SEVDİKLERİNİZİ KORUMAK UĞRUNA SİHİRLERLE DONATILMIŞ BİR DÜNYANIN KUSURSUZLUĞUNDAN VAZGEÇEBİLİR MİYDİNİZ?
Laurel’ın insan ile peri dünyası arasında kaldığı ikili yaşamının macera dolu öyküsünü soluksuz okuyacaksınız.
“Aprilynne Pike’ın Kanatlar adlı kitabı akılda kalan başarılı bir serinin ilkiydi. Kitapta kurgulanan mitolojinin eşsizliği ancak göz önüne serilen hikâyenin şaşırtıcı güzelliğiyle karşılaştırılabilir.”
Stephenie Meyer
Alacakaranlık Serisi’nin yazarı
“Etkileyici bir aşk ve tehlikelerle dolu bir hikâye.”
Romantic Times
“SİHİRLER çok başarılı… Aprilynne Pike’ın yeteneği çiçek açmaya devam ediyor, sıradaki kitabın ne kadar müthiş olacağını düşünmek beni heyecanlandırıyor.”
Carrie Jones
“Mükemmel bir anlatım ve hayal gücü.”
Kirkus Reviews
***
BİR
Laurel kulübenin önünde durdu ve sıralı ağaçların başladığı noktaya göz gezdirdi. Bir anda hücum eden adrenalin yüzünden boğazı düğümlenmişti. Orada bir yerlerde olduğunu ve kendisini izlediğini biliyordu. Laurel’ın henüz onu görememiş olmasının bir anlamı yoktu.
Aslında Laurel onu görmek istemiyor değildi. Hatta bazen, bunu çok fazla istediğini bile düşünüyordu. Tamani’ye bulaşmak, azgın bir nehirde hareket etmeye benziyordu. Bir adım fazla yürümek, akıntının daha fazla ileriye gitmene asla izin vermemesi demekti. Laurel, David’le kalmayı tercih etmişti ve hâlâ bunun doğru bir karar olduğuna inanıyordu. Ama bu, yine de bu buluşmanın kolay geçeceği anlamına gelmiyordu.
Ya da ellerinin titremesine engel değildi.
Tamani’ye, ehliyetini aldığında onu ziyaret edeceği sözü vermişti. Net bir tarih vermemiş ama mayıs ayında demişti. Şimdi artık neredeyse haziran sonu geliyordu. Tamani, Laruel’in artık onunla görüşmekten kaçındığını anlamış olmalıydı. Az sonra burada olacaktı -Laurel onu göremeden kendisi ortaya çıkacaktı- ve Laurel heyecanlanması mı yoksa korkması mı gerektiğini bilemiyordu. Duygulan, daha önce hiç tatmadığı ve bir daha da tatmak isteyeceğini düşünmediği baş döndürücü bir karışım haline gelmişti.
Geçen yıl Tamani’nin verdiği ve boynunda, ince bir zincirin ucunda taşıdığı minik yüzüğü sıkı sıkı tuttuğunu fark etti. Bu son altı ay boyunca Tamani’yi zihninden atmaya uğraşmıştı. Bunun için çok çabaladığını ama başaramadığını itiraf etti kendi kendine. Ormanın içinden geçerken, küçük yüzüğü tutan parmaklarını çözmeye ve kollarını doğal bir öz güvenle sallamaya çalıştı.
Dalların gölgeleri üzerine düşerken, ağacın birinden yeşilli siyahlı bir karaltı sarktı ve onu yerinden sıçrattı. Laurel korku dolu bir çığlık kopardı.
“Beni özledin mi?” diye sordu Tamani, onu ilk gördüğü andan beri Laurel’ı kendisine hayran bırakan o büyüleyici gülümsemesiyle.
Birden son altı ay hiç yaşanmamış gibi geldi. Onu görmek, yanı başında hissetmek Laurel’ın tüm korkularını, tüm düşüncelerini… verdiği tüm kararları bir anda yok etmişti. Kollarını boynuna dolayıp bütün gücüyle Tamani’ye sarıldı. Onu asla bırakmak istemiyordu.
“Bunu evet olarak kabul ediyorum,” dedi Tamani inleyerek.
Laurel geri çekilmeye, ondan uzaklaşmaya çalıştı. Bu tıpkı bir nehrin akış yönünü değiştirmeye çalışmak gibiydi. Yine de birkaç saniye sonra başarılı oldu ve sessiz bir şekilde, öylece durarak Tamani’nin güzelliğinin tadını çıkarmakla yetindi. Her zamanki uzun, siyah saçlan, anlık gülümsemesi ve o büyüleyici, yemyeşil gözleri. Laurel’ın üzerine bir acemilik bulutu çöktü ve Tamani’yi yeterince hevesli bir şekilde karşılayamamaktan çekinerek başını öne eğip ayaklarına bakmaya başladı. Şimdi ne söyleyeceğini hiç bilemiyordu.
“Seni daha erken bekliyordum,” dedi Tamani nihayet.
Şimdi burada Tamani’nin yanındayken, daha önce bu buluşma fikrinin onu korkutmuş olması şu an ona komik geliyordu. Ancak ne zaman Tamani’yle tekrar buluşacağı aklına gelse, içinin buz gibi soğuk bir korkuyla dolduğunu çok net hatırlayabiliyordu.
“Özür dilerim.”
“Neden gelmedin?”
“Korkuyordum,” diye yanıtladı Laurel dürüstçe.
Tamani’nin yüzünde bir gülümseme belirdi. “Benden mi?” diye sordu.
“Onun gibi bir şey…”
“Peki neden?”
Laurel derin bir nefes aldı. Tamani gerçeği bilmeyi hak ediyordu. “Burada seninle beraber olmak çok kolay. Kendime yeterince güvenmiyorum.”
Tamani sırıttı. “Buna pek de gücendiğimi söyleyemeyeceğim doğrusu.”
Laurel gözlerini devirdi. Uzun süren yokluğu, Tamani’nin cesaretini kırmış gibi görünmüyordu.
“Nasıl gidiyor?”
“İyi. İyi gidiyor. Her şey yolunda,” dedi kekeleyerek.
Tamani biraz tereddüt etti. “Arkadaşların nasıl?”
“Arkadaşlarım mı?” diye sordu Laurel. “Biraz daha açık olur musun lütfen?”
Farkında olmadan bileğindeki gümüş büeziğe dokunmuştu. Tamani’nin gözleri bu hareketi adım adım izledi.
Toprağı tekmeleyerek, “David nasıl?” diye sordu nihayet.
“Harika.”
“Siz ikiniz?..” Sorusu yanm kalmıştı.
“Beraber olup olmadığımızı mı soruyorsun?”
“Evet, sanırım bunu soruyorum.” Tamani tekrar dallı budaklı, gümüş bileziğe baktı. Yüz hatlarını gölgelendiren hayal kırıklığı, bakışlarına düşmanca bir ifade katmış olsa da bu durumu bir gülümsemeyle geçiştiriverdi.
Bilezik David’in hediyesiydi. Laurel’a, geçen yıl Noel’den hemen önce, resmi olarak flört etmeye başladıklarında vermişti. Kristal göbeğin etrafındaki minik çiçeklerden oluşan zarif, gümüş bir sarmaşık şeklindeydi. David, hakkında böyle bir şey söylememişti ama Laurel bunun, hâlâ her gün takmaya devam ettiği peri yüzüğüne nispet yapmak üzere verilmiş bir hediye olduğundan şüpheleniyordu.
O küçük yüzüğü bir kenara atmaya dayanamamıştı ve aynen söz verdiği gibi, bu yüzük ne zaman aklına gelse Tamani’yi de hatırlıyordu. Tamani’ye karşı hâlâ bir şeyler hissediyordu. Çoğunlukla parçalanmış ve kanşık duygular; ama düşünceleri o yöne kaydığında kendini suçlu hissetmesine yetecek denli güçlü duygular.
David bir sevgilide arayabileceği her şeye sahipti. Olmadığı ve asla olamayacağı şeyler hariç. Ama Tamani de asla David gibi olamazdı.
“Evet, beraberiz,” dedi nihayet.
Tamani hiçbir şey söylemedi.
“Ona ihtiyacım var, Tam,” dedi Laurel. Ses tonu yumuşaktı ama özür diler gibi de değildi. David’i seçti diye özür dileyemezdi, dilemeyecekti de. “Daha önce sana durumu anlatmıştım.”
“Evet, tabii.” Tamani ellerini Laurel’ın kollarının üzerinde gezdirdi. “Ama şu an David burada değil.”
Laurel ona, “Bu şekilde yaşayamadığımı biliyorsun,” demeye çalıştı ama sesi bir fısıltıdan öteye geçmedi.
Tamani içini çekti. “Bunu kabul etmekten başka şansım yok, değil mi?”
“Yalnız kalmamı istemediğin sürece, evet.”
Kolunu Laurel’ın omzuna attı, bu sefer ki dostça bir sarılmaydı. “Yalnız kalmanı asla istemem.”
Laurel onu kucaklayıp sıkı sıkı sarıldı.
“Bu da neydi şimdi?” diye sordu Tamani.
“Sadece Tamani olduğun için.”
“Eh, bir kucaklamaya hayır demem doğrusu.” Ses tonu rahat ve muzipti ama diğer koluyla ona sımsıkı, neredeyse çaresizce sarılmıştı. Sonra birden, Laurel’ın uzaklaşmasına bile gerek kalmadan kolunu indirdi ve patikanın aşağısını gösterdi. “Hadi gel,” dedi. “Bu taraftan.”
Laurel’ın ağzı kurudu. Vakit gelmişti.
Elini cebine soktu ve daha önce de defalarca yaptığı gibi cebinin içindeki kabartma baskılı karta dokundu. Bal mumuyla mühürlenmiş ve gümüş rengi, parlak bir kurdeleyle bağlanmış bu kartı, mayıs ayının ilk günlerinde yastığının üzerinde bulmuştu. Dört satırdan oluşan mesaj, kısa ve özlüydü ama onun için pek çok şeyin değişmesine neden olmuştu.
Mevcut eğitiminizin acınacak derecede yetersiz bir altyapıya sahip olması nedeniyle Avalon Akademisi’ne çağrılıyorsunuz. Yazın ilk günü, öğlene doğru lütfen ana kapıda hazır olunuz. Sekiz hafta burada bulunmanız gerekmektedir.
Acınacak derecede yetersiz. Laurel’ın annesi bu sözleri duymaktan hiç hoşlanmamıştı ama zaten son zamanlarda perilerle ilgili çok fazla şeyden memnun olduğu da söylenemezdi. Laurel bir peri olduğunu ilk kez açıkladığında işler şaşırtıcı bir şekilde yolunda gitmişti. Sonradan gerçeklerin fazlasıyla çılgınca olduğu ortaya çıksa da -Laurel, perilerin kutsal arazisini devralmak üzere dünyaya gönderilmiş bir periydi ve onun bakımını üstlenme görevi de kendilerine verilmişti-, ailesi hepsini kayda değer bir gönül rahatlığıyla kabullenmişti; en azından ilk başta. Babasının tepkileri hiç değişmemişti ama bu son birkaç ay boyunca, Laurel’ın insan olmadığı düşüncesi, annesini her geçen gün daha fazla dehşete düşürmeye başlamıştı. Önce bu konu hakkında konuşmaktan vazgeçmiş, sonra da bunu duymaya bile tahammül edememişti ve geçen ay Laurel’a gelen bu davetiye, daha doğrusu çağrı, bardağı taşıran son damla olmuştu. Annesi, Laurel’ın gitmesine razı olana dek onunla epeyce tartışması ve babasının da bol miktarda ikna çabası göstermesi gerekmişti. Her nedense, Laurel geri döndüğünde sanki eskisinden daha az insan olacakmış gibi davranıyordu.
Laurel, ailesine trollerden bahsetmeyi ihmal ettiği için seviniyordu; eğer bunu yapmış olsaydı şu an büyük ihtimalle burada olmazdı.
Tamani, Laurel’ın tereddüt ettiğini hissederek, “Hazır mısın?” diye üsteledi.
Hazır mı? Laurel bu iş için bundan daha fazla hazır olamazdı… ya da daha az.
Ormanın içinde sessizce Tamani’yi izlemeye başladı. Ağaçlar güneş ışıklarını âdeta süzgeçten geçiriyor, takip ettikleri patikayı gölgelendiriyordu. Bu yola patika demek bile zordu ama Laurel sonuçta yolun nereye çıkacağım biliyordu. Kısa zamanda, sıradanmış gibi görünen ama aslında bu ormanın çok özel bir türü olan küçük, yamru yumru bir ağacın önünde olacaklardı. Laurel hayatının on iki yılını burada, etraftaki araziyi keşfederek geçirmiş olsa da bu ağacı daha önce sadece bir kez görmüştü; trollerle savaşan Tamani’yi yaralı ve yarı baygın bir halde buraya getirdiğinde. O zaman ağacın değişimine de şahit olmuş ve ötesinde uzanan manzarayı bir anlığına da olsa görmüştü. Bugünse o kapıdan geçecekti.
Bugün Avalon’u kendi gözleriyle görecekti.
Ormanın derinliklerine doğru yürürlerken diğer periler de peşlerinden geliyordu ve Laurel başını uzatıp onlara bakmamak için kendini zor tutuyordu. Onunla asla konuşmayan ve gözleriyle nadiren buluşan bu sessiz ve güzel korumalara bir gün alışabileceğinden pek emin değildi. Laurel’ın göremediği zamanlarda bile hep etrafındaydılar.
Bunu artık biliyordu. Aslında çocukluğundan beri kaç tanesinin onu izlemiş olduğunu merak ediyordu ama bunu düşünmek fazlasıyla utanç vericiydi. Çocuksu maskaralıklarının, ailesi tarafından izlenmesi başka şey, isimsiz, doğaüstü muhafızlar tarafından izlenmesi başka bir şeydi. Yutkundu, yola odaklandı ve başka şeyler düşünmeye çalıştı.
Kısa zamanda ağacın yanına ulaştılar ve eğri büğrü, yaşlı ağacın etrafına âdeta korumalar gibi dizilmiş servi ağaçlarının arasından geçtiler. Peri muhafızlar yarım bir daire oluşturdu ve liderleri Shar’ın ani bir işaretiyle Tamani de elini, Laurel’ın bir mengeneye benzeyen kavrayışından kurtarıp aralarına katıldı. Yaklaşık bir düzine muhafızın ortasında kalan Laurel, sırt çantasının askılarına sıkıca yapıştı. Her muhafız elini ağacın kabuğuna, görkemli gövdesinin iki kalın dala ayrıldığı noktaya koyarken Laurel’ın nefes alıp verişleri de hızlanmıştı. Sonra ağaç sallanmaya başladı ve dallarının etrafına, onu iyice ortaya çıkaran bir ışık hüzmesi yayıldı.
Laurel bu kez gözlerini açık tutmaya, değişimi baştan sona izlemeye kararlıydı. Fakat gözlerini kısıp kararlı bir şekilde ışıltıya baksa da aniden parlayan bir ışık göz kapaklarının çok kısa bir ann için kapanmasına neden oldu. Onları tekrar açtığındaysa ağaç uzun, altın rengi parmaklıklardan oluşan kemerli bir kapıya dönüşmüştü. Parmaklıklar, üzerinde mor renkli çiçekler olan kıvrımlı bir sarmaşıkla süslüydü. Kapı, her iki yanından sağlam sütunlarla toprağa sabitlenmişti ama onun dışında, güneş ışıklarının aydınlattığı ormanda tek başına duruyordu. Laurel farkında olmadan hâlâ tutmaya devam ettiği nefesini bıraktı ama kapı dışarıya doğru açılmaya başladığında yeniden tutmak zorunda kaldı.
Kapının eşiğinden dışarı doğru hissedilebilir bir sıcaklık yayıldı ve Laurel üç metre öteden bile, annesiyle bahçe işleri yaptığı yıllardan kalma, yaşamın ve büyümenin o aromatik kokusunu hemen tanıdı. Ama buradaki koku çok daha güçlüydü, sanki şişelenmiş yaz güneşinin saf parfümüydü. Bacaklarının kendiliğinden öne doğru hareket ettiğini hissetti ve birisi elinden çekiştirene dek neredeyse kapıdan geçmek üzereydi. Bakışlarım hızla kapıdan ayırdığında, Tamani’nin nazik bir şekilde elini tutmak için halkadan çıkıp yanına kadar gelmiş olduğunu fark edince şaşırdı. Diğer elinde hissettiği farklı bir dokunuşsa onu tekrar telaşla kapıya bakmaya zorladı.
Geçen sonbaharda tanıştığı yaşlı Kış perisi Jamison, Laurel’ın boşta duran elini havaya kaldırıp krallık filmlerindeki bir centilmen gibi kolunun üzerine koydu ve Tamani’ye içten ama aynı zamanda manalı bir şekilde gülümsedi. “Laurel’ı yanımıza getirdiğin için teşekkürler, Tam. Artık onu teslim alabilirim.”
Tamani elini hemen indirmedi. “Önümüzdeki hafta seni görmeye geleceğim,” dedi fısıltıdan biraz daha yüksek bir ses tonuyla.
Sanki zaman durmuş gibi üçü birlikte birkaç saniye kalakaldılar. Sonra Jamison başını eğip Tamani’ye bir kez daha işaret etti ve Tamani de başını sallayarak ona karşılık verdikten sonra halkanın içindeki yerine geri döndü.
Laurel, Tamani’nin bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu ancak yüzünü çoktan altın kapıdan yansıyan parlak ışıltıya doğru çevirmişti bile. Avalon’un çekim gücü, yeniden bir araya gelmelerinin hemen ardından Tamani’den bir kez daha ayrılmak zorunda kalmasının yarattığı keskin pişmanlık duygusuyla oyalanmasına izin vermeyecek denli etkiliydi. Zaten Tamani de çok yakında ziyaretine gelecekti.
Jamison altın kapının eşiğinden içeri girdi ve Laurel’ın elini bırakıp ona da gelmesini işaret etti. “Yeniden hoş geldin
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Fantastik Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSihirler (Peri Serisi – 2)
- Sayfa Sayısı392
- YazarAprilynne Pike
- ÇevirmenMüge Kocaman Özçelik
- ISBN9786055360429
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yer Altından Notlar ~ Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Yer Altından Notlar
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Elinizdeki notlar ve yazarı elbette ki uydurmadır. Yine de bu notların uydurucusunu ve toplumumuzun bugünkü durumunu ele alırsak; buna benzer insanların varlığını olağan karşılamaz,...
- Hiçbir Zaman Burada Değildin ~ Jonathan Ames
Hiçbir Zaman Burada Değildin
Jonathan Ames
Eski asker ve FBI ajanı Joe, hem kişisel hem de mesleki yaşantısında travma ve şiddetten nasibini fazlasıyla almıştır. Görünmez olmayı ve yalnız bir yaşam...
- Avlu ~ Andreas Franghias
Avlu
Andreas Franghias
“Avlu” Avlu, 2. Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasındaki Atina’nın belki de en yoksul mahallesinde yaşayan insanların hüzün ve mizah yüklü öyküsü. Kendisini yeniden biçimlendirmeye çalışan...