Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aşk-ı Vatan
Aşk-ı Vatan

Aşk-ı Vatan

Zafer Hanım

Aşk-ı Vatan, İspanya´da yetişmiş ve daha sonra talihinin kötü bir cilvesiyle cariye olarak İstanbul´a, Laz Ahmet Paşa´nın yanına gelmiş Gülbeyaz´ın hikâyesini romansı bir dille…

Aşk-ı Vatan, İspanya´da yetişmiş ve daha sonra talihinin kötü bir cilvesiyle cariye olarak İstanbul´a, Laz Ahmet Paşa´nın yanına gelmiş Gülbeyaz´ın hikâyesini romansı bir dille anlatan bir klasiktir. Eser zamanında hem konusu hem de edebî üslubunun ustalığı nedeniyle döneminde kadınlar tarafından beklenenden daha fazla ilgi görmüş bir kitaptır. Arka kapakta Sibel Eraslan kitabı ve Zafer Hanım´ı şu şekilde tanımlamaktadır. “Gerçi Zafer Hanım´ın bugün “roman”dır dediğimiz eserine Mehmet Zihni Efendi bir yerde “güzel bir hikâyenin tasviri”, bir diğer yerde “tercüme-i nakl”, yine başa bir yerde ise “güzel bir risale” ifadesini kullanmaktadır. Bugün dahi eserin bir tercüme olup olmadığı tartışılıyor. Bir kısmı İspanya´da diğer kısmı İstanbul´da geçen öykünün aslen bir diplomat eşi olan Zafer Hanım´ın dış ülkelerdeki izlenimleri olabileceği gibi eski cariyelerden Refia Hanım´dan dinledikleri üzerine naklen kurguladığı bir hikâye de olabileceği kesinlik kazanmış değil Ama Zihni Efendi´nin yazdığına göre; o zamanki kadın okuyucular, “beklenenden çok daha fazla alaka” göstermişlerdir bu “edebi letafeti ve zarif halaveti” yüksek esere Zihni Efendi´nin iltifatkar gibi duran bu vurgusunda; aslen eseri, taife-i nisa´nın bir kitabı olarak görme yatkınlığını da hemen hissedebilirsiniz”

ZAFER HANIM’IN ROMANI:

“Aşk-ı Vatan”

Yazı ve harfler; ne kadar alçakgönüllü ve samimi bir dürtü eşliğinde kaleme alınırsa alınsın, dünyada iz bırakıcı bir gücü barındırır…

Niçin yazarız?

Şeyh Ebu’l Hasan Harakani bir gün müritlerine sordu: “Kainatta en iyi şey nedir?” Cevap verdiler: “Ey şeyh bunu siz buyurunuz”… Şeyh dedi ki: “Öyle bir gönüldür ki, içinde daima sevgilinin hatırası yaşıya…” Molla Camii’nin“Baharistan”ından bu alıntının hemen ardından Plinius’un “Doğa Tarihi” adlı eserinden başka bir paragrafa geçmek istiyorum:

“Plastik sanatı ilk kez Sikyonlu bir çömlekçi olan Butades, kil portre modellemede kullandığı topraktan Korinthos’da icat etti. O bunu; genç bir adama aşık olan kızı yüzünden yapmıştı. Kızının aşık olduğu adam uzaklara giderken, kız lambadan duvara vuran yüzün gölgesini konturlarla belirleyip resmet-mişti. Babası da bu resmi, kil üzerine bastı ve diğer çömleklerle birlikte ateşte pişirerek bir rölyef yaptı. Denir ki bu suret, perilerin mabedinde korunur”…

Gölgeden kontura, konturdan çizgiye, resme ve oradan da harfe ve yazıya intikal edişimizin özündeki “hatıra” bilgisini kaydetmesi açısından, biri Doğu’yu diğeri ise Batı’yı rasat eden bu iki düşünür, harflerin macerasını “hatırlamak” üzerinden başlatmışlar.

Hatırlamak ve hatırlanmak; gün yüzüne çıkmak gibi bir bedeli de içerdiğinden olsa gerek, dış dünyada iz bırakıcı-lık meşguliyeti, çoğu kez müzekker bir gücü, bir kariyer anlamını da barındırır. Müennes olan ise; setreyi, örtüyü, gizemi ve sırrı işaret ederken, daha çok batına, içbükey bir sükunete yönlendirilir. Bu bağlamda; Yazı, Resim, Heykel ve Mimari gibi dış dünyayı tanzim edecek zahiri geometri; eril ve dışbükey bir merceğin yönetimindedir.

Böylece kadim bir taksimat gerçekleşir; söz kadına, yazı ise erkeğe teslim edilir. Biri ocak perisi, diğeri avcı miti üzerinden yürüyegelmiş gezegenin, en eski iki akarsuyu gibidir söz ve yazı.

1900’lerde önce erkek adlarını kullanarak, hemen ar-dındansa isimlerinin baş harfiyle paraf atmak üzere, aslen erkek işi olarak bilinen yazı macerasına atılabilmiş büyükannelerimizin hikayesine dönecek olursak. Karşımıza bir milad olarak çıkacak isim; Zafer Hanım ve 1878 yılında kaleme aldığı romanı; Aşk-ı Vatan’dır. “Müennesin zuhuratı” kabilinden ele alınacak tartışmalarla aslına bakarsanız, neşeli bir mevzudur Aşk-ı Vatan.

Mehmet Zihni Efendi’nin Meşahurinnisa adlı eserinin “zı” harfi başlığında birinci cilt son sayfasında zikrettiğine göre; “Aşk-ı Vatan” Zafer Hanım tarafından kaleme alınmış, kadınlar tarihimizin ilk romanı olma vasfını haizdir. Fuad Paşa ailesinden olan Zafer Hanım, Kapılı Kabuli Paşa’nın eşi olup, Zihni Efendi’nin de çağdaşıdır. Zihni Efendi’nin sitayiş ve tebriklerle takdim ettiğine göre; Aşk-ı Vatan hicri 1295 yılı (miladi 1878) Rebi ül Ahir ayı başlarında Evrak-ı Havadis tarafından ediplere sunulmuştur.

Zafer Hanım, eserinin önsözünde “İfade-i Hal’ başlığı altında bizzat kendisinin ifade ettiğine göre; vatanperver bir hanımdır, hatta o dönemde vukubulan harplere bizzat katılamamaktan, “silah tutmaktan mahrum, aciz bir kadın”olmaklığından şikayet etmektedir… İşte bu kitabı, bilfiil katılamadığı vatan müdafasına, mütevazi bir “hediyecik” olarak kaleme almıştır Zafer Hanım.

İfade-i Hal’den de anlaşılacağı üzere 93 harbi, Osmanlı-Rus cephesinde tüm şiddetiyle sürerken, nisa taifesinden Zehra Hanım’ın kendi ismiyle imzalayarak neşrettiği bu ilk roman, aslında yüksek bir ideale de hizmet etmektedir: Vatan Sevgisi. Kadının dış dünyaya iz bırakırken bağlantısını kurduğu yüksek ideal, dava ya da ülkü gibi aşkın kavramlar, onun alışılmışın aksine, sözden yazıya çıkışının ve ismini imzalayabilmesi hakkının da önünü açmaktadır bir nevi.

Gerçi Zafer Hanım’ın bugün “roman”dır dediğimiz eserine Mehmet Zihni Efendi bir yerde “güzel bir hikayenin tasviri”, bir diğer yerde “tercüme-i nakl”, yine başa bir yerde ise “güzel bir risale” ifadesini kullanmaktadır. Bugün dahi eserin bir tercüme olup olmadığı tartışılıyor. Bir kısmı İspanya’da diğer kısmı İstanbul’da geçen öykünün aslen bir diplomat eşi olan Zafer Hanım’ın dış ülkelerdeki izlenimleri olabileceği gibi eski cariyelerden Refia Hanım’dan dinledikleri üzerine naklen kurguladığı bir hikaye de olabileceği kesinlik kazanmış değil… Ama Zihni Efendi’nin yazdığına göre; o zamanki kadın okuyucular, “beklenenden çok daha fazla alaka” göstermişlerdir bu “edebi letafeti ve zarif hala-veti” yüksek esere. Zihni Efendi’nin iltifatkar gibi duran bu vurgusunda; aslen eseri, taife-i nisa’nın bir kitabı olarak görme yatkınlığını da hemen hissedebilirsiniz.

Asıl trajik tartışma ise; eseri Zafer Hanım’ın değil de, aslında bir erkeğin kaleme almış olduğu ile ilgili. Bu konuyu edebiyat tarihçilerine bırakarak şu soruyu sormadan da geçemiyoruz: Niçin erkeklerin imzaladığı romanlar hakkında böylesi bir tartışma yokken, bir kadının roman yazmış olması meselesi, bizi bu kadar şaşırtmaktadır?

Zafer Hanım, henüz hayatta ve toplumsal anlamda onurlu bir mevkiye sahipken, ismini niçin başkalarına kullandır-tacaktır? Mehmet Zihni Efendi, kendisini niçin Meşhur Kadınlar Ansiklopedisi’nde zikredecektir ki, niçin? Hem sonra romanda da bahsi geçen Laz Ahmet Paşa, Amiral Nelson, Lord Hamilton gibi şahsiyetler, hem Zafer Hanım’ın hem de eşi Kabuli Paşa’nın gerçek hayatta da bildiği şahsiyetlerdir.

Kaldı ki Zafer Hanım’ı ve kitabını görmezden gelsek bile, Fatma Aliye Hanım ve eserleri zaten kapıda bekleyip durmaktadır. Sözgelimi; Fatma Aliye Hanım’ın eserlerini salt roman olmaktan çıkaran çok önemli bir özellik, dönemin yaşayış tarzına ettiği tanıklık ve eserlerindeki belgesel niteliktir.

Zafer Hanım’ın eserinde de benzer bir yöntemle “Hikaye-i Sergüzeşt” adlı birinci kısımda yazarın kişisel duruşu ve genel anlamıyla dünyaya ve dışa dair izlenimleri kaleme alınmıştır. İkinci bölüm olan “Kısmi Sani”de ise, hikaye kurgusu içersinde vatan’dan çok, ayrılık temasının vurgulandığı, Doğu-Batı karşılaşmasının kişisellikler üzerinden gerçekleştiği bir zemine ayak basarız. Zafer Hanım’ı takiben, Fatma Aliye Hanım da benzer bir yolu tercih edecektir. Kişilerin hikayeleri üzerinden, arka planda dönemin gerçeklerine temas eden belgeselci bir yöntemdir bu.

Biz burada ilk kadın romancı kimdi veya Zafer Hanım değil de başka bir erkek mi yazmıştı bu romanı tartışmasına girmiyoruz. Edebiyat tarihimize güzel eserler bırakmış herkesi rahmetle anıyoruz. Ama sadece bu tartışma bile kadın olarak yazmanın zorluğunu ortaya koyacak cüssededir.

Zafer Hanım’ın ilk bölümdeki giriş cümlesi, ne kadar ulvi sebeplere dayandırılırsa dayandırılsın imza atarak yazmanın, en alt ve derin diplerimizde gezen benliğimizin, iz ve hatıra bırakma kaygısıyla nasıl da ilişikli olduğunu gösterecek mahiyettedir: “. alınyazımın gereği ömrümün yarısını yalnız geçirmiş ve yine tek başına kalmış olan ben!”.

Sanata karşı isimsiz, “la edri” ve meccani bir duruştan, “ben” deyip altını imzalayan kadınlara gelinceye kadar nasıl yaşamışlardır kadınlar? Kadınların sessiz ve sırlı dünyasının eski harflerini hala çözebilmiş değiliz.

İstanbul, Sibel Eraslan

Hazırlayanın Önsözü

Aşk-ı Vatan, 1878 tarihinin Rebiülahir (Nisan/Mayıs) ayında Zafer Hanım tarafından yazılmıştır. Daha sonrasında gazeteler vasıtasıyla edebiyat meraklılarına sunulmuştur. Eserin en önemli vasfı Türk edebiyatında bir kadın tarafından yazılmış ilk roman olmasıdır. Her ne kadar ilk kadın yazar olarak Fatma Aliye Hanım bilinse de, aslında bu meşhuriyet, romanlarının çokluğundan ve Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olmasından kaynaklanmaktadır.

Zafer Hanım hakkında en detaylı bilgi, Mustafa Zihni Efendinin Meşâhiru’n-Nisa adlı, zamanın meşhur kadınlarının biyografilerinin bulunduğu kitabındadır. Zafer Hanım’ın çağdaşı olan Mustafa Zihni Efendi eserinde, onun Fuat Paşa ailesinden geldiğini ve Kabulî Paşa’nın eşi olduğunu yazmaktadır. Bu eserini de eşi vefat ettikten iki yıl sonra yayımlamıştır. Eşinin elçiliği nedeniye birçok ecnebi memleket gezmiş olan Zafer Hanım’ın bu seyahatlerden esinlenerek romanını yazmış olabileceği imkan dahilindedir.

Aşk-ı Vatan, İspanya’da yetişmiş ve daha sonra talihinin kötü bir cilvesiyle cariye olarak İstanbul’a, Laz Ahmet Paşa’nın yanına gelmiş Gülbeyaz’ın, başlangıcından sonuna kadar vatan hasreti kokan hikayesini güzel bir dille anlatmaktadır. Eser zamanında hem konusu hem de edebî uslu-bunun letafeti hasebiyle kadınlarımız tarafından beklenenden daha fazla ilgi görmüştür.

Zeynep Berktaş

İfade-i Hâl [Önsöz]

Şu aralık vatan ve milletimizin aleyhine olarak zuhur eden [meydana çıkan] seylâb-ı belânın [belâ selinin] önüne bir sed hâil olmak [set çekmek] ve bu uğurda feda-yı can [canını feda] etmek fikr-i mukaddesiyle [mukaddes fikriyle] mâder-i vatanın [anavatanın] âgûş-ı şefkatinde [şefkat kucağında] terbiye edip bugün için yetiştirmiş olduğu genç ve pîr [yaşlı] evlâdının her taraftan sular gibi akıp gidişi, vatanıma mahsus olan kalbimdeki hissiyâtı [duyguları] fevkalâde bir derecede galeyana getirmişti [coşturmuştu] ki, hemen mâşiyen [yürüyerek] kendimi meydan-ı ma’rekeye [savaş meydanına] atmayı ve o vatan kardeşleriyle birlikte can vermeyi gönlümde iyice kurmuş idim.

Hayfâ, hayfâ ki [yazık, yazık ki] ben silah tutmak şerefinden mahrum bir âcize bulunmuşum [zavallı]. Benâberin [bununla beraber] hâsıl olan [ortaya çıkan] teessürden [üzüntüden] kendimi kaybedercesine bir yeis [ümitsizlik] ve keder içinde kaldım.

İşte bir taraftan şu meyusiyet [ümitsizlik], diğer taraftan vatanıma olan hubb u gayret [sevgi ve gayret] nihayet kendime bedel o şüc‘ân-ı vatana [vatan yiğitlerine] mûrâne [karınca misali] bir hediyecik tedarik etmek arzusuyla şu varakpâreyi [kâğıt parçasını] tesvîde [karalamaya] cesaret verdi.

Artık benim gibi hüner ve maariften [bilgiden] bî-behre [yoksun], âcize [güçsüz] bir kadının karaladığı kâğıt serâpâ [baştan aşağı] bin türlü hata ile âlûde [dolu] olacağı belli bir şey ise de, umarım ki erbâb-ı kalem [yazarlar] sırf hissiyât-ı vatan icbârıyla [vatana karşı hissedilen duyguların zoruyla] olmuş bir cüreti öyle bir edîb-i kâmil [iyi bir edebiyatçı] eseri gibi hadde-i tedkike çekmeyip [dikkatle incelemeyip], kusurlarımı âcizeliğime [güçsüzlüğüme] bağışlayarak vücud-ı hümayûnları [kutlu varlığı] mahzâ [tam olarak] mülk ü milletimizin hayat ve bekasına [devamlılığına] sebep olmuş olan velinimetimiz Padişah-ı maarif-iktinâh [kültürün önemine vâkıf olan Padişah] Efendimiz Hazretleri’nin asr-ı hümayûnlarında [kutlu zamanlarında] görmekte olduğumuz bunca âsâr-ı edîbe [edebiyat eserleri] arasına sokuşturuverilir ve şu eserciğimi beyit makamında tutarak ve hâsıl olacak [kazanılacak] akçenin tamamen ve kâmilen [eksiksiz olarak] asâkir-i şâhâne [Padişah’ın askerleri] muâvenetine [yardımına] takdim olacağını [sunulacağını] bilerek, gayretli vatandaşlarımın hamiyet-i müşfikanelerine [şefkatli millî onur ve haysiyetlerine] arz ederim.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Aşk Seni Affettim ~ Sertap YarAşk Seni Affettim

    Aşk Seni Affettim

    Sertap Yar

    Şimdi, büyüdüğüm evi size anlatmak ve anlatırken de yeniden mutlu olmak için sabırsızlanıyorum. Topkapı Maltepe’sinde; bahçesinde erik, incir ve ceviz ağaçlarının olduğu, yeşilliklerle süslenmiş...

  2. Kayıp Gezegen 2. Dünya ~ Yahya TürkeliKayıp Gezegen 2. Dünya

    Kayıp Gezegen 2. Dünya

    Yahya Türkeli

    Zihnin sınırlarını zorlayan evrenin sonsuzluğu, büyük patlama sonrası oluşan galaksiler ve galaksilerin etrafını saran gezegenler ve bu gezegenler arasında yer alan 2.Dünya’ya yapılan yolculuk,...

  3. Kuma Daireler Çizen ~ Ayşegül DevecioğluKuma Daireler Çizen

    Kuma Daireler Çizen

    Ayşegül Devecioğlu

    Köpek ne olup bittiğini anlamaktan vazgeçmiş gibi, salınarak kahvenin önünden ayrılıp arabaların arasından geçerek yandaki sokağa yöneldi. Telefon o sırada çalmış olmalıydı. Sarı, ıslak...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur