~ BİRİNCİ BÖLÜM ~
Ekim
1742
“Değerli misafirler.”
Papazın titreyen sesi, Londra’nın en meshur ibadethanelerinden biri olan Aziz Martin kilisesinin genis koridorunda yankılanıyordu.
“Bugün burada, tanrının huzurunda, bu adamın ve bu kadının ömürleri boyunca sürecek kutsal birlikteliklerine attıkları ilk adıma sahitlik etmek için toplandık. Bu onurlu zümrenin önünde…”
Onurlu zümreymis! Julianna Ramsay neredeyse acı bir kahkaha koyuverecekti. Tanrım ne biçim bir yağcılık! Elinde olsa papazın elinde tutuğu kitabı alıp kafasına indirecekti. Keske su koca sütunlar bu ikiyüzlü kalabalığın üzerine devrilseydi.
Papaz konusmasına devam etti.
“Eğer aranızda bu evliliğe karsı olan biri varsa hemen simdi konussun, ya da sonsuza dek sessiz kalsın.”
Yanında duran Jerome’un kısa küt parmaklarını belinde hissetti Julianna. Üvey kardesine göz ucuyla bir baktı. Sakal tırası olmamıstı ve önceki geceden iyice dağıtmıs olduğu her halinden belli oluyordu. Üvey kardesi Julianna’ya ates saçan gözlerle bakıyordu. Gözlerinin karasında seytani bir parıltı vardı.
Julianna’ya fısıldadı.
“Bu isi bozmaya kalkarsan yemin ederim ki seni Bedlam akıl hastanesine kapattırırım.”
Julianna, dislerini sıkarak, cevap verdi.
“Sana bu zevki tattırmayacağım Jerome.”
Kısa boylu papaz sorusuna cevap bekliyordu. Julianna gözlerini kaçırdı. Dudakları adeta kenetlenmisti.
Serin bir sonbahar esintisi kilisenin koridorunu doldurdu. İçeride ölüm sessizliği vardı. Papaz boğazını temizleyip sorusunu yineledi. “Sen, Julianna, bu adamı Tanrının huzurunda kocan olarak kabul ediyor musun?”
Julianna’nın bakısları yanında duran damada kaydı.
Sör Edmund Fitzhugh eski bir gemi kaptanıydı.
Ah askım, beni bırakıp neden uzaklara gittin.
Crispin Bayard’la evlenme hayalleri kurarken kendini bu oyunun içinde buluvermisti. Biricik askını düsünmek bile içini ürpertiyordu. Simdi ağzından çıkacak bir söz, Crispin’le kurmayı hayal ettiği mutlu geleceği mahvedebilirdi.
Crispin güney denizine açıldıktan hemen sonra babası ölmüs ve ardında büyük bir borç bırakmıstı. Julianna’yı da bir anlamda üvey kardesinin insafına bırakıp bu dünyadan göçmüstü zavallı adam. Julianna’nın hayatı bir anda kâbusa dönmüstü. Üvey kardesinden oldum olası hoslanmazdı ve simdi sans bu ya tüm ipler onun eline geçmisti.
Sessizlik uzadıkça salondaki gerginlik de artıyordu. Julianna, Jerome’un çimdiğiyle kendine geldi.
“Evet, ediyorum.” Sözcükler ağzından bir anda çıkıvermisti.
Papaz gülümsedi. Muhtemelen Julianna’nın sesindeki tınıyı heyecanına vermisti. Böyle zengin ve nüfuzlu bir adamla evlenmek her genç kızın harcı değildi sonuçtu.
“Ve sen, Edmund. Bu kadını tanrının huzurunda karın olarak kabul ediyor musun?”
Julianna basını hafifçe yana çevirip müstakbel kocası olmak üzere olan adama söyle bir baktı. Onun eski bir gemi kaptanı olduğunu söylemisti Jerome. Bunu anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Edmund’un genis omuzları ve hafifçe öne eğik durusu, onun karanlık gemi kamaralarında harita okuyarak uzun zaman geçirdiğini anlatıyordu. Güçlü elleriyle onu dalgalı açık denizlerde bir geminin dümenini çevirirken hayal edebiliyordu. Kuzey Atlantiğin rengini andıran gözleri uzaklara, genis ufuklara bakıyormus gibi bir his veriyordu.
Oysaki sabah kilisenin merdivenlerinde onu yaslı, hasta zengin bir adamın karsılayacağını düsünmüstü. Hal böyle olunca. Kendini Crispin’e saklama planları da suya düsünmüstü bir anda. Jerome ona bir an önce evlenmesi gerektiğini söylediğinde kuzeni Francis’e yaslı bir damat adayı bulması tembihlemisti. Böylelikle onunla yatağa girmek zorunda kalmayacaktı. Aradan geçen zamanda ise Francis’le bir türlü yalnız kalmayı basaramamıs, bu yüzden de damadın nasıl biri olduğunu sorma fırsatı yakalayamamıstı.
Jerome’un söylediklerinden Edmund’un planı için uygun bir damat adayı olduğunu sanmıstı.
“Onula antikacıda, babamın eski kitaplarını satmaya çalısırken tanıstık. Kendisi antikalara ve eski kitaplara düskün biri. Aslında bizzat kendisi antika,” demisti Jerome.
Ancak adam hala evlilik görevlerini yürütebilecek kadar dinç ve sağlıklı görünüyordu.
“Evet. Ediyorum.”
Sör Edmund’un itaatkâr sesi kilisenin duvarlarında yankılandı. Onu tayfalarına emir verirken hayal edebiliyordu Julianna. O da bu adama ömür boyunca itaat etmeye söz vermisti.
Tüm vücudunun uyustuğunu hissetti. Sadece kâğıt üstünde bir evlilik yapma planları suya düsmüs gibi görünüyordu.
Jerome, kendisine ait olan her seyi satmıstı. Kitapları, çok sevdiği arp babasından kalan borçları ödemeyebilmek için açık arttırmada satılmıstı. Simdi sıra kendisine gelmisti. Jerome, onu para karsılığında resmen satıyordu.
“Sahitler de bu evlilik için onay veriyor mu?”
“Evet, veriyorum,” dedi Jerome. Nefesi konyak kokuyordu. Julianna, onun ağzının kulaklarına vardığını görebiliyordu.
Baska bir gelin için bu söz mutluluk verici olabilirdi, ancak Julianna gibi para için zorla evlendirilen bir genç kız için tüm bu tören ve sözler acıdan baska bir sey demek değildi.
“Tanrının huzurunda, ben, Edmund, Julianna’yı hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırana dek karım olarak kabul ediyorum.”
Sıra Julianna’ya geldiğinde bir an ne diyeceğini bilemedi. Dudakları kıpırdıyor, ancak bir sey söylemiyordu. Sör Edmund Fitzhugh’a bakarak konusmaya basladı. Sanki tüm bu söylediklerini ona değil de, Crispin’e söylüyordu.
“Ben, Julianna, Edmund’u hastalıkta ve sağlıkta…”
Julianna’nın sözleri fısıltıdan ibaretti. İste o an Edmund rahatsız edici bir sekilde bu evliliğin aslında gelinin rızası olmadan ayarlandığını fark etti.
Bir anda gururu zedelenmis öfkelenmisti. Bu kadın nasıl olup da Fitzhugh ailesinin guruyla oynamaya kalkardı. Bir es bulmak için kuzenini gönderen kendisi değil miydi?
“Ölüm bizi ayırana dek kocam olarak kabul ediyorum.”
Edmund karnına bir yumruk yemis gibi hissetti. Julianna Ramsay, çok ama çok genç görünüyordu. Kendisi henüz kırk yasında olmasına rağmen Edmund, bir erkeğin iki ömür boyunca yasayıp, görebileceğinden çok daha fazlasını görmüstü. Tropik denizlerde yasadığı maceralar ve çatısmalara dayanmıs, sonunda eve dönüp mutlu bir yuva kurmak istemisti. O anda tek istediği kitaplığına dönüp piposunu yakmak ve çok sevdiği kitaplarına dalıp, bu saçma düğün seremonisinden uzaklasmaktı.
“Bu yüzükle seni karım olarak…”
Kelimeler Edmund’un boğazına düğümlenmisti. Güçlükle de olsa sözünü tamamlamayı basardı.
Uzun süre önce bir daha asla evlenmemeye yemin etmisti. Böyle törenlerden ve kalabalıkların içinde olmaktan nefret ediyordu. O ve Amelia kısa süren evliliklerinde birbirlerini ölesiye mutsuz etmislerdi. Kendisi de en az Amelia kadar suçluydu bu evlilikte. Simdi nasıl olmustu da bu çılgınlığa tekrar kalkısacak cesareti bulmustu kendinde?
Edmund, törenin son asaması olan kabul ayini için diz çökerlerken Julianna’ya bir baktı. Kilisenin renkli camlarından sızan sabah günesi kızın zarif yüz hatlarını daha da kırılgan gösteriyordu. Çenesinde hafif bir morluk vardı ve dudağı da sismisti. Jerome onu evliliğe ikna etmek için kıza siddet uygulamıs olabilir miydi? Bir anda Jerome Skeldon’ın ince boynunu kırmak geldi içinden. Belki de Julianna’yla evlenerek ona büyük bir iyilik yapıyor ve onu su adi adamdan kurtarıyordu.
“Yüce tanrım, bu çiftin evliliğini senin huzurunda onaylıyorum…”
Edmund derin bir nefes aldı. Nihayetinde tören bitmisti. En azından kendini avutacak bir seyi vardı. Julianna’ya güvenli bir ortam sağlayabilirdi. Julianna’nın ondan bir beklentisi olmadığına adı gibi emindi ve onu rahat bırakıp, kendi sessiz sakin dünyasına dönmeye karar verdi. Ancak tüm bu saçmalığa izin verdiği için kendini asla affetmeyecekti.
Doğrulup töreni izleyen insanların kutlamalarını kabul etmeye basladı. Yine de kafasını kurcalayan bir sey vardı. Acaba Crispin bu evliliği duyduğunda ne tepki verecekti?
.
Skeldon ailesine ait atlı araba tas yolda takırdayarak Piccadilly caddesine doğru ilerliyordu. Arabada Jerome, Francis ve Julianna vardı. Düğün yemeği için Fitzhugh malikânesine gidiyorlardı. Jerome üvey kız kardesinin hemen yanına oturmustu. Cebinden matarasını çıkarıp içindeki viskiyi kafasına dikti.
Matarasının ağzını ceketinin koluyla temizleyip, Julianna’ya uzattı.
“Bana katılmak ister miydiniz leydim?”
Julianna kaslarını çatıp Jerome’a sert sert baktı. Jerome piskin bir sekilde sırıtıyordu.
“Anlıyorum, bu güzel günü sarhos geçirmek istemiyorsun. Tadını çıkarmaya bak. Ne de olsa ilk deneyimin olacak, öyle değil mi sevgili kardesim?”
Julianna kardesinin iğneleyici sözlerini kulak asmıyormus gibi yaptı. Tüm bunlar için kendini suçluyordu. Bunun olmasına nasıl izin vermisti.
Kilisedeki tören biter bitmez baslayan yağmur tüm siddetiyle devam ediyordu. At arabasının tavanını döven damlaların sesi arabanın içinde bir davulun boğuk tınısını andırıyordu.
Jerome elindeki matarayı Francis’e uzattı.
“Senin sosyal hayatın kuzeninden daha parlak olmalı, öyle değil mi Francis?”
“Tesekkürler, ben içmiyorum,” dedi Francis, Jerome’un iğneleyici ve ahlaksız tavrını duymazdan gelerek. “Susuzluğumu düğün yemeğinde gidermek istiyorum. Üstelik Julianna’nın kocası tam bir beyefendi. Onun karsısına sarhos çıkmak istemem doğrusu.”
“Siz bilirsiniz,” dedi Jerome sisenin geri kalanını tekrar kafasına dikmeden önce.
Bu ikisinin tavırları Julianna’nın sinirine dokunuyordu. Jerome’un sulu sakaları ve yalancı kibarlığına, Francis’in akıl dolu sakin cevaplar vermesine alıskındı. Ancak bugün Francis’in böyle sakin görünmesi nedense sinirini bozuyordu.
Parmağındaki ağır altın yüzüğe baktı. Bu yüzük onun için bir kelepçeden farksızdı. Nikâh töreni boyunca koruduğu sakinliğini kaybetmeye baslamıstı. O soğuk, sessiz adamın karısı olabilir miydi? Aylarca, yıllarca ona sessizce itaat edebilir miydi? Peki ya bu gece ne olacaktı? Hiç tanımadığı bir adamın koynuna girmek zorundaydı.
.
Edmund’un faytonuna giren papazın sapkasından sular damlıyordu.
“Geciktiğim için özür dilerim, tören kıyafetimi çıkarırken basrahip gelip benimle konusmak istediğini söyledi de.”
“Özür dilerim, ne dediniz?” Edmund dalgın bakıslarını pencereden uzaklastırıp papaza baktı. Hala Julianna’nın, üvey kardesinin arabasına binerken ki halini düsünüyordu. Acaba onu seçmesinin bir sebebi var mıydı? Jerome’un kaypaklığından kurtulmak için kendisi gibi sert bir adamın kanatlarının altına sığınmak istemesi çılgınlık olurdu.
“Basrahip diyordum…” diye tekrarladı papaz yüksek sesle. “Kendisi töreni geçeklestiremediği için çok üzgün olduğunu belirtmemi istedi.”
Genç papaz sapkasını çıkarıp söyle bir silkindi ve cebinden çıkardığı mendiliyle yüzünden damlayan suları sildi. “Ne yağmur ama. Düğün gününde yağan yağmur iyiye isarettir,” dedi hemen ardından.
Edmund onları takip eden Jerome’un arabasına söyle bir baktıktan sonra, “Surrey’de biz, gelin mutluysa o gün günes açar deriz” dedi.
Papaz kıkırdadı. “Gelinden bahsetmisken. Sevgili karınız nerede?”
Edmund yağmur birden bastırdığı için diğer arabaya bindiğini söyleyerek papazın sorusunu geçistirdi.
Julianna’nın gözlerini düsündü Edmund. Rengini söylemek güçtü bu gözlerin. Amber ağacının kahverengisini andırıyordu.
Kızın ağzı büyüktü. Belki de dudağındaki siskinlik yüzünden öyle görünüyordu kim bilir.
Ancak ne olursa olsun, bu kız da onu etkileyen bir sey vardı. Julianna’nın bakıslarındaki hüzün, içinde bir yerlerde çoktan üzerine mühür vurduğu bir noktaya dokunmustu.
.
Tas duvarların arasından geçip, malikânenin önüne gelen iki araba merdivenlere yakın bir yerde durdu. Yağmur biraz da olsa hafiflemisti. Julianna arabadan inecekken Sör Edmund gelip onu nazikçe elinden tutmus ve koluna girmesini istemisti.
Merdivenleri çıkıp büyük kapıdan içeri girdiler. Bir hizmetçi onları karsıladı. Sör Edmund onu selamladı ve Julianna’ya döndü.
“Sana bas kâhyamı tanıtayım. Bay Mordecai Brock.”
Adam nazikçe eğilip Julianna’yı selamladı. Uzun favorileri ve Julianna’nın o güne kadar gördüğü en uzun kasları ve delici mavi bakıslarıyla Julianna’yı tasvip etmediği her halinden belliydi.
“Sizinle tanıstığıma memnun oldum,” dedi Julianna nazikçe. Ancak o da adamı sevmemisti.
Kâhya önlerinden ilerleyip bir bir kapıları açtı. Onlara düğün yemeğinin verileceği genis salona kadar eslik etti. Salonun zemini mermer kaplıydı. Bir çift merdiven kıvrılarak salonun ortasına iniyordu. Merdiven korkulukları mese ağacından yapılmıstı ve üzerlerinde çok sık oymalar vardı.
Salonda hizmetçiler arı gibi çalısıyordu. Ev sahibinin geldiğini gören hizmetçiler islerini bırakıp sıraya girdiler. Edmund birliklerini teftis eden bir general edasıyla onların önüne geçti. Bay Brock tüm hizmetçileri tek tek yeni ev sahibelerine tanıttı. Julianna’nın tüm o insanların adını ezberlemesi haftalar sürebilirdi.
Hizmetçilerin meraklı bakısları altında onları basıyla tek tek selamladı. Babasının evindeki hizmetçilerin hepsini tanır, onlarla sohbet ederdi. Ancak burada babasının evindekinden iki kat daha fazla çalısan vardı ve bakıslarından anlasıldığı kadarıyla ilk görüste yeni ev sahibelerinden pek hoslanmamıslardı.
Teftis biter bitmez Bay Brock, Sör Edmund’un kulağına bir sey fısıldadı. Edmund, Julianna’ya dönüp, “İzninizle ilgilenmem gereken bir konu var,” dedi ve hemen sonra Francis’e dönüp, “Benim vekilim olarak karımı yemek masasına götürür müsünüz” diye rica etti.
“Benim için sereftir, Sör Edmund,” dedi Francis kolunu Julianna’ya uzatırken.
Julianna’nın Galli kanı birden kaynamaya baslamıstı. Francis’in nasıl olup da böyle rahat davrandığına sasıyordu. Sözüm ona Crispin’in en yakın arkadası olacaktı. Francis’in kaval kemiğine bir tekme attı. Francis belli belirsiz inlediyse de acısını belli etmemeye gayret gösterdi. Julianna ona sert ve sorgulayan bir bakıs attı.
Genç papaz hemen arkalarından geliyordu. Yemek salonunu görünce kısa bir ıslık çaldı. Mum ısığının altında sofradaki gümüs çatal ve bıçaklar, kristal bardaklar ve çin isi porselenlerle yemek masası bir hazine sandığından farksızdı.
“Sör Edmund gerçekten de zevkli biri,” dedi papaz.
“Bakalım sarap konusunda da zevkli mi?” dedi Jerome masanın yanındaki sarap siselerini incelerken.
Francis, Julianna’ya oturması için baskösede bulunan sandalyeyi çekti. “İste buna ziyafet sofrası derim,” dedi masaya söyle bir bakarken. “Baban da iyi yemekler verirdi, ancak bu masayla karsılastırılınca babanın verdiği davetler piknik gibi kalırdı doğrusu.”
Elindeki sarap sisesini dikkatle inceleyen Jerome kısa bir çektikten sonra lafa girdi.
“Babamın tek derdi Londra’nın zenginlerini etkilemekti. İslerine de verdiği davetler kadar özen gösterse simdi mal varlığı böyle tehlikede olmazdı.”
“De mortuis nil nisi bonum,” dedi papaz Latince. “Ölünün arkasından konusmak doğru olmaz.”
Jerome elindeki siseden bardağına sarap doldurdu. “Arkasından konusmak mı? Az bile söyledim. Allahtan sevgili üvey kız kardesime kısa zamanda bir koca buldum. Bu günahlarımı affettirir umarım,”
Julianna, üvey kardesine kristal bir bardak fırlatmamak için kendini zor tutuyordu.
“Ah, Skeldon, benden mi bahsediyorsun.” Konusan o anda içeriye giren Sör Edmund’du. O da masadan bir bardak aldı. “Geceye gelinin serefine kadeh kaldırarak baslamak istiyorum.” Zorlama nesesinin altında düsmanca bir tavır hissetti Julianna. Bir Jerome’a bir de Sör Edmund’a baktı. Derken dadısının zor zamanlarında söylediği bir sözü hatırladı: Seytanla meleğin arasında kaldım, derdi yaslı kadın.
“İzin verin de on yıllık kardesi ve hayatta ailesinden kalan tek varlığı olarak ilk kadehi gelinin serefine ben kaldırayım,” dedi Jerome yalaka bir tavırla. “Salute.”
Julianna kanının çekildiğini hissedebiliyordu. Daha dün gece onu odasına giderken sıkıstırmıstı. Ne o, sevgili kardesine iyi geceler öpücüğü vermeyecek misin? demisti tam kapıda. Neyse ki sarhostu ve refleksleri iyi değildi. Kısa bir boğusmadan sonra Julianna yüzünde hafif bir morlukla ondan kurtulmayı basarmıs, odasına saklanıp sabaha kadar bir baskasının himayesine girmek için dualar etmisti.
Herkes Julianna’nın sağlığına kadeh kaldırdı ve yemek için masada yerini aldı.
“Ömrüm boyunca bir daha böyle bir masaya oturamamaktan korkuyorum,” dedi Francis hizmetçilerin servis ettiği bir birinden güzel yemeklere bakarken.
“Çulluk dolması…” diye inledi papaz. Elindeki çatalı tabaktaki kuslardan birine batırdı. “Av etini oldum olası çok sevmisimdir,” diye ekledi homurdanırcasına kusun göğüs etini ağzına tıkarken.
Baska zaman olsa Julianna da böyle güzel bir yemeği zevkle mideye indirirdi. Ancak midesi hiçbir seyi alacak gibi değildi. Yemeğiyle oynarken, Sör Edmund’un da yemeğinden sadece küçük parçalar aldığını gördü. Onun da pek istahı yok gibiydi.
Francis ve papaz yemeğe yumulmuslardı. Sanki aylardır yemek yemiyor gibi aç gözlülükle her seye saldırıyorlardı. Jerome ise duyduğu açlık baskaydı. Sör Edmund’un kaliteli sarap koleksiyonunu bitirmeye yeminli gibiydi adeta.
Bir hizmetçi gelip Julianna’nın neredeyse dokunulmamıs tabağını önünden alırken, Julianna’nın gözü duvarda asılı bir tabloya takıldı. Hayatında gördüğü en güzel kadınlardan biriydi. Uzun yüzü ve biçimli çenesiyle Edmund’u andırıyordu. Ancak gözlerinde çok daha farklı, sıcak bir ifade vardı. Çok tanıdık bir bakıstı bu.
Julianna merakına yenik düsüp hafifçe yeni kocasına doğru eğilip sordu.
“Su tablodaki kadın anneniz mi?”
Edmund uzun uzun tabloya baktı. Sonra sanki Julianna’yla değil de tabloyla konusuyormusçasına gözlerini resimden ayırmadan konusmaya basladı.
“Maalesef annemin hiç resmi yok. Ben doğarken hayatını kaybetmis. Resimdeki kadın Alice, benim büyük ablam. Aramızda çok yas farkı vardı. Beni o büyüktü. Tıpkı annem gibidir. Öleli on yıl oluyor.”
Daha fazlasını da anlatacak olduysa da Francis’in sorusu ilgisini kaybetmesine sebep oldu.
“Sör Edmund, duvarınızda asılı olan Fitzhugh armaları ve silahlarına hayran olduk doğrusu. Ailenizin İngiltere’ye gelen ilk Anglo- Saksonlar’dan olduğu doğru mu?”
Edmund nese ve gururla, yüksek perdeden cevap verdi.
“İlk Fitzhugh ailesi Dük William’la beraber gelmis İngiltere’ye. Edmund adı ise kusaklardır süren bir aile geleneğidir.
Edmund Fitzhugh adına tarihte rastlayabilirsiniz. İlk haçlı seferinde katılan büyük dedelerimden, tapınak sövalyelerinden biriymis. Bir diğer büyük dedem ise Agincourt savasında hayatını kaybetmis, hem de tam Aziz Crispin gününde.”
Crispin adını anan kendi olduğu halde Sör Edmund’un yüzündeki ifade birden değisivermisti. Yoksa biliyor muydu? Belki de Jerome ona her seyi anlatmıstı.
Masanın altında bacakları titremeye baslayan Julianna elleriyle dizlerinin üzerine bastırarak titremeyi durdurmaya çalıstı. Bir an önce bir bahane bulup masadan kalkmalıydı.
Tam o anda Sör Edmund ayağa kalktı.
“Beyler, eğer izin verirseniz karım ve ben çekileceğiz. Sağlığımın çok yerinde olduğunu söyleyemem. Bayan Fitzhugh’un da tüm bu düğün telası nedeniyle yorgun düstüğünü sanıyorum. Ancak lütfen kalıp kutlamaya devam edin.”
Julianna’nın elini tutup, daha kimsenin bir sey söylemesine fırsat vermeden onu hızla yemek salonundan uzaklastırdı Edmund. Julianna, Jerome’un arkalarından söylediğini duymustu.
“Yaslı seytan hızlı çıktı.”
Julianna yutkundu. Boğazına düğümlenen seyin ne olduğunu bilmiyordu. Korkuyordu. Ancak bekleyerek her an ölmektense bir kez ölmeyi tercih ederdi.
Sör Edmund, Julianna’yı elinden tutup merdivenleri hızla çıkmaya basladı. Az önce sağlığının yerinde olmadığını söylememis miydi bu adam?
Yatak odasına girdiler. Sör Edmund kapıyı kapatıp, sanki rahatlamısçasına omuzlarını silkti.
“Masadan böyle erken ayrıldığımız için rahatsız olmadığınızı umuyorum. O adama bir dakika daha katlanamazdım.”
…..