“Nerede bir Cezmi Ersöz yazısı, şiiri görsem, önce onu okumak isterim. Neden? Nedenini de hem bilirim, hem bilmem. Bilirim: Varlığı, bitimsiz muhalefettir o. Bilirim: Bir kaşiftir o. Bilirim: Bir “kendine üslup’tur o. Bilirim: Yunus’un genleri vardır onda. Bilmem de: Benim sözcüklerle tanımlamaya kalkıştığım Cezmi Ersöz yazısı, o sözcüklerin dışına taşar sürekli. Bilmem: Bildiğimi sandığım anda, vaha avlayacaktır beni… Yaşamayı ve öğrenmeyi seçtiğim için, bilmem. Soruyor: “Hayat Bir Emrin Var mı?”
– Hulki Aktunç
ÖNSÖZ
AH, AH! BU YAZARIN KALBİ VAR…
Nerede bir Cezmi Ersöz yazısı, şiiri görsem, önce onu okumak isterim. Neden? Nedenini de hem bilirim, hem bilmem. Bilirim: Varlığı, bitimsiz muhalefettir onun. Muhalefet, edinilmiş, parlatılmış ya da keskinleştirilmiş, kazanılmış bir tavır değil Cezmi Ersöz’de; muhalefet, Cezmi’nin kendisinde ve yazısında bir töz olarak vardır. Başka bir deyişle, muhalefet, eklenmiş değildir ona; özüdür onun. Kimilerinin “Bu bir erdem mi?” diye sorduğunu duyar gibiyim. Evet, bir erdem… Çünkü, Cezmi Ersöz, dünyaya, insanlara, mekânlara, olaylara, “kayırılmamış”ları görmek üzere bakar. Ve kendisi de bu yüzden kayırılmamıştır. Hoş, kayırılmayı istemezdi de.
Bilirim: Bir kâşiftir o. Sessiz tragedyalar Magellan’ı; insan ülkelerinin, insan kıtalarının çelebisi; bir yandan Tanganika gölünü bulan, bir yandan Ortadoğu oğlan kerhanelerini gözlemleyen (“1001 Gece” çevirmeni) Sir Francis Richard Burton; mazlumlar ve mahzunlar çetelecisi; “Biz varsak siz de varlığınız üzerinde yeniden düşünün,” diyen…
Bilirim: Bir “kendinde üslup”tur o. Doğrusu, “ayniyle insan olan” üslup, ben de hep çekinme duygusu ve kuşku uyandırmıştır… Son yıllarda bunun bir tek istisnasıyla karşılaştım: Cezmi ve yazdıkları. İçtenliğin, saf yürekliliğin, sargısı ancak şefkat olabilirmiş derin yaraların, ve öfkenin, öfkenin tabii, öfkenin böylesine içerilmiş olduğu başka hangi üslubu tanıyorsunuz?
Bilirim: Yunus’un genleri vardır onda. Koca kent coğrafyasının “tozan” dervişi.
Bilmem de: Benim sözcüklerle tanımlamaya kalkıştığım Cezmi Ersöz yazısı, o sözcüklerin dışına taşar sürekli. Söylenegelmiştir: Uç insanları, kıyıdakiler, sınırdakiler, sınıröteleri, marjinaller, ıstırap kulları… Bunlar, sözcük içi yaşamları nasıl seçsin ki. Cezmi yazısı da o içerlerde kalsın!
Bilmem: Bildiğimi sandığım anda, vaha avlayacaktır beni…
Çöl, bütün sonsuzluğuyla kıpırdanıp dururken,
Yaşamı ve öğrenmeyi seçtiğim için, bilmem.
Soruyor: “Hayat, Bir Emrin Var mı?” …
Herkesin aldığı sayısız yanıta açık!
Sayısız yanıta açık bir kalbi var Cezmi Ersöz’ün. Cezmi, yazar.
Bu durumda şiir ne yazar, öykü ne yazar, roman ne yazar, gaste ne yazar
Hulki Aktunç
Hepimiz Zalim Bir Meleğin Eline
Düşmüş Gibi Hırpalanıyoruz.
Ahmet Hamdi Tanpınar.
KENDİMLE YOLCULUK
Oldum olası içsel yolculukları, bağlanmayı, mistisizmi ve aşk severim. Aşkın insandaki en yoğun mistik duygu olduğuna inanırım. Âşık insanları, bilge, derviş ve üçüncü gözü (feraset gözü) açılmış insanlar olarak görürüm. Aşk acısının, evreni yaratan yüce bir güç varsa (kimse o), onun tarafından verilmiş bir tılsım olduğuna inanırım.
Aslında hiçbir dine inanmam. Dinciliğin insanlığı yozlaştıran akımlar ve güçler olduğuna inanırım. Papazları, hahamları ve imamları hiç sevmem. Bu kişilerin dünyadaki yoksulluğun, baskıların ve can sıkıntısının bekçileri olduğunu düşünürüm. Kiliselerde, camilerde, sinagoglarda içim boğulur, duramam. Ama zaman zaman içim daralınca, aşk ırmakları tıkanınca, en yakın bildiğim insanların anlayışsızlıkları, bencillikleri ile karşılaşınca, hiçbir kadının benim sevgime layık olmadığını anladığımda, bir güce, esirgeyen, şefkatle koruyan, sonsuz hoş görülü bir güce yakarıp ağlamak, ruhumu ona açıp, onunla dertleşip, birleşmek isterim.
Alkol, içimdeki mistik duygularımın kapısını açan tılsımlı bir anahtardır. İçimdeki o uzun yolculuğa alkolle başlarım. Alkol, içimdeki lambanın ışığını yakar. Alkolle, “ölmeden önce iyi insan” olurum. Hırslarım, kıskançlıklarım, dünyevi zaaflarım, bencilliklerim pençelerini içimden çeker. Alkolle, aşkın ve bilgeliğin yollan açılır. Geriye doğru rüya görmeye başlarım. Sevdiğim bütün kadınlar, çocukluk arkadaşlarım, mücadele dostlarım, unuttuğum kardeşlerim, hepsi aklımdan, rüyamın sahneleri içinden birer birer geçer. Kalbimin çektiği filmdir o. Sevdiklerim, dostlarım, yakınlarım, beni istedikleri gibi kırabilirler. Bencil ve hoyrat olabilirler bana karşı, olsun, ben aşk yoluna çıkmışımdır. Gözlerimi içime çevirmiş, alkolümü yudumlamış, içimdeki ışığı yakmış, rollerini, sevgililerimin, dostlarımın kardeşlerimin oynadığı filmi seyre koyulmuşumdur. İçimdeki o büyük yolculuk başlamıştır.
Geçenlerde, yazdığım senaryoda geçen bir tarikata gittim. Tophane’deki Kadir-i tarikatında zikir vardı. İki katlı ahşap bir evin ikinci katına çıktığımda 40-50 adam, “Allah… Allah…” diyerek heyecanla büyükçe bir odanın ortasında dönüyor, dans ediyor, birbirlerine sarılıyor, heyecanlı sesler çıkararak kendilerinden geçiyorlardı. Zikirleri, yani mistik dansları iki, üç saat sürdü. Açıkçası bu adamların içinde bulunduğu ortamı, hiçbir şeye inanıp onun etrafındaki bu duygusal bütünleşmeyi tuhaf bir kıskançlıkla izledim. İşte kendilerine benim ve benim gibi birçok insanın bulamadığı bir manevi iklim yaratmışlardı. Kısa bir süre için de olsa, birbirlerine derinden bağlanmışlardı…
Zikirden sonra hemen hepsinin yüzünde garip bir sevinç, bir hafiflik, bir arınmıştık vardı. Bizim gibi insanların arasında pek rastlanılmayan bir duygu iklimiydi, söz konusu olan. Duydum ki bu tarikata meyhaneden gelip katılanlar varmış. Burada, “meyhane ile Tanrı arasında güzel köprüler” kuruluyordu demek ki.
Burada, mezhebin, dinin katı kurallarının çokça önemi yoktu. Hoşuma gitti. Bir kez olsun bu coşku dolu zikri yaşamak istedim. Belki kendimi omuzlarıma binen endişe yüklerinden kurtarırdım. Yakınlarımın, arkadaşlarımın, bencil arzularını, hoyrat sözlerini, düşüncesiz hareketlerini biraz olsun yüreğimden atar, şu gelip geçici dünyada birkaç saat olsun, yerçekiminden kurtulabilirdim. Ama nerede? Zikir bitti. Adamlar yüreklerinde hafifliği, o mistik coşkuyu atar atmaz, hemen birbirleriyle polemiğe başladılar. “Sen niye iki adım öne çıktın?”, “Siz arkadan geç geliyorsunuz.” “Ayaklar tempolu değil.” “İkinci grubun sesi duyulmuyor.” Vs. vs. Tanrım, meğerse o coşku yumağı hesaplı kitaplı bir folklor gösterisiymiş! Sıkıntılı bir müsamereymiş. Düşlerim alt üst oldu. Ben insanların kendi ışıklarıyla, ne hissediyorlarsa, içlerinden geldiğince zikir yaptıklarını ve özgürce hareket ettiklerini sanıyordum. Ama pek öyle değilmiş. Ben yakıştırmışım bütün bunları onlara. Üzüntüyle ayrıldım tarikattan. Bir meyhaneye girdim. Bir ufak rakı söyledim. İçimin ışığını yaktım. Başladım içimdeki rüyayı seyretmeye. Bugüne dek âşık olduğum kadınların yüzüne, yaklaştırdım içimin ışığını. Tanrı da bendim, din de aşk da bendim…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme Edebiyat
- Kitap AdıHayat Bir Emrin Var mı
- Sayfa Sayısı192
- YazarCezmi Ersöz
- ISBN9789754782486
- Boyutlar, Kapak14x20 cm, Karton Kapak
- YayıneviTekin Yayınevi / 2006
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Biz Bu Dağın Çiçeğiydik… ~ Evrim Alataş
Biz Bu Dağın Çiçeğiydik…
Evrim Alataş
“Kimseye yaranamamak diye bir şey hakikaten varmış. (…) Bir yerde başka tepkiler, öbür yerde başka. Ne İsa ne Musa dedikleri bu olsa gerek. İki...
- Aşık Olmak Nasıl Farkındalıkla Sevilir ve Korkusuzca İlişki Kurulabilir? ~ Osho
Aşık Olmak Nasıl Farkındalıkla Sevilir ve Korkusuzca İlişki Kurulabilir?
Osho
Aşk öğrenilemez. Aşk geliştirilemez. Geliştirilmiş aşk, aşk bile olmayacaktır. O gerçek bir gül olmayacaktır, o plastik bir çiçek olacaktır. Bir şeyi öğrendiğinde, bu onun...
- Vitrinde Olmak ~ Mustafa Kutlu
Vitrinde Olmak
Mustafa Kutlu
“Geçen asrın (XIX.) ortalarına kadar ülkemiz esnafı dükkânına vitrin yapmıyordu. (Vitrin bize batıdan gelmiş, önce azınlıklar uygulamıştır.) Kepenkleri ve kapıyı açıyor, uygun bir yerde...