yüzyıllarca “unutulmuş bir adam” olarak kalan Castellio’nun şahsında hoşgörüye karşı hoşgörüsüzlük, özgürlüğe karşı vesayet, hümanizme karşı bağnazlık, bireyciliğe karşı mekanikleşme, vicdana karşı...
- Trendeki Adam ~ Andy Mulligan
Trendeki Adam
Andy Mulligan
Demir ağların birbirine bağladığı yaşamlar… Otuz iki dile çevrilen Çöplük’ün yazarı Andrew Mulligan’ın yetişkinlere yönelik ilk kitabı Trendeki Adam, makasların ortasında kesişen hayatların birbirlerine aslında görünmez iplerle...
- S.e.c.r.e.t – Kadınlığımın Romanı ~ L. Marie Adeline
S.e.c.r.e.t – Kadınlığımın Romanı
L. Marie Adeline
Kocasının ölümünden beri Cassie Robichaud’nun hayatı pişmanlık ve yalnızlıkla doludur. New Orleans’taki köhne Kafe Rose’da garsonluk yapan Cassie, her gece evinin yolunu tutup tek...