İneğin yanı başında güzel mi güzel, şirin mi şirin bir buzağı yatıyordu. Annesi şefkatle başını yalıyor, onu sevip okşuyordu.
Gülçin, bu şirin yavruya dokunmak için iyice yaklaştı. Buzağı, yanına sokulmaya çalışan bu yabancıdan rahatsız oldu. Yattığı yerden zorla kalktı, sendeleyerek birkaç adım attı. Titrek bacaklarının üzerinde zor duruyordu. Dayanamayıp yine olduğu yere çöktü. Annesi, “möö” diyerek sanki Gülçin’e ‘yavrumu rahatsız etme’ diyordu….
***
O gün Gülçin geç saatlere kadar uyumuştu. Hafta sonu olduğu için annesi uyandırmamış, yatıp dinlenmesini istemişti.
Gülçin, iyi bir uyku çektikten sonra uyandı. Esneyerek odasından çıktı.
Annesi onu görünce:
— Sana bir müjdem var Gülçin. Bu akşam ineğimiz doğdu. Çok şirin bir buzağısı var, dedi.
Gülçin duyduğu haber karşısında gözleri büyümüş, yüzünde gülücükler açmıştı.
— Hemen görebilir miyim Anne? diye sevinçle haykırdı.
Annesi:
—Tabi görebilirsin ama önce lavaboya git, elini yüzünü yıka bakalım, dedi. Gülçin vakit kaybetmeden annesinin söylediklerini yaptı. Elini, yüzünü yıkayıp odasına koştu. Elbiselerini bir çırpıda giyinip çıktı. Sonra da annesine seslendi:
—Ben ahıra gidiyorum!
Gülçin’in annesine seslenmesiyle evden çıkması bir oldu. Kalbi heyecanla “küt, küt” atıyordu. Bir solukta ahıra gitti. Kapıyı usulca araladı. Amacı ahırdaki diğer hayvanları ürkütmemekti. Kapının açılmasıyla içerideki meraklı gözler hemen kendisine çevrildi. Gülçin kendisine bakan meraklı gözleri sırasıyla süzdü. Sonra doğum yapan ineğin yanına usulca yaklaştı. İneğin yanı başında güzel mi güzel, şirin mi şirin bir buzağı oturuyordu. Annesi şefkatle başını yalıyor, onu sevip okşuyordu.
Gülçin, bu şirin yavruya dokunmak için iyice yaklaştı. Buzağı, yanına sokulmaya çalışan bu yabancıdan rahatsız oldu. Yattığı yerden zorla kalktı, sendeleyerek birkaç adım attı. Titrek bacaklarının üzerinde zor duruyordu. Dayanamayıp yine olduğu yere çöktü. Annesi, “möö” diyerek sanki Gülçin’e ‘yavrumu rahatsız etme’ diyordu. Gülçin yavruyu uzaktan sevmekle yetindi. Onu uzun süre seyretti. Bu arada yavruya bir iki adım daha yaklaşmıştı. Sonra bir yolunu bulup onu birkaç defa sıvazladı. Yumuşacık kılları vardı. Gülçin bu sevimli yavruyu çok sevmişti. Onu doyasıya okşamak, öpmek istiyordu. Ancak annesi buna hiç izin verecek gibi gözükmüyordu. Aniden Gülçin’in annesinin sesi duyuldu. Onu kahvaltı yapmak için çağırıyordu.
Gülçin, içindeki sevgi ve heyecanla ahırdan eve döndü. Kahvaltı sofrasında hep buzağıyı konuştu. Onu annesine öve öve bitiremedi. Karnındaki benekleri, gözlerinin karalığını, küçücük burnunu, kıllarının yumuşacık olduğunu anlattı. Onun çok güzel, çok tatlı bir buzağı olduğunu söyledi. Bir yandan da kahvaltısına devam etti. Sonra annesine “O benim buzağım ha, unutma!” diyerek uyarıda bulundu. Gülçin bir süre suskun kaldı. Kafasında bir şeyler düşünüp tasarladı. Sonra yine annesine:
— Anne buzağıma bir isim buldum! diye haykırdı.
— Öyle mi! Neymiş o isim bakalım? Diye sordu annesi.
— Benekli!
— Neden Benekli?
—Onun kendisi beyaz ama karnında kırmızı benekleri var. Bu yüzden adı Benekli olmalı, diye cevapladı.
Gülçin, kahvaltısını yaptıktan sonra yine buzağıyı yani yeni adıyla Benekli’yi görmeye gitti. Ona bir kovayla su, bir leğen dolusu ot götürdü. Ancak Benekli götürdüklerinin yüzüne bile bakmadı. Gülçin hemen annesine koştu ağlamaklı bir ifadeyle:
— Ann, Benekli’ye su verdim içmedi, ot verdim yemedi, hasta galiba, dedi.
Annesi gülümseyerek:
— Kızım o daha çok küçük, o götürdüklerinle beslenemez. Onun bir süre sütle beslenmesi gerekir. Bu onun için daha yararlı, dedi.
Gülçin, Benekli’sinin hasta olmadığına sevinmiş, içi rahatlamıştı. Benekli için süt daha sağlıklıysa onu içsin daha iyi, diye geçirdi içinden.
Gülçin günlerini artık Benekli’yle geçiriyordu. Ahır artık onun oyun yeri olmuştu. Benekli’yi sevip okşuyor, başını sıvazlıyor, tımar ediyor, altını kuruluyordu. Sabah okula gitmeden önce Benekli’yle vedalaşıyor, ondan sonra yola koyuluyordu. Okula gittiğinde arkadaşlarına hep Benekli’yi anlatıyordu. Ne kadar sevimli olduğunu ve neler yaptığını bir bir sıralıyordu.
Benekli günden güne büyüyor, gelişiyordu. Artık su içebiliyor, yumuşak otları yiyebiliyordu. Gülçin, zaman zaman ahıra gidiyor önüne koyduğu leğene yumuşacık otlardan dolduruyor, kova ile su getirip Benekli’ye içiriyordu. Sonra da:
— Hadi ye, ye de çabuk büyü, diye tembihte bulunuyordu.
Benekli doğalı aylar olmuştu. İlkbahar bütün güzelliğini sergiliyor, toprak ana her zamanki cömertliği ile hayvanlara taze, yeşil otlardan veriyordu. Benekli bu otlardan evin önündeki düzlük arazide dolaşarak bol bol yiyordu.
Benekli artık kırlara gidip otlayabilecek bir yaşa girmişti. Gülçin’in annesi köyün bütün ineklerini otlatmaya götüren çobana Benekli’yle annesini de verdi. Çoban dağları, meraları dolaştı. Hayvanlarını otların en taze, en gür olan yerlerine götürerek onları otlattı. Dere kenarına götürüp su içirdi. Sonra dinlenmeleri için geniş, düzlük bir arazide bekletti.
Akşama doğru Gülçin okuldan geldi. Ahıra uğrayıp Benekli’ye baktı. Ancak onu görememişti. Eve girip hemen annesine Benekli’yi sordu. Annesi de:
— Çobana verdim kızım. Annesiyle birlikte otlamaya gittiler. Eee, artık büyüdü, gidip otlasınlar, dedi. Sonra, hava kararmadan gelirler, diye ekledi.
Gülçin sabırsızlıkla Benekli’yi bekledi. Nihayet sürü gözüktü. “Sonunda geldi!” diye sevinerek sürünün önüne koştu. Gelen inekler ahıra, yerlerine gitti. Benekli’nin annesi de, “möö, möö” diyerek ahıra doğru yürüdü. Ama Benekli ortalarda yoktu. Gülçin telaşla annesine koştu.
— Anne! Anne! Benekli yok. Tüm inekler geldi ama o gelmedi, diye haykırdı. Gülçin’in annesi de telaşa kapılmıştı. Ahırın her yerine, ineklerin arasına, samanlığa hatta kümese baktı ancak bulamadı.
Annesiyle Gülçin hemen gidip çobanı buldular. Benekli’nin gelmediğini söylediler. Çoban Benekli’nin kaybolduğunun farkında bile değildi. “Benekli yok mu?” diye şaşırdı birden. “Ama ben onu bazen sürünün içinde görüyordum. Annesinin yanından hiç ayrılmıyordu.” dedi. Sonra da ekledi, “Başka birinin ahırına yanlışlıkla gitmiş olabilir, ben arar, sorarım.” dedi. Gülçin bu sözler üzerine biraz rahatladı. Annesi de onu yatıştırmak için:
— Üzülme kızım bulunur. Biz de gider arar, konu komşudan sorarız. Yanlışlıkla komşuların ahırına girmiş ya da bir yerde otlayıp kalmıştır, dedi.
Gülçin ile annesi Benekli’yi komşulara sordular. Ama kimse onu görmemişti. Nerde olduğunu bilen yoktu. Akşam vakti geçmiş, hava da iyice kararmıştı. Eğer bir yerlere girdiyse karanlıkta kimse fark edemeyebilirdi. Annesi Gülçin’e döndü:
— Kızım artık yarın ararız. Bu karanlıkta onu zaten bulamayız, dedi.
Gülçin’in içini kemiren onu rahatsız eden bir şeyler vardı. Benekli’nin kaybolmasından, dağda kalıp kurtların onu parçalamasından korkuyordu. Annesine:
— Kurtlar parçalamaz değil mi anne? diyerek, annesinden kendisini rahatlatacak sözler bekledi.
En az Gülçin kadar annesi de Benekli’nin kaybolmasına üzülmüştü. Ama o an için elden gelen bir şey yoktu. Kızının korkularını gidermek istedi:
—Benekli akıllıdır kızım, bir yerlere sığınmış, kendini korumaya almıştır. Dağda tek başına kalmaz, dedi. Aslında kendisi de buna inanmak istiyordu. Dağda kalırsa kurtlar onu parçalar diye o da endişeleniyordu.
Gülçin, “İştahım yok” diyerek akşam yemeğini yemedi. “Ben yatacağım,” diyerek odasına gitti. Yatağına uzandı ancak Benekli aklından çıkmıyordu. Onun için üzülüyor, endişeleniyordu. Bir türlü gözüne uyku girmiyordu.
Gülçin o gece hep Benekli’yi düşündü. Acaba nerededir? Ne yapıyordur? Dışarıda kaldıysa onu kurtlar parçalar mı? diye kendi kendine sorular sordu. Ancak gecenin geç saatlerinde uykuya dalabildi.
Gün doğmuş, sabah olmuştu. Gülçin erkenden kalkıp hazırlandı. Annesiyle birlikte Benekli’yi aramaya koyuldular. Bütün aramalara rağmen hiçbir yerde bulamadılar. Çaresiz yorgun, bitkin eve döndüler. Gülçin bir hayal kırıklığına uğramış, üzüntüsü artmıştı. Artık yemiyor içmiyor, okula da gitmiyordu. Hep Benekli’yi düşünüyor, uykularında onun adını sayıklıyordu. O gece de Benekli gelmemişti. Gülçin’in annesi de hem Benekli’ye hem kızının haline çok üzülüyordu.
Sabah olmuş çoban yine inekleri otlatmak için kapıya gelmişti. Kapıyı birkaç defa çaldı. Gülçin’in annesi belki Benekli’den bir haber var düşüncesiyle koşarak kapıyı açtı. Karşısında çoban vardı. Çobanın gözlerinin içi gülüyordu. Hemen müjdeyi vermek istedi:
— Size güzel bir müjdem var. Sizin Benekli’yi buldum, dedi. Ben sizden sonra aramaya gittim. Hayvanları otlattığım yerlere baktım. Onu dere kenarında otlarken buldum. Sonra bizim ahıra götürdüm. Ben sürüyü topladığım için getiremedim. Siz gidip alabilirsiniz, dedi.
Gülçin’in annesi bu habere çok sevinmişti. Onun da artık yüzü gülüyordu.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye-Öykü
- Kitap AdıGülçin'in Beneklisi
- Sayfa Sayısı 96
- YazarErdoğan Güneş
- ISBN9786054532070
- Boyutlar, Kapak14x20, Karton Kapak
- YayıneviÖzlem Yayınevi / 2011