Herkesten çok da Obama teşekkür üstüne teşekkür etti, biliyor musun?! Niye mi? Belli değil mi, niye olduğu?! Genç adamın en büyük korkusu, iktidarının fare doğurması. Dakka bir, gol bir, Gazze de dikildi mi, karşısına?! Bakar mısın, kör talihe?! Bu saatten sonra da kim yutar, yok Hamas terör örgütüydü de, yok İsrail’in Gazze katliamı meşru müdafaaydı da şeklindeki lafazanlıkları?! Ben sana söyleyeyim: Miss “Mommy! Who is doing this to us?” Mc Kee, bile yutmaz! Endonezya’da büyüdü Hüseyin, kimsenin yutmayacağını, o çocukluğundan beri biliyor. American citizens’e gerçekleri anlatabilmesine bağlı olduğunu da biliyor.
YAZİK DEĞİL MI, BU İNSANCIKLARA?
Acıdım, biliyor musunuz? “Amerikalılara mı, dünyanın geri kalanına mı?” diye soracak olsanız, öyle hemen verebileceğim bir cevap da yok. Onlar orada öksurseler, biz burada zatürree oluruz. Elhak, bu doğrudur. “AMASI, onlar da bu dünyanın turistleri oluyorlar iste. Yedi iklim dört bucak turist gibi gezinmek, efendim, tarihi, kültürleri, sanalı, edebiyatı, müziği, inançları, dinleri, ideolojileri, hatta savaştan, soykırımları, BM toplantılarını turist gibi turlamak, gördükle’ rini hediyelik öteberiye dönüştürüp tüketmek için varlar.
Turist gibi yasamaktan muradımı anlıyorsun; yatağını toplamadıgın, sofrayı kaldırmadığın, çöpü dökmediğin bir yaşam tarzı. Nasıl bir ışıkta, hangi açıyla gördüysen artık, gözünün değdiği an ile yetindiğin, ne şehrin, ne binanın, ne olayın, ne de ev sahibinin gerçeğinin sende yer bulabildiği, halklahayatının arasına mesela koymuşluk hali. Hediyelik öteberi dediğim de Fas’tan bir deve çanı, Moskova’dan McLenin’s tisörtleri (McDonald’s promosyonunda kullanmışlardı, hatırlıyorsun değil mi?) ya da Kamboçya’dan bir evlatlık değil. Bunlar da var. Benim bahsettiğim öteberi, iyi paketlenmiş sakil duygusallıklar ki. Amerikalıların masum bir kültürün iyi yürekli çocukları oldukları şeklindeki öz izlenimlerini zedelemeden idame ettirmelerini mümkün kılar.
Elvis Presley’i America the Beautiful’u söylerken dinledin mi hiç? Ya Ray Charles’ı? Sonsuz bir gökyüzü, amber rengi tahıl denizleri, meyve yüklü ovalarından yükselen nıajestik mor dağlan ile güzeller güzeli bir ülke terennüm ederler.1 Allah’ın nimetlerini bir ucundan diğer ucuna boca ettiği, inayetini kardeşlikle taçlandırdığı bir ülke; a mart usque ad mart, denizden denize. İncil’in2 “Denizden denize kadar ve ırmaktan yerin uçlarına kadar saltanat sürsün.” şeklinde bir ayeti vardır ya. ondan mülhem. Saltanatım sürdürmesi islenen de Hz. İsa. pek tabii
Anriıem’i milli marş diye çevirir geçeriz, ama öyle değil. Aslında bir ilahidir: şükran ve sevinç ilahisi. America ıhe Bcantijul’u yazan Kalherine Lee Bates isimli bir edebiyat okutmanı. 1893’te, Colorado’nun nefes kesen güzellikteki dağlarını gördükten sonra kaleme almış. Laf sokuşturmak gibi bir niyetim yok, inan. Kadıncağızın babasının bir papaz, kendisinin Wellesley Kız ilahiyat Yüksekokulundan (şimdilerde dünyanın sayılı kız üniversitelerinden olduğuna bakma, o zamanlar öyleydi) mezun bir spinster olduğunu kaydetmekten muradım. Amtrican Dream denilen fenomenin temelindeki “tanrısal lüıfa* işaret etmek. Mamafih, fenomen kelimesi de bir yanıyla yanlış, çünkü Amerikan Rüyası bir olgudan çok, inançlar, varsayımlar. davranış biçimlerinden oluşan bir paket hüviyetindedir. insanın dilediği gibi yaşadığı, (ki, life siyle seçme özgürlüğü dedikleri bu) kişisel hedeflerinin lopluma ters düşmediği, bolluğa ulaşmanın bir niyeı meselesinden ibaret olduğu (bu da equat opportunity başlığı altında yer alır) şeklindeki kırılgan, ama özenle ambalajlanmış ve her dünyalının görebileceği bir rüya. Nitekim, yeşil kart taliplileri bu rüyanın peşinden koşarlarken, Amerika doğumlular uyandırılmaktan korkarlar. Ülkenin teknoloji, bilim, sanat, siz sayın artık, alanlarındaki emsalsiz basanlarına elbette paha biçilemez ama “…katkılarımız bunlardan ibaret olsaydı, Amerika insanlığa ne ayrıcalıklı ne de emsalsiz bir hediye sunmuş olurdu,” der, tarihçi James Truskow Adams,3 “Lakin, American Dream var. Herkesin yetenek ya da becerilerini daha iyi, daha zengin ve daha doyurucu bir yaşama tahvil edebileceği bir rüya lilfee.”
Daha ne olsun, değil mi?
1900’lerin başında Palermo’da yedi çocuklu ailesini portakal toplayarak geçindirmeye çalışan Bisacquino’lu bir gariban Salvatore Capra olsan, senin de rüyalarını süslemez miydi? Hele de, bahçesinde çalıştığın Vito Andolitıi sonradan Mario Puzo’nun The Codfalher romanına ve Coppola’mn aynı isimli filmine konu olacak olan Don Corleone ise. karının merdivenlerini sildiği malikânesine Sicilya’nın önde gelen politikacılarının biri girip ötekisi çıkıyorduysa. mafyanın iki lafından biri “Amerika’ya açılmak?” idiyse, şansını denemez miydin?
Capra’lar denemişler. (Yeri gelmişken, sonradan Godfather üçlüsünde MUhael Corleone’yi oynayacak olan hemşerileri Al Pacino da denemiş.) 1897 doğumlu Francesco Rosario Capra, gemide nasıl perişan olduklarını hiç unutmamış: “Havalandırma yoktu, leş gibi kokuyordu. Bir insan bir yolculukta ancak bu kadar algılanabilirdi! Korkunçtu, korkunç! Fırtına hiç durmadı, yağmur bardaktan boşanırcasına hep yağdı, Atlantik’in dev dalgaları sırılsıklam etti. Herkes kusuyordu. Tan nm, hem de nasıl kusuyorlardı! Ve o zavallı çocuklar! Çocuklar, New York’a varıncaya kadar durmadan ağladılar!”
Neyse ki, sayılı günler çabuk geçiyor. On üç gün kadar sonra New York’talar. Oradan trenle Los Angeles’a geçiyorlar.
1903’te, 103 bin nüfuslu, Silivri’den biraz küçük bir liman şehri Los Angeles. Küçük ama Negro’lar, Chinfc’ler. Cholo’lar. Jap’ler hep orada.” Günümüzde şehir merkezinin kuzeybatısında yer alan Hollywood Hills (ki, Santa Monica sıra daglanmn devamıdır) o günlerde zengin narenciye bahçelerinin olduğu fevkalade münbit bir bölge. Yan tropik. Amber renkli tahıldan incire, muzdan ananasa hemen her şey yetişiyor. 1883’te New York doğumlu bir toprak zengini, Wilcox, gelmiş buradan arazi almış. “Hollywoodland” ismini de araziyi çok beğenen Bayan Wilcox koymuş. Capra’ların geldikleri yıl, Hollywoodland, Los Angeles’e dahil ediliyor, çünkü kent susuz ve Hollywoodland’in yaslandığı Santa Monica dağlarından sular fışkırıyor.
Birkaç yıl sonra bölgede aynı isimli bir uydu şehir inşa etmeye koyulmuşlar. “Makul fiyatlı yazlıklar” diye reklam edilen villalar ABD’nin iç eyaletlerinde yaşayan zenginlere peynir ekmek gibi satılmış. Bunun üzerine inşaat firması Hollywoodland tepelerine o hep gördüğümüz rüküş “Hollywood” yazısını monte etmiş: 4 bin ampulün aydınlattığı 15 metre boyunda harflerle! Genç Capra, bu yazıdan etkilendi miydi bilinmez, çünkü ampullerin bir kısmı neredeyse hemen yanmış, pek çoğu da çalınmış, yenilerini de takmamışlar. Yıllar sonra, 1946’da, yazıyı yeniden ama bu defa “land” kısmını atıp tekrar yazmışlar, olmuş Hollywoood. En son 1978’de harfleri paslanmaz çelikle kaplamışlar. O gün bu gün şehrin alametifarikası olarak duruyor.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıHollywood'u Kapattığım Gün Amerikalılara Çok Büyük İyilik Yaptım!
- Sayfa Sayısı370
- YazarAlev Alatlı
- ISBN9752896000
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviEverest Yayınları / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Soğuk – Bir Soyutlama ~ Thomas Bernhard
Soğuk – Bir Soyutlama
Thomas Bernhard
Thomas Bernhard hayatının en karanlık, en kısıtlayıcı ve kurucu dönemlerine tanık etmeye devam ediyor okuru. İkinci Dünya Savaşı sonrasının baskıcı ve boğucu atmosferinde verem gibi...
- Aşkım Başımdan Aşkın ~ Funda Bilgili
Aşkım Başımdan Aşkın
Funda Bilgili
Hangi kışın karını Haziran’a sakladın? Hangi beyazlıkla yüreğini akladın? Ben veremezken seninle yaşananların hesabını kendime, sen kendini kendi gözünde nasıl bağışladın? Zamanın sihirli silgisini...
- Ateş Hattında Harf Müfrezeleri / Otel Gören Defterler 5 ~ Nuri Pakdil
Ateş Hattında Harf Müfrezeleri / Otel Gören Defterler 5
Nuri Pakdil
“Yeryüzünde bir damla alınterinden daha güçlü silah yoktur” diyen Pakdil’in İslam coğrafyasında olanları adım adım takip eder; Ahmet Bin Bella’dan İmam Humeyni’ye pek çok...