Tuhaf ve seksi garson kız Sookie Stackhouse’a kapılmamanın yolu yok. Bizi de al Sookie! Bizi de!
Louisiana, Bon Temps’da yaşayanlar, vampirlerle ilgili çok az şey biliyor. Kurtadamlarla ilgiliyse hiçbir şey. Tabii herkesin sevgilisi ve her şeyden haberdar –istemeden de olsa– Sookie Stackhouse dışında. Ta ki o güne kadar…
Çünkü, kurtadamlar ve şekil-değiştiriciler kendilerini ölümlü dünyaya ifşa etti. Ve bunun hiç de hoş sonuçları olmadı. Sookie’nin yakından tanıdığı biri, feci şekilde can verdi. Ancak Sookie’nin katili bulmak konusundaki kararlılığı, karşılaştığı daha büyük bir sorun yüzünden yok olup gidecekti. Vampirlerden ve kurtadamlardan çok daha yaşlı, güçlü ve gizemli bir doğaüstü ırk, savaşa hazırlanıyordu.
Ve Sookie, bu savaşın ortasında, yemin bizzat kendisiydi.
“Şahane… Harris, doğaüstü dünyaları müthiş bir mizah anlayışıyla bizim dünyamızla birleştiriyor.”
–Tulsa World
“Sevgili kahramanımız Sookie Stackhouse için işler kızışıyor. Yalnızca tek bir kazanan olacak.”
–Booklist
“Alışılmış vampir hikayelerine sihirli ve gizemli bir soluk geldi.”
–Houston Chronicle
***
1
Beyaz ırktan vampirler asla beyaz giymemeli,” dedi televizyon sunucusu, ekolu bas sesiyle. “Sadece on yıldır vampir olan Devon Dawn, şehirde bir gece için giyinip süslenmişken onu gizlice filme aldık. Şu kıyafetine bakın. Baştan aşağı rezalet.”
“Ne düşünüyordu ki?” dedi tiz sesli bir kadın. “Doksanlarda sıkışıp kalmak bu olsa gerek. Şu bluza bakın. Tabii eğer buna bluz diyebilirseniz. Zavallının teni birazcık kontrast için yalvarıyor ve o gidip ne giyiyor? Fildişi! İnanabiliyor musunuz?”
Ayakkabılarımı bağlamayı bırakıp iki vampir moda eleştirmeninin zavallı kurbana -pardon, şanslı vampire- baskın yaptığında neler olacağını görmek için ekrana baktım. Şanslı vampir, kendi isteği dışında bir baştan yaratma seansına maruz kalacaktı. Arkadaşlarının onu moda polisine ihbar ettiğini öğrenme keyfinin yanı sıra…
“Bence bu işin sonu iyi bitmeyecek,” dedi Octavia Fant. Ev arkadaşım Amelia Broadway, her ne kadar Octavia’yı evime bir tür emrivakiyle, zayıf bir anımda öylesine ettiğim bir lafa dayanarak yerleştirdiyse de, şimdilik gayet iyi idare ediyorduk.
“Devon Dawn, bu Beverly Leveto, En Şık Vampir programından, ben de Todd Seabrook. Arkadaşın Tessa bizi arayıp moda konusunda yardıma ihtiyacın olduğunu söyledi. İki gecedir seni gizlice filme alıyoruz ve ahhh!” Todd’un boğazında beyaz bir el belirdi, kayboldu ve geride kırmızı bir delik bıraktı. Todd yere yığılırken kamera öylece, büyülenmiş gibi kaldı, ancak hemen ardından Devon Dawn ile Beverly arasındaki mücadeleye döndü. “Vay,” dedi Amelia. “Beverly kazanacağa benziyor.”
“Daha stratejik,” dedim. “Kapıdan girerlerken özellikle geride kalıp Todd’un önden girmesini sağladı, fark ettiniz mi?”
“Tamam, onu mıhladım,” dedi Beverly ekrana zaferle. “Devon Dawn, Todd tekrar konuşabilecek kadar iyileşene dek biz de senin gardırobunu bir gözden geçirelim bari. Sonsuz ömrü olan hiçbir kız rüküşlüğü kaldıramaz. Hem vampirler geçmişe takılıp kalmamalı. Biz modanın önünde gitmeliyiz.”
Devon Dawn sızlandı. “Ama ben kıyafetlerimi seviyorum. Onlar benim kimliğimin bir parçası. Kolumu kırdın!”
“Birazdan iyileşir. Dinle, beceriksiz küçük vampir olarak tanınmak istemezsin, değil mi? Kafanın geçmişte sıkışıp kalmasını istemezsin,”
“lııh, istemem herhalde.”
“Tamam! Şimdi ayağa kalkmana izin vereceğim. Ve öksürdüğüne bakılırsa Todd da kendini daha iyi hissediyor olmalı.”
Televizyonu kapadım ve diğer ayakkabımı bağlarken başımı iki yana salladım. Amerika’nın yeni bağımlılığı, televizyonda vampirlerin reality şovlarını izlemekti. Dolaptan kırmızı paltomu çıkardım. Paltoya bakınca benim de kendi adıma, bir vampirle oldukça gerçek problemlerim olduğunu hatırladım. Eric Northman, Louisiana’daki vampir krallığının yönetiminin Nevada vampirleri tarafından ele geçirilmesinden bu yana geçen son iki buçuk ay boyunca, yeni yönetimdeki pozisyonunu güçlendirmek ve eski yönetimden geriye ne kaldığını değerlendirmekle meşguldü.
Bir cadının yaptığı büyü yüzünden hafızasını kaybettiği dönemdeki yakınlaşmamızla ilgili detayları nihayet hatırlamıştı ama bu konuyu konuşmaya hala fırsat bulamamıştık.
“Bu gece ben işteyken siz ne yapacaksınız?” diye sordum Amelia’yla Octavia’ya. Çünkü kafamda Eric’le hayali bir konuşma daha yürütmeye hiç ihtiyacım yoktu. Paltomu giydim. Kuzey Louisiana’ya gerçek kuzey soğukları pek uğramaz ama dışarıda hava dört dereceydi. İşten çıktığımda muhtemelen daha soğuk olacaktı.
“Yeğenimle çocukları bu gece beni yemeğe götürüyor,” dedi Octavia.
Yaşlı kadın, tekrar başını onardığı bluza eğdiğinde, Amelia’yla birbirimize şaşkın bir bakış attık. Yeğeninin evinden bana taşındığından beri, Octavia ilk kez onlarla görüşecekti.
Garip duraksamayı örtmek için, “Biz bu gece Tray’le birlikte bara geleceğiz sanırım,” dedi Amelia çabucak.
“Tamam, o zaman Merlotte’ta görüşürüz.”
Yıllardır orada garsonluk yapıyordum.
“Ah!.. Yanlış renkte iplik getirmişim.” Octavia kalktı. Koridorun sonundaki odasına gitti.
“Artık Pam’le görüşmüyorsunuz galiba?” diye sordum Amelia’ya. “Tray’le ilişkiniz iyi gidiyor gibi.” Beyaz tişörtümü siyah pantolonumun içine daha bir dikkatle sokuşturdum, şöminenin üstündeki eski aynada kendime bir göz attım. Saçım, işe giderken genelde yaptığım gibi sıkı bir atkuyruğuydu. Kırmızı paltonun omzunda, uzun, sarı bir saç teli gördüm ve aldım.
“Pam öylesine, anlık bir şeydi. Onun da benim için aynı şekilde hissettiğinden eminim. Tray’den gerçekten hoşlanıyorum,” diyordu Amelia bu esnada. “Babamın parasıyla ilgilenmiyor. Benim bir cadı olmama da takılmıyor. Ve yatakta beni resmen uçuruyor. Yani ilişkimiz gayet yolunda.”
Bana yaramaz bir bakış attı. Amelia’ya bakınca pırıl pırıl kısa saçları, ışıl ışıl gülümsemesi, parlak ve yalansız gözleriyle güzel vücutlu bir anne görebilirdiniz. Hani şu orta sınıf, beyaz, SUV kullanan, çocuklarının maçlarını kaçırmayan annelerden. Ama anne olmaması bir yana, seksle çok ilgiliydi ve bu alanda (benim standartlarıma göre) fazla çeşitlilikten yanaydı.
“Tray iyi bir adam,’’ dedim. “Onu kurt formunda görebildin mi?”
“Henüz değil. Ama dört gözle bekliyorum.”
Amelia’nın çok iyi bir verici olan, neredeyse transparan zihninde beni çok şaşırtan bir şey yakaladım. “Yakın mı? Kendilerini topluma açıklamaları?”
“Şunu yapmasana!”
Amelia benim zihin okuma yeteneğimle normalde barışıktı ama anlaşılan bugün öyle değildi. “Başka insanların sırrını saklamam gerekiyor, anlıyor musun?”
“Üzgünüm,” dedim. Ve gerçekten de öyleydim ama aynı zamanda da kendimi haksızlığa uğramış gibi hissediyordum. Burada mağdur olan bendim! Kendi evimde bari biraz rahat edebileceğimi, yeteneğimi baskı altında tutma gayretime bir ara verebileceğimi, onu sımsıkı saran ipleri azıcık gevşetebileceğimi sanırsınız, değil mi? Zaten iş yerinde her gün bununla yeterince mücadele etmiyor muydum?
“Ben de üzgünüm,” dedi Amelia aniden. “Dinle, şimdi gidip hazırlanmam gerek. Sonra görüşürüz, tamam mı?”
Üst kattaki odasına gitmek için merdivenlere yöneldi. Amelia birkaç ay önce New Orleans’tan benimle birlikte buraya gelinceye kadar, üst katı pek kullanmıyordum. Amelia üst kata yerleşmiş ve burada olduğu için Katrina Kasırgası’na yakalanmamıştı. Zavallı Octavia’nın aksine.
“Görüşürüz Octavia. Sana iyi eğlenceler,” diye seslendim ve arka kapıdan çıkıp arabama yürüdüm.
Hummingbird Caddesi’ne bağlanan uzun araba yolumda ormanın içinde ilerlerken Amelia’yla Tray Dawson’ın uzun süreli bir ilişki kurma şansının ne kadar olduğunu düşünüyordum. Tray bir kurtadamdı, motosiklet tamirciliği yapıyordu ve zaman zaman kas gücü için kiralanan bir korumaydı. Amelia gelecek vaat eden bir cadıydı ve babası Katrina Kasırgası’ndan sonra bile acayip zengindi. Kasırga, babasının inşaat depolarındaki malzemelerin büyük bölümüne dokunmamıştı. Bir sürü binaya zarar vererek, adama onlarca yıl yetecek kadar çok iş sağlamıştı.
Amelia’nın zihninde gördüğüm kadarıyla, beklenen büyük gece buydu. Hayır, Tray’in ona evlenme teklif edeceği değil, Tray in ortaya çıkacağı gece. Tray’in çift doğalı olması, egzotik şeyleri çekici bulan ev arkadaşım için sorun değildi, hatta artıydı.
Çalışanların kullandığı arka kapıdan bara girdim ve doğruca Sam’in ofisine gittim.
“Merhaba, patron,” dedim, onu masasında otururken bulduğumda. Sam hesap defterleriyle uğraşmaktan nefret ederdi ve şu anda tam da bunu yapıyordu. Aklını dağıtmaya ihtiyacı vardı belki de. Endişeli görünüyordu. Saçları her zamankinden daha karman çormandı, çilek rengi bukleleri ince yüzünün etrafında bir hale oluşturmuştu.
“Kendini hazırla. Bu gece o gece,” dedi.
Söylediklerini duyunca gerçekten gurur duydum. Benim aklımdan geçeni bu kez o dillendirmişti. Gülümsedim. Ben hazırım. Burada olacağım.” Çantamı çekmeceye koydum ve önlüğümü takmaya gittim. Vardiyayı Holly’den devralacaktım. Bizim bölümdeki müşteriler hakkında beni kısaca bilgilendirmesinin ardından, “Bu gece biraz burada takılmak isteyebilirsin,” dedim.
Bana keskin bir bakış attı. Son zamanlarda saçlarını uzatıyordu. Bu yüzden siyaha boyalı saç uçları katrana batırılmış gibi duruyordu. Dipten yaklaşık bir santim kadar uzayıp kendini gösteren doğal saç renginin, hoş bir açık kahve olduğu ortaya çıkmıştı. Öyle uzun zamandır saçını boyuyordu ki, asıl rengini tamamen unutmuşum.
“Hoyt’u bekletmeme değecek bir şey mi?” diye sordu. “Cody’yle aralarından su sızmıyor ama Cody benim oğlum sonuçta.” Ağabeyim Jason’ın en yakın arkadaşı Hoyt’u Holly kapmıştı. Hoyt şimdi Holly’nin müridiydi.
“Bir süre kalmalısın.” Bir kaşımı manalı manalı havaya kaldırdım.
“Kurtadamlar mı?” dedi Holly. Başımla onayladım ve yüzünü parlak bir gülümseme kapladı. “Ah, Tanrım. Arlene kafayı yiyecek.”
Birlikte çalıştığımız ve bir zamanlar arkadaşımız olan Arlene, bir dizi erkek arkadaşının sonuncusu tarafından birkaç ay önce politikleştirilmişti. Şimdi siyaseten, meşhur Hun İmparatoru Atilla Han’a yakın bir yerlerde duruyordu. Özellikle, vampirler söz konusu olduğunda. Hatta, adı kilise olsa da aslı kiliseden başka her şey olan Güneş Yoldaşlığı diye bir organizasyona katılmıştı. Şu anda kendi bölümündeki masalardan birinin başında durmuş, Güneş Yoldaşlığı’nda bir tür görevi olan ve gündüz işi olarak da Shreveport Home Depot’ta çalışan Whit Spradlin diye bir adamla ciddi bir şeyler konuşuyordu. Adamın kafasında hatırı sayılır büyüklükte bir saçsız alan vardı ve göbek de bağlamıştı ama bunlar dert değildi. Benim derdim siyasi görüşleriydi. Yanında bir de arkadaşı vardı tabii. Güneş Yoldaşlığı fanatikleri, sürüler halinde gezmeyi severdi. Tıpkı birazdan tanışacakları başka bir azınlık grup gibi.
Ağabeyim Jason, bir masada Mel Hart’la oturuyordu. Mel, Bon Temps’daki otomobil yedek parçacısında çalışıyordu. Jason’ın yaşlarında, otuzlarının başındaydı. Gayet formda, kaslı bir vücudu vardı. Uzunca sayılabilecek saçları açık kahverengiydi. Bıyıklı ve sakallı yüzü hoştu. Son zamanlarda Jason’la Mel’i sık sık birarada görür olmuştum. Sanırım Jason, Hoyt’un boşluğunu onunla doldurmaya çalışıyordu. Ağabeyim arkadaşsız yapamazdı. Bu gece ikisinin yanında da çıktıkları kızlar vardı. Mel boşanmıştı ama Jason hala resmen evliydi. Yani, başka bir kadınla ortalıkta görünmemesi gerekirdi. Gerçi burada kimsenin onu kınayacağı yoktu. Ne de olsa karısı Crystal, onu bizim kasabadan bir erkekle aldatırken basılmıştı.
Hamileliği ilerleyen Crystal’ın yeniden Hotshot’a taşındığını, akrabalarının yanında kaldığını duymuştum. (Hotshot’taki tüm evlerde ona kalacak bir yer verilir ve hepsinde de akrabalarının yanında olur. Orası öyle bir yer.) Mel Hart da Hotshot doğumluydu ama köyün dışında yaşamayı seçen az sayıdaki cemaat üyesinden biriydi.
Eski erkek arkadaşım Bill’in, bir masada Clancy adındaki başka bir vampirle oturduğunu görünce şaşırdım. Yaşayan ölü olmasıyla hiç alakası bulunmayan sebeplerden ötürü Clancy benim pek sevdiğim biri değildi. Masada her ikisinin önünde de bir şişe Gerçek Kan duruyordu. Clancy’nin daha önce bir şeyler içmek için öylesine Merlotte’a uğradığını hatırlamıyordum ve daha önce buraya Bill’le hiç gelmediğinden emindim.
“Merhaba, içeceklerinizi tazelememi ister misiniz?” diye sordum, gülümsemeye çabalayarak. Bill’in yanında hala biraz gergindim.
“Lütfen,” dedi Bill kibarca ve Clancy boş şişesini masada bana doğru itti.
Bar tezgahının arkasına geçip buzdolabından iki Gerçek Kan çıkardım. Kapaklarını açıp şişeleri mikrodalgaya koydum. (On beş saniye yeterli.) Ardından şişeleri hafifçe çalkaladım ve yeni peçetelerle birlikte tepsiye yerleştirdim. Gerçek Kan şişesini masada önüne bıraktığım sırada, Bill’in soğuk eli, elime değdi.
“Evde yardıma falan ihtiyacın olursa,” dedi, “beni ara lütfen.”
Niyetinin iyi olduğunu biliyordum ama bu, bir şekilde, şu anda bir sevgilim olmadığı gerçeğinin altını çiziyordu. Bill’in evi benimkinin karşısındaki mezarlığın hemen öbür tarafındaydı. Geceleri o civarda dolandığından, bir erkek arkadaşım olmadığını biliyordu. “Teşekkürler Bill,” dedim, gülümseme-
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Fantastik Roman (Yabancı)
- Kitap AdıPeri Ölüsü
- Sayfa Sayısı368
- YazarCharlaine Harris
- ÇevirmenDeniz Evliyagil
- ISBN9786051420912
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gece Yarısı Tuzağı ~ Lara Adrian
Gece Yarısı Tuzağı
Lara Adrian
Kurşunlar ve bıçaklarla eğitilmiş bir savaşçı olan Renata’yı, -ölümlü ya da vampir- herhangi bir erkek yenemez. Ancak onun en güçlü silahı, nadir görülen ve...
- Kurtların Tarihi ~ Emily Fridlund
Kurtların Tarihi
Emily Fridlund
Minnesota’da ormanın sınırında, dağılıp gitmiş bir hippi komününden arta kalmış bir kulübede, komünün eski üyeleri olan anne ve babasıyla yaşayan on dört yaşındaki Madeline’in...
- Aytaşı ~ Wilkie Collins
Aytaşı
Wilkie Collins
Yıllar önce bir Hindu tapınağından gasbedilen, Aytaşı olarak bilinen, paha biçilemez Hint Elması doğum gününde genç Rachel Verinder’a hediye edilir, ancak aynı gece ortadan...