Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yalnız Gezenin Düşleri
Yalnız Gezenin Düşleri

Yalnız Gezenin Düşleri

Jean Jacques Rousseau

Fransız Aydınlanması’nın ‘aykırı’ sesi Rousseau, edebiyatın geleneksel türleri içinde kendisine kolayca bir yer bulamayan bu ‘anı’ ile ‘roman’ arası metinde, hayatı ile bir son…

Fransız Aydınlanması’nın ‘aykırı’ sesi Rousseau, edebiyatın geleneksel türleri içinde kendisine kolayca bir yer bulamayan bu ‘anı’ ile ‘roman’ arası metinde, hayatı ile bir son hesaplaşma çabasına girişiyor. Bu hesaplaşma en başta düşünürün iç dünyasına, geçmişine yaptığı bir yolculuk anlamına gelmektedir. Yalnızca Aydınlanma’nın değil, tarihin en büyük ve en önemli devrimlerinden birini gerçekleştirmek üzere olan burjuvazinin, tarihe kendi ‘aklı’ ile yön verme hedefinin içinden yükselen uygarlık eleştirisi ve buna bağlı ‘doğaya dönüş’ çağrısıyla Romantik akıma öncülük etmiş, halk iradesinin monarşiye karşı üstünlüğünü savunan bu ‘eleştirel ses’, Rousseau’nun hayatının son yıllarında içine sürüklendiği yalnızlığın, tecrit edilmişliğin kalın duvarlarını ören sestir de.

Yalnız Gezenin Düşleri: İç dünyaya yolculuk.

***

ÖNSÖZ

Jean-Jacques Rousseau, Fransız Devrimi’nin şafağında, 1778’de öldü. Ölümünden 11 yıl sonra, 1789’da, en azından Avrupa tarihine bundan böyle politik düzlemde de yön vermeye hazırlanan burjuva sınıfının halkı arkasına alarak gerçekleştirdiği büyük devrimi göremedi.

Fransız Devrimi, Aydınlanma hareketi ile ayrılmaz bir bütün oluşturur. Aydınlanma, burjuvazinin bir sınıf olarak kendini gerçekleştirebilme hedefiyle giriştiği kurtuluş/özgürleşme hareketinin gerek felsefe/ideoloji, gerekse sanat/ edebiyat/kültür alanındaki belirli bir tarihsel biçimini temsil eder. Aydınlanma hareketi, burjuvazinin belirleyici bir sınıf niteliği kazanıp eski kastçı/zümreci feodal yapıyı ve mutlakiyetçi monarşiyi tarih sahnesinden tasfiye sürecini de içerir. Din, doğagörüşü, toplum, devlet düzeni, her şey kıyasıya bir eleştiriye hedef olmuştu bu hareket içinde. Ve eleştiri denen yerde akıl çıkıyordu ortaya. Her şey, varlığını aklın yargıç sandalyesi önünde ya haklı çıkarmak, gerekçelendirmek ya da bu varlığından vazgeçmek zorundaydı.

Avrupa’nın tek tek ülkelerinde, o ülkenin tarihsel koşullarına, sınıf dinamiklerine vb. göre farklı gelişmeler gösteren hareket, Fransa’da, feodal sistemin büyük uluslararası merkezi olan Roma-Katolik Kilisesi’ne ve feodal-mutlakiyetçi monarşiye karşı verilen mücadeleden güç almıştı.

Bu hareket, 17. yüzyıldan 18. yüzyıla geçerken 14. Louis’nin döneminde ortaya çıkan bunalımla birlikte başlayıp 1789 Devrimi’nde burjuvazinin politik iktidarı ele geçirme girişimlerinde doruk noktasına ulaşmıştır. Fransa’da en köklü ve belirgin biçimiyle ortaya çıkan Aydınlanma hareketi, felsefi alanda materyalizmi, yalnızca din ve ilahiyat gibi kurumlara karşı değil, aynı zamanda 17. yüzyılın metafiziğine karşı da harekete geçirmişti.

İşte, Jean-Jacques Rousseau, politik iktidarı ele geçirmeye doğru yol alan yeni büyük sınıfın, burjuvazinin değil de halka yakın küçük burjuva kesimlerin duygu ve beklentilerini devrim rüzgârlarının sert esmeye başladığı bir dönemde İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni ve Temelleri Üzerine Düşünceler (1754), Yeni Héloise (1758), Emil (1762) ve Toplum Sözleşmesi (1762) gibi eserlerinde dile getirmiştir. Küçük burjuva katmanı bir yandan o sıralarda hızla gelişmekte olan burjuvazinin, öte yandan da egemen feodal güçlerin baskısı altındaydı. Aydınlanma hareketinden ayrı düşünülemeyecek Rousseau, bu hareketin başını çeken burjuva sınıfının, gerçekte küçük burjuva ve halk kesimlerinin talep ve ihtiyaçlarına cevap veremeyeceğini çok erken kestirebilmiş; bu anlamda, burjuvazinin ideolojisinin sınırlarını bir bakıma fark etmiş, vaatlerini gerçekleştirmeyeceği endişesini açık seçik dile getirmiştir. Ne var ki önerdiği ya da düşündüğü ideal düzen, ileride değil geride bir yerdedir tarih hattında. Çünkü ilerleme ya da bilimsel gelişme, eşitsizliği artırmış, insanın refah ve mutluluğuna katkılar yapmamıştır. Rousseau, insanlığın doğaya bağlı evreden, sosyalizasyon süreçleri üzerinden toplumlaşmasına kadar uzanagelen gelişme karşısında eleştirel bir tutum sergilerken, içinde ne zenginin ne de yoksulun, ne yönetenlerin ne de yönetilenlerin bulunduğu, politik iktidarı genelin iradesinin temsil ettiği bir düzen (sistem) tasarlamıştır. Ona göre insanlığın mutluluk ve refahının önkoşuludur bunlar. Rousseau, ilerlemenin önkoşulu, hatta en büyük taşıyıcı gücü olan bilimin ve sanatın gelişmesine olumsuz bakar, bunların toplumsal düzeni bozucu etkisinden söz eder, çürümekte olduğuna inandığı, eşitsizliğin hâkim olduğu, çıkar gruplarına bölünmüş bir topluma alternatif ve ideal bir öneri olarak, Antik Roma’nın ve Cumhuriyetçiliğin erdem ve onurunu savunur. Ona göre yetenekli olanlara imtiyaz tanınması ve erdemin gözden düşmesiyle insanlar arasına eşitsizlik girmiştir. Uygarlaşmış insan, doğanın kendisine bahşettiği özgürlük ve erdemi, lüks ve tüketim uğruna bir kenara bırakmıştır. Bir yandan gelenek ve göreneklerin öte yandan yurt sevgisinin çürümesi pahasına her insana ekonomik bir değer biçen toplumsal bir kölelik düzeni doğmuştur. Günün politikacıları insanları hayvanlar yerine koymaktadır. İmzasını “Cenevre yurttaşı” diye atan düşünür, insanların sosyalleşme sürecinin gelinen aşamasında köle olup çıktıklarından emindir. Dolayısıyla, Rousseau’nun ideal düzeni, toplumsallaştırılmış büyük üretimin yerine, küçük mülk sahiplerinin üretimini koymayı gerektirir; bu teorik temel onu ister istemez az önce belirttiğimiz gibi, “ilerleme” karşıtı bir konuma sürüklemiştir. Tam da atılım devresindeki burjuvazinin aklın gereği gördüğü ilerlemeyi hedef olarak önüne koyduğu bilimi, doğaya müdahaleyi, büyük üretimi, sanayii bu ilerlemenin içinde yorumladığı bir aşamada Rousseau’nun bir tür ilerleme karşıtı konuma sürüklenip “doğaya dönüş” çağrısı yapmış olması, onun romantik akımın ve düşüncenin öncülerinden biri olarak da görülmesine yol açacaktır. Bu ters yöne, sosyal tarihin geri bir evresine dönmüş ‘bakış’, Rousseau teorisinin derinlikten yoksun olmasının da nedeni olarak görülebilir. Geriye onun iyimserliği, görece ilericiliği kalmaktadır. Yazılarının çoğunun deneme/cevap/mektup biçiminde oluşu da bu bağlamda anlaşılır olmaktadır. Teorik, sistematik bir temellendirme çabasından çok, düşünen bir insan tepkisidir söz konusu olan.

Yalnız Gezenin Düşleri’ni yazmadan (1782) tam 31 yıl önce, geleceğin Ansiklopedistlerinin içinde çatlak bir konumu temsil eder, düşünür. Aydınlanma çağının bilime ve teknolojiye olan inancını ve güvenini paylaşmayıp bu konuda kötümserliğini ve karamsarlığını dile getirmekten çekinmemesi, onu, Aydınlanma’nın muhalifi değilse bile kıyasıya bir eleştiricisine dönüştürmüştür.

Denebilir ki, karşımızda burjuvazinin bağlı olduğu üretim tarzının getireceği tehlikeleri, yıkımları sezmiş, ama tarihin yeni dinamiklerini ve yönünü yakalayamamış bir düşünür vardır. O, bu ters düşmeyi, kişisel ya da farklı nedenlere bağlayıp durur ve ötekiler ile felsefi görüşlerin uyuşmaması olarak da kavramaya çalışır. Eskilerine hiç benzemeyen çağdaş filozoflarla birlikte yaşadığı günlerde, ne kuşkularına son verilmiş ne de onlar tarafından kararsızlığı giderilmiştir; üstelik kendini en iyi sandığı yerde, kesin kanaatlerini bile sarsmışlardır (Üçüncü Gezinti).

Bu bağlamı göz önünde tutarak, onun en son “itirafları” olan Yalnız Gezenin Düşleri’ndeki o yılmışlık, küsmüşlük ve anlaşılmamış olma duygusu, Spartakusvari bir yenilgi duygusu olarak da anlaşılabilir belki. Spartakus, köleciliğin tarihsel bir formasyon olarak en güçlü temsil edildiği bir dönemde, Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde, henüz tarihsel şartlar ve dinamikler olgunlaşmamışken, ileriye dönük bir adım atmayı denemiş ve yenilmişti; Rousseau da “işte artık yeryüzünde yapayalnızım” diye girer metne. Spartaküs’ü1 Romalılar çarmıha germişlerdi; Rousseau, bir tür inzivanın ıssız yollarına çekilir kendiliğinden; çünkü bir anlamda ayak uydurmadığı tarih “ileriye” doğru hızla akmaktadır.

Metnin Kurgusu

Okur, Yalnız Gezenin Düşleri metninin içinde gezinirken, ilk bakışta birbirinden kopuk gezi notları arasında dolaşıp durduğu izlenimini edinebilir. Rousseau 1776-1778 arasında yaptığı gezintiler sırasında aldığı küçük notları içe bakışlarıyla birleştirerek bu metni oluşturmuştur. Birinci, Üçüncü ve Dördüncü Gezinti’nin kaynağını bu sağa sola düşülmüş notların oluşturduğunu Fransızca önsözde verilen bilgilerden öğreniyoruz.2 Gene de metnin bütünü, böyle bölük pörçük düşüncelerin bir araya getirilmesiyle oluşmuş değildir; düşünür/yazar Rousseau, kendisine yönelik analizinin, daha doğrusu içe bakışının (samimi bir) hesabını vermektedir burada. Acı, ölüme yakın olma, bireysel mutluluğu ve iç huzuru arama, kişiye özgü bir ahlak ve inanca duyulan ihtiyaç, insanın sosyal yanı ile doğal yanı arasındaki karşıtlık, toplumsal dünyadan kaçma arzusu, insan düşmanlığı, çocuk sevgisi vb. tematik alanlar bu metnin parçalarını oluşturuyorlar. Denebilir ki Rousseau, kendinden yola çıkarak, genel insana ilişkin nitelikleri keşfetme serüvenine çeviriyor gezintilerini.

Dünyaya Küsmek

Rousseau 1756’da özellikle İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeli Üzerine Konuşma’nın (1755) yarattığı şaşkınlığın ardından bir süre Montmorency Ormanı’nda kaldı; burada ev sahibesi Madame d’Epinay’in görümcesine duyduğu karşılıksız aşk, bu kalışın uzun ömürlü olmasını engelledi; ancak ardından Mareşal de Luxembourg’un malikânesine geçip en önemli eserlerini burada kaleme aldı. Tiyatro Oyunları Üstüne d’Alembert’e Mektup; Yeni Héloise ve Toplum Sözleşmesi gibi büyük eserleri bu dönemin ürünüdürler. Pedagojik romanı Emile ya da Eğitim Üzerine’nin (1762) ardından suçlanarak mahkûm edilince İsviçre’ye geçti, oradan döndükten sonra Ansiklopedistler ile süren gerginliğe bir açıklama özelliği taşıyan İtiraflar’ı titiz bir çalışmayla gerçekleştirdi, ama bu metin yıllar sonra, 1782-89 arasında yayımlandı. Bilim ve sanat hakkındaki düşünceleri onun, çağdaşlarının gözünde neredeyse bir deli olarak görülmesine yol açtı. Ama hayatı boyunca bu muhalif, aykırı konumunu koruyacağının da ilanı gibiydi bu düşünceleri. Yazılarının çoğunu mektup ya da muhaliflerine cevap biçiminde oluşturan Rousseau’nun metinleri açık, cepheden saldıran düşünceleri içerir; politik ve sanatsal kurum ve temsilcilerin şimşeklerini üzerine çeken Rousseau, bir yandan eleştirisini geliştirirken bir yandan da aynı yoldan kendi düşüncesinin, bir yalnız giden olarak mücadelesinin temellerini atmaktaydı. 1753’te Fransız Müziği Üzerine Mektup’ta Rameau’yu3 hedef alır; Lizbon Felaketi (depremi) üzerine kaleme aldığı mektupta Voltaire’i4 eleştirirken, d’Alembert’e5 mektubunda tiyatro sanatının çürütülmesinden söz eder. Dağda Yazılan Mektuplar’da (1764) Ansiklopedist “mösyölere” saldırır. Dili bozan, düşünceyi ahlaksızlaştıran bir toplumda, hakiki, doğaya uyumlu insanın gerçek söylemini (dilini) bulup insanlara kabul ettirmek ister. Hayatını da bu doğruyu aramaya adayan Rousseau, yaşama tarzı ile düşünceleri arasında bir kopukluk bırakmamaya çalışır. Redleri, vazgeçmeleri, yalnızlığa yönelişleri bu bağlamda bir anlam kazanmaktadır. Doğrunun koruyucusudur o, ama zayıf ve çekingen kişiliğiyle bu görevi arasındaki çelişkinin de farkındadır. Yalnız gezmeye yönelişinde, ona göre çağdaşlarının kendisini aslında olmadığı gibi yansıtmak istemeleri, onu bir canavara benzetmeleri, insan ırkının yüzkarası olarak tanımlamaları belirleyici nedenlerdir.

Yalnızlıktan, yalıtılmışlıktan söz eden yazar, aslında biliyoruz ki, dönemin dünya başkenti gibi bir coğrafya noktasını temsil eden Paris’in göbeğinde yaşamaktadır. Artık iç huzura kavuştuğunu ileri sürdüğü yerde, kendini evrensel bir komployla, dönemin felsefecilerinin dışına çıkartılmış hissettiğini de saklamaz; birçok gezinti, onların alçaklıkları, anlayışsızlıkları ‘edebiyatı’ yapıp, karşımıza bir komplolar dünyası çıkartıyor; ama günümüz okuru, hele buradan, bizim kültürel coğrafyamızdan baktığında, bu komplolara ya da anlayışsızlıklara kurban gitmiş olduğuna inanıp inzivanın yoluna girmiş kişinin karşısındaki ‘ittifakın’ soyutluğunu hissetmeden edemeyecektir. Bir tür hastalıklı takıntı durumu vardır sanki karşımızda. Dolayısıyla bu takıntılı suçlamalar ya da kendini savunmalar, yukarıda yaptığımız açıklamalarla birlikte düşünüldüğünde tarihsel bağlamı içine oturup bir anlama kavuşacaktır, diye düşünmeye hakkımız bulunmaktadır.

Evrensel bir komployla karşı karşıya olma duygusu ya da takıntısı, birinci bölümde olduğu gibi, kimileyin hastamsı bir abartıyla verilir; bu anlatmaya kimileyin gerçeğe aykırı abartmalar karıştırılır. Yazdıklarının, yayımlanırken değiştirileceğinden emindir; tek tek suçlamalara cevaplar vermeye çalıştığı bölümler vardır karşımızda.

Rousseau’nun kendini öteki (üst) sınıftan ve yeni gelişmekte olan burjuvazinin mıntıkasından soyutlaması, salt düşünsel, soyut bir adım olarak da anlaşılmamalıdır. 1752’de, Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylem/Tartışma diye çevirebileceğimiz eserinin başarıya ulaşmasının ardından düşünür, maddiyata fazla bağımlı olmayan bir hayat sürmeyi denemiştir (Nota yazıcılığı). Aristokrasinin hizmetinde olmak istememektedir. Saraya takdim edilmeyi reddetmiş, muhtemel düzenli maaş gelirinden kendisini yoksun bırakmıştır. Üçüncü Gezinti’de sözünü ettiği oldukça pahalıya mal olan ‘reformdur’ bu. ‘Saatini bırakması’, zamanın dışına çıkma isteğinin metaforu olarak bile anlaşılabilir. Artık sadece tefekkürle yaşayacaktır; hayatın üzerine düşünceyle gerdiği bir hamakta düş kurarak.

Düş/Hayal/Fantezi

Metni ya da bu kendine özgü anı-romanı dilimize Yalnız Gezenin Düşleri diye çevirmek âdet olmuş. Biz de bu geleneğe uyduk.

“Rêveries” (düş diye karşılanan kavram) kendi tarihsel-kültürel bağlamında, (her kavramın başına gelen türden) farklı anlamsal serüvenler yaşamıştır. Daha metni 1782’de keşfeden çağdaşları, derlemenin başlığının “düşleri değil de delilikleri” olması gerektiğini ileri sürmüşlerdi.6 Sözcük, 18. yüzyıla kadar ‘kendinden geçme, gerçekleşmeyecek hayallere dalma, vizyonlar görme’ gibi anlamlara işaret ederken, yüzyılın başında bizim “tefekküre dalma”, derin derin düşünme dediğimiz durumu anlatır olmuştur. Hayal kurmanın/düş kurmanın bizim kültürel-psikolojik coğrafyamızda bugünkü anlamının neleri kapsadığını duymak, hissetmek okura kalmıştır; o, bu işi, metinle beraber yapacaktır; Rousseau kendini iç dünyasının sellerine bırakmış, doğa ile uyum içindeki ruhunu arar gibidir; bu bağlamda buradaki rêveries, “yalnız gezenin, iç dünyasında bozulmamış doğallığını arayış yolculuğu” anlamına sanki çok yakın düşmektedir. Bu durumda, çevirimizdeki ‘düş’, bir kaygı taşıma anlamına da geliyor, yoksa “olmayacak şeylerin hayalini kurma” anlamına değil.

Metne böyle bakıldığında, Rousseau’nun ‘rêveries’ ile açtığı bir boşluktan da söz edilebilir. Gezintiden gezintiye, bölümden bölüme, düşünür bu boşluğu dolduran tanımlamalar, açıklamalar yaptığına göre, okur da bir bakıma bu boşluğu doldurma serüvenine katılmak durumundadır. Örneğin bir yerde, kendisini seyre dalmak için, geçmişteki tatlı düşlerin kaynağına dönmek isterken, bir başka bölümde “soğuk, hüzünlü” düşlerden söz edecektir yazar. Düş kurmanın verdiği haz, bir yerde fazlasıyla şiddetli, yıpratıcı, dolayısıyla da yorucu bir hazza dönüşebilir. Düş kurmak, ölümü de düşünmek ve mutluluk verici bir dinginlik hali olarak tasarlamak da demektir.

Metnin Fransızca baskısının, metni didik didik eden bir önsözü var. Neredeyse okura, okuyacak, arayacak bir şey bırakmıyor. “Burada yaptığımız açıklamaları gidip metinde bulun” der gibi bu önsöz; üstelik kendi kültürel-tarihsel coğrafyasının okuru ile ortak birikimlerine sığınıyor. Ne var ki, tepkilerin ayrıntısında gezinirken Rousseau’nun yalnızlığının tarihsel bağlamında yerine oturtulması konusunda bize göre yetersiz kalmış; ister istemez, patojen7 bir kişiliğin huysuz direnmeleriyle karşı karşıya olduğumuza inanmak zorunda kalıyoruz bu yorumu okuduktan sonra.

Rousseau’nun küskünlüğünü ve yalnızlığını, tarihin akışının dışına düşme olarak okumayı denemeliyiz, diye düşünüyoruz; çünkü onun yalnızlığı, bu ‘dışına düşüşü’ yaşayan bütün büyük düşünürlerin, sanatçıların, yazarların yalnızlığıdır herhalde.

Veysel Atayman
Ocak 2004, İstanbul

YALNIZ GEZENİN DÜŞLERİ

BİRİNCİ GEZİNTİ

İşte, yeryüzünde yalnızım; kendimle baş başayım; artık ne kardeşim var, ne bir benzerim, ne dostum ne de ait olduğum bir toplum. İnsanların en şefkatlisi, en cana yakını, bu insanlar arasından sözbirliği ile dışlandı. Bunlar, olanca kinleriyle hassas ruhuma hangi azabın daha çok dokunabileceğini araştırıp beni kendilerine bağlayan bağları kesip attılar. Onları istemedikleri halde sevebilecektim. Sevgimden ancak insan olmaktan çıkma yoluyla kurtuldular. Mademki öyle istediler, şimdi benim için yabancı, meçhul ve hiçtirler! Fakat onlardan ve her şeyden kopartılan ben neyim? Bana bunu araştırmak kalıyor, ama ne yazık ki ilk önce kendi durumuma bir göz atmam gerekiyor; çünkü onlardan bana uzanan yolda ele alınması gereken bir konu bu.

Bu garip vaziyete düşeli on beş yıldan fazla bir zaman geçtiği halde bu bana hâlâ bir rüya gibi geliyor. Sindirim güçlüğü çektiğimi, kötü bir uyku uyuduğumu ve uyandığımda dostlarıma yine kavuşacağımı sanıyorum. Evet, hiç şüphesiz farkına varmadan uyanıklıktan uykuya, daha doğrusu hayattan ölüme dalmış olacağım. Nasıl olduysa oldu, olayların doğal gidişatından çekip alınarak, içinde hiçbir şey seçemediğim bir girdaba yuvarlandım ve şimdiki durumumu ne kadar çok düşünürsem nerede bulunduğumu o kadar az anlayabiliyorum.

Ah! Beni nasıl bir kaderin beklediğini önceden nasıl bilebilirdim? Esiri olduğum bugün bile olanları bir türlü aklım almıyor. Hep aynı adam olan, hâlâ aynı

————

1     Spartaküs (Spartacus): (Ö. İÖ 71) Roma’ya karşı girişilen gladyatörler ayaklanmasının önderi. Spartaküs önderliğindeki bu ayaklanma tarihteki en büyük köle isyanlarından biridir.
2     Erik Leborgne: Flammarion, Paris, 1997, s. 27-52.13
3     Jean-Philippe Rameau (1683-1764): Geç barok dönem Fransız besteci.
4     Voltaire (1694-1778): Aydınlanma çağının öncülerinden büyük Fransız yazar. Zorbalık ve zorbalıkla mücadele etmiştir.
5     “Jean Le Rond d’Alembert (1717-1783): Fransız matematikçi, filozof ve yazar. Ansiklopedi çevresinden ünlü bir bilim adamıdır.
6     Agy; s. 27-52.16
7     Patojen: Hastalık oluşturan, hastalıklı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıYalnız Gezenin Düşleri
  • Sayfa Sayısı160
  • YazarJean Jacques Rousseau
  • ÇevirmenEster Yanarocak
  • ISBN9789758688999
  • Boyutlar, Kapak11x21, Karton Kapak
  • YayıneviBORDO SİYAH / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Toplum Sözleşmesi ~ Jean Jacques RousseauToplum Sözleşmesi

    Toplum Sözleşmesi

    Jean Jacques Rousseau

    Yazar bu yapıtında devrim’in çağrısına uyup, genel seçim hakkı olan bir cumhuriyet istemiş, yurttaşların eşitlik, özgürlük kardeşlik haklarından yana olmuştur. ÖNSÖZ İsviçre’nin Cenevre kentinde...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Rüya Roman ~ Arthur SchnitzlerRüya Roman

    Rüya Roman

    Arthur Schnitzler

    Doktor Fridolin ve karısı Albertine, bir parti dönüşü, bastırılmış arzularının farkına varırlar. Hem kadın hem de erkek, üçüncü kişilerce her an baştan çıkarılabileceklerini hissederler....

  2. Chocky ~ John WyndhamChocky

    Chocky

    John Wyndham

    Delidolu okurlarının Krizalitler ve Triffidlerin Günü adlı distopik romanlarından tanıdığı kült yazar John Wyndham’ın klasikleşmiş bilimkurgu eseri: Chocky Chocky, on bir yaşındaki Matthew’nun, zihninde duyduğu...

  3. Kazananlar ~ Laetitia ColombaniKazananlar

    Kazananlar

    Laetitia Colombani

    İki kadın. İki dönem. İki hayat. Tek bir amaç: dayanışma! Günümüz, Paris. Solène hukuk kariyeri için hayallerini, arkadaşlıklarını, aşkını feda etmiş bir avukat. Ama...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur