Zerdüşt’ün öyküsünü anlatmama geldi sıra. Yapıtın ana düşünü olan bengi-dönüş düşüncesi, erişebilecek o en yüksek olumlama ilkesi, 1881 yılı ağustosuna rastlar: Bir kağıt parçasına karalanmıştır, altında şu yazılıdır: “İnsan ve zamanın 6000 ayak ötesinde”. O gün Silvaplana gölü kıyısındaki ormanlarda yürüyordum; Surlei yakınlarında, piramid biçimi yükselen kocaman bir kayanın dibinde mola verdim. Bu düşünce orada geldi bana.
O tarihten birkaç ay sonra gerilere gittiğimde, bir önbelirti olarak beğenilerim, özellikle musikide birdenbire ta derinden değişiverdiğini görüyorum…
NEDEN BÖYLE BİLGEYİM
-I-
Yaşamımın talihi, belki de benzersiz oluşu, alınyazısından gelir. Bilmece gibi söylersek: Ben babamla birlikte çoktan ölmüşüm, ama anamla birlikte yaşıyorum, yaşlanıyorum. Bu çifte köken, hayat merdiveninin bu en üst ve en alt basamaklarından geliş, hem decadent(itibarını kaybeden), hem de başlangıç oluş… Beni belki herkesten farklı kılan çekimserliğimi, yaşam sorununun bütünü önünde tarafsızlığımı açıklarsa bunlar açıklar işte. Doğuş ve çöküş durumlarının kokusunu benden daha iyi alan çıkmamıştır. Bu konuda en iyi öğretmen benim; ikisini de bilirim, her ikisiyim ben. Babam otuz altısında öldüğünde ince, sevimli ve hastalıklıydı. Gelip geçmek için doğmuş bir yaratık gibiydi, yaşamın kendisinden çok, bir hoş hatırası sanki. Onun yaşamının sonlandığı yaşta benimki de bitmeye yüz tuttu. Otuz altı yaşımda hayat enerjimin en alt noktasındaydım. Yaşamasına yaşıyordum, ama üç adım önümü göremiyordum. O zaman (1879) Basel’deki öğretim üyeliğimden ayrıldım. O yazı St. Moritz’de, kışı da -yaşamımın en güneşsiz kışını- Naumburg’da bir gölge gibi geçirdim. En dibe vurmuş halim buydu işte. “Gezgin ve Gölgesi” bu sırada yazıldı. Hiç şüphe yok ki gölgenin ne olduğunu o sıralar biliyordum. Ertesi kış -Cenova’da geçirdiğim kış- aşırı bir kansızlığın ve kas erimesinin nerdeyse gerektirdiği o tatlılık, o özleşme, Tan Kızıllığını ortaya çıkardı. Bu yapıtın yansıttığı dupduru aydınlık, güleçlik, düşünce coşkunluğu, bende yalnız büyük bir bünye zayıflığıyla değil, üstelik en aşın acı duygusuyla da bir arada bulunabilir. Üç gün aralıksız süren bir baş ağrısıyla kıvranırken, zorlukla safra kusarken, sağlığımın daha iyi olduğu zamanları düşünmek için yeterince dağcı, yeterince kurnaz, yeterince duygusuz olmadığım şeyleri eşsiz bir diyalektikçi bakış açısıyla görüyor, soğukkanlı bir şekilde düşünüyorum. Diyalektiği -o en ünlü örneğinde, Sokrates örneğinde olduğu gibi- nasıl bir decadence(çöküş) belirtisi olarak gördüğümü okuyucularım belki bilirler. Anlığın bütün hastalıklı halleri, ateş çıktıktan sonra gelen o yarı uyuşukluk durumu, bugüne dek hiç bilmediğim şeylerdi. Bunların nasıl şeyler olduğunu, ne kadar sık ortaya çıktığını ancak kitaplardan okuyup öğrenebildim. Kanım yavaş akar benim. Ateşimin çıktığını gören olmamıştır. Beni uzun süre sinir hastası olarak tedavi eden bir doktor, sonunda: “Hayır bozukluk sizin sinirlerinizde değil, sinirli olan benim yalnızca.” demişti. Hiç mi hiç saptanmamış bir yerel yozlaşma olmalı bende. Vücudun genel bitkinliğin sonucu olarak ortaya çıkan sindirim sisteminin aşırı zayıflığı bir yana, kronik mide rahatsızlığım yoktur. Zaman zaman tehlikeli olup körlüğe yaklaşan göz bozukluğu da kendiliğinden olmayıp, yalnız bir sonuçtur: Yaşama isteğimdeki her artış, görme gücümü de artmıştır yeniden. Uzun, pek uzun yıllar sürmüştür iyileşip toparlanmam. Bu süre, ne yazık ki aynı zamanda bir yeniden ortaya çıkan, çökme süresi, bir çeşit decadence çevrimidir. Bütün bunlardan sonra decadence konusunda tecrübeli olduğumu söylemem bilmem gerekir mi? Bu konuyu baştanbaşa avucumun içi gibi bilirim. Genellikle bu ince kuyumculuk, bu algılama ve kavrama sanatı, farklılıktan seçebilen bu parmaklar, bu “köşenin ardını görebilme” psikolojisi, bana özgü daha ne varsa, hepsi de öğrenilmelidir. Gözlem yeteneği yanında gözlem gücü, her şeyimin inceldiği o dönemin asıl lütfüdur hepsi. Bir hasta gözüyle daha sağlam ilkelere, değerlere bakmak, sonra da tam tersi, olgunlaşan yaşamın doluluğu ve kendine güveni içinden aşağıya, decadence içgüdüsünün gizli çalışmasına bakmak; buydu benim en uzun alıştırmam, benim asıl deneyimim. Olduysam bunda usta olmuşumdur. Artık bakış açılarının yerini değiştirmek benim elimde, ellerim yeterli buna. İşte bu yüzdendir ki, değerler yenilenecekse bu ancak benim elimden olur.
Decadent olduğum halde, aynı zamanda bunun tam karşıtıyım. Delillerimden biri de şu: Kötü durumlarda içgüdümle hep doğru kurtuluş yollarını bulmuşumdur; gerçek bir decadent ise hep kendine zararı olan yolları seçer. Olayın tümünü düşünürsek sağlamdım; bir farklılık, bir özel durumdu decadentlığım. O salt yalnızlığa dayanmak için, alışılmış şartlanan kurtulmak için bulduğum güç, kendime baktırmamak işimi başkasına yaptırmamak, doktor elinde kalmak için kendimi zorlayışım, hepsi bana en başta lazım olan şeyi, o zamanlar içgüdümle kesin ve açık bir şekilde bildiğimi gösteriyor. Kendi kendimin doktorluğunu yaptım, yeniden iyileştirdim. Bunun şartı ise fizyologların da onaylayacağı gibi insanın esasında sağlam olmasıdır. Örnek bir hastalıklı yaradılış iyileşemez, hele kendi kendini hiç iyileştiremez. Tersine, örnek bir sağlam insanda hastalık; yaşamak, daha çok yaşamak için etkili bir uyarıcı bile olabilir. Gerçekten de uzun hastalık dönemi şimdi bana böyle görünüyor: Yaşamı, onunla birlikte kendimi de, yeniden buldum. Tüm iyi şeyleri, küçük de olsalar, başkalarının kolay kolay tadamayacağı gibi tattım. Sağlıklı olma arzusu, yaşama sevinci üzerine kurdum felsefemi… Hele bir düşünün, kötümserlikten kurtulduğum dönem mücadele gücümün en zayıf olduğu yıllardır. Kendimi yeniden toparlama içgüdüsü o yoksulluk, bezginlik felsefesini yasaklamıştı bana… Ayrıca yetkinlik dediğimiz aslında nereden anlaşılır? Yetkin insan duyularımıza hoş gelir; hem sert, hem genç, hem de güzel kokulu bir odundan yontulmuştur. Kendine yarayan şeyden zevk alır yalnız. Yarama sınırı aşıldığı an zevk alması da, hoşlanması da biter. Zararlı bir şeyin ilacının ne olduğunu tahmin eder; kötü rastlantıları kendi çıkarma kullanmasını bilir; onu öldürmeyen şey daha da güçlü kılar. İçgüdüsüyle gördüğü, işittiği, yaşadığı her şeyden kendi payına düşeni alır. Seçici bir ilkedir, pek çok şeyi reddeder. İster kitaplarla, ister insanlarla ya da yörelerle olsun, hep kendi çevresindedir: Seçtiğini, izin verdiğini, güvendiğini onurlandırır. Her türlü uyanma karşı yavaşlıkla, uzun bir kollamanın, istenmiş bir gururun içine yerleştirdiği o yavaşlıkla tepki gösterir. Yaklaşan uyarımı önce gözden geçirir; onu karşılamayı düşünmez bile. Hem kendi kendisiyle hem başkalarıyla baş eder; unutmasını bilir. Öylesine güçlüdür ki, her şey onun iyiliğine çalışır. Sözün kısası, bir decadentın karşıtıyım ben; çünkü az önceden beri kendimi tasvir ediyorum.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Düşünce-Genel Felsefe
- Kitap AdıKişi Nasıl Kendisi Olur
- Sayfa Sayısı152
- YazarFriedrich Wilhelm Nietzsche
- ISBN9786055248352
- Boyutlar, Kapak14,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviALTINPOST YAYINCILIK / 2012