Ben dâhi değilim, sadece önyargısız bir şekilde gerçeklerin beni götürdüğü yere gitmeyi öğrendim. -Sherlock Holmes- Macera kaldığı yerden devam ediyor… Ünlü dedektif Sherlock Holmes, heyecanlı hikâyeleriyle sizi etkilemeye devam ediyor. Toplam 56 hikâyenin yer aldığı serinin dördüncü kitabı “Gerçekler Kanıt İster”i okurken her hikâyenin sonunda Sherlock Holmes’un akıl dolu yöntemleri karşısında şaşkına döneceksiniz.
***
İÇİNDEKİLER
İKİNCİ LEKENİN ESRARI..9
WISTERIA KÖŞKÜ..51
KARTON KUTU..99
KIZIL ÇEMBER..131
BRUCE PARTINGTON PLANLARI..163
KARA DEDEKTİF ÖLÜM DÖŞEĞİNDE..209
LEYDİ FRANCES CARFAX’IN KAYBOLUŞU..235
ŞEYTAN AYAĞI..267
PERDE KAPANIYOR..309
Sherlock Holmes’dan Bir Son Söz..311
ÖNSÖZ
Sherlock Holmes’un dostları, kendisinin ara sıra azan romatizmaları dışında hâlâ capcanlı ve sağlıklı olduğunu duymaktan memnun olacaklardır. Uzun yıllar, Eastbourne yakınlarındaki bir çiftlikte zamanını felsefe ve tarıma adayarak sessiz sakin bir hayat sürdü. Bu dinlenme döneminde, emekliliğinin keyfini çıkarmaya kararlı olduğu için, çoğu zaman soylu makamlardan gelen teklifleri bile reddetti. Fakat Alman savaşının patlak vermesiyle birlikte, tarihi sonuçlarını burada da okuyacağınız bazı vakalarda zihinsel yeteneklerini ve tecrübesini devlet yararına kullanmaya razı oldu. Bunun yanı sıra, kitabı tamamlamak için uzun zamandır notlarım arasında bekleyen birkaç vakayı daha eklemeyi uygun buldum.
JOHN H. WATSON, M.D.
Aslında “Abbey Çiftliği Vakası”nın, dostum Sherlock Holmes’un yeteneklerini kaleme aldığım son vaka olmasını amaçlamıştım. Bu karar, malzeme yetersizliğinden verilmiş değildi, zira hiç açıklamadığım yüzlerce vakaya ait notlanm vardır. Bu olağanüstü adamın orijinal kişiliği ve özel yeteneğine karşı okuyucularımın ilgisinde bir azalma da kesinlikle söz konusu değildi. Kararımın gerçek sebebi, Bay Holmes’un, vakalarının yayımlanmasına karşı devamlı surette gösterdiği isteksizliğinde yatıyordu. Çalışmalarını resmen sürdürdüğü zamanlarda başarılarının kayıta geçmesi onun için pratik açıdan kısmen önem taşıyorduysa bile, Londra’ dan ayrılıp emekli olmaya karar verip de Sussex Downs’ta kimyevi araştırmalarına ve arıcılık konularına eğildiğinden beri şöhret ona tiksintiden başka bir şey vermez oldu. Bu konudaki isteklerini dikkate almam konusunda beni kesin olarak uyarmıştır. Ne var ki zamanı geldiğinde “İkinci Lekenin Esrarı” adlı vakayı yayımlayabileceğime dair söz almış ol duğumu hatırlatıp da bu uzun serinin, hayatı boyunca üstlendiği en önemli uluslararası vakayla son bulması gerektiğiyim ilgili onunla konuştuğumda, dikkatli olmak koşuluyla bu olayın da halkın gözleri önüne serilmesi konusunda rızasını almayı sonunda başardım. Hikâyenin anlatımında belli başlı bazı ayrıntılar biraz belirsiz görünürse, okurlarımın bu ağız sıkılığımın nedenlerini anlayacaklarından eminim.
Evet, başlayalım bakalım. İsmi verilmeyecek bir yılın sonbaharında bir salı sabahındaydı ki Baker Sokağı’ndaki mütevazı evimizde Avrupa’nın önemli iki ismini ağırladık. Bunlardan ilki sert, büyük burunlu, kartal gözlü ve kendine hâkim görüntüsüyle İngiltere’nin başbakanı olma şerefini iki kez elde etmiş ünlü Lord Bellinger’den başkası değildi. Diğer kişi de henüz orta yaşını bile görmemiş esmer, temiz yüzlü, zarif ve fiziksel olsun, zihinsel açıdan olsun son derece hoş bir adam olan Trelawney Hope’tu; Avrupa İçişleri Bakanı ve ülkemizdeki en başarılı devlet adamlarından biri. İkisi kâğıt çöplerimizle beraber kanepemizde yan yana oturuyordu ve bitkin, endişeli yüzlerine bakınca, çok önemli bir mesele için geldiklerini tahmin etmek güç değildi. Başbakanın ince, damarlı elleri, şemsiyesinin fildişi sapma sıkı sıkı yapışmıştı ve acılı sıska yüzü bir bana bir Holmes’a dönüyordu. Avrupa içişleri bakanı endişeyle bıyıklarını çekiştiriyor, saatinin zinciriyle oynayıp duruyordu.
“Kaybın farkına vardığımda Bay Holmes, ki bu, bu sa bah saat sekizdeydi, hemen başbakana haber verdim. İkimizin buraya gelmesi onun önerisi üzerine olmuştur.”
“Polise haber verdiniz mi?”
“Hayır efendim,” dedi başbakan, her zamanki hızlı, kararlı tavrıyla. “Polise haber vermedik, bunu yapmamız mümkün değil. Polise haber vermek, eninde sonunda halkın haberinin olması anlamına gelir ve olmasını özellikle kaçındığımız şey bu.”
“Peki bunun sebebini öğrenebilir miyim, efendim?” “Çünkü söz konusu belge öyle büyük bir öneme sahip ki başkalarınca duyulması, Avrupa ilişkilerinde son derece önemli sorunlara yol açabilir, hatta açacaktır demek daha doğru olacak. Savaş ya da barışın bu konuya bağlı olduğunu iddia etmek abartılı olmayacaktır. Belge büyük bir gizlilik içinde bulunamazsa konuyu sessiz tutma konusundaki son şansımızı kaybederiz, zira onu almış olanların tek amacı belgenin içeriklerini herkese açıklamaktır.”
“Anlıyorum. Peki, Bay Trelawney Hope, söz konusu belgenin kayboluşuyla ilgili bütün ayrıntıları bize anlatırsanız çok sevinirim.”
“Bu çok kısa sürer, Bay Holmes. Mektup çünkü söz konusu olan yabancı bir ülkenin başkanından gönderilmiş bir mektuptur altı gün önce elime geçti. İçeriği o kadar mühimdi ki onu kasamda dahi bırakmayıp, her gece Whitehall Terrace’deki evime götürüp, yatak odamda tuttuğum kilitli bir kutuda saklıyordum. Dün gece oradaydı. Bundan kesinlikle eminim. Akşam yemeği için giyinirken kutuyu açıp baktım;
belge içindeydi. Bu sabah ise yoktu. Kutu, tuvalet masamda aynanın yanında duruyor. Uykum hafiftir, karımınki de öyle İkimiz de odamıza geceleyin kimsenin girmiş olamayacak konusunda hemfikiriz. Dediğim gibi, buna rağmen kâğıt kayboldu.”
“Akşam yemeğini saat kaçta yediniz?”
“Yedi buçukta.”
“Yatak odanıza çekilmeniz ne kadar sonraydı?” “Karım tiyatroya gitmişti, onun dönüşünü bekledim. Odamıza çıktığımızda saat on bir buçuktu.”
“Öyleyse belgenin saklandığı kutu tam dört saat boyunca saldırılara açıktı.”
“Sabah temizlik yapan hizmetçi, günün geri kalanında da uşağım ya da karımın hizmetçisi dışında kimsenin izni yoktur odamıza girmeye. İkisi de bizimle uzun bir zamandır çalışan güvenilir hizmetkârlardır. Hem sonra hiçbiri o kutuda çok değerli bir şeyi sakladığımı bilemezdi.”
“Mektubun varlığından haberdar olan kimler vardı?” “Ev halkından hiçbiri bilmiyordu.”
“Karınız biliyordu herhalde?”
“Hayır, efendim; bu sabah kaybolmuş olduğunu fark edene kadar bu konuda tek kelime etmemiştim ona.” Başbakan bunu onaylarcasına başını salladı.
“Uzun zamandır vatani görevler konusunda ne kadar hassas bir yapıya sahip olduğunuzun farkındayım,” diye konuştu. “Bu önem derecesine sahip bir konuda, vatanınızı en yakın aile bireylerinin bile üstünde tutacağınızdan eminim.”
Avrupa içişleri bakanı eğilerek teşekkürlerini ifade etti. “Kesinlikle haklısınız, efendim. Bu sabaha kadar konuyla ilgili tek bir kelime etmemiştim karıma.”
“Peki karınız tahmin etmiş olabilir miydi?”
“Hayır, Bay Holmes. Tahmin etmiş olması imkânsız; hiç kimse etmiş olamaz.”
“Daha önce herhangi bir belgeyi kaybettiğiniz olmuş mudur?”
“Hayır, efendim.”
“İngiltere’de bu mektubun varlığından haberdar kimler vardı?”
“Kabinedeki üyelerin her biri dün bilgilendirildi bu konuda; üstelik bir kurul olarak sessizlik yeminimizin etkisi, başbakanımızın ciddi uyarısıyla daha da arttı. Tanrım! Ondan birkaç saat sonra belgeyi kaybedenin ben olduğumu düşündükçe!” Adamın hoş yüzü umutsuzlukla çarpıldı ve elleriyle saçlarını yoluyordu. Kısacık bir an için heyecanlı, endişeli ve duygusal sıradan bir insandı karşımızda oturan. Bir sonraki saniyede aristokrat maskesi yine yerine takılmış, yumuşak sesi geri dönmüştü. “Kabine üyelerinin dışında bakanlıkta konuyu bilen iki, belki üç kişi daha var. Bütün İngiltere’de mektubun varlığını bilenlerin hepsi bu kadardır, Bay Holmes. Sizi temin ederim ki öyle.”
“Ama yurtdışında durum farklı olabilir.”
“Mektubu yazan kişiden başkasının onu gördüğünü sanmıyorum. Bakanlarının sıradan, resmi kanallarının bu işe karıştırılmadığmdan oldukça eminim.”
Holmes bir süreliğine düşüncelere daldı.
“Söz konusu belgenin tam olarak ne olduğunu ve kayboluşunun neden o kadar ciddi sonuçlar doğuracağını düşündüğünüzü öğrenmek istiyorum.”
Ziyaretçilerimiz birbirlerine kaçamak bir göz attı ve başbakan kaşlarını çattı.
“Bay Holmes, mektubun zarfı açık mavi renk olup uzun ve inceydi. Kırmızı mühür mumuyla mühürlenmişti ve bunun üzerine de çömelmiş bir aslan damgalanmıştı. Güzel bir elyazısıyla üzerine yazılmış olan adres…”
“Korkarım ki, efendim,” dedi Holmes, “bu ayrıntılar her ne kadar çok ilginç olsalar da, araştırmalarım olayların kökenine inmek zorundadır. Mektubun içeriği neydi?”
“Bu son derece gizli bir devlet simdir ve korkarım ki bunu size açıklayamayacağım; üstelik gerekli olduğunu da düşünmüyorum. Sahip olduğunuz söylenen üstün yeteneklerinizle size az önce tarif ettiğim zarfı, içindeki mektupla beraber bulmayı başarırsanız, ülkenize çok büyük bir hizmette bulunmuş olacak, imkânlarımız dahilinde dilediğiniz bir ödüle sahip olacaksınız.”
Sherlock Holmes yüzünde bir gülümsemeyle ayağa kalktı.
“Ülkedeki en meşgul insanlardansınız,” diye konuştu, “ve daha az kapsamlı bir ölçüde bile olsa ben de çok meşgul biriyimdir. Probleminiz konusunda size yardımcı olamayacağım için çok üzgünüm, korkarım ki sohbetimiz bir zaman kaybından başka bir şey değil.”
Başbakan, gözlerinde bütün kabinenin sakındığı öfke parıltılarıyla ayağa fırladı. “Efendim, ben bu tarz muameleye hiç…” diye başladı, ama soma öfkesini yenerek tekrar yerine oturdu. Bir iki dakika boyunca hepimiz sessizlik içinde oturduk. Başbakan sonunda omuzlarını silkti.
“Koşullarınızı kabul etmekten başka çaremiz yok, Bay Holmes. Hiç şüphe yok ki haklısınız, size sonuna kadar güvendiğimizi göstermeden harekete geçmenizi beklemek mantıksızcaydı.
“Size katılıyorum, efendim,” dedi daha genç olan devlet adamı.
“O halde, sizin ve iş ortağınız Dr. Watson’ın onuruna güvenerek her şeyi anlatacağım. Konuşmaya başlamadan önce, vatansever bireyler olarak, bu olayın duyulmasının ülkemiz için büyük bir felaket doğuracağını tekrar hatırlamanızı istemek zorundayım.”
“Bize kesinlikle güvenebilirsiniz.”
“Pekâlâ. Mektup, ülkesinde son zamanlarda gözlenen koloni hareketlerinden rahatsız olmuş yabancı bir otorite tarafından gönderildi. Aceleyle ve tamamıyla söz konusu hükümdarın sorumluluğuyla yazılmış. Yapılan araştırmalar, bize bakanlarının bu konudan tamamıyla habersiz olduklarını göstermiştir. Öte yandan o kadar olumsuz bir hava var ki mektupta -bazı cümleler için kışkırtıcı bile denilebilir- duyulması ülkemizde son derece tehlikeli hislere sebebiyet verebilir. Öyle bir kargaşa patlak verir ki, mektubun içeriklerinin halka duyurulmasının üzerinden daha bir hafta geçme den büyük bir savaşın ortasında buluruz kendimizi.”
Holmes bir kâğıt parçasının üzerine bir isim yazıp bunu başbakana uzattı.
“Evet, ta kendisi. Milyarlarla ölçülecek masraflara ve yüz binlerce erkeğin hayatına mal olabilecek olan şey de bu mektubun kayboluşudur işte.”
“Gönderenin kendisine bu konuda haber verdiniz mi?” “Evet, efendim. Telgraf yoluyla şifreli bir belge şahıslarına gönderilmiştir.”
“Belki de mektubun dünyaca duyulması kendi dileğidir.”
“Hayır, efendim, mektubu yazarken çok düşüncesiz ve fazlasıyla heyecanlı bir tavırla hareket etmiş olduğunu anladığına inanıyoruz. Mektubun gizli olmaktan çıkması halinde bize gelecek zarann mislisi onun başına, onun ülkesine gelecektir.”
“Durum böyleyse mektubun halka duyurulması kimin işine gelebilir? Onu çalmak ya da yayımlamayı kim isteyebilir ki?”
“İşte bu soruyla Bay Holmes, uluslararası politikaların en önemli alanına götürüyorsunuz beni. Ama sonuçta Avrupa’nın durumunu göz önüne aldığınızda suçun altındaki sebebi anlamakta hiç zorluk çekmeyeceksinizdir. Avrupa, silahlı büyük bir kamp gibidir. İçinde, askeri güçleri dengede tutan ikili birlikler barındırıyor ve bu dengeyi yöneten de Büyük Britanya’dır. İngiltere ittifak ülkelerinden biriyle savaşa sürüklenecek olsa, bu diğer ittifak birliklerinin gücü ele geçirmesi anlamına gelir; savaşın kendisine katılsalar da katılmasalar da. Beni anlıyor musunuz?”
“Gayet iyi anlıyorum. Söz konusu olan hükümdarının düşmanları açısından mektubu ele geçirip onu yayımlamak, mektubun gönderildiği ülkeyle bizim ülkemiz arasındaki ittifakı bozmak anlamına geleceği için çok önemli.”
“Evet, efendim.”
“Peki düşmanların eline geçtiği takdirde mektup kime gönderilecektir?”
“Avrupa’nın önde gelen bakanlıklarından herhangi biri olabilir. Büyük ihtimalle şu anda da tüm hızıyla oraya doğru yol alıyordur zaten.”
Bay Trelawney Hope kafasını göğsüne düşürüp yüksek sesle inlerken, başbakan adamın omzuna destekleyici bir el koydu.
“Tamamıyla şanssızlık, sevgili arkadaşım. Hiç kimse sizi suçlayamaz. Almadığınız hiçbir önlem yoktu ki. Bay Holmes, artık her şeyi biliyorsunuz. Nasıl hareket etmemizi önerirsiniz?”
Holmes umutsuzca kafasını salladı.
“Söz konusu belgenin bulunmaması durumunda savaşın çıkacağını düşünüyorsunuz, değil mi efendim?”
“Bunun çok büyük bir olasılık olduğunu düşünüyorum.” “O halde, savaş hazırlıklarına başlasanız iyi olacak.” “Çok ciddi bir iddia bu, Bay Holmes.”
“Durumu bir düşünün. Anlattıklarınızdan, Bay Hope’la karısının, kayıp fark edilene kadar odalanndan ayrılmadık…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Edebiyat Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSherlock Holmes - Gerçekler Kanıt İster
- Sayfa Sayısı444
- YazarSir Arthur Conan Doyle
- ÇevirmenCumhur Mısırlıoğlu
- ISBN9786053480273
- Boyutlar, Kapak14 X 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2012-10
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İngiliz Müziği ~ Peter Ackroyd
İngiliz Müziği
Peter Ackroyd
İngiliz Müziği bir müzik tarihi kitabı değil: Şimdi’yi anlamak için Geçmiş’e yapılan bir yolculuğun romanı. Geçmiş ve gelecek, yeni ve eski, yaşanmış ve hayali...
- 22/11/63 ~ Stephen King
22/11/63
Stephen King
22 Kasım 1963’te, Dallas’ta üç el silah sesi duyuldu, Başkan Kennedy öldü ve dünya tarihi değişti. Peki, bütün bunları değiştirme şansınız olsaydı? Kendi kuşağının...
- Ağustos Işığı ~ William Faulkner
Ağustos Işığı
William Faulkner
Ağustos Işığı, Faulkner’ın kendine özgü anlatım teknikleriyle Amerikan yaşamının çelişik öğelerini, uyumsuzluklarını ve Amerika tarihinde iz bırakan siyahiler ve ırkçılık sorununu deşen başyapıtlarından biri....