New York Times çok satan kitaplarının vazgeçilmez yazarlarından Michael Palmer’ın yeni romanı şu huzursuz edici sorularla başlıyor: Laboratuarda verdiğiniz kan örnekleri nereye gidiyor? Hangi amaçlar için kullanılıyor? Ve bunu bizler neden bilmiyoruz?
Derin Bir Nefes Alın…
Hayatı boyunca zorluklarla savaşmış, eski milli atlet, yeni Harvard Tıp Fakültesi öğrencisi Natalie Reyes gururunun kurbanı olup okuldan uzaklaştırılınca can dostu, akıl hocası tarafından Brezilya’da bir tıp konferansına gönderiliyor; burada kaçırılıp vuruluyor, bir çıkmaz sokakta ölüme terk ediliyor. Ve hayatta kaldığına sevinmeye fırsat bulamadan akciğerini kaybettiğini öğreniyor…
Dünyanın başka bir köşesindeki dahi doktor Joe Anson milyonlarca insanın hayatını kurtaracak bir serum üzerinde çalışıyor. Ancak milyonların hayatı Anson’ın gün geçtikçe kötüye giden sağlığına bağlı ve gizli kapıların ardındaki gölgelerin işlerini şansa bırakmaya niyeti yok…
Chicago’dan dedektif Ben Callahan, vücudunda esrarengiz izler bulunan ölü bir adamın kimliğini bulmak zorunda. Ben için sıradan bir kayıp vakası çok daha büyük bir komplo teorisine dönüşmek üzere…
Birbirinden habersiz bu üç kişinin hayatı, kökleri antik felsefeye inen, Rio de Janeiro’dan Boston’a, Türkiye’den Moldova’ya kadar uzanan gizli bir cemiyete doğru çekiliyor. Ve neye inanacaklarını bilemedikleri bir dünyada güç ve dehanın, sadakat ve ihanetin, doğruların ve yalanların gerçek anlamı tek bir tüp kanın – beşinci tüpün – içinde gizli.
‘Dahiyane bir tıbbi macera. Gerilimi hiç bitmeyen zeki bir hikâye.’
– Cross Bones’un yazarı Kathy Reichs
Kaçırmayı göze alamayacağınız nefes nefese bir gerilim.’
– Point Blank’in yazarı Catherine Coulter
‘Bilgi gücü doğurur; güçse baştan çıkarılmaya hazırdır. Michael Palmer’ın Beşinci Tüp romanı tıbba karşı inancımızın sınırlarında dolaşıyor. Kahramanın yaşadığı trajedinin etkisinden hâlâ kurtulabilmiş değilim.’
– Kan Gölü’nün yazarı Tess Gerritsen.
‘Ürkütücü ve kışkırtıcı bir hikâye. Hem gerçekçi hem de dehşet verici. Bütün gece gözünüze uyku girmeyecek! ‘
– On The Run’ın yazarı Iris Johansen
‘Bu son sürat macera kışkırtıcı bir gerçeğin etrafında dönüyor. Heyecan kasırgasıyla sürüklenirken Palmer’ın ortaya koyduğu soruları aklınızdan atamayacaksınız.’
– Prior Bad Acts’in yazarı Tami Hoag
‘Beşinci Tüp muhteşem bir tıbbi macera olmakla kalmayıp hikâyesiyle ödümü patlatacak kadar da inandırıcı. Bütün bunlar gerçek olabilir mi? Palmer insanı şüpheye düşürüyor.’
– Richocet’nin yazarı Sandra Brown.
‘Tıbbi macera türünün belki de en usta kalemi olan Michael Palmer’ın bu heyecan yüklü son romanını okuduktan sonra organlarınız yerli yerinde mi diye bakma ihtiyacı duyacaksınız.’ – –
– Armageddon’s Children’ın yazarı Terry Brooks
GİRİŞ
Her işin en önemli kısmı, başlangıcıdır.
EFLATUN, Devlet, II. Kitap
Beni eve götürü»! Lütfen beni eve götürün! Lütfen, lütfen, lütfen.”
Lonnie Durkin, kâbus nedir, bilirdi. Çocukken, her gece çığlık çığlığa uyanmaya başladığı zamanlarda anlatmıştı annesi, kötü rüyaların ne anlama geldiklerini. Ama şimdi, kafesin bir kâbus olmadığını anlayabîliyordu.
Kafes gerçekti.
“Lütfen!”
Lonnie yatağından fırladığı gibi. tel örgüyü parmaklarıyla yakalayıp kilitli kapıya bir tekme attı. Ama karavan tanı o anda keskin bir viraja girerek Lonnie’yi duvara savurdu. Kafasını ve omzunu kötü çarpmıştı. Acı içinde yere yığılan Lonnie sürünerek kendini yatağa bıraktı.
Karavan, Gus Amca ve Diane Teyzenin tekerlekli evine benziyordu. Ama onlarınkinde bunun gibi bir kafes değil; güzel bir oda, büyük bir yatak ve dolaplar vardı. Beş yıl önce, Lonnie’nin 16. yaş gününde, birlikte Yellowstone’a gitmişler; Lonnie yolculuk boyunca, geceleri o yatakta yatmıştı. Oysa kafesteki bu yatak çok küçüktü ve şiltesi de çok sertti. Yatağın yanında bir sandalye, duvardaki rafta da bir sürahi ve plastik bardaklar vardı. Sandalyenin üzerindeki derginin adı MAD’ di. Derginin içinde bir sürü garip garip karikatür ve onun okuyamayacağı kadar çok yazı vardı. Son olarak da, kafesin dışındaki bir duvara monte edilmiş televizyonun kumandası vardı. Hepsi bu.
Lonnie sürekli annesini, babasını ve çiftlikte çalışan adamları düşünüyordu. Herkes, onun bonbon şekerini ne kadar çok sevdiğini bildiği için, tarlalara gezmeye ya da yardım etmeye gittiğinde ona şeker verecek birileri mutlaka olurdu.
“Bırakın beni! Lütfen canımı acıtmayın! Bırakın gideyim!”
Kafesin üç tarafı karavanın duvarlarıyla çevriliydi. Dördüncü taraf ise, evlerinin kümesindeki gibi tel örgüyle kapatılmıştı. Kafes ile karavanın geri kalan kısmını ayıran bu tel örgü dışarıdan kilitlenmişti. Kafesin hemen dışındaki bir lambanın dışında içeriyi aydınlatacak bir cam bile yoktu. Tuvalet, tel örgünün öbür tarafındaydı ve onun da arkasında, Vincent ve Connie’nin bulunduğu yere açılan akordeon kapı vardı.
Lonnie öfkeyle ayağa kalkıp kapıyı bir daha tekmeledi. Üç ya da dört gündür kafesteydi ve bu süre boyunca karavan hiç durmamıştı.
Aslında üşümüyordu ama hissettiği buydu üşümüş, korkmuş ve yalnızdı.
“Lütfen! Lütfen beni evime götürün!”
Sesi çıkmaz olmuştu.
Aslında ne Vincent, ne de Connie, iğne yaptıklarında ya da kan aldıkları zamanlar dışında hiç yakmamışlardı canını ama Lonnie, onusevmediklerini hissedebiliyordu. Tıpkı, yolun karşısındaki çiftlikten Bay ve Bayan Wilcox’un baktığı gibi bakıyorlardı ona. Hatta bir keresinde, tuvaletteyken Vincent’ın ona geri zekâlı de diğini bile duymuştu.
“Bırakın beni! Evime gitmek istiyorum! Lütfen, yalvarırım. Haksızlık bu.”
Karavan yavaşlayıp durdu. Çok geçmeden, tuvaletin arkasındaki kapıda Vincent belirdi. Sapsarı, kıvırcık saçlı, iri yan bir adamdı ama Lonnie gibi şişman değildi, sadece iri yarıydı. Her iki kolunda, bileklerinin biraz üstünde savaş gemisi dövmesi vardı. Başlangıçta Vincent ona çok iyi davranmıştı. Connie de öyle. Lonnie’yi yolda görmüş, karavanla yanına yaklaşmış, çiftliğe nasıl gidebileceklerini sormuşlardı. Annenin kuzenleriyiz biz, demişlerdi. Yoksa karavana hiç binmezdi ki. Annesi yabancıların peşine takılmaması gerektiğini öğretmişti ona. Ama bunlar yabancı değildi ki, canım. Kuzenlerdi bunlar. Hem Lonnie’nın adını, hem de annesinin, babasının adını biliyorlardı. Sadece çiftliğe ilk defa geliyorlardı, hepsi bu.
Vincent, elleri belinde, tuvaletin kapısının önünde dikilmişti karşısına. Lonnie, bir şey demesine kalmadan kızgın olduğunu anlamıştı.
“Sana, bağırmanla ilgili olarak ne söylemiştim ben?”
“Babağırmamam gerektiğini.”
“Peki neden bağırıyorsun hâlâ?”
“Beben korktum da.”
Lonnie, gözlerinin dolmasına engel olamamıştı. Annesi daha geçen gün, eskisi gibi her şeye ağlamadığı için onunla gurur duyduğunu söylememiş miydi? Ama bak işte yine ağlayacaktı.
“Sana, korkacak bir şey olmadığını söyledim ya! Bir gün daha dayan. Ondan sonra serbestsin.”
“Ssöz mü?”
“Tamam, söz veriyorum; ama bir daha bağırırsan ya da canımızı sıkarsan sözümde durmam. Hem uzaktan kumandayı da alırım elinden.”
“Televizyon doğru düzgün çalışmıyor ki zaten.”
“Ne dedin?”
“Hiç. Hiç.”
“Daha fazla gürültü yok. Bak, çok ciddiyim.”
Vincent, Lonnie’nin konuşmasına fırsat vermeden hızla dönüp kapının arkasında kayboldu. Lonnie, elinin tersiyle gözyaşlarını sildi, battaniyeyi üzerine aldı, sırtını duvara dayayıp dizlerini kanuna çekti. Bugün daha dayan. Ondan sonra serbestsin. Vincent’ın verdiği sözü aklından çıkaramıyordu. Keşke yemin de ettirseydi. Bir gün daha.. . An geldi, Lonnie gözyaşlarına hakim olamadı. Bir süre sessiz sessiz ağladıktan sonra uykuya yenik düştü.
Uyandığında karavan durmuştu. Çarptığı omzu ağrıyordu ve gözünün tam üstü şişmişti. Nasıl olsa çişe kalkacağını bildiği için, yavaşça o yana doğru yuvarlandı. Tel örgünün arkasında bir kadın durmuş, ona bakıyordu. Kadının üzerinde, fıtık ameliyatını yapan doktorların giydiği mavi hastane elbisesi, onun da üzerinde beyaz bir önlük vardı. Kahverengi saçlarını arkadan toplamış, başına o mavi hastane keplerinden birini takmıştı. Vincent ise kadının yanında durmuş, elindeki kısa, siyah bir sopayı diğer elinin avucuna vurmaktaydı. Sonra kapı arkalarından kapandı.
“Merhaba Lonnie.” dedi kadın, gözlüklerini düzeltip ona doğru bakarak. “Benim adım Dr. Prouty. Vincent ya da Connie geleceğimi söylemedi mi?”
Lonnie hayır anlamında salladı başını.
“Neyse,” diye devam etti Dr. Prouty, “korkmana gerek yok. Şimdi ateşine bakacağım, biraz kan alacağım ve sonra da doktorların yaptığı gibi muayene edeceğim seni. Anladın mı?”
Lonnie başını salladı. Yumuşak sesi ve bebek gibi pürüzsüz cildine rağmen doktorda öyle bir şey vardı ki, Lonnie ağzını açmaya çekiniyordu. Soğuk bir şeydi bu.
“Güzel. Şimdi, kapıyı açıp içeri girdiğim zaman işbirliğini bozmayacağına dair söz vermeni istiyorum. İşbirliği, Lonnie. Bu kelimenin anlamını biliyor musun? Lonnie, cevap ver bana.”
“Ben., biliyorum.”
“Güzel.”
Vincent, Dr. Prouty’nin işaretiyle kafesin kilidini açıp kapıyı araladı. Elindeki sopayı Lonnie’nin göreceği şekilde tutmaya özen gösteriyordu.
“Pekala Lonnie,” dedi Dr. Prouty, “önce bir iğne yapacağım, sonra da seni muayene edeceğim. Sonra soyunup bu, arkası ipli elbiseyi giymeni istiyorum. Anladın mı?”
“Çişe gitmem gerekiyor.”
“Tamam. Vincent sana yardımcı olacak. Ama önce şu iğneyi yapayım.”
“Sonra çişe gidebilir miyim?”
“Sonra gidebilirsin,” dedi Dr. Prouty, biraz da sabırsızlıkla.
Lonnie, iğne koluna battığında hafifçe irkildi, o kadar. Sonra küçük tuvalete gidip çişini yaptı. İşi bitince Vincent kolundan tutup, elbiseyi giymesi için kafese götürdü. Üstündeki bu elbiseye rağmen kendini çıplak hissediyordu. İçinde gittikçe büyüyen korku göğsünü sıkıştın yordu. Karavanın ön kısmından geri dö nen Dr. Prouty kapıyı arkasından kapattı. Muayene sırasında Lonnie’nin göz kapaklan ağırlaşmaya başlamıştı.
“Kendinden geçiyor,” dediğini duydu Dr. Prouty’nin. “Henüz kendini taşıyabiliyorken ön tarafa çıkaralım.”
Vincent bir kolundan tutup ayakta kalmasına yardımcı oluyordu. Sonra Dr. Prouty kapıyı açtı. Lonnie, karavanın yanında durduğu günden bu yana ilk defa çıkıyordu dışarı. Karavanın önü, görmeyeli tamamen değişmişti. Tepeye parlak bir lamba takılmış, altına da yeşil örtülü, dar bir yatak atılmıştı. Yatağın yanında duran uzun boylu doktorun ağzını ve burnunu örten mavi bir maskesi vardı.
“Ben temizleyene kadar yukarı çıkarın,” dedi Dr, Prouty.
Lonnie kafasını, sesin geldiği yöne çevirdiğinde artık kadının da yüzünde bir maske olduğunu gördü. Ayakta duramayacak kadar halsizleşmişti. Vincent Lonnie’yi yüzüstü yatırıp kemerle yatağa bağladı. Üzerine bir örtü örtmüşlerdi. Sonra uzun boylu doktor koluna bir iğne sapladı ama bu kez iğneyi çıkarmadı. Lonnie artık gözlerini açamıyordu. Korkusu da geçmişti.
“Pekala Lonnie,” dedi uzun boylu doktor, “şimdi yüzüne özel bir maske takacağım… Çok güzel. Tamam nefes alıp ver. Al, ver. Hiçbir şey hissetmeyeceksin.”
“Yirmili yaşlarında, sağlıklı, beyaz bir erkek cesedi. Boy, 1.72; kilo, 80. Saç, kahverengi. Gözler, mavi. Dövme yok…”
Patolog Stanley Woyczek, çalışırken söylediklerini kafasının üzerindeki bir mikrofonla kaydediyordu. West Palm Beach’in kuzeybatısını çevreleyen, St. Lucie, Martin, Indian River ve Okeechobee ilçelerini de içine alan Florida 19. Bölge adli tıp kurumundaki bu ikinci senesiydi. İşinin, entrika ve bulmaca çözme kısmını seviyordu ama henüz insanlık trajedisine karşı tam anlamıyla bağışıklık kazanamamıştı. Vakaları, yıllarca olmasa bile haftalarca kafasından atamadığı olurdu. Bunun da onlardan biri gibi olacağına emindi şimdi. Üzerinde herhangi bir kimliğe rastlanmayan genç adam, 68. Karayolu’nun fazla işlek olmayan bir kolunda, koruluktan aniden fırlayınca bir treylerin altında kalmıştı. Treylerin şoförü, adam aniden önüne fırladığında 100’le gitmekte olduğunu tahmin ediyordu. Woyczek, çarpmanın yarattığı acının birkaç saniyeden fazla süremeyeceğini düşünerek avunuyordu.
Alkol ve uyuşturucu madde kullanımı ile ilgili ön testler negatif çıkmıştı. Daha kapsamlı toksikolojik tahlillerin daha pek çok şeyi gün ışığına çıkartması olasıydı ama yine de bu otopsinin sonunda iki büyük soru, cevabını bulamayacağa benziyordu: Kim? Ve neden?
“Sol kasık kanalında, muhtemelen fıtık cerrahi müdahalesinden kalma iyileşmiş bir yara izi bulunmakta. Kafatasında, sol kulağın üzerinde, 18 santimetre uzunluğunda bir lezyon ve çatlak yer alıyor. Ayrıca, sol göğüs boyunca açılmış, 30 santimetre boyundaki dikey bir yırtıktan, aortun kesilen bir parçası görülebiliyor.”
Woyczek, asistanına işaret ettikten sonra, kurbanı birlikte, özenle ters çevirdiler.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBeşinci Tüp
- Sayfa Sayısı473
- YazarMichael Palmer
- ISBN6055872298
- Boyutlar, Kapak 10,5x17 cm, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2008
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşkın Günahı ~ Sophie Jordan
Aşkın Günahı
Sophie Jordan
Fallon güzelliğini gizleyebilirdi… Peki ya arzularını? Biri maskelerin ardında yaşıyor… Fallon O’Rourke gibi bir güzelin iffetini koruyabileceği son yer, Londra’nın en çapkın dükü Dominic...
- Ecinniler ~ Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Ecinniler
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Hayat acı vericidir, hayat korku doludur ve insanoğlu mutsuzdur. İnsanoğlu hayatı seviyor. Acıyı ve korkuyu sevdiği için hayatı seviyor. Yaşamak, acı ve korkunun karşılığında...
- Mucizeler Dükkanına Dönüş ~ Debbie Macomber
Mucizeler Dükkanına Dönüş
Debbie Macomber
İsteyince, her sorunun bir çözümü olduğunu anlıyor insan... Aşkın ve arkadaşlıkların filizlenerek çoğaldığı, zamanla sımsıcak ilişkilere dönüştüğü bir sokak hayal edin. Her iki yanında...