Susan Elizabeth Phillips sizi kalbinizden yakalayacak ve bir daha bırakmayacak bir roman yazmış. Oakland Press (Michigan) Her sayfasından aşk ateşi yükseliyor. Richmond Times-Dispatch Phillips sıra dışı ve ateşli bir romansa imza atmış. Publishers Weekly Arsız bir mizahla örülü kusursuz bir roman. Chicago Tribune Kimse Susan Elizabeth Phillipsle boy ölçüşemez. Jayne Ann Krentz Muhteşem bir roman. Booklist Son derece eğlenceli. Milwaukee Journal Sentinel Keyif veren bir aşk romanı. Library Journal Sürükleyici ve komik. The State (South Carolina) Hedefi on ikiden vuran karakterler ve mükemmel bir mizah anlayışı. Dallas Morning News Susan Elizabeth Phillips romantik komedinin kraliçesi! McClatchy-Tribune News Service Kusurları onları yalnızca daha çekici yapan ilginç karakterlerle dolu bu romans, Phillips tarzının en iyi örneklerinden biri. Bookpage Phillipsin yazdıklarının en iyisi! Romantic Times (Top Pick)
Bölüm 1
Akşamüstü havasına adımını attığı ilk anda, çakallar çevresini kuşatmışlardı. Georgie, Beverly Bulvarı’ndaki parfüm dükkânına daldığında sadece üç taneydiler, ama şimdi L A. sokaklarına salınmış on beş, yirmi -ya da belki de daha fazla- vahşi ve uluyan çakaldan oluşan bir sürü, kılıflarından çıkardıkları fotoğraf makineleriyle Georgie’nin kemiklerindeki son et kalıntılarını da kemirmek için fırsat kolluyorlardı.
Fotoğraf makinelerinin flaşları gözlerini kör ediyordu. Kendi kendine, ne yaparlarsa yapsınlar onlarla baş edebileceğini hatırlattı. Son bir yıldır yaptığı bu değil miydi zaten? Kaba saba sorular -çok fazla, çok hızlı, çok gürültülü- savurmaya başlamışlardı bile; kelimeler anlamsızca üst üste biniyorlardı. Biri eline bir şey -bir bulvar gazetesi- tutuşturdu ve kulağına, “İşte, bu son nokta, Georgie,” diye seslendi. “Ne diyeceksin?”
Georgie otomatik olarak önüne baktı ve Flash’in ön sayfasındaki ultrason fotoğrafındaki bebeği gördü. Lanee ve Jade’in bebeği. Aslında onun olması gereken bebek.
Kan beynine hücum etti. Flaşlar patladı, fotoğraflar çekildi ve Georgie’nin eli, ağzına gitti. Onca ay boyunca kendini tuttuktan sonra, birden yolunu kaybettiğini hissetti ve gözleri yaşlarla doldu.
Kameralar her şeyi yakalamışlardı; ağzını kapatan elini, gözlerindeki yaşları. Sonunda çakallara, son bir yıllarını adadıkları şeyi vermişti: Otuz bir yaşındaki, komik Georgie York’un darma duman olan hayatının fotoğraflarını.
Gazeteyi yere attı ve kaçmak için arkasını döndü, ama onu kapana kıstırmışlardı. Geri geri gitmeye çalıştı, ama arkasında, önünde, her yerdeydiler; sıcak flaştan ve kalpsiz haykırışlarıyla çevresini kuşatmışlardı. Biri ayağına bastı. Diğeri dirseğini tuttu. İyice bastırdılar ve havasını çalarak onu nefessiz bıraktılar…
Hemen yandaki restoranın giriş basamaklarındaki Bramvvell Shepard, yaşanan çirkin sahneyi izliyordu. Patırtı koptuğunda, öğle yemeğinden çıkıyordu ve neler olduğunu anlamak için üst basamaklarda duraksamıştı. Georgie York’u birkaç senedir görmemişti. Zaten son karşılaşmaları da anlık bir karşılaşmadan ibaretti. Şimdi, paparazzi saldırısını seyrederken, eski, buruk hisleri geri geliyordu.
Basamaklardaki konumu, ona kaosu rahatça gözlemleme fırsatı sağlamıştı. Paparazzilerin bir kısmı kameralarını başlarının üzerine kaldırırken, diğerleri lenslerini Georgie’nin yüzüne tutuyorlardı. Georgie çocukluğundan beri basınla haşır neşirdi, ama hiçbir tecrübe onu, bu son sene yaşadığı hengameye hazırlayamazdı. Ortalıkta onu kurtarmak için hazır bekleyen kahramanların olmaması çok yazıktı.
Bram’in sekiz mutsuz yılı Georgie’yi zor durumlardan kurtarmakla geçmişti; ancak Georgie’nin cesur Scooter Brown’unun centilmen Skip Scofield’ını oynadığı günler çoktan geride kalmıştı. Bu defa Scooter Brown’un kendi kıçını kurtarması ya da daha doğrusu babacığının gelip onu kurtarmasını beklemesi gerekecekti.
Paparazziler Bram’i fark etmemişlerdi- Bu günlerde radar ekranlarında Bram’e yer yoktu, ama onu Georgie’yle aynı kadraja alabileceklerini bilseler, durum değişirdi. Skip ve Scooter televizyon tarihinin en başarılı sitcom’larından biri olmuştu. Sekiz sene yayında kaldıktan sonra, yayından kaldırılmasının üzerinden de bir sekiz sene geçmiş olmasına rağmen, halk onları unutmamıştı. Ne de olsa söz konusu olan, gerçek hayattaki ismiyle Georgie York tarafından canlandırılan, Amerika’nın en sevdiği iyi kızı Scooter Brovvn’du.
Daha iyi bir erkek, Georgie’nin içinde bulunduğu çıkmazı üzüntüyle seyrederdi, ama Bram, kahramanlık rozetini sadece ekranda taşımıştı. Ona bakarken dudakları büküldü. Söylesene, Scooter, şu cesur, her şeyi başarının tavrın son günlerde işe yarıyor mu?
Birden iş çirkinleşmeye başlamıştı. Paparazzilerin iki tanesi itişip kakışmaya başladılar ve içlerinden biri Georgie’ye fena bindirdi. Georgie dengesini kaybetti ve düşecek gibi oldu. Düşerken, kafasını kaldırdı ve işte o anda, Bram’i fark etti. İçine düştüğü deliliğin, vahşi çekişmenin, ve delice itiş kakışın, arbede ve kaosun arasında, yaklaşık on metre uzağında duran Bram’i görmüştü. Yüzünde ani bir şaşkınlık belirdi. Şaşırmasının nedeni düşüşü değil -bir şekilde dizleri yere çarpmadan doğrulmayı başarmıştı-Bram’i görmesiydi. Gözleri birbirine kenetlendi, kameralar Georgie’nin burnunun dibine kadar girdiler ve yüzüne yansıyan yardım yakarışı, sanki onu yeniden bir çocuğa dönüştürüverdi. Bram, hiç kıpırdamadan ona bakıyordu. Tek görebildiği, Noel ağacının altında ona da bir hediye kaldığını umar gibi bakan jelibon yeşili gözleriydi. Sonra bakışları bulutlandı ve Bram, genç kadının ondan medet umamayacağını -ve onun her zamanki gibi pisliğin teki olduğunu- idrak ettiği ana bizzat şahit oldu.
Georgie ne bekliyordu ki? Ona ne zaman ve hangi konuda güvenebilmişti? Komik kız yüzü nefretle büzüldü ve dikkatini yeniden kameralarla mücadelesine çevirdi.
Bram, altın bir fırsat kaçırdığını geç de olsa fark edip merdivenlerden inmeye başladı, ama bekleyişi fazla uzun sürmüştü. Georgie ilk yumruğu atmıştı bile. İyi bir yumruk sayılmazdı, ama işe yaramış, paparazzilerin bir kısmı arabaya binmesini sağlayacak bir üçgen oluşturarak yoldan çekilmişlerdi. Georgie kendini arabaya attı ve araç sadece bir iki saniye içinde kaldırımdan ayrıldı. O, savruk hareketlerle Los Angeles’in öğleden sonra trafiğine dalarken, paparazziler de kurallara aykırı park edilmiş siyah ciplerine koşturdular ve peşi sıra yola koyuldular.
Restoranın vale servisi Audi’sini getirmek için tam o anı seçmese, Bram, büyük olasılıkla bu olayı zihninden atardı. Ama direksiyon başına geçerken, merakı baskın çıkmıştı. Bir boyalı basın prensesi, saklanacak bir yeri kalmayınca, yaralarını sarmak için nereye koşardı?
Öğle yemeği fiyaskoyla sonuçlanmıştı ve boş zamanını dolduracak daha iyi bir uğraşı yoktu. Bu yüzden paparazzi alayının peşine takılmaya karar verdi. Prius’u göremese de, paparazzilerin trafikteki hareketlerinden Georgie’nin arabasını deli gibi sürdüğünü tahmin edebiliyordu. Georgie Sunset’e doğru dönmüştü. Bram radyoyu açıp kapattı. Halihazırdaki durumunu düşündü. Zihninde ilginç bir senaryo tasarlamaya başladı.
Bir süre sonra, paparazzi alayı kuzeye uzanan Pasifik Sahil Otobanı’na daldı. Ve o zaman, Bram’in aklı başına geldi. Georgie’nin olası varış noktası. Başparmağını, direksiyona sürttü.
Hayat, ne ilginç tesadüflerle doluydu.
Georgie teninden soyunup kurtulmak istiyordu. Artık Georgie York olmak istemiyordu. O kendine saygısı ve haysiyeti olan biri olmak istiyordu.
Prius’un filmle kaplı camlarının ardında, elinin tersiyle burnunu siliyordu. Bir zamanlar bütün dünyayı güldürürdü. Şimdi ise, bütün çabasına rağmen, kalp kırıklığı ve aşağılanmanın poster kızına dönüşmüştü. Boşanma fiyaskosunda bulduğu tek teselli paparazzilerin onu hiçbir zaman başı öne eğik resimleyememiş olmalarıydı. Hayatının en kötü gününde -kocasının onu Jade Gentry için terk ettiği günde- bile peşine düşen çakallar karşısında Scooter Brown’un alametifarikası olan gülümsemesini ve kibirli, burnu bir karış havada tavırlarını takınabilmişti. Ancak bugün, gururundan geriye kalan son kırıntılar da elinden alınmıştı. Ve Bram Shepard bu sahneye şahit olmuştu.
Midesi kaynıyordu. Onu en son birkaç sene önce, bir partide görmüştü. Çevresi kadınlarla çevriliydi; şaşılası bir durum değildi, elbette. Ve Georgie derhal oradan ayrılmıştı.
Bir korna öttü. Boş eviyle ya da artık hayatının büyük kısmını kaplayan acımayla yüzleşecek takati kalmadığı için, kendini eski dostu Trevor Elliott’ın Malibu’daki sahil evine giden yolda bulmuştu. Yola çıkalı en az bir saat olmasına rağmen kalp atışları henüz düzene girememişti. Hayatta en çok değer verdiği iki şeyi yavaş yavaş kaybetmişti: Kocası ve gururu. Kariyerinin kademe kademe dağılıp gidişini de sayarsa, üç şey demek daha doğru olurdu. Ve şimdi de bu. Jade Gentry, Georgie’nin hasretini çektiği bebeği taşıyordu.
Kapıyı Trevor açtı. “Deli misin sen?”‘ Onu bileğinden yakalayıp serin hole çektikten sonra kafasını dışarı uzattı. Ama evin L biçimli girişi, Georgie’yi, arabalarını Pasifik Sahil Otobanı’nın yamacına çeken paparazzilerden korumaya yetecek kadar mahremiyet sağlıyordu.
“Güvenli, merak etme,” dedi. Son günlerde hiçbir şey güvenli gelmediği için, bu aslında ironik bir cümleydi.
Trevor elini tıraşlı kafasında dolaştırdı. “Bu akşamın E!News’unda, evlendiğimizi ve senin hamile olduğunu duyarız artık.”
Georgie, Trevor’ın peşinden içeri girerken. Keşke, diye düşündü.
Onunla, on dört sene önce, Trevor’ın Skip’in yarım akıllı arkadaşı Harry’yi oynadığı Skip ve Scooter’ın setinde tanışmıştı. Trevor ikinci sınıf rollerden uzun zaman önce sıyrılmış ve on sekiz yaşındaki erkeklerin bayıldığı başarılı ve iğrenç bir komedi dizisinin yıldızlığına terfi etmişti. Georgie geçen Noel ona üzerinde OSURUK ŞAKALARINA YOKUM yazan bir tişört hediye etmişti.
Bir yetmiş beşi geçmeyen boyuna rağmen, Trevor’ın orantılı bir vücudu ve her durumda üste çıkmayı başaran şapşal bir eziği oynamasına izin veren hoş, biraz budalaca yüz hatları vardı. Georgie aslında bunu içinden gelerek söylemese de, “Öyle paldır küldür gelmemeliydim,” dedi.
Trevor plazma TV’deki beyzbol maçının sesini kıstı ve arkadaşına kaşlarını çatarak baktı. Georgie doğal olarak her zaman incecik olan dansçı vücudunun bile kaldıramayacağı kadar zayıfladığının farkındaydı. Midesinin sürekli isyan etmesinin nedeni, anoreksiya değil, kalp acısıydı.
Trevor, “Son iki telefonuma dönmemenin özel bir nedeni var mı?” diye sordu.
Georgie güneş gözlüklerini çıkarmaya yeltendiyse de, son anda bunun iyi bir fikir olmadığına karar verdi. Hiç kimse -palyaçonun yakın dostu bile- bir palyaçonun gözyaşlarını görmek istemezdi. “Ben kendinden başka kimseyi düşünemeyecek kadar kendisiyle meşgul biriyim.”
“Bu doğru değil.” Trevor’ın sesi sempati yüklüydü. “Bir içkiye ihtiyacın var gibi duruyorsun.”
“Dünyada kendimi iyi hissetmeme yetecek kadar alkol olduğunu sanmam… Yine de, evet.”
üzerinde açık duran kitaba -Amerikan sitcom tarihiyle ilgili bir kitaptı- bakılırsa, hatıralar yolunda gezintiye çıkmış olmalıydı. Skip ve Scooter’m orijinal kadrosunun fotoğrafı, Georgie’ye bakıyordu. Gözlerini kaçırdı.
Terası çevreleyen yüksek bitkilerle donatılmış beyaz mermer saksılar, evi kumsalda yürüyüş yapan meraklı gözlerden saklıyordu. Georgie sandaletlerini çıkardı ve kendini mavi-kahve-rengi çizgili sandalyelerden birine attı. Beyaz, boru biçimindeki tırabzanların ötesinde okyanus göz alabildiğince uzanıyordu. Biraz ötede birkaç sörfçü göze çarpıyordu, ama deniz bugün doğru dürüst sörf yapmak için fazla sakindi ve sörfçülerin tahtaları, suyun üzerinde amniyotik sıvının içinde süzülen fetüsler gibi bir alçalıp bir yükseliyorlardı.
Bir acı dalgası Georgie’nin nefesini kesti. O ve Lance, rüya gibi bir çifttiler. Lance, çirkin ördek yavrusu görüntüsünün altında kalan güzel ruhunu görebilen maço prensti. Georgie ise ona ihtiyaç duyduğu istikrarlı aşkı sunan, hayran eş. iki senelik flörtleri ve bir yıllık evlilikleri boyunca, magazinciler yakalarından bir an bile düşmemişlerdi. Yine de Georgie, Lance onu Jade Gentry için terk ettiği zaman yaşayacağı kargaşaya hazırlıklı değildi.
Tek başına kaldığı zaman, yatağına uzanıyor ve neredeyse hiç kıpırdamadan yatıyordu. İnsan içine karıştığı zamanlarda ise yüzüne sahte bir gülücük yapıştırıyordu. Ancak kafasını ne kadar dik tutarsa tutsun, acıma hikâyeleri sadece kötüye gidiyordu.
Boyalı basın haykırıyordu:
Cesur Georgie’nin Kalp Sancısı
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Fantastik Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAşk Kapıyı Çalınca
- Sayfa Sayısı488
- YazarSusan Elizabeth Phillips
- ISBN9786054263493
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ~ Grigoriy Petrov
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Grigoriy Petrov
“Artık bu dünyada benim için yalnız sen varsın, bir tek sen; benimle ilgili hiçbir şey bilmeyen, kendi mutluluğundan başka hiçbir şey ve hiç kimseyle...
- Büyücü ve Diğer Gotik Öyküler ~ Kyoka İzumi
Büyücü ve Diğer Gotik Öyküler
Kyoka İzumi
“Ay ışığında, onların evin önünde zıplayan ve dans eden korkunç siluetlerini görebiliyordum. Bunlar dağların ve nehirlerin kötü ruhları mıydı?” Fantazi ve gizem öyküleri kaleme...
- Gönül Avcısı ~ Samantha James
Gönül Avcısı
Samantha James
Bedeli ağır olsa da aşkın önünden hiçbir engel duramaz… Fionna Hawkes o güne kadar baştan çıkarılmanın ne demek olduğunu bilmemektedir. Sadece ay ışığının aydınlattığı...