Victor Hugo’ya göre 1793 yılını özel yapan şey, bu yılın “Paris’in Fransa ile ve Fransa’nın da Paris ile mücadele ettiği yıl” olmasıdır; ona göre “bundan daha trajik bir şey olamaz”. Romantik gerçekçiliğin en ünlü şairi ve yazarı Hugo, çeşitli politik ve ekonomik çıkarların kaos alanına dönüşen Fransa’nın bu “İç Savaş” dönemini, bir tarihçinin dikkati, bir romancının duyarlılığıyla anlatır bize. XVI. Louis’nin Konvansiyon kararıyla idam edildiği, iktidarın güç dengelerinin bir günden ötekine değiştiği, Fransız halkının, işçilerin feodalizmin bütün kalıntılarını ortadan kaldırma öfkesiyle her şeye saldırdığı ve iktidar oyunlarına alet edilmek istendiği günlerdir bunlar. Victor Hugo, gerçek tarihsel kişilere yer verse de, asıl olay örgüsünü farklı cephelerden temsili karakterlerle örerken fedakârlık, yurtseverlik, vicdan, ideal vb. sorularını da bu tarihsel fonda tematize eder.
1793 Devrimi: Kaos ortamında sınıfların hesaplaşması.
***
ÖNSÖZ
Victor Hugo’nun 1873 yılında, tanığı olmadığı Fransız devriminden yaklaşık seksen yıl sonra kaleme aldığı bu metnin arka düzleminde gerçek tarihi olaylar yer almaktadır. 1789 Devrimi, burjuvazinin arkasına geniş kitleleri alarak feodal monarşiye karşı gerçekleştirdiği bir devrim olma özelliği taşır; anlaşılır nedenlerle Fransa dışındaki ülkelerin krallık rejimleri ve aristokrasi egemenliği için tehlikeli bir örnek oluşturması, devrim Fransa’sını, devrimi takip eden yıllarda çok yönlü çıkar ve güç ilişkilerinin cadı kazanına dönüştürmeye yetmiştir. Romanın adı olan 1793, her ne kadar belli ve tek bir yıla işaret eder gibi görünse de, Victor Hugo bu retrospektif (geriye bakan) çalışmasında, aradan geçen üç çeyrek yüzyılın deneyimlerinin ışığında 1789’un ve ardından gelen birkaç çok önemli yılın belgeciliğini yapmanın da ötesinde, seksen yıllık sonuçlardan geriye bakan bir yorumun örneğini sunmaktadır.
Her ne kadar Victor Hugo, metinde “tarihsel-politik” olaylara zaman zaman geniş ayrıntılarıyla yer verse de, 1793’ü sosyo-politik çerçevesine oturtmak amacıyla, 1789 Devrimini hazırlayan koşulları ve 1795’e kadar olan dönemi hatırlatmayı işlevsel buluyoruz. 1789 Fransız Devrimi ve sonrasında, 18. yüzyılda Fransa’daki Ancien Regime’i (eski krallık rejimini) sarsan pek çok ekonomik ve toplumsal gelişme yaşanmıştır. Mutlakıyetçi yönetime, ayrıcalıklara ve baskılara karşı halkın tepkisi giderek güçlenmiş ve siyasal katılıma olanak vermeyen rejim, aşağıdan yukarıya doğru bir hareketi kaçınılmaz hale getirmişti. Tam da bu ortamda Aydınlanma’nın, Voltaire, Rousseau gibi düşünürlerde ifadesini bulan akla ve bilime duyulan inanç, bireysel ve toplumsal hakları her şeyden üstün tutma gibi ilkelerle birlikte toplumda milliyetçilik, özgürlük ve eşitlik düşünceleri hızla yaygınlaştı.
XV. Louis’nin Avrupa’daki güç dengesini korumasını ve İngiltere’nin yayılmasını durdurmayı hedefleyen dış politikası, Yedi Yıl Savaşları sonunda ağır bir darbe yemişti. Bundan bir süre sonra İngiliz yönetimine karşı başlayan Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Fransa toplumunda büyük bir coşkuyla karşılandı ve kurulu düzenden kurtulma eğiliminin ve düşüncesinin güçlenmesinde önemli rol oynadı.
Toplum içindeki dayanağı tüm bu yaşanan gelişmelerle iyice zayıflayan Krallığın 1770’lerde gittikçe kötüleşen maddi bunalımı aşmak için giriştiği reformlar, ayrıcalıkları zedelenen soyluların ve kilisenin sert tepkisiyle karşılaştı. XVI. Louis’nin krallığının (1774-1793) ilk yıllarında girişilen, ekonomiyi liberalleştirme çabaları sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine hazırlanan geniş kapsamlı vergi reformu, 1787’de soylular, ruhban sınıfı ve yüksek yargıçların katılımıyla toplanan İleri Gelenler Meclisi’nde reddedildi. Siyasal denetimini iyice yitiren XVI. Louis, Etats-Generaux’yu (Genel Meclis) toplantıya çağırmak zorunda kaldı. Bu arada denetimin iyice zayıfladığı kırsal kesimlerde ardı ardına köylü ayaklanmaları başladı. Etats-Generaux, 5 Mayıs 1789’da düzene karşı muhalefetin iyice yükseldiği bir ortamda toplandı.
Saray, Etats-Generaux’yu oluşturan meclislerin ayrı ayrı toplanmasını istiyordu, bu meclislerden biri olan Tiers-Etats (Halk Meclisi) ise buna karşıydı, bundan dolayı 17 Haziran 1789’da kendini Ulusal Meclis ilan etti ve 9 Temmuz’da Kurucu Meclis adını aldı. Kralın zor kullanarak meclisi dağıtma girişimi üzerine ayaklanan Paris halkı, 14 Temmuz’da Ancien Regime’in sembolü olarak görülen Bastille’i ele geçirdi (Fransız Devrimi). Paris’in ardından diğer kentlerde de resmi görevliler uzaklaştırılarak yerel yönetimler oluşturuldu. Silahlanan köylüler, soyluların malikânelerine saldırınca kırsal kesimdeki soylu sınıf egemenliği yıkıldı. Kurucu Meclis 4 Ağustos’ta aldığı kararla bütün feodal hak ve ayrıcalıkları kaldırdı. 2 Kasım’da kilise malları millileştirilerek satışa çıkarıldı. Bu ve buna benzer pek çok ekonomik ve toplumsal yapıyı düzeltmeye yönelik önlemler alındı. 14 Eylül 1791’de yeni anayasanın kabul edilmesiyle ulusal egemenlik ve güçler ayrılığı temeline dayanan meşruti monarşiye geçildi. Kurucu Meclis 1 Ekim 1791’de yerini Yasama Meclisi’ne bıraktı.
Yasama Meclisi’nde 745 milletvekili vardı. Bunlar da ana hatlarıyla iki gruba bölünmüşlerdi. İçlerinden sağcı olanları Feullant’lar adındaki bir kulübe üye olan 264 milletvekilinden oluşuyordu. Bunlar eski krallık rejimine karşı oldukları gibi demokrasiye de karşıydılar ve 1791 anayasasındaki haliyle, sınırlı krallığa ve burjuvazi hâkimiyetine taraftardılar. Kendi içlerinde “Lameth” ve “La Fayette” yanlıları olmak üzere ikiye ayrılıyorlardı. Solcu grup ise Jakobenler kulübüne üye olan 146 milletvekilinden oluşuyordu. Bunların içinde de, “Brissot taraftarları” adı verilen (ancak yaklaşık 50 yıl sonra Girond vilayetinden seçilmiş hatipleri sebebiyle Jirondenler adını alan) bir grup ve herkese eşit haklar tanınmasını isteyen aşırı solcu bir grup bulunuyordu. Jakobenler kulübünün çoğu üyesi bankerler, tüccarlar gibi orta sınıf burjuvazidendi. Bu iki grubun dışında merkez “bağımsızlar”ı ya da “anayasacılar”ı içine alan 345 milletvekilinden oluşan kalabalık bir kitle vardı.
Feullant’lar kulübüne yalnız anayasacılar (yani 1791 Anayasası’yla belirtilen sınırlı krallık taraftarları) ve ılımlı burjuvalar mensuptu, oysa üye aidatı fazla yüksek olmayan Jakobenler kulübü, gittikçe daha halkçı hale geldi. Bu kulübün üyeleri küçük burjuvalar, esnaf ve zanaatkârlardan oluşuyordu. En sevilen hatiplerinden biri, daha sonraları Jakobenler içinde çok önemli bir konuma gelerek, devrim sonrasındaki çalkantılı dönemde Fransa’nın en önde gelen adamlarından biri olacak olan Maximilien Robespierre, bir başkası da kısa zaman sonra Robespierre ile fikir çatışmasına girmekte gecikmeyecek olan Jacques Pierre Brissot’ydu. Jakobenler bu arada her tarafta açtıkları şubeler sayesinde bütün yurda yayılmış ve devrim savunucularını bir araya toplamıştı.
Kurucu Meclis’in halledemeyerek Yasama Meclisi’ne devrettiği güçlükler, Kral ile Yasama Meclisi arasında kolay kolay çözümlenemeyecek bir anlaşmazlığın doğmasına sebep oldu. Bunların başında ekonomik ve toplumsal zorluklar geliyordu. 1791 yılı sonbaharında şehirlerde ve köylerde tekrar karışıklıklar başladı. Bu karışıklıkların en büyük sebebi paranın değerinin düşmesi ve gıda maddelerinin, özellikle de sömürgelerden elde edilen gıda maddelerinin sömürgelerdeki ayaklanmalar sebebiyle pahalılaşmasıydı. Halk, esnafı fiyatları indirmeye zorluyor, bunu gerçekleştirmeyen dükkânları yağmalıyor, hububat taşıyan arabalara saldırıyordu. Mart 1792’de de Orta Fransa ve Güney Fransa’daki göçmenlerin1 şatolarını yağma ederek ateşe verdiler. Köylü, aristokrasi rejiminin tamamıyla ortadan kaldırılmasını istiyordu ve bu tehdit karşısında Yasama Meclisi tereddüde düşerek parçalandı. Bunun yanında din alanındada zorluklar vardı ki, bunlar da Rahipler Medeni Yasası’nı benimseyip yemin etmeyen rahiplerden kaynaklanıyordu. Bu rahipler devamlı ayaklanmalar çıkarıyorlar ve her yerde aristokratlar ile beraber Devrim’e karşı hareket ediyorlardı. Bütün bunlara yurt dışından gelen “göçmenlerin” tehditleri ve Fransa’daki eylemlerin bütün Avrupa’yı etkileme olasılığından endişelenen öteki ülkelerin gözünün Fransa üzerinde olması da eklenince, devrime yönelik tehditler iyice arttı. Böylesine hassas bir dönemde, Yasama Meclisi’nin tereddütlü siyaseti durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmeye yetti.
Burjuvazi, 1789’da sosyal alanda gösterdiği birliği bu hassas dönemde gösteremedi, köylü ayaklanmaları ülkeyi bir kez daha sarsmaya başlamıştı. Bütün bu olan bitenden ürkmüş olan zengin burjuvazi, gittikçe daha çok aristokrasi ile ittifak yapmaya yöneldi ve krallıkla uzlaşma yollarını aramaya başladı. “Orta burjuvazi” ise krala olan tüm güvenini kaybetmiş, sadece kendi çıkarlarını düşünüyor ve bunları korumak için de köylüleri arkasına almaktan başka çaresi olmadığını görüyor, burjuva sınıfının önde gelenleri, halk ile aralarında oluşabilecek herhangi bir ayrılığı önlemeye çalışıyorlardı. Bütün bunlara karşı Saray, iki yüzlü bir şekilde, rahipler ve aristokratlarla ilgili kararları veto ederken Alman prenslerine ültimatom vermekle ilgili kararnameyi destekleyerek Avrupa’yla bir savaş çıkmasını sağlamaya yönelik bir politikanın kanalında hareket etmekteydi, çünkü kendi kurtuluşunu sadece böyle bir savaşta görüyordu. Bu yüzden de Brissot taraftarlarını desteklediler ve ülkeyi savaşa götürdüler. Brissot ve taraftarları ise savaşı, hainleri ve XVI. Louis’yi, gizli niyetlerinin ne olduğunu açıklamaya zorlayacak bir araç olarak görüyorlardı. Sonuçta Brissot taraftarları, eski krallık rejiminin bir sembolü olarak gördükleri Avusturya’nın karşısına dikildiler. Brissot ile Robespierre arasındaki, yukarıda sözünü ettiğimiz ayrılık da işte bu noktada meydana geldi ve bu savaş siyasetine en güçlü muhalefet, Robespierre’in kişiliğinde oluştu. Önceleri Danton2 tarafından da desteklenen Robespierre, Saray’ın savaştan beklentilerini iyi kavradığı için, tüm devrim taraftarlarını Brissot’nun arkasında savaşa sürükleyen oluşuma hiç durmaksızın ve müthiş bir öngörüyle, 3 ay boyunca Jakobenlerin kürsüsünde muhalefet etti. Bu karşıtlık sol kanadı ikiye ayırdı. Bundan sonra Robespierre kendi taraftarları ile Jirondenler arasındaki ilişkileri tamamen kesti.
Jirondenlerin de desteklemesiyle 25 Mart’ta I. François’ya verilen ültimatoma François karşılık vermedi. Bunun üzerine XVI. Louis, İmparatorluğa değil sadece Avusturya’ya savaş açılması için Yasama Meclisi’ne başvurdu. 10 milletvekilinin aleyhte oy kullanmasıyla 20 Nisan 1792’de Avusturya’ya savaş ilan edildi. Ancak savaş Saray’ın ve Jirondenlerin bütün kışkırtmalarına rağmen istenildiği gibi sonuç vermedi. Gerek ordunun ve şeflerin güçsüzlüğü, gerek Fransız ordusunun neredeyse tamamen dağılıp çökmüş ve askerin yarısının çoktan yurtdışına göç etmiş olması, gerekse de siyasal ve sosyal anlaşmazlığın orada da baş göstererek vatansever asker ile aristokrat komutanları birbirine düşürmesi sonucunda ordudaki disiplinin sarsılmış olması ve yüksek rütbeli komutanların beceriksizliği gibi sebeplerle kaçınılmaz olan bozgunlar arka arkaya gelmekte gecikmedi. Belçika3 sınırındaki bozgundan sonra toplanan askeri şefler hücuma geçmenin imkânsız olduğunu belirtip Kral’a barış istemesini önerdiler.
Bütün bu askeri başarısızlıklar, generallerin tutumu ve Saray’la işbirliğine gitmeleri, devrimci hareketten hiçbir zaman ayrılmamış milliyetçi harekete güç verdi. Aristokratların, yabancıların ülkeyi işgale gelmesini dört gözle beklemesi, yurt dışındaki göçmenlerin ise düşman saflarında Fransız halkına karşı savaşmasıyla, yani sınıfsal çatışmalar sonucu, yurtseverlik duyguları da gittikçe güçlendi. Halk hareketi yeniden hız kazandı. Jirondenler, önceleri eylemsiz vatandaşları bile silahlandırıp mücadeleye katarken sonradan, tekrar şiddetlenmeye başlayan bu halk hareketi dolayısıyla tereddüde düştüler. Halkın istekleri ile burjuvazinin ticaret ve mülkiyet hakkındaki görüşleri arasındaki uçurumun kapanmasının imkânsız olduğu belli olmuştu. Tam da bu sırada iyiden iyiye kapıda beliren dış tehlike karşısında Jakobenler aralarındaki ayrılığı unutup birleşerek halkı da birleşmeye çağırdılar. Milli Muhafızlar silah altına alındı, birkaç gün içinde on binlerce kişinin başvurduğu yeni gönüllü taburları oluşturuldu. Alt sınıflarla çıkarlarının tam olarak bağdaşmayacağını anlayan Jirondenler, karşıt kanadın istifası üzerine yönetime geçmek için kralla görüşme yapınca bu son halk hareketi ile aralarındaki bütün bağlantılar kesildi.
Hem Dük de Brunswick yönetimindeki Prusya ordusu hem de Conde kumandasındaki göçmen ordusunun harekete geçmesi üzerine, 11 Temmuz 1792’de Yasama Meclisi tarafından “vatanın tehlikede olduğu” ilan edildi. Tehlike gerçekten de kapıdaydı. Dük de Brunswick tarafından kaleme alınan ve Paris’in işgal edileceğini ve buna karşı koyanları ölümle tehdit eden, ayrıca kraliyet ailesinden tek birinin bile kılına zarar gelmesi durumunda bütün Paris’in kılıçtan geçirileceğini ilan eden bir bildiri yayımlanmış, ama bu, Saray ve soyluların düşündüğü gibi bir etki yapmamıştı; aksine halkı iyice galeyana getirdi. 10 Ağustos 1792’de sadece Paris’i değil bütün ülkeyi kapsayan, İkinci Devrim olarak da adlandırılabilecek bir ayaklanma başladı ve 1791 Anayasası askıya alındı. Paris Seçim Kurulu şubeleri herkese seçim hakkı tanıdı. Robespierre bu hareketin başına geçti. Ayaklanma başarılı olunca Yasama Meclisi tarafından krala işten el çektirilmesine ve yeni bir anayasa oluşturmak üzere, herkese tanınan seçim hakkına göre seçilecek bir Konvansiyon Meclisi’nin toplanmasına karar verildi. Bu, arada XVI. Louis ve ailesi Asi Komün4 tarafından Temple Hapishanesi’ne kapatıldı ve böylece krallık resmen yıkılmış oldu; onunla birlikte Feullant’lar yani “yurtsever” soylular da, “yüksek” burjuvazi ve soylularla işbirliği yapılması gerektiğini düşünen Yasama Meclisi’nin sağ kanadı da sahneden çekilmek zorunda kaldı. Fransız Devrimi asıl şimdi gerçekleşmiş ve halk siyaset sahnesine çıkmış oluyordu; ayrıca çok daha halkçı ve demokrasiye çok daha yakın bir cumhuriyetin temelleri de böylece atılmıştı.
Yasama Meclisi, geçici bir yürütme kurulu seçti. Kurulun üyeleri arasında Adalet Bakanı Danton da vardı. Yasama Meclisi’nin son dönemlerinde Komün ile Meclis arasındaki çekişme su yüzüne çıkmaya başlamış, sonuçta Meclis, Komün’ü tanımaktan başka çare bulamamıştı, ama büyük burjuvazinin ve Jirondenlerin hâkimiyeti altındaki Meclis, Komün’ün önayak olduğu önlemlerden nefret ediyordu. Meclis ile Komün arasında önemli bir denge unsuru olan Danton, devrimci tutumuyla Komün’e güven verirken, Meclis’in izlediği politikalarda da anlayışlı, biraz da kararsız bir tutum sergiliyordu.
Sonuçta 1792’nin bu aşamasında, Bastille’e yapılan baskının ve halk ayaklanmasının ardından geçen üç yıldan sonra ülkede iktidar üç yetki organı arasında bölündü: Komün, Meclis ve Yürütme Kurulu. Kararlar, duruma göre ya da rastlantılara bağlı olarak bu üç organdan ya biri ya diğeri tarafından alınıyor, hiçbir sınıf, parti ya da kişi tarafından tek başına temsil edilmeyen, neye benzediği pek belli olmayan bir tür “diktatörlük” yönetimi Fransa’nın kaderini çizmeye çalışıyordu. İktidar, güçler dengesinden çok, güçler dengesizliğinin hâkim olduğu bir merkez gibiydi. Çıkar ve hedefleri, birbirlerininkiyle nereye kadar örtüştüğü tartışmalı bir yönetim erki, er ya da geç, kuşkuların hâkim olduğu, herkesin herkesten çekindiği bir temizleme aygıtına dönüşecekti.
Dönüştü de. Komün’ün baskısıyla Meclis, devrime karşı işlenen suçlara bakmak için bir cinayet mahkemesi kurulmasına itiraz edemedi. Zaten daha önce de devletin güvenliği aleyhine işlenmiş suçları araştırmak ve gerektiği takdirde şüpheli kişileri geçici olarak yakalama yetkisi belediyelere verilmişti. Bu yeni adımla birlikte, iki günde, evlerde yapılan araştırmalar sonucunda şüpheli bulunan yaklaşık 3000 kişi Paris’teki değişik hapishanelere atıldı. Yani yavaş yavaş bir olağanüstü hal yönetimi oluşmaya başladı. Zemin ısınmaya başlamış, tedirginlik artmıştı. Jirondenlerin şefleri Paris’ten ayrılıp ayrılmamanın hesaplarını yapıyorlardı.
Bu sırada 2 Eylül’de Paris ile sınır arasındaki son kale olan Verdun’un kuşatıldığı haberi geldi. Bütün Paris toplanarak, kitleler halinde harekete geçmeye hazırlanırken, onlar şehirden ayrıldığında hapistekilerin düşmanla işbirliği yapmak için ayaklanacakları söylentisi yayıldı. 2 Eylül öğleden sonra Abbaye Hapishanesi’nde, bazı rahipler muhafızları tarafından öldürüldü. Sonra esnaf, zanaatçı ve milli muhafızlardan oluşan bir kalabalık Carmes Hapishanesi’ne yürüyerek oradaki rahipleri de öldürdü. Bunu takip eden günlerde de La Force, La Conciergerie ve öteki bazı hapishanelerde daha pek çok kişi öldürüldü. Toplam sayı 1000’i aştı ve bu olay Eylül Katliamları olarak tarihe geçti. Bu olaylar sonucunda Jirondenler de kendilerini artık tehlikede görmeye başladılar.
8 Eylül 1792’de, Prusya ordusu ile Fransa ordusu karşılaştı. Bu savaşlarda Fransızlar inanılmaz bir direnç göstererek üzerlerine yağan top ateşi karşısında yerlerinden bile kıpırdamadılar. Müttefiklerin oluşturduğu düşman güçleri, Fransız Devrimi’nin kolay kolay yenilemeyeceğini, kısa zaman önce büyük bir zafer kazanan ve bu zaferi korumak için hayatlarını vermeye hazır insanlar karşısında hiçbir şey yapılamayacağını gördüler. Bu, Fransa için daha çok manevi bir zaferdi. Prusya ordusunun peşinden gelerek bu savaşlara katılan ünlü Alman ozanı Goethe’nin söylediği şu sözler bir abidenin üzerine kazılmıştır: “Bugün, burada insanlık tarihinin büyük bir devri başlamıştır.” Prusya ordusu geri çekildi, 21 Eylül 1792’de Yasama Meclisi yerini resmi olarak Konvansiyon’a (Uzlaşma Meclisi’ne) bıraktı.
Konvansiyon yeni bir anayasa oluşturmak için kolları sıvadı. İlk işi 22 Eylül’de Cumhuriyet’i ilan etmek oldu. Konvansiyon’daki iki grup (biri yüksek burjuvaziyi temsil eden Jirondenler öbürü halkçılığı temsil eden Montagnard’lar) arasındaki çekişmenin ilk dönem galibi Jirondenlerdi. Sık sık “Üçler” denen karşı grubun liderlerine; Danton, Marat5 ve Robespierre’e karşı çıkıp duruyor, bir bakıma onlar karşısında güçlerini yoklayıp duruyorlardı. Örneğin, Danton’un üzerine giderek ve ona sonunda hesabını veremeyeceği bazı harcamalarını itiraf ettirerek siyasi açıdan itibar kaybetmesini sağladılar. Bu iki iktidar erki arasındaki çatışma gittikçe bir sınıf çatışması özelliğine büründü. Aradaki ipleri koparan son gelişme ise XVI. Louis’nin yargılanma süreci oldu. Oldukça uzun süren bir araştırma sonucunda, araştırma yapmak için seçilen komite, kralın düşmanla yaptığı gizli işleri açığa çıkarınca davada son noktaya gelindi. Zaten XVI. Louis’nin mahkûm edilmemesi, 10 Ağustos hareketinin mahkûm edilmesi anlamına gelecekti. Bu uzun sürecin sonunda kralı savunanlar yenik düştü ve XVI. Louis oybirliğiyle suçlu bulunarak idama mahkûm oldu ve 21 Ocak 1793’te idam edildi.
Bu olay bütün Fransa’yı etkiledi. Avrupa’da ise büyük bir şaşkınlık yarattı ve devrimci Fransa ile Eski Krallık Rejimi’ne bağlı Avrupa arasındaki anlaşmazlık ve çatışmayı, aynı Konvansiyon’daki iki karşıt grup arasındaki gerginlikte olduğu gibi, tepe noktasına tırmandırdı. Jirondenlerin sürdürdüğü bütün o oyalama siyasetinin artık devam edemeyeceği ortadaydı.
Bu akıl almaz olay Avrupa’da Fransa’ya karşı bir ittifakın oluşmasına sebep oldu. İngiltere de tarafsız siyasetini bir tarafa bırakarak Avusturya ve Hollanda’yla beraber ittifaka katıldı. Elbette bu savaşın asıl sebebi; Hollanda Bankası’na el konması, İngiltere ile, krallığın son yıllarında iyice şiddetlenmeye başlayan yayılma politikalarının yarattığı gerilimin doruğa tırmanması gibi ekonomik nedenlerden kaynaklanan anlaşmazlıklardı. Savaş kısa zamanda yayıldı, önce İspanya ardından İtalya müttefiklere katıldı. Böylece İsviçre ve İskandinavya hariç bütün Avrupa Fransa’ya karşı savaşa girmiş oluyordu. Ülke içindeyse daha önce sözünü ettiğimiz, paranın değerinin düşmesi, pahalılık gibi sebeplerden oluşan ciddi bir bunalım yaşanıyordu. Saint Just6 paranın değerinin düşmesi konusunda sık sık uyarılarda bulunurdu, ama ona kulak asan pek yoktu. Halk arasında ise açlık gittikçe yayılıyordu.
Dışarıda bu Birinci karşıdevrimci koalisyona karşı Fransa ilk anlarda başarılı olduysa da daha sonra bozguna uğramaktan ve Rennes’den ötesini kaybetmekten kurtulamadı. Bu yenilginin üzerine, üç yüz bin kişinin gönüllü askere alınması ise, kitabın konusunu oluşturan Vendée isyanını doğurdu. Vendée’degönüllü asker toplanması aslında sadece isyan çıkarmak için bahaneydi; burada bir isyan çıkarmak için uzun zamandır çalışan rahipler ve aristokratlar, sonunda başarılı olmuşlardı; özellikle sözünü ettiğimiz giderek artan sefalet ve açlık, halkı kolaylıkla Cumhuriyet düşmanlığı saflarına çekmelerini sağladı. Vendée ayaklanması, çeşitli sebeplerden dolayı çok başarılı oldu, giderek canavarca bir hal almaya ve yayılmaya başladı. Ekim’e kadar da ayaklanmayı bastırmak mümkün olmadı. İsyan sonucunda paranın değerinin ve hububat fiyatlarının en yüksek değerinin tespit edilmesi gibi olağanüstü hal önlemleri alındı.
Bütün bu gelişmelerle Jirondenler ve Montagnard’lar arasındaki uçurum bir daha kapanmamak üzere ve taraflardan birinin tarih sahnesinden tamamen silinmesine yol açacak kadar açılmıştı. Jirondenler birçok ilde devrim düşmanlığı yapıyor, gizli kapaklı işler çeviriyorlardı. Son olarak da baştan beri hedefleri olan Komün’e saldırarak iktidarda söz sahibi olan bu kanadın tasfiyesini sağlamak üzere, Komün’ün kapatılmasını teklif ettiler, ardından Komün Savcı Yardımcısı Hebert’i yakalattılar.
İktidar erkinin eski güçlerin eline geçmeye başladığını fark eden Jakobenler bir isyan düzenlediler, seçim komitelerinin yanı sıra Komün’den de destek veren birçok kişi onlara katıldı; Jironden şeflerinin tasfiyesini talep ederek meclisin etrafını sardılar. Ancak Konvansiyon bu talebi kabul etmedi. İsyan başarısızlığa uğramıştı. 2 Haziran Pazar günü Jakobenler tekrar harekete geçtiler. Bu sefer 80 bin kişilik bir muhafız birliğiyle meclis kuşatıldı, içeridekiler önce karşı koydularsa da topçuların toplarının başına gitmesi emri üzerine yapacak bir şey olmadığını anlayarak isteklere razı oldular ve 29 Jironden milletvekili ve iki bakanın yakalanması emrini verdiler. Böylece Jirondenler ile Montagnard’lar arasındaki Yasama Meclisi’nden beri süregelen çetin mücadele sonunda bitmiş, Jirondenler tarih sahnesinden silinmişti.
3 Haziran 1793’te göçmen malları küçük toprak parçalarına ayrılarak, köylülerin bu toprak parçalarını, parasını on yılda ödemek koşuluyla satın alabilecekleri bir kanun çıkarıldı. Ardından Konvansiyon vakit kaybetmeden asli görevini yerine getirerek 24 Haziran’da yeni anayasayı çıkardı. Bu 1793 Anayasası siyasi bir demokrasi rejiminin temel hatlarını belirliyordu.
Jirondenler tarafından yine Konvansiyon’a karşı bir isyan başlatıldı, ama Konvansiyon bu isyanı şiddetle bastırdı. İspanya, Normandiya gibi sınırlarda ise Cumhuriyet orduları devamlı geri çekiliyordu. 13 Temmuz 1793’te Marat’nın kralcı bir Normandiyalı kadın tarafından öldürülmesi, beklenenin aksine Montagnard’ların yeni kuvvetler kazanmasına ve devrimci hareketin tekrar hamle yapmasına neden oldu, çünkü Marat, halk devrimcileri arasında çok sevilirdi. Şimdiye kadar yaptığı hiçbir işte başarı kazanamamış, yürütme organı durumunda olmasına rağmen hiçbir fayda sağlamamış olan Kamu Güvenliği Komitesi 10 Temmuz 1793’te yenilendi. Danton da komiteden atılmıştı.
Kamu Güvenliği Komitesi 27 Temmuz’da öteden beri Komite’yi savunan Robespierre’i üyeliğe aldı.
Anayasa henüz yürürlüğe konmamıştı.
2 Eylül’de, kuraklık yüzünden tekrar başlayan bunalımın üzerine bir de Toulon’un kralcılar tarafından İngilizlere teslim edildiği haberi gelince Jakobenler artık harekete geçmeye karar verdiler.
Uzun zamandır zapt edilen halk sonunda 4 Eylül’de galeyana geldi. Bu sefer işçiler Komün’den ekmek istemek için toplandılar. Komün, onları zar zor ertesi gün arzularını Konvansiyon’a kabul ettirmek için büyük bir gösteri yapmaya ikna etti. 5 Eylül’de işçiler, Paris’te büyük gruplar halinde yürüyüşe geçince, istekleri kabul edilerek Konvansiyon tarafından şüpheli görülen kişilerin yakalanması kararı çıktı ve 6000 kişilik bir devrim ordusu kurulması kabul edildi. Böylece bu halk hareketleri Konvansiyon’u isteklerine boyun eğdirmekle bir başarı kazanmıştı. Elbette aynı şey hükümet için de geçerliydi. Devlet, yasallığını korumuş ve sağlam bir devrimci hükümetin temelleri atılmış oldu.
Ekim ayında davalara başlandı. Fransız devriminden yaklaşık yetmiş yıl sonra İngiliz yazar Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi’nde anlattığı tüyler ürpertici terör günleri başlamıştı. Önce Jirondenler sonra Marie Antoinette mahkemeye verildi ve Kraliçe 16 Ekim’de idam edildi. Jirondenler (21 kişi) ise 31 Ekim’de giyotine yollandılar. Bu arada hapishanelerdeki tutuklu sayısı gün geçtikçe artıyordu. Hatta artış oranı her ay yüzde yüzü bulmuştu. İşte karşı devrimcileri yakalamaya yönelik bu dönem Terör Dönemi olarak tarihe geçmiştir. Rennes ve Nantes gibi şehirlerdeki asiler kimlikleri tespit edilir edilmez idam edildi. Nantes’ta mahkemesi bile yapılmadan birçok kişi Loire Nehri’nde boğularak öldürüldü. Aralık 1793-Ocak 1794 arasında rahip, şüpheli ve haydutlardan oluşan 2-3 bin kişi de aynı şekilde katledildi ya da giyotine gitti. Halk Adalet Komisyonu’nun yerine kurulan Devrim Komisyonu, 1667 kişi hakkında idam cezası verdi ve giyotine göre çok daha hızlı olan kurşuna dizme ve yaylım ateşi yoluyla idamlar gerçekleştirildi.
5 Ekim 1793’te, devrim uğruna ölenlere tören düzenlenmesinin yanı sıra, kilise çanlarının silah sanayiinde kullanılmak üzere sökülmesi ve rahipler anayasasına yemin etmiş olan birçok rahibin kralcı oldukları gerekçesiyle ücretlerinin kesilmesinin önerilmesi, bir tür Hıristiyanlıktan uzaklaşma durumunun ortaya çıkmasına yol açmıştı. Bu durum somut örneğini Devrim Takvimi’nin kabulünde bulmuştu. Bazı derneklerde, din kastedilerek, batıl inançlar yerine ulusal ibadetleri yerine getirme gibi kararlar alındı, 10 Ekim’de Fouché7 kilise dışındaki her türlü ibadeti yasakladı, bazı yerlerde kilise halkın toplantı yeri haline geldi, cenaze alayları ve mezarlıklar laikleştirildi, Somme’da Pazar günü ayini yasaklandı, bir başka yerde ise ibadette kullanılan değerli eşya gericilik ve cahilliğin süsleri diye toplandı. Bazı temsilciler rahiplerin evlenmelerini bile teşvik ettiler. Önce, kiliseler dışında dini tören yapılması ülke genelinde yasaklandı, sonra da Konvansiyon tarafından bir şehrin alt yönetim birimlerinin, Katolik inancından vazgeçmeye hakkı olduğu kararı verildi, ardından Hıristiyan inancından çıkma eğilimleri aldı yürüdü. Halk Merkezleri Komitesi’nin dini bütçenin yasaklanmasını isteyen dilekçesine önayak olanlar, muhalif iki milletvekili ile birlikte Paris Piskoposu Gobel’i görevi bırakmaya zorladılar. Gobel yardımcılarıyla beraber Kasım’da piskoposluğu bıraktı, eskiden piskoposluğun yeri olan Notre-Dame kilisesi bir tür, aklın, laikliğin mabedi ve çok geçmeden bütün kiliseler de aynı şekilde “aklın mabedi” haline geldi, Komün de bu gerçeği kabul ederek kiliselerin kapatılması kararını verdi.
Bu harekete paralel olarak özgürlük uğruna ölenler için yapılan törenlerin de niteliği değişti ve eski dini törenlerin şaşaa ve debdebesi aynen bu yeni törenlerde de uygulanmaya başladı, korolar alaylar ortaya çıktı.
Aralık ayından itibaren bu hareketi durdurmak için teşebbüse geçildi. Konvansiyon, bir temsilcinin artık hiçbir dine para harcanmaması önerisini bekletti. Robespierre bu hareketin tehlikesine, tarafsız olanlara zarar verme endişesine dikkat çekti. Katoliklik yanlısı olmamasına rağmen yerleşik inanç sistemine karşı yürütülen kampanyanın siyasi bir hata olduğunu görüyordu, çünkü dine bağlı halk kitlelerini Cumhuriyet’e düşman etmek anlamına gelebilirdi bu. 6 Aralık’tan itibaren Konvansiyon din ve inanç özgürlüğünü tekrar kabul ettiyse de, resmi dine karşı hareket bölge bölge devam etti, kapalı kiliselerden çok azı açıldı.
Bu gelişmeler sırasında orduya da bir çekidüzen verilmiş, eğitimli subaylar görevlere getirilmiş, silah fabrikaları ve dökümhaneler geliştirilmişti. Ve bu gelişmeler ilk meyvelerini 1793 sonbaharında verdi. Önce Lyon geri alındı, ardından Toulon ve en son kanlı Vendée savaşı ile bütün asiler ortadan kaldırılarak isyan sona erdirildi.
Düzenin sağlanmasıyla birlikte Konvansiyon üzerindeki denetimini kaybeden Devrim Hükümeti, Danton’un başını çektiği ılımlıların ve aşırı sol grupların muhalefetine hedef olmaya başladı. 1793 sonu ve 1794 yılında tekrar karşılaşılan ekonomik sıkıntılar ve demokrasiye getirilen kısıtlamalar, Devrim hükümetinin halk desteğini önemli ölçüde zayıflattı. Giderek sertleşen çatışmaların önüne geçmek için sert yöntemlerle önce aşırı sol grupları, ardından da ılımlı kanadın önderlerini tasfiye etti. Bunu izleyen baskıcı tutum halk hareketlerinin sinmesine yol açtı ve devrim hükümetini ayakta tutan devrimci coşku ve kitle bağlarızayıfladı. Komiteler arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Temmuz 1794’te Konvansiyon’daki çeşitli muhalefet grupları, aralarında işbirliği yaparak Robespierre ve yandaşlarını tutuklayıp giyotine gönderdi.
Devrim takvimine göre Thermidor ayında gerçekleştirilen darbeyle açılan yeni dönemde siyasal hayata Seçkinler denen yeni varlıklı çevreler egemen oldu. Güdümlü ekonomiye son verilmesi üzerine çığrından çıkan enflasyon ve vurgunculuk 1794-95 kışında yoksulluğu dayanılmaz boyutlara getirdi. Yeniden ekmek ve 1793 Anayasası için ayaklanan Paris halkına şiddetle karşılık verildi. Cephede ise başarılarını sürdüren Cumhuriyet orduları, Felemenk’in (bugünkü Hollanda) büyük kısmını ele geçirdi. Birinci Koalisyonun kendi içinde dağılmasıyla Prusya, İspanya ve Felemenk’le barış yapıldı. Ancak Thermidor’cuların benimsediği yayılmacı politika yüzünden Avusturya-İngiltere ittifakı giderek güçlendi ve savaş devam etti.
Ağustos 1795’te birçok bakımdan devrimin kazanımlarını ortadan kaldıran III. Yıl Anayasası kabul edildi. Temelde tutucu bir çizgiyi yansıtan bu anayasa uyarınca yürütme yetkisi Direktuvar Meclisi’ne verildi. Böylece Konvansiyon da ortadan kalkarak yerini Direktuvar’a bırakmış oldu. Halk kitlelerinin yanı sıra eski burjuvaziyi de yönetimin dışında tutan Direktuvar rejimi, dar bir toplumsal temele dayandığından yaygın bir hoşgörüsüzlükle karşılaştı. Mayıs 1796’da eski anayasaya dönüşü amaçlayan Babeuf’çüler ile Jakobenlerin ayaklanma girişimleri açığa çıkarılarak bastırıldı. Bu olay Direktuvar rejiminin daha da sağa kaymasına sebep oldu. Para sisteminin iflasıyla birlikte ekonomik bunalım derinleştikçe derinleşti. Direktuvar, güçsüzlüğü yüzünden ağırlığını yitirirken, askeri zaferlere dayanan komutanların gücü artmaya başladı. İtalya seferiyle Avusturya’yı dize getiren Napoléon Bonaparte, yaptığı anlaşmanın koşullarını kendi belirleyecek kadar bağımsız bir güç odağı durumuna geldi.
Ekonomik güçlükler yüzünden girişilen yayılma politikası ve Napoléon’un Mısır seferi İngiltere’nin başını çektiği ikinci Koalisyonun doğmasına sebep oldu. 1799’daki arka arkaya gelen yenilgiler üzerine Jakobenler yeniden hızla güçlenmeye başladı. Cumhuriyetçilerin Direktuvar’ı dağıtarak yönetimi tekrar ellerine almaları üzerine paniğe kapılan burjuvazi, Napoléon’a tam destek verdi. Napoléon yeni anayasanın öngördüğü göstermelik sistem çerçevesinde birinci Konsül unvanıyla bütün yetkileri elinde topladı. Böylece İmparatorluk dönemine geçilmiş oldu.
Kurmaca-Kullanmalık Metin
Girişte de belirttiğimiz gibi, Victor Hugo 1793’ü 1874’te yazmıştır. Yazarın son dönemine rastlayan bu roman, bir bakıma onun olgunluk dönemi eserleri arasında sayılır. Tarihsel olayların fonundaki bir aşk öyküsü, bir dram, bir cinayet romanı değildir 1793. Doğrudan tarihin kendisi dramın “kahramanıdır” burada. Ama işte, “dramın”; çünkü elimizdeki bir tarih yazımı, bir tarih kaydı, bir sosyoloji incelemesi değil, bir romandır. Son otuz kırk yılın edebiyat teorisinde, kullanmalık metin kurmaca metin ayrımı tam da bu iki alan (edebiyat olmayan düzyazı ile edebiyat olan düzyazı alanı) arasındaki tayin edici farklılığı ya da ölçütleri belirlemeye yönelik tespitler ortaya atmıştır. Kullanmalık metin, gerçekliğin olgularına, onların bire bir tanıklığına, yansıtılmasına dayanır; kullanmalık metin bilgilendiricidir, verdiği bilgi “doğrudur” ya da “yanlıştır”, öyle olmuştur ya da olmamıştır. Kurmaca metin ise (yani edebiyat düzyazısı), gerçekliği, olguları, ya da kafadan uydurma, öyle olması şart olmayan olay ve ilişkileri, kurmacanın sağladığı özgürlük alanı içinde bir araya getirir. Kurmacanın kaynağı doğrudan gerçeklik olabileceği gibi, gerçekliğin türlü türlü yansıması, dilleşmesi de olabilir. Hatta malzemesi tamamen bir buluşa dayanabilir. Burada tayin edici ölçü, o malzemenin hangi “anlamlar” çevresinde bir araya getirildiği ve (yapısının) nasıl kurgulandığı sorusu etrafında oluşur. Yani içerik ve biçimin sentezinde ortaya çıkan “çok anlamlı” mesajlardır. Öyleyse: Kurmaca metinde “doğru-yanlış” sorusu geçersizdir. Edebiyatın sorusu, “Bütün bunların anlamı, anlamları nedir? Yazar ne demek istiyor?” sorusudur. Victor Hugo, tarihin malzemesinden üçüncü tekil kişi anlatımla bize sunduğu edebiyat metninde, hangi anlamsal boyutlara işaret ediyor olabilir? Buna okur karar verecektir. Biz burada, bu karara destek oluşturmak amacıyla romanın “malzemesinin” ayrıntılarına girdik. Kuşkusuz bu tarihsel malzemenin sunumunda da tam bir nesnellik söz konusu olamazdı. Özellikle “Fransız devriminin” dar, ama yoğun bir dönemini anlatırken, biz de olaya belli bir anlayışın perspektifinden bakarak tarihsel kayıtları bir araya getirmeye çalıştık.
————
1 Mallarını Fransa’da bırakarak yurtdışına kaçan soylular için kullanılan bir deyim.
2 Georges Danton, Monarşinin yıkılıp Birinci Cumhuriyet’in kurulmasında önemli rol oynayan devrimci bir önder ve hatipti. Cordeliers adı verilen gruba üyeydi. 1791’de Komün’de savcı yardımcılığına, ardından da Yasama Meclisi tarafından Adalet Bakanlığı’na seçildi. Konvansiyon’da Paris temsilcisi olarak görev yapan Danton 1793’te Kamu Güvenliği Komitesi’nin başkanlığına getirildi. Ilımlıların başını çeken Danton, Terör Dönemi’nde Robespierre ve Konvansiyon’a şiddetle muhalefet edince giyotine gönderildi. Danton birçok kişi tarafından devrimci bir yurtsever olarak yüceltilse de bazı kişilere göre devrime ihanet edebilecek, ilkesiz bir politikacıydı.
3 Belçika, o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na dahildi.
4 Asi Komün ya da Komün: Fransız Devrimi sırasındaki Paris Komünü, 1789’dan ama özellikle 1792’den 1795’e kadarki dönemin Paris hükümetiydi. Bastille’in ele geçirilişinden hemen bir yıl sonra kurulan Komün, 1792 yazında, Yasama Meclisi’nden emir almayı reddedince Asi Komün’e dönüştü.
5 Jean Paul Marat: Montagnard’ların liderliğini yapan ünlü bir siyasetçi, hekim ve gazeteciydi. Ulusal Meclis’in kararıyla bir ay hapse mahkûm edildiyse de kaçarak mücadelesini devam ettirdi. Konvansiyon’un üyelerinden biri olarak çeşitli ekonomik ve toplumsal reformları ve karşı devrimcilerin idamlarını savunmuştur. Jirondenler tarafından çıkarıldığı Devrim Mahkemesi’nde aklanınca ününün doruğuna ulaştı ve halkın en sevdiği isimlerden biri oldu. 1792’de işgal tehlikesi belirince arkadaşı Danton öncülüğünde bir diktatörlük kurulmasını savundu. Charlotte Corday adında bir kadın tarafından banyoda bıçaklanarak öldürüldü.
6 Luis de Saint-Just: Devrim sırasında Paris gibi çalkalanıp duran taşralardan biri olan Blerancourt’da örgütlenen bir ulusal muhafız birliğinin komutanlığını üstlendi. Daha sonra da aynı kentin belediye meclisine seçildi. Eylül 1792’de seçildiği Konvansiyon’da devrimci ilkeleri sonuna kadar savunarak Robespierre’le birlikte radikal kanadın önderlerinden biri oldu. Önce Kamu Güvenliği Komitesi’ne, ardından da Konvansiyon başkanlığına seçildi. Başkanlığındaki Konvansiyon’un aldığı devrim düşmanlarının mal varlıklarının yoksul halka dağıtılması kararı Fransız Devrimi’nin en devrimci yasası oldu. 1794’te Robespierre ve yandaşlarıyla birlikte giyotine gönderildi.
7 Joseph Fouché: Montes’taki yerel Jakobenler Kulübü’ne katıldı ve başkanlığa getirildi. 1792’de Konvansiyon üyeliğine getirildi. Önceleri Jirondenlerden yana tavır aldıysa da sonra Montagnard’lara kaydı. Lyon’daki, pek çok ayaklanmacının öldürüldüğü ve birçok yapının yerle bir edildiği isyanda önemli payı vardı. 1794’te tekrar çağrıldığı Konvansiyon’da Jakobenler grubunun başkanı olduysa da Robespierre’in saldırılarıyla gruptan ayrıldı. Robespierre’in devrilmesine yardım ettikten sonra Direktuvar döneminde tekrar Jakobenler arasında yer aldı.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Roman (Yabancı)
- Kitap Adı1793 Devrimi
- Sayfa Sayısı512
- YazarVictor Hugo
- ÇevirmenEster Yanarocak
- ISBN9786053541097
- Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İnsan Ne İle Yaşar ~ Lev Nikolayeviç Tolstoy
İnsan Ne İle Yaşar
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Şimdi anlıyorum ki her ne kadar insanlara hayatta kalmalarının sebebi kendi çabalarıymış gibi gözükse de hakikatte onları yaşatan, sadece sevgidir. Kim yüreğinde sevgi taşırsa,...
- Vaat ~ Damon Galgut
Vaat
Damon Galgut
Aile ne için vardı? Damon Galgut’un 2021 Booker Ödülü’nü alan romanı Vaat, insanların ikiyüzlülüğünü ve iç hesaplaşmalarını dingin bir coşkunlukla dışa vuran kuvvetli bir anlatı. Güney Afrikalı...
- Kader Aşkı Tadınca ~ S. G. Browne
Kader Aşkı Tadınca
S. G. Browne
İnsanların kaderlerini belirlemekten sorumlu olan Kaderin bir insana âşık olunca hayatı altüst olur. Kısmetle arası bozulur, Tanrı tarafından ciddi biçimde uyarılır… Sonunda hayatındaki iki...