Menfelûtî çağdaş Arap edebiyatının ilk dönem yazarlarındandır. Yapıtlarını, acı, merhamete duyulan ihtiyaç, sevgi ve sevgisizliğin tüm renkleriyle bezemekten çekinmez. Bu kitabında da yirminci yüzyıl başlarında İngiliz egemenliği, vahşi kapitalizmin Ortadoğu’da doğum sancılan ve geleneksel değerlerin yitirilişinin etkisi altında değişime uğrayan Mısır toplumunun portresini çizer. Onun gücü, hikâyelerindeki kurgudan değil, Mısır toplumunun yaşadığı ahlaki ve ekonomik sorunlan, acıklı, fakat çarpıcı bir şekilde yansıtmasından kaynaklanır. Ancak hâkim renk siyahtır.
Acılar Kitabı: Bazıları siyah sever, hep acıyı anlatır. Belki de sevgiyi bulmak için…
***
YALAN
İnsanın kalbinde ne kadar yalan varsa, dilinde de o kadar yalan vardır. Bu yüzden, asla yalancının sevgisinden emin olma, verdiği söze de güvenme. Ben bütün yalancılardan köşe bucak kaçarım. Çünkü sana zarar vereceğinden korktuğum gibi, kendim de arkadaşlık etmeye korkarım yalancı adamla.
Felsefeciler yalanı tarif ederken; sözün gerçekle çelişmesidir, demişler. Belki de, genel kanaate yakın olması için bu tarifle yetinmiştir. İsteseler, yalan eylemleri de yalan sözlere ekleyebilirlerdi.
Akılları çelme, arzuları istismar etme ve yanlışı doğrunun önüne geçirme konusunda, dilin yalanıyla eylemin yalanı arasında fark yoktur. Sonra, bir adamın yalan söyleyerek “Ben çok güvenilir biriyim kesinlikle hainlik ya da sahtekârlık yapmam, bana biraz borç ver, geri öderim!” deyip borcunu ödememesiyle; yanına gelen başka birinin, kendisinin dürüst biri olduğu izlenimi verecek dualar mırıldanarak senden borç alması, ama sıra emaneti teslim etmeye geldiğinde, hiçbir şey demeyip kendini temize çıkarıcı dualara devam etmesi arasında fark yoktur. İlki seni nasıl kandırdıysa, ikincisi de öyle aldatmıştır. Hayır, ikincisi daha da beterdir. Sözleri yalan olan kimse seni bir kere kandırana kadar, fiilleri yalan olan bin defa aldatabilir. Çünkü o, her davranışında sergilediği yalancılık sayesinde amacına ulaştığından, diliyle yalan söylemeye ihtiyaç duymaz.
Hiç de küçümsenecek bir şey değildir yalan. Çünkü kötülüklerin başı ve rezilliklerin en çirkinidir.
Yalan adeta bir ağacın gövdesi gibidir, diğer ahlaksızlıklar ise, onun dalları. Esasında yalan, ahlaksızlığın bizzat kendisidir. Ne var ki, kendisini değişik şekillerde gösterir, farklı suretlere bürünür.
İkiyüzlü insan, yalancıdır. Çünkü dili başka şey söyler, kalbi başka. Gururlu kimse yalancıdır. Çünkü olduğundan daha üstün göstermeye çalışır kendisini. Günahkâr, yalancıdır. Bir yandan inançlı olduğunu söyler, ama Tanrı’ya verdiği sözü tutmaz. Laf taşıyan kimse yalancıdır. Hiç Tanrı’dan korkmadan kargaşa çıkarır ve laf taşırken kendisiyle ilgili olmayan bir şeyin iç yüzünü araştırır. Dalkavuk da yalancıdır. Görünüşte sana faydalı olur, oysa senden gizlediği yönüyle zarar verir.
Yalan, insanların gözünde artık sıradan bir şey haline geldi. Öyle ki, dürüst bir adam bulsan ve insanlara ondan bahsedip ne kadar doğru sözlü olduğunu anlatmaya kalksan, adeta garip bir yaratık göstermiş ve onlara gerçek üstü bir şeyden bahsetmiş gibi olduğunu görürsün.
Vay haline dürüst kimsenin! Yaşamı boyunca gerçekten doğru olan bir şeyle karşılaşmadığı için öyle sıkıntılı bir hayatı vardır ki! Dostu aldatır; seviyorum derken eşi yalan söyler, nasihat edene güvenemez! Şimdi cahil sır saklamaz, âlim sözü çarpıtır, tüccar malına hile katar, yalan yere yemin eder; gazeteci özgür akılların üzerinden ticaret yaparak sabah akşam kendisine, Tanrı’ya ve insanlara yalan söyler. Tıpkı köle ve cariyeler üzerinden ticaret yapan tüccarlar gibi.
İKİ ŞEHİT
Dün gece gözüme uyku girmedi. Çünkü gece boyunca ağır bir hastalıktan ıstırap çeken bitişik evdeki bir kadının iniltisini işittim. Yanında onunla ilgilenen ya da oturup haline acıyan hiç kimsesi yokmuş gibi geldi bana. Sabah olunca ona gittim. Bir de ne göreyim! Küçük, karanlık bir oda! Ve hurdahaş olmuş bir karyolanın üzerinde, ölümü anımsatan bir siluet! Yavaşça yürüyerek yaklaştım. Orada olduğumu hissetmiş gibi, bir yudum su istemek için dudaklarını hareket ettirdi. Suyu içmesine yardım ettim. Biraz kendine geldi. Durumunu sormak için onun yanında duruyordum. Giderek sönen bir sesle, kesik kesik konuşarak hikâyesini bana anlatmaya başladı. Sanki kelimeleri dudaklarının arasından zorla çekerek alıyordum.
“Birkaç yıl önce babam beni evlendirdi. Sık evlenip boşanan; kısacası bir kadınla bir yıldan çok yaşayamayan bir adamla evlendirilmiştim. Genç kızlar geleceğiyle ilgili kararlarda anne babasından bağımsız fikir yürütme hakkına sahip olsaydı, nasıl bir seçim yapacağımı biliyordum. Ama önümde yalnızca iki yol vardı: Ya rahibelerin yaptığı gibi kendimi tamamen Tanrı’ya ibadete verecektim ya da sonu belirsiz bir evliliğe razı olacaktım. Ruhbanlık konusunda diğer bütün kadınlardan farklı düşünüyordum, ama karşı koymaya güç yetiremedim ve boyun eğip o adama vardım.
Beni çok iyi karşıladı. Asil bir eş, en gözde ve değerli hanımını nasıl karşılarsa, öyle. Aslanın tebessümünden şüphelenen av gibi, onun bu davranışından kuşkulandım. Ve tıpkı bir suçlunun ceza anını beklemesi gibi ayrılık gününü beklemeye başladım. Doğumdan sonra, daha loğusalık dönemini atlatmamıştım ki, onun evlendiğini öğrendim. Küçük kızımla evde yapayalnız ve kimsesiz kalmıştım. İlk anda çok üzüldüm ve kaygılandım. Ama sonra, kaderime çaresiz boyun eğdim. Çünkü yazgımı değiştiremezdim. Bir çıkış yolu da bilmiyordum. Kızımı alarak babamın evine geri döndüm. Babam hasta ve ölmek üzereydi. Bana acıyarak ağladı ve benden kendisini affetmemi istedi. Onu affettim. Başıma gelen bu felaketin üzüntüsüyle çok geçmeden babam öldü. Bunun üzerine, kaderin beni şanssızlar listesine kaydettiğini anladım. Uzun ve zorlu günler vardı önümde. Ne zaman sona ereceğini ve Allah’ın başka neler takdir ettiğini bilmiyordum. Başkalarına mektup yazdırarak, kızının masraflarını karşılamada bana yardımcı olmasını ya da beni boşamasını istedim o adamdan. Boşarsa, belki Allah ondan daha iyi ve insaflı birini karşıma çıkarır diye düşünüyordum.
O ise para yardımı için kılını bile kımıldatmadı. Boşanmayı da gururuna yediremedi. Çalışmaktan başka bir çare göremiyordum. Birkaç yıl, gece gündüz demeden çalıştım. İğne deliğinden rızkımı çıkarmaya çabaladım. Ama bu yeterli olmuyordu. Sonunda, güçten düşüp çalışamaz oldum. Ve amansız bir hastalığa yakalandım. Elbiseden kapkacağa kadar, elimde avucumda ne varsa harcadım. Öyle ki, bir şişe ilaç alacak param kalmadı. Çökmekte olan bu karyolanın ayaklarını bağlayacak bir kumaş parçası bile bulamıyordum. Kader bununla da yetinmedi. Bütün o büyük sıkıntıların yanında küçük kaldığı bir felakete sürükledi beni. Bizzat kendim, durumumu bildiren bir mektup yazmıştım o adama bir ay önce. Kendim ve kızım için, hayat şartlarının bir deri bir kemik haline getirdiği vücudumuzu ayakta tutacak bir miktar yiyecek getirmesini istedim ondan.
Boğulmakta olan insanın bir gemi karaltısı beklemesi gibi, ben de mektubuma cevap bekliyordum. Birkaç gün önce burada oturmuş, kaderin bana yaptığı kötülükleri kendi kendime sayıp dökmekteydim. Bir problem çözülmeden diğeri gelmiş, bir dert sona ermeden diğeri başlamıştı. Kızım da karşımda oturuyordu. Denizin karanlığında kutup yıldızını gözleyen denizci gibi, ben de bu felaketlerin karanlığında onun parlak yüzüne bakıyordum. Ansızın o zalim adam çıkageldi ve üzerime hücum ederek kızımı zorla elimden aldı. Başıma gelen bu büyük felaket karşısında hiçbir şey yapamadım. Yalnızca, kimsenin işitmediği bir inilti koptu içimden ve gözyaşları döktüm kimsenin duymadığı. Kaderin oku, o günden önce farklı bölgelere isabet ederek oyalanırken, bu defa öldürücü darbesini indirmişti! Yazgının her şeyini alarak perişan ettiği ve ümitlerini söndürdüğü zavallı, yoksul bir kadın nasıl geçirirse, o şekilde geçirdim o geceyi. Ve kendisine uzanan bir elin, haline ağlayan bir gözün bulunmadığı bir kadın nasıl sabahlarsa, öyle sabahladım. Yaklaşık yirmi gece geçti o olayın üzerinden. Ne gözyaşım dindi ne de bir an uyudum. Karanlıktan istifadeyle biraz uyuklasam, sanki kızımın ağlayarak bana adımla seslendiğini işitiyordum. Babası da bunu fark ediyor, onu acımasızca dövüyor ve ben bu kötü durumdan yavrumu kurtarmaya çalışsam da çaresiz kalıyordum.
Şu an ise yalnızca ölüm perdesinin gözlerime indiğini hissediyorum. Ne yazık ki kızıma kavuşamadan ve onu son bir kez daha göremeden bu dünyadan ayrılmış olacağım.”
Tam bunları söylediği sırada birdenbire durdu. Hızla solumaya ve bakışları bulanmaya başladı. Yatağının yanına dizüstü çöktüm. Ona yardımcı olması ve şefkat elini uzatması için Allah’a dua ediyordum. Bir süre, puta tapan bir kimsenin, tanrısının huzurunda duruşu gibi o vaziyette kalakaldım bu manzaranın karşısında. Sonra birden, dolup taşan gözyaşlarımın arasından bir siluet görür gibi oldum. Odanın kapısında ayakta duruyordu. Dikkatlice baktım. Küçük bir kız çocuğunu kucağında tutan bir adam olduğunu fark ettim. Bunun üzerine ona doğru yaklaştım. Karşımda, kızına sevgi ve şefkatle bakan, başı öne eğik, mahcup biri duruyordu. Küçük kız ise, içerisinde hiçbir canlılık olmayan eski bir elbiseyi andırıyordu. Adama:
“Kimsin? Ne arıyorsun?” diye sordum.
“Ben, bu kadının kocası ve bu kızın babasıyım.”
“Kızını ondan ayırdığın için af dilemeye gelmiş olmalısın!”
“Efendim, annesinden ayrıldığından beri kız acı acı ağlıyor. Uyanıkken de, uykusunda da annesinin adını sayıklıyor sürekli. Sonunda hastalandı. Ne doktor ne de ilaç fayda etti. Durumunun bu noktaya geldiğini görünce, belki annesinin kollarında şifa bulur diye getirdim buraya.”
“Bu kadere kalmış bir şey. Geleceği yalnız Allah bilir!”
Sonra kıza doğru yaklaştım. Ölmek üzereydi! Nazikçe alıp annesinin kollarının arasına bıraktım. O annesine, annesi de ona seslendi. Tam o sırada, sanki bu anı bekliyorlarmış gibi, ikisi de son nefeslerini aynı anda verdiler!
O iki şehidin cenazesinden döndüm şimdi ve bu satırları yazmak için oturdum. O zavallı kadın için kalbimin üzüntüyle ağladığını hissediyorum. Dahası, boşama silahıyla her gün erkeklerin öldürdükleri, ne bir acıyanı ne de intikam alanı olan bütün zavallı kadınlar için ağlıyor kalbim.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıAcılar Kitabı
- Sayfa Sayısı144
- YazarMustafa Lütfi Menfelüti
- ÇevirmenSelahattin Hacıoğlu
- ISBN9786053541257
- Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Puslu Gri Parlak Sarı ~ Yapıncak Gürerk
Puslu Gri Parlak Sarı
Yapıncak Gürerk
Yapıncak Gürerk farklı disiplinlerden süzdüğü sanatsal dilleri Puslu Gri Parlak Sarı’da yazıyla buluşturuyor. Duygularını müzikle, dansla, sanatla dışavuran, sanatla iyileşen, sanat aracılığıyla hayatla yüzleşen...
- Bir Sonbahar Akşamı Seçme Öyküler ~ Sait Faik Abasıyanık
Bir Sonbahar Akşamı Seçme Öyküler
Sait Faik Abasıyanık
Sait Faik öykülerinden özel bir seçki gençler için Doğan Kardeş Seçme Öyküler dizisinde… Yağmurun içindeki her günkü dünya: “Hadi çabuk ol. Yeter artık. Gel...
- Erkeklerin Hikayeleri (Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle) ~ Murathan Mungan
Erkeklerin Hikayeleri (Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle)
Murathan Mungan
İÇİNDEKİLER MURATHAN MUNGAN Önsöz CESAREPAVESE Kendini Öldürenler HENRY MILLER Madmazel Claude VLADIMIR NABOKOV Sesler BERNARD MALAMUD Meslek Seçimi JOHN CHEEVER Merhem RAYMOND CARVER Kameriye...