Günlük hayatımızda sıradanmış gibi görünen ne kadar çok karar alıyoruz aslında, düşündünüz mü hiç? Kim bilir rutin içinde aldığımız sıradan bir karar bile belki de bütün hayatımızın akışını değiştirecek güce sahip.
Belki de herkese gönderildiği için önemsemediğimiz bir mail veye iş dönüşü sizi eve bırakmayı öneren arkadaşınızın teklifini kabul etmeniz hayatınızı hiç ummadığınız yollara götürecek.
Ashley South Aşk Oyunu adlı romanıyla hepimizi eğlenceli bir oyuna davet ediyor.
Kitabın kahramanı sizlersiniz ve kaderinizde kendi ellerinizde…
Peki, sizi neler bekliyor görmek istemez misiniz?
***
Sabah alarmınızın uzaktan gelen sesiyle uyanıyorsunuz. Başınızı yastığa koyup biraz daha dinlenmek isteseniz de kafanızı yastığa koyduğunuz an tekrar uyuyakalacağınızı bildiğiniz için zorla doğruluyorsunuz.
Başınızda nedenini bilmediğiniz bir ağrı var. Ama geceden her şeyini hazırladığınız kahve makinesinin düğmesine bastığınız anda, alacağınız kahve kokusunun sizi yeni güne hazırlayacağını biliyorsunuz.
Kahvenin kokusunu derin derin içinize çektikten sonra kupanızdan büyük yudumlar alarak birkaç dakikada kendinize geliyorsunuz. İşe yetişmeniz gerektiği için oyalanmaya vaktiniz yok, bir iki lokma bir şeyler atıştırıp hızlı adımlarla üstünüzü değiştirmeye gidiyorsunuz.
Odanızdaki gardırobunuza sığdıramadığınız için giysileriniz yandaki küçük, loş ışıklı misafir odasında duruyor. Sabahın serinliğinin verdiği hafif ürpertiyle ve hâlâ son gördüğünüz rüyanın etkisindeyken bir iki uzun adımla mutfaktan çıkıyorsunuz. Bir gece önce hazırlamaya çalıştığınız giysiler odanın köşesindeki koltuğun üstünde dağınık duruyorlar. Her sabah yaşadığınız sorunla yine karşı karşıyasmız. Bütün kıyafetlerinizi inceliyor, ama bir türlü ne giyeceğinize karar veremiyorsunuz. Aklınıza sürekli daha önce giydiğiniz giysiler geliyor. Oysaki biliyorsunuz, ya kirlideler ya da ütüsüzler. Zamanın aleyhinize işlediğinin de farkındasınız. Şu an alacağınız karar işe varış saatinizi etkileyecek. Beş dakika geç kalırsanız trafiğe takılacağınızı ve kendinize kızacağınızı biliyorsunuz. Kendinizi hemen karar vermeye zorluyorsunuz, eliniz en sevdiğiniz kıyafetlerinize gidiyor.
Özgür ruhlu, rahat ve çok konuşan bir kadınsanız 6’ya…
Ciddi, kendini güvende hissetmek isteyen ve disiplinli bir kadınsanız 10’a gidin.
‘Kot pantolonunuz, yakası açık siyah bluzunuz, artık rengi solmuş eski yeşil fularınızla hırkanıza gidiyor eliniz.
Çıkmadan aynaya bakıyorsunuz, saçlarınız yataktan yeni kalkmanıza rağmen dağılmamış. Gözlerinizin ortaya çıkması için çevresini siyah kalemle çevreledikten sonra, biçimli dudaklarınıza da nemlendirici sürüp yavaş adımlarla çıkıyorsunuz.
Müzik dinleyerek otobüs durağına yürüyor, sonra inip aceleci adımlarla reklam şirketine gidiyorsunuz.
Ofisinize girdiğinizde yan masanızda oturan Phoebe ile sizi patronuna tavsiye ederek bu işe girmenize yardımcı olan lise arkadaşınız Charlie’nin çoktan oturuyor olduğunu görüyorsunuz. Charlie’nin birkaç parmak uzunluğundaki karakteristik kızılımsı dalgalı saçları her zamanki gibi dağınık. Uykulu ela rengindeki gözleriyle size dönüp, “Günaydın,” diyor. Gülümsüyorsunuz, bu hafifçe kilolu arkadaşınızı çok seviyorsunuz, onunla beraber çalıştığınız için çok şanslısınız.
İş her zamanki gibi geçiyor, slogan ve reklam fikri düşünüyorsunuz, yeni bir ürüne isim bulmanız gerekiyor, ama bunu ertesi güne erteliyorsunuz.
İş çıkışında Charlie sizi bir şeyler içmeye davet ediyor.
Charlie’yle gidiyorsanız 20’ye…
Eve gidiyorsanız 31 ’e gidin.
Numaraları hızla çeviriyorsunuz. Brad’i aradınız, telefonu çaldı, çaldı, çaldı… Sanki hiç açılmayacakmış gibi geliyor bir an. Oysa Brad sizin numaranızı ne zaman görse telefonunu jet hızıyla açar, hatta en önemli toplantılarından birinde olsa bile. Hatta aranızda şakalaştığınız bir konudur bu, nasıl oluyor da Brad daha siz ilk çaldırdığınızda telefonunuzu hiç beklemeden açabiliyor?
Oysa şimdi, ona gerçekten de ihtiyacınız varken belki de ilk kez telefonuna cevap vermiyor.
Haydi Brad, aç lütfen!
Sonunda pes ediyorsunuz, tam telefonunuzun ‘NO‘ tuşuna basacakken derinden gelen sesini duyuyorsunuz Brad’in.
“Selam bebek!”
“Bana bebek deme diye kaç kez söyleyeceğim bebek!” “Tamam bebek! Senin sesin hiç iyi gelmiyor. Ne var ne yok?” “İyi değilim Brad, canım sıkılıyor. Çok canım sıkılıyor.”
“Ee napıyorsun o zaman? Gel beraber biraz takılalım. Araban var mı? Almaya geleyim mi seni?”
“Arabam var ama kullanacak halde değilim. İşten yeni çıktım, beni gelip her zamanki kafeden alsana.”
“Yoldayım bebek, geliyorum. Şu Brad hizmetkârınıza da bir kahve lütfederseniz beni bahtiyar edersiniz.
“Hadi hadi tamam.” Kıkırdıyorsunuz. Bu çocuk hiç büyümeyecek galiba, ama siz onu zaten böyle, olduğu gibi seviyorsunuz.
Yarım saat sonra Brad üstü açık beyaz Audi’siyle havalı havalı kornaya basıyor. Kafenin penceresinden ellerinizdeki iki kahve fincanını gösteriyorsunuz, o da arabasını park edip uzun adımlarla kafeye, yanınıza geliyor.
Yanağınızdan bir makas alıp karşınızdaki geniş koltuğa gömülüyor. Tabii anında kendi kahvesini de yudumlamaya başlayarak.
Aranızdaki muhabbeti merak mı ediyorsunuz?
O zaman sayfa 23’e.
Öpüşüyorsunuz, elleriniz Jake’in gömleğinin düğmelerine gidiyor. Ve o anda Jake’in donup kaldığını hissediyorsunuz. Bir şeylerde yanlışlık var.
Jake geri çekiliyor ve yüzünüzü avuçlarının içine alıyor.
“Emin misin?” diyor.
“Ne için?” diye soruyorsunuz.
“Bizim için,”diyor.
Ve hiçbir şey söylemeden dudaklarına bir öpücük daha konduruyorsunuz.
Jake de rahatlıyor. Sizin hediye ettiğiniz koltuğun üzerinde kaçıncı kez zevkin doruklarına birlikte çıkıyorsunuz, uykuya dalıyorsunuz, uyanıyorsunuz, bir şeyler atıştırıp tekrar sevişiyorsunuz, tekrar uykuya dalıyorsunuz.
Böyle tatlı ve vurdumduymaz geçen üç gün ve gecenin sonunda hayatınızda yapmayı bile düşünmediğiniz bir şeyi yapıyorsunuz: “Jake benimle evlenir misin?”
Jake önce şaşırıyor, sonra da gülümsüyor ve ani bir hareketle ayağa kalkıp ceketinin cebinden bir kutu çıkarıyor.
“Seninle evlenmezsem mutsuz, huysuz bir ihtiyar olarak öleceğim zaten. Ben seninle evlenirim. Sen benimle evlenir misin?” diye soruyor.
Ah gelenekçi adam! “EVET” diye bağırıp öpüşüyorsunuz.
O gün arkanızı daha önce dönüp gitmiş olsaydınız hayatınızın erkeğini, hayat arkadaşınız olacak adamı belki de sonsuza kadar kaybedecektiniz. Çünkü esas sahibini, yani sizi bekleyen bu yüzük eğer size takdim edilmeseydi, ceketin cebinde kuru temizlemeye gidecek ve kaybolacaktı…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAşk Oyunu (Doğru insanı bulmak çok zor diyorsanız...)
- Sayfa Sayısı184
- YazarAshley South
- ISBN9786055514273
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFeniks Kitap / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Alaycı Kuş ~ Suzanne Collins
Alaycı Kuş
Suzanne Collins
AÇLIK OYUNLARI’NIN NEFESİNİZİ KESECEK 3. KİTABI Bütün engellere rağmen, Katniss Everdeen Açlık Oyunları’ndan iki kez sağ çıkmıştır. Ama şimdi kanlı arenadan sağ çıkmayı başardığı...
- Fındık Kabuğu ~ Ian McEwan
Fındık Kabuğu
Ian McEwan
Edebiyat tarihinin en genç Hamlet’i babasının katline engel olmaya çalışırken pek bilindik bir varoluş krizine düşer: Olmak ya da olmamak! Hamileliğinin son aşamasındaki Trudy,...
- Bir Dilek Oyunu ~ Meg Shaffer
Bir Dilek Oyunu
Meg Shaffer
Yıllar önce, insanlardan uzak yaşayan, dünyaca ünlü bir çocuk kitapları yazarı sebebi bilinmez bir şekilde yazmayı bıraktı. Sonra birdenbire yepyeni bir kitap ve benzersiz...