“Aşk gölge gibi peşinde dolaşan bir lanetti…”
Hande, Türkiye’ye kardeşinin düğünü için gelmiştir, en azından kendisi bunun böyle olduğunu sanmaktadır başlangıçta. Ama aşk garip bir oyun oynar ona. Her şey birdenbire hiç beklemediği bir şekilde değişiverir ve Hande geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır. Hep içinde taşıdığı, sıcaklığını tüm bedeninde hissettiği adam bir yabancıdır şimdi.
Aşktı, aşk der adına.
Tepeden tırnağa, soluksuz, dünyaya yüz çevirebileceği bir aşk…
Ya ailesi, sevdikleri, değer verdikleri… Bir an durup düşünür Hande. Göze alabilecek midir? Yitirmeyi, eksilmeyi, üzülmeyi… Dahası üzmeyi?
Ne yapacağını bilemez, kalakalır. O kadar ki birilerinin gelip bir şey demesini bekler. Kimse bir şey demez. Bekler…
Beklemekse sonsuz gibidir.
Unutabilse unutacak, gidebilse gidecek, ama yapamaz. Aşka yenilir.
Oysa aşk affetmez.
***
“Tek istediğim seni unutmaktı. Ancak o zaman yüreğim bir an için bile olsa huzur bulacaktı.
Aşktan nefret ediyorum! Aşktan nefret ediyorum!
İçimden bir ses durmadan tekrar ediyordu bunu, lanet okurcasına, yardım çağırırcasına, umarsız…
Seni içimden atmanın bir yolu olsaydı keşke. Belki de vardı, ben bulamadım.
Denedim. Defalarca, yılmadan; her seferinde yepyeni, dipdiri bir umutla…
Fayda etmedi.
Adım oluşturan harfleri teker teker sildim alfabemden. Sonra ismini sayıkladım gecelerce.
Tüm fotoğraflarını yırtıp attım. Sana dair hiçbir yüz, hiçbir göz kalmasın istedim. Fakat gözlerimi kapattığım an orada, karşımdaydın.
Dudaklarının tadını unutmak için başkalarını öpecek kadar alçalttım kendimi ama hepsinde senin tadın, senin dudaklarının tuzu…
Bir yanımsa sen, sen diye yitip gidiyordu. Senin kalbinle atan bir kalp, senin sıcaklığınla ısınan bir ruh taşıyordum.
Aşktı. Ne kadar vurucu, yıkıcı, yok edici olursa… Aşktı. Yasaktı. Günahtı. Yanlıştı. Olmamalıydı ama vardı.
Dedim ya, engel olabilsem, gönlüme gem vurabilsem, seni unutabilsem unutacaktım.
Yapamadım.
Fakat aşk affetmezdi. Affedilmezdi.
Bedeli neyse ödenirdi her zaman.
1
Uçaktan indiğimde sersemlemiştim. Saatler süren yolculuk, her defasında jetlag’ın ne boktan bir şey olduğunu fark etmemle sonuçlanıyordu. Midem bulanıyor, başım dönüyordu. Kendimi her an yere yığılıp kalacakmış gibi hissediyordum.
Gamze beni almak için gelmiş olmalıydı. Yoksa havaalanının önünden taksi çevirip eve gitmek bile gözümde büyüyordu. Sağ olsun. Onca işinin gücünün arasında incelik göstermiş, gelip seni alırım, demişti.
Ben olsam gelir miydim, bilmiyordum. Sonuçta evlilik söz konusuydu. Düğüne bir hafta kalmıştı ve saçma sapan binlerce ayrıntıyla, aksilikle ilgilenmek zorunda kalıyor olmalıydı insan. Sanırım ben, böyle bir durumda gelmemeyi seçerdim. Hiç yoktan şoförü gönderir aldırırdım kardeşimi ama tabii, Gamze her zaman benden daha duyarlı ve özveriliydi.
Kardeşim evleniyordu. Vay be! Küçükken evlilik hakkında olumsuz düşüncelere sahiptik. Hiçbir zaman her şeyi konuşan, tüm duygu ve düşüncelerini paylaşan iki kardeş olamamıştık ama evlilik konusunda nedense nettik, açıktık. Asla evlenmeyecektik. Ne olursa olsun, karşımıza kim çıkarsa çıksın! Sanırım bunun en büyük sebebi anne ve babamızın biz küçücük iki kız çocuğuyken boşanmasıydı.
Ardından babamın kendini bir türlü toparlayamaması, kendini içkiye vurması, sonra o kaza…
Küçükken babamın bizi görmeye geldiği hafta sonlarını hatırlıyordum. Hep içim acırdı, garip bir tedirginlik ve üzüntü duyardım babamı o halde görünce. Aklım ne kadar ererdi acaba? Onun ağzının içki koktuğunu, gözlerinin ara sıra nemlendiğini fark eder miydim her seferinde? Yoksa uyduruyor muyum bunları?
Başım öyle kötüydü ki… Bir an önce Gamze gelip beni alsa keşke, dedim içimden. Merak ediyordum hem. Eniştem, evleneceği, şu öve öve bitiremediği Emre nasıl biriydi? Bizim küçük evlilik karşıtını dize getirdiğine göre çekici olmalıydı. Yakışıklı mıydı? Belki. Gamze’nin lise ve üniversitede çıktığı çocukları hatırlıyordum da yakışıldı sayılmazlardı. Çoğu değildi. Ama bir farkı olmalı, diye geçirdim içimden. Ya da şeytan tüyü vardı adamda mutlaka. Kolay mı; üç ay içinde kardeşimi evlenmeye razı etmişti.
Telefonumu çıkartıp Gamze’nin numarasını tuşlayacaktım ki biri adımı seslendi.
“Hande!”
Döndüm, baktım. Bir süre salonun kalabalığı içinde bana seslenenin kim olduğunu göremedim. Daha sonra biri, kalabalığın arasından sıyrılarak bana doğru geldi. Bir kadın. Elini sallıyor, garip jest ve mimikler yapıyordu. Yanıma gelmesine birkaç adım kala kim olduğunu çıkardım. Filiz. liseden arkadaşımdı. Ayrıca birkaç villa ötemizde otururlardı ailesiyle.
“Hande!”
“Filiz?”
“Ben ya… Tanıyamadın mı?”
“Sorma. Kafam kazan gibi. Saatlerdir uçaktayım.”
“Jetlag ha?”
“İğrenç bir şey.”
Üstümü başımı inceledi.
“Zayıflamışsın.’’
Hoşuma gitti. Oysa zayıflamadığımı, aksine dört kilo aldığımı biliyordum. Hem de adım gibi emindim bundan. Daha o sabah tartılmıştım.
“Yok be.”
“Öyle öyle… Hayrola, sen buralara gelir miydin?”
“Öyle deme. Biliyorum çok vefasızım ama işler öyle yoğun ki orada.”
“insan hiç yoktan arar sorar be kızım. Hadi ben neyse, dış kapının mandalıyım ama… Annen, Gamze… Senden başka kimseleri yok.” “Haklısın ama…”
O kısacık anda anneme ve Gamze’ye karşı hissettiklerimi tahlil etmeye çalıştım. Evden ve ailemden kaçmak mı istemiştim gerçekten? Kaçarcasına Amerika’ya gidip bu denli seyrek gelmemin, dahası neredeyse onları ayda bir aramamın sebebi başka ne olabilirdi ki? Belki özgür kalma isteği. Özümde hep asi bir ruh taşımam… “Hangi rüzgâr attı seni? Pişmanlık rüzgârı mı?”
“Yok. Gamze evleniyor.”
“Ne?!”
Salondaki yüzlerce kişinin bir anda kafasını çevirip ne oluyor demesini gerektirecek kadar yüksek sesle şaşırmıştı Filiz. Belki de bana öyle geldi. Çünkü utanç içinde etrafa baktığımda kimsenin bizimle ilgilenmediğini gördüm.
“Evleniyor ya.”
“Kiminle?”
“Ben de bilmiyorum pek. Adı Emre’ymiş.”
“Emre mi? Şu iki ay önce yanında gördüğüm adam mı acaba?” “Herhalde. Üç aydır görüşüyorlarmış.”
“İnanmıyorum… Ama valla anlamıştım ben. Bir kere herif taş. Gamze’yi görseydin Handecim. Yanında nasıl da kedi gibiydi. Mini mini konuşmuştu benimle. Tanıştırmıştı sevgilisini, Aa, hey gidi hey, küçük Gamze gelin oluyor demek ki.”
“Bir hafta sonra hem de.”
Bir an yüzü düştü Filiz’in. Merak ettim.
“Ne oldu?”
“Beni çağırmamış… Davetiye gelmedi.”
“Unutmuştur.”
“Sanmam. Beni pek sevmezdi o.”
“Nereden çıkardın bunu?”
“Bilmem. Hem zaten yokum ben, İki haftalığına gidiyorum. Sevgilimle Amsterdam’da buluşup kısa bir Avrupa turu yapacağız.”
Tam bu sırada Filiz’in uçağı için anons yapıldı. Hemen vedalaş-tık. Arkasına bile bakmadan koşarak uzaklaştı.
Gamze evleniyordu, Filiz sevgilisi ile Avrupa turuna çıkacaktı. Son yıllarda evlenen arkadaşlarımın sayısı birdenbire artış göstermişti. Sanırım otuzunu geçmiş olmakla ilgili bir durumdu bu. Evlenmek, artık bir şeye tutunmak, bağlanmak zorunda hissediyordu insan kendini. Kolay değildi, ne kadar zengin ve okumuş da olsan bunu düşünmeden edemiyordun. Bir şekilde bir güvence…
Bavullarımı alıp arabaya yüklerken ve havaalanında Gamze’yi beklerken bunları düşünüyordum.
2
Ee, anlat bakalım.”
“Ne anlatayım?”
“Amerika’da mutlu musun?”
“İş işte. Burada nasıl yoğun çalıştığımı biliyorsun, orada da öyle. Bir yerden sonra insan kendisini plazalara hapsedilmiş hissediyor. Bazı günler Amerika’da olduğumun ayırtına bile varamıyorum.” “İki yıl oldu Hande.”
“Öyle. Nasıl da geçiyor zaman. Hem sen beni bıraksana küçük, Emre’yi, müstakbel eniştemi anlat.”
“Hâlâ küçük diyorsun bana. Oysa eşek kadar oldum.”
“Sen ne kadar büyürsen büyü, hep benim küçüğüm kalacaksın. Ancak ölürsem ben…”
“Aa, saçmalama büyük. Olur mu öyle şey? Ben ablamın ölmesine izin vermem.”
“Hadi anlat şu Emre Beyi”
“Emre mükemmel biri. Mimar. Benden dört yaş büyük. Yani senden iki yaş büyük. Kuzguncuk’ta harika bir evde oturuyor. Sarışın, mavi gözlü, bildiğin Balkan göçmeni ama nasıl taş, nasıl taş!”
“Filiz söyledi.”
“Filiz mi? Nerede gördün ki onu?”
“Havaalanında. Sen gelmeden az önce.”
“Aa, bak ona davetiye göndermedim.”
Bir süre düşündü Gamze.
“Aslında bunu isteyip istemediğimden de emin değilim ya. O kızın bakışlarını beğenmiyorum pek.”
“Haklısın. Biraz kötücül ve içten pazarlıklıdır.”
“Bir ara ayrılmıyordunuz ama.”
“Arkadaş yokluğunda arkadaş işte. Eee, şu Emre’yi anlatıyordun.” “Hande, ilk defa âşık oldum sanırım. Onun yanındayken eriyorum. Öyle çok seviyorum ki onu, anlatamam.”
“Üç ayda mı olup bitti her şey?”
“Hayır, bir gecede oldu. Tanıştığımız anda onunla evleneceğimi anlamıştım.”
“Saçmalama,”
“Ne düşündüğünü biliyorum. Gamze ve saçmalıklarından biri daha, diyorsundur içinden ama onu görünce, tanıyınca sen de anlayacaksın büyük. Mükemmel biri.”
“Evde mi şimdi?”
“Hayır. Yarın sabah kahvaltıya gelecek seninle tanışmak için. Hem annemle işlerimiz var biraz. Sana göz kulak olmasını rica ettim.”
“Ne gerek vardı kızım? İki yıldır doğru düzgün gelmemiş olabilirim İstanbul’a ama ben burada doğup büyüdüm.”
“Olsun. Onu sevmen benim için önemli. Küçüklüğümden beri hep sana sorarım karar vermeden önce. Bu da öyle bir şey. Bu sefer eminim aslında ama ne bileyim, sanki sen de olur dersen her şey daha güzel olacakmış gibi.”
“Olur.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yerli)
- Kitap AdıAşk Affetmez
- Sayfa Sayısı216
- YazarBige Bilgen
- ISBN9786055514280
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFeniks Kitap / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Körburun ~ Hikmet Hükümenoğlu
Körburun
Hikmet Hükümenoğlu
“Birazdan güneş doğacaktı. Uyuyan cırcırböcekleri uyanacak, yorulanlar uykuya dalacak, insanlar yataklarından kalkıp kahvaltı masasına geçecekti. Yıldızlara bakılırsa bulutsuz, rüzgârsız, ılık bir gün olacaktı. Önce...
- Tarihi Kırıntılar ~ Barış Bıçakçı
Tarihi Kırıntılar
Barış Bıçakçı
Bir kaybın peşinde bir aile ve ailenin oğlu, Can… Can’ın peşinde şiir ve şiirin peşinde Can. Şiirle hayat arasındaki en kısa mesafe, nedir, nerededir?...
- Billur Köşk Hikâyeleri ~ Kollektif
Billur Köşk Hikâyeleri
Kollektif
Bir varmış, bir yokmuş, Allahın kulu çokmuş tekerlemesiyle başlayıp, arada çekilen onca ızdıraba, ayrılığa, haksızlığa rağmen sonu hep Onlar ermiş muradlarına, darısı bizlerin başına....