Gerçek Kadın: Seni sevmek, kadınlığımı bedenimi ve hazzı ilk defa seninle keşfetmekti. Her dokunuşunda kutsal bir ayinin o sıcak o tatlı şarabını yudum yudum içer gibi. Gerçek Adam: Hayır acımıyorum sana! Sendeki kendimi özlüyorum en çok. Sendeki o çocuk cesaretini, o çıplak sevgiyi özlüyorum. Sendeki o kanayan, o kimsesiz ama saf, o tepeden tırnağa, sevgiye inanan kendimi özlüyorum. Gerçek Kadın: Seni sevmek, aşkın uğruna ama senden izinsiz başka bir kentteki hayatımı sıfırlayıp yaşadığın kente, yaşadığın göğün altına, ısladığın yağmurların altına gelip yerleşmekti.
***
“ ‘Yalnızım…’
Bunca acı, tek bir söze nasıl sığabiliyordu…
Aldım bu sözü dudaklarınızdan, saplayıp kalbimi onunla parçaladım…
O söz ki
rengi, yarım kalmış aşkların tarifsiz esmerliğine kaçıyordu…
O söz ki
sapladıkça kalbimin her parçasına yüzünüzü yeniden çiziyordu…
Şimdi içimde, binlerce yüz oldunuz…
Şimdi içimde, binlerce siz oldunuz…”
Yalnızsınız…
Bilseniz, ne kadar suçluyum bunun için… Bilseniz, ne kadar acı çekiyorum… Çünkü sevgim, çekip alamıyor sizi derin ıssızlığınızdan. Oysa ben sizi, sizden önce, göz lerinizdeki o ıssızlıktan dinledim. Sözlerinizden de önce… Benimle ölmeye hazır sesinizden bile, önce…
Yalnızsınız…
Bilseniz, ne kadar da çaresizim buna çare olamadığım için… Oysa en çok siz de soluk alıp veriyorsunuz, diye sevdim ben bu yaşamı. Yaşamın ona kendinizi eklediğiniz yerlerini sevdim, en çok. Dokundukça çoğalttığınız, sevdikçe çoğaldığınız yerlerini… Bu şehirden her ayrılışınızda, arkanızda bıraktıklarınızı topladım birer birer. Oturduğunuz çay bahçelerinden, yürüdüğünüz sokaklardan, ıslandığınız yağmurun damlalarından topladım sizi. Vitrinlerde unuttuğunuz dalgınlığınızı, hiç tanımadığım bir kızın su yeşili gözlerinde bıraktığınız mısralarınızı… Bir bunlara, bir de her, “Sevgilim!” deyişinizde, içimde binlerce çiçek açtıran o büyülü sesinize sarılıp uyuyabildim ancak, düşlerime dar gelen tek kişilik yatağımda. Soluğumu, yalnızca sizin için içimde saklıyorken düşlediğim yarınlara; siz, nasıl da ben hissedemeden soluksuz kaldınız…
Yalnızsınız…
İlk kez o otel odasında hissettim bunu. Yalnızlığınız elleriniz olmuştu ve artık sığmıyordu ellerime. Kaçırdıkça benden ellerinizi, yaşam da kayıp gidiyordu avuçlarımdan. Ne zaman gözlerinizi yumsanız, sizin suretinizde sevdiğim binlerce yüz de aynı anda kapatıyordu bana gözlerini. Her uykuya dalışınızda içinizdeki o derin yalnızlık duygusunun, sizi, uyandığınızda, beni asla hatırlayamayacağınız kadar uzak yerlere götürmesinden korkarak bekliyordum uyanmanızı. Gözlerimi kırpmadan, özlemle bekliyordum. İşte bu ço cuksu korkuydu, o sabah sizi öyle aniden uyandırmamdaki sebep. Belki de haklıydınız, “bencillikli bu korkunun adı…
Oysa o gece, ne büyük bencilliklerin kıyısından döndüğümü hiç bilmediniz. O gece, sizden gizlediğim tarifsiz acılarla, lime lime, olmuş bedenimi saatlerce soğuk suyun altında gözyaşlarımla yıkamak yetmeyince uyuşturmaya, o kapıdan içeri ölümün süzülüp girdiğini bilmediniz. Bana, “Şaşırma, beni sen çağırdın!” dediğini… “Şimdi benim olursan, yaraların iyileşir; diner acıların; ancak bunun için bir şartım var; aşkını, bu odada, bu bedende bırakıp öyle gelmelisin benimle; ölürken yalnız kendini sevmelisin; seçimini yap!” dediğini…
Asla, çözemediğim kurallarıyla, beni hep dışına sürükleyen hayata yeniden tutunmaya çalıştığım tek yerin, size duyduğum bu derin aşk olduğunu bilmediniz hiç… Kendimi değil, sizi seçtiğimi bilmediniz…
Sonra, ıslak, çırılçıplak bedenimi alıp çıktım oradan… Hayata girdim… Usulca sokuldum yanınıza, sizden bana sarılmanızı istedim. Ölüm, o ısrarcı soğukluğuyla hemen arkamda duruyordu. Korkuyordum… Çok korkuyordum… Size, “N’olur, sıkı tut ellerimi; beni o soğuk rüzgârın kollarına bırakma, sakın!” diye susarken, gözyaşlarını içime sızıyordu.
Bana, “Git!” dediniz…
Sonra, “Gitme, kal!” dediniz…
Hiç farkında olmadan, bir tek sözünüzle ittiğiniz o uçuramdan, son anda yakaladığınız ellerimle çekip çıkardınız beni. O gece kollarınızda gözyaşlarına boğulmamın sebe bini belki de hiç anlayamadınız. O, “Kal!”ın benim için önemini, hiç bilmediniz…
Yalnızsınız…
Sizi kalabalıkların içindeki yalnızlığınıza uğurladıktan sonra, saatlerce ayrılamadım o otel odasından. “Bu son sevişmemiz olacak!” diyerek bendeki her şeyinizi alıp çıkarken, yastığınızda kokunuzu unuttuğunuzu fark etmediniz. Size, “Keşke, yalnız bunun için sevseydim, seni!” diye- bilseydim. Keşke, bütün gün o otel odasından yalnızca kokunuzu bırakıp çıkamadığım için ayrılamadığımı söyleyebilseydim… O gece yaşanacak her şeyi, daha siz bu kente hiç gelmeden önce sesinizden hissettiğimi; korktuğum gibi olmaması için gözyaşları içinde Tanrı’ya ne çok dua ettiğimi söyleyebilseydim… O gece konuşup da yıpranmanıza, üzülmenize hiç izin vermeden, “N’olur, sus; ben her şeyi biliyorum!” diyebilseydim… Artık benim üzerime düş kurmadığınızı bile bile, alıp beni düşlerinizde yaşattığınız o adaya götürmenizi isteyebilseydim… Bana âşık olmadığınızı, bile bile, orada kalabalıklardan uzak bir aşkı sizinle paylaşabilmek için vazgeçemeyeceğim hiçbir şey olmadığını, söyleyebilseydim… İçinde yaşadığım yozluğun bana vaat ettiği geleceği değil, yaşamınızın benim için ayırdığınız parçasına asla daha fazlasını istemeden razı olacağım, her bir anını size duyduğum aşkla, özlemle anlamlandıracağım bir hayatı tercih ettiğimi… Bütün ömrümü, sizinle paylaşmayı düşlediğim o tek şarkılık tangoyu bekleyerek geçirebileceğimi… Yüreğinizin birçok aşkı aynı anda kucaklayacak kadar büyük olduğunu bildiğimi, bu yüzden kalbinizi başka aşklarla birlikte paylaşarak ama yalnız sizin aşkınıza sadık kalarak yaşamaya gönüllü olduğumu… Sizi ait olduğunuz çevre için değil, bana ait olmanız için değil, karşılığında beni sevmeniz için değil… Sadece siz olduğunuz için sevdiğimi, söyleyebilseydim…
Sizi bir başkasıyla yakalamayı istediğiniz mutluluğa engel olmayı istemeyecek kadar çok sevdiğimi… Bir başka aşka tutunarak ıssızlığınızdan sıyrılabilecekseniz, eğer; kalbinizde derin bir suçluluk duygusu, pişmanlık ve acıdan başka bir şey yaratabilmekten, yalnızlığınıza ilaç olabilmekten aciz, size zarar vermekten bir adım öteye gidemeyen şu deli sevdamın ağırlığını üzerinizden alıp gidebileceğimi, söyleyebilseydim… Aşkımı, “Bir eflatun ölüm”e sarıp gidebileceğimi…
Yalnızsınız…
Bilseniz, ne kadar suçluyum bunun için… Ah, bir bilseniz, ne kadar çok acı çekiyorum?!.. N’olur, affedin, beni: Böyle büyük bir aşkla severek, size en büyük acımasızlığı ben yapıyorum!.. Affedin, beni, sevgili!..
Evet, yalnızım…
Sadece bunu söyleyip susmak isterdim… Ebediyen susmak. Çünkü canım acıyor… Konuştukça, arzuladıkça, özledikçe, en kötüsü, yaşadıkça canım acıyor…
Şimdi odamdayım. Uzak, dağları karla kaplı bir doğu kentinde yapayalnız, kendimleyim şimdi. Gün boyu alkışlandım. Adım yazılıydı duvarlarda. Afişlerde resmim vardı; öksüz, gergin, kendini taşımaktan uzak resmim… Odama girdim demin, içimin ışığını şimdi yaktım. Divana uzandım, öylece. Kendime dokundum sonra, hiç tanımadığım birine, bir boşluğa, bir unutulmuşluğa dokunur gibi dokundum kendime. Ve daha da derine düşmemek için, “Ne kötü!” dedim; “ne kötü, insanın kendine acıması!..” Oysa kendime acımıyordum bile. Öyle uzaktım ki kendimden… Seni aramayı düşündüm sonra, ama hemen vazgeçtim. Çünkü seni değil, sadece tenini özlediğimi hissettim o an. Sana daha fazla haksızlık etmek istemedim. Bunu düşünmek bile bana iyi geldi. Seni, bütünüyle, her şeyinle hissettiğim anda aramalıydım. Çaresizken, sana muhtaçken değil, seninle dopdoluyken…
Ama aradım yine de seni… Hem de uykundan uyandırdım. Boşluğuma, yalnızlığıma ortak ettim. O derin uykundan uyanmışken bile, sesin hep eski sesindi. Sesindi, hep kanayan… Kendine hep aşktan bir yurt arayan sesin… Her halime, her savruluşuma, her ihanetime hazırdı sesin. Sesinde kabullenmişlik, itaat; sesinde, çaresiz bir hasret hissettim. Sesinde, bir yenilmiştik hissettim. Sen ki beni koşulsuz severek, kendi yenilgine ortak etmeye çalışıyordun. Sen tükenmiştin aramaktan, beni de vazgeçirmek istiyordun. “Yorulmadın mı, bıkmadın mı aramaktan, aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamak sana ne kazandıracak?” derken sanki, artık direnme, razı ol kendine, razı ol, bana, razı ol, bu aşka, der gibiydin. Bunu böyle anlamaya zorlardım kendimi. Aslında en çok böyle anlarda sorardım kendime hep, sana böylesine muhtaçken, işte yapayalnız kaldığım her odada, her şehirde, elim senin numarana giderken, neden, seninle yerinmiyorum, neden, hep bir başkasını arıyorum, diye… Sorardım, senden değil, neden hep kendimden kaçtığımı… Her yeni ilişkiyle içimdeki boşluğun biraz daha derinleştiğini bildiğim halde, bu hayatı neden sürdürdüğümü, sorardım kendime…
Kabul etmek istemeyeceksin ama itiraf edeyim istersen: Seninle değildi benim derdim, kendimleydi… Neye yarardı, seni anlamam… Neye yarardı, o kanayan sesini içimde hissetmem… Benim derdim seninle değil, sevgili! Benim aynam kırılmış bir kere. Boşluklarımı saklayarak yaşıyorum; iyileşmez yaralarımı saklayarak yaşıyorum… Sandığın gibi cesaretimden değil, korkumdan başarıyorum onca şeyi. Korktuğum için haykırıyorum… Korktuğum için Tanrıların elindeki ateşi çalmak istiyorum.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Diğer Edebiyat
- Kitap AdıŞizofren Aşka Mektup
- Sayfa Sayısı96
- YazarCezmi Ersöz
- ISBN9789944610407
- Boyutlar, Kapak13,5 X 19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviTekin Yayınevi / 2011-11
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Virginia Woolf| Bütün Öyküler ~ Virginia Woolf
Virginia Woolf| Bütün Öyküler
Virginia Woolf
Virginia Woolf modernizmin ilk kadın yazarlarından biri olarak, edebiyat tarihinde ayrı bir öneme sahip-tir. Bilinçakışı tekniğinin, feminist akımın edebiyattaki temsilcilerinden olması dolayısıyla yazdığı bütün...
- Kovulmuşların Evi ~ Ali Ayçil
Kovulmuşların Evi
Ali Ayçil
“Koltuğuma yaslanırken, ‘şimdi ben bu otobüste, yirmi bir numaralı kendimin kâşifiyim,’ diye geçirdim içimden. ‘Bilet kesen kadın, on iki saat boyunca uzaktaki bir şehre...
- Cam Irmağı Taş Gemi ~ Nazan Bekiroğlu
Cam Irmağı Taş Gemi
Nazan Bekiroğlu
Taşın boyanmasıydı âdet olan, sıra boyamalara geldi. Yontucunun, kullandığı boyalara güveni sonsuzdu. Asırlarca dayanacaklarını, solmayacaklarını, bambaşka renklere dönüşmeyeceklerini biliyordu. Kimi bir deniz kabuğunun, kimi...