1915 Olayları ve Ermeni Meselesine Yeni Bir Bakış.. İttihat ve Terakki’nin Ermeni Meselesi’ndeki rolü neydi? Batı neden Balkanlar ve Kafkaslardaki Müslüman kıyımına sessiz kaldı? Batılı ve Rus hükümetler Ermenilere ne gibi sözler verdiler? Soykırım iddiasında bulunurken ortaya konan hangi belgeler sonradan hazırlandı ve hala “gerçek” kabul ediliyor? Soykırım konusunda ABDnin önde gelen akademisyenlerinden biri olan Prof. Dr. Guenter Lewy’nin Ermeni lobisinin yayınlanmasına engel olmaya çalıştığı, yayınlandığında büyük tartışmalara yankı uyandıran, hakkında davalar açılan kitabı artık Türkçe’de…
İÇİNDEKİLER
GUENTER LEWY VE KİTABI ……………………………….. 9
ÖNSÖZ…………………………………………………………….15
I. KISIM TARİHSEL ŞARTLAR
1. BÖLÜM
19. YÜZYIL OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA ERMENİLER………………………………………………………25
2. BÖLÜM
ERMENİ DEVRİMCİ HAREKETİ……………………………34
3. BÖLÜM
1894-1896 KATLİAMLARI …………………………………..47
4. BÖLÜM
JÖN TÜRKLERİN İKTİDARA GELİŞİ………………………62
II. KISIM
BİRBİRİNE MUHALİF İKİ TARİHYAZIMI
5. BÖLÜM
ERMENİ İDDİALARI (1):
SOYKIRIMSAL TASARI………………………………………..79
6. BÖLÜM
ERMENİ İDDİALARI (2):
SOYKIRIMIN UYGULANMASI……………………………..107
7. BÖLÜM
TÜRKİYE’NİN TEZLERİ……………………………………..148
III. KISIM TARİHİN YENİDEN İNŞASI: BİLDİKLERİMİZ VE BİLMEDİKLERİMİZ
8. BÖLÜM
KAYNAKLAR……………………………………………………213
9. BÖLÜM
TEHCİR KARARI………………………………………………243
10. BÖLÜM
TEHCİR SÜRECİ………………………………………………260
11. BÖLÜM
YENİDEN İSKÂN ……………………………………………..330
12. BÖLÜM
KATLİAMLARIN FAİLLERİ KİMLERDİ?………………..346
13. BÖLÜM
KURBAN SAYISI……………………………………………….363
IV. KISIM ANLAŞMAZLIĞIN SON DURUMU
14. BÖLÜM
SONUÇ: TAAMMÜT MESELESİ…………………………..379
SON SÖZ
TARİHİN SİYASALLAŞMASI………………………………..396
ALINTILANAN KAYNAKLAR………………………………417
İNDEKS…………………………………………………………..449
“Ermeni meselesi konusunda şimdiye kadar yazılmış en tarafsız, gerçekleri olduğu gibi aksettiren önemli bir kitap ama Batı’da bu kitaptan kimse söz etmiyor.”
Kemal H. Karpat
“Osmanlı Ermenilerine ne oldu? sorusu etrafındaki tartışmaların bundan böyle Lewy’nin kitabını dikkate almaksızın sürdürülebileceğini sanmıyorum. Umarım kitap en kısa zamanda Türkçeye çevrilir ve ilgilenen herkesin yararlanması mümkün olur.”
Şahin Alpay
“Çok mühim bir kitap, zira birçoklarının Ermeni tehcir ve taktili hakkında sahip oldukları tek taraflı görüşlerin düzeltilmesine büyük ihtiyaç duyulmaktadır. 1915’te Osmanlı Ermenilerine gerçekte ne olduğu meselesiyle ilgilenen herkesin bu kitabı okumasını şiddetle tavsiye ediyoruz.”
Middle East Journal
“Bu tarihî olayı titizlik ve nesnellikle yeniden ele alan bu çalışma, sevindirici bir katkıdır. Lewy’nin kitabının, Ortadoğu tarihi ve siyaseti konusunda çalışan öğrenciler için okunması zorunlu bir eser sayılmaya başlaması kuvvetle muhtemeldir.”
Insight Turkey
“Nihayet, 1915-1916’da Doğu Anadolu’daki Ermeni nüfusun tehcir edilmesi ile ilgili, her iki tarafın raporlarını inceleyen, dikkatli bir biçimde dengelenmiş, dürüst ve adil bir çalışma yapıldı.”
Middle East Policy
GUENTER LEWY VE KİTABI
1923 yılında Almanya’da doğdu. Nazilerin ülkeyi hakimiyetleri altına aldığı yıllarda yaşı çok küçüktü. 1939 yılında, baskılara dayanamayan ailesi ile birlikte, o zamanlar İngiltere kontrolünde olan Filistin’e göç etti. Daha sonra da ABD’ye yerleşti. İkinci Dünya Savaşı’nın en acı sonuçlarından biri olan Yahudi Soykırımı’nda akrabalarını, en yakını olarak amcalarını kaybetmişti.
Columbia Üniversitesi, Smith Koleji ve Massachusetts Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Akademik hayata adımını atarken, kendi tabiriyle ‘arkasında bıraktığı acı anılar onu tarihin, tarihçiliğin kucağına itti. Almanya ve İspanya’da o dönemde yaşananlarla ilgili kitaplara, onlarca bilimsel araştırma ve makaleye imza attı. Vietnam Savaşı, Amerika Birleşik Devletleri Tarihinde Komünizm ve Nazi Almanyası gibi birçok değişik konuda kitaplar yazdı. Tarih alanında ABD’nin önde gelen, değer verilen akademisyenlerinden biriydi.
2005 yılına kadar…
Prof. Dr. Guenter Lewy üzerinde yıllardır tartışılan, birçok ülkede siyasi malzeme haline gelen 1915 Olayları’nı arşivlerde çalışmaya başladı. İddiaların temelini oluşturan dokümanları arşivlerdeki belgelerle karşılaştırarak sonuca gitmek istiyordu. İngiliz, Alman ve Amerikan arşivlerinde yaptığı araştırmalarsonucunda elde ettiği verileri ilk olarak ABD’de yayımlanan Middle East
Quarterly dergisinin Sonbahar 2005 sayısında yer alan “Revisiting the Armenian Genocide/Ermeni Soykırımı’nın Yeniden İncelenmesi” başlıklı makalesinde ele aldı.
Özetle soykırım iddialarına temel oluşturan üç olgunun, İstanbul’da 1919-1920 yıllarında askerî mahkemelerde yapılan yargılamalar, “Teşkilat-ı Mahsusa” kuruluşuna ilişkin araştırmalar ve Aram Andonyan tarafından 1920’de yayımlanan “Ermeni Katliamına İlişkin Resmî Türk Belgeleri” başlıklı kitapta yer alan Talat Paşa’ya atfedilen şifre-telgraflar olduğunu belirten Prof. Dr. Lewy, makalesinde “Birinci Dünya Savaşı sırasındaki ölümleri soykırım olarak nitelendiren Ermeni iddialarına temel oluşturan bu üç dayanak da Jön Türk rejiminin ölümleri kasten planladığı yönündeki suçlamaları kanıtlamakta başarısız kalıyor. Önceden planlı bir yok etme politikasına işaret eden diğer dayanaklar da daha ileri gidemiyor” dedi.
Aynı yıl içinde makalelerinde özünü verdiği bilgi ve belgeleri daha detaylı bir şekilde elinizdeki kitapta kaleme alan (The Uni-versity of Utah Press, Editor: M. Hakan Yavuz, 2005) Lewy, kısa zaman içerisinde ABD’de birtakım hakaretlere maruz kaldı.
Southern Poverty Law Center (SPLC) adlı medeni haklar savunucusu kuruluş, resmî yayın organı Intelligence Report dergisinde, görüşlerinden dolayı Lewy’i “Türk ajanı”, “soykırım inkarcısı” olmakla suçlamakla kalmadı, T ürkiye Hükümeti’nden para alarak Ermeni meselesi üzerine kafa karıştırıcı bilgiler sunduğuna dair iddialar da ortaya attı.
Hakkında söylenen hakaretamiz ifadelere önceden “çok aldırış etmemesine” rağmen, SPLC’nin “Türk ajanı” suçlaması üzerine “artık çizginin aşıldığını” hissederek tazminat davası açan Lewy, “hukukun üstünlüğü ve hoşgörüsüzlükle mücadele gibi konulardaki katkılarından dolayı SPLC’yi dava etmekten mutlu olmadığını, ancak itibarını korumak için başka çaresinin kalmadığını” medyaya açıkladı. Bu tür suçlamaların, 1915 Olayları konusunda ABD ve diğer bazı ülkelerdeki “gözdağı ikliminin” parçası olduğunu ve konuyu en ufak şekilde sorgulayanların bile “soykırım inkarcısı” gibi suçlamalara maruz kaldığını anlatan Lewy, “Yabancı bir ülkenin ajanı olduğu suçlamasıyla karşılaşmadan, belli sağduyu içinde fikirleri ifade edebilmek mümkün olmalı” diyerek meselenin ehemmiyetine vurgu yaptı.
Ve 2010’un Ekim ayında SPLC geri adım atarak Guenter Lewy’den özür diledi. Sitesinde yayınladığı özür açıklamasında, “Profesör Lewy’nin ilmini yanlış anladığını, onun Türk Devleti tarafından finanse edilen bir ağın parçası olduğu iddiasında ve 1915 Olayları’yla ilgili Ermeni iddialarına karşı çıkan tüm akademisyenlerin Türk hükümetinden maddi yardım aldığını düşünmekte hatalı olduğunu” kabul etti.5
Yayınevi olarak Türkçeye kazandırdığımız kitabın maceralı hikayesi bu şekilde…
Guenter Lewy’nin bu kapsamlı çalışmasının, Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihini veya bu ilişkilere damgasını vuran güncel sorunların kökenini öğrenmek isteyen kişiler ve özellikle öğrenci ve araştırmacılar için mühim bir referans kitabı olabileceğini söylemek herhalde abartılı bir ifade değildir. 1915-1916 Olayları hakkında hiçbir fikri olmayan bir kişi, bu kitabı okuduğunda, hem konuya dair temel bilgiler alarak açlığını doyurabilecek, hem de araştırmaya nasıl ve hangi kaynaklar ile devam edebileceğine dair bir yol çizebilecektir.
Bu kitap, neredeyse bir asır evvel gerçekleşmiş trajik olaylar zincirinin ardından giderek derinleşmiş olan uçurumun her iki tarafındaki (Türk, Ermeni ve Batılı) yazar ve araştırmacıların şimdiye dek yayınladıkları eserlerden birçok açıdan farklı.
İlk olarak yazar, iki tarafı da tarafsız bir hakem gibi eleştirmekte, bunların ileri sürdükleri kaynakları bir dedektif titizliğiyle incelemekte ve bunu yaparken her iki tarafın da duygusal deneyimlerine saygıyla yaklaşmaktadır. Karşılıklı olarak çekilen acıları, yaşanmış travmaları ve duyulan korkuları, tarihsel olaylar üzerinde biçimlendirici etkileri olan olgular olarak ele almayı da ihmal etmemektedir.
O dönemde hâkim olan güvensizlik ortamını ele alırken, tarihsel olayların yaşandıkları dönem içerisinde ve o bağlamda ele alınıp okunmaları gerektiğini belirtmesi, Lewy’nin çalışmasının diğer bir özelliğini çok iyi yansıtmaktadır: Lewy; Almanya, Amerika ve İngiltere gibi devletlerin resmî arşivlerinde ve çeşitli yayınlar üzerinde yaptığı kapsamlı araştırmalardan elde ettiği bulguları bir araya getirerek 1915-1916 yıllarının Osmanlı Devleti’ni -dönemin uluslararası konjonktürü içindeki diğer aktörler ile kurduğu bağlara da değinerek- mümkün olduğunca yeniden inşa etmeyi denemektedir. Bunu yaparken kaynaklarını en şeffaf biçimde ortaya koymayı da ihmal etmemektedir.
Lewy, kitabında, 1915-1916 Olayları’na ilişkin tartışılan temel sorunlardan biri olan terminoloji meselesini, olayların nasıl adlandırılacağı konusunu saf dışı bırakmayı tercih etmiştir. Bunun nedeni ve önemi, kitabın geneline hâkim olan tarafsız tutumda gizlidir.
Tüm bu özellikleri, bu kitabın, bir akademik çalışmanın temel gereksinimlerine sahip olduğunu göstermektedir. Emeritus Profesör Guenter Lewy’nin olayları basit bir dille aktarma ve iki taraftan yükselen seslere de dengeli bir biçimde yer verme konusundaki başarısı ise, onu diğer birçok yazardan ayıran kişisel bir becerisidir. Diğer bir ayırıcı özelliği ise, yaşanan tüm acı olaylara ve derin düşmanlığa rağmen, bu çözümsüzlüğün ve ihtilafın bir gün iki tarafın da fedakârlıkları ve akademisyenlerin tarafsız araştırmaları ile çözülebileceğinden umutlu olmasıdır.
Bu çalışmasının asıl amacının, böyle bir uzlaşmaya katkıda bulunma isteği olduğunu anlamak için, kitabın geneline hâkim olan havayı bir kez solumak yeterlidir: sabit fikirlerden uzak duran, yeni fikir ve delilleri incelemek için daima heves duyan, titizlikle incelemekten, sorular sormaktan asla vazgeçmeyen ve bir yandan da kafa karışıklıklarını gidermeye son derece yardımcı olan bir üslubu vardır. Lewy’nin amacı gerçek olduğu iddiasıyla bir çıkarımını dikte etmek değil, tarihin dikte ettiği kesin gerçeklerin ne olduğunu ortaya çıkarmaktır.
Sonuç olarak yaklaşık bir yüzyıldır tartışılan “1915-16’da ne oldu?” sorusu üzerine konuşulacak çok şey olduğu açık. Umuyoruz ki bu kitap da Türkiye’de araştırmalara yeni bir pencere açacak, ortaya koyduğu bilgi ve belgelerle “tarihin” düzeltilmesine yardımcı olacaktır. Sözü Lewy’nin tarihçilere atıf yaptığı şu alıntıyla bitirelim:
“Tarihi parlamentolar değil, tarihçiler yazacak.”
ABD’de faaliyet gösteren Southern Poverty Law Center’ın Guenter Lewy’le ilgili sitesinde yaptığı tekzip ve özür açıklamasının tam metni
Tekzip ve Özür
Southern Poverty Law Center, Intelligence Report’un 2008 yazında yayınlanan sayısında, Massachusetts Üniversitesi’nde emeritus profesör olan Guenter Lewy’nin, I. Dünya Savaşı’nda yaşanan trajik olayların Ermeni soykırımı teşkil etmediğini savunmak üzere Türkiye Devleti tarafından finanse edilen bir ağın parçası olduğunu bildirmişti.
Şimdi Profesör Lewy’nin ilmini yanlış anladığımızı, onun Türkiye Devleti tarafından finanse edilen bir ağın parçası olduğunu ileri sürmekte ve Ermeni soykırımı söylemine karşı çıkan tüm akademisyenlerin Türkiye Devleti’nden maddi yardım aldığını addetmekte hatalı olduğumuzu kabul ediyoruz. Bu beyanda Profesör Lewy’nin Türkiye Devleti’nden maaş almış veya alıyor olduğu yönündeki iddiamızı geri çekiyoruz.
Elimizdeki bilgilere göre, Profesör Lewy hiçbir zaman Osmanlı Türkiyesi’ndeki Ermeni ölümlerini inkâr etmemiş veya küçümsememiştir; Osmanlı yönetiminin, tarafların her birinde sivillerin yaygın bir şekilde çektikleri acılar ile damgalanmış olan bir çatışmada yaşanan insanlık sefaletine karşı gösterdiği kayıtsızlığı veya savaş döneminde yaptığı, acı sonuçlar doğuran yanlış hesaplamaları da olduğundan küçük göstermeye çalışmamıştır.
Kitabında ve diğer çalışmalarında, elde bulunan tarihsel kayıtların Osmanlı yönetiminin, etnik kökeni, dini veya milleti nedeniyle Ermeni nüfusa karşı -siyasi ve askerî sebeplerle tehcir etmekten farklı olarak-yaptığı kasıtlı bir imha planını kanıtlamadığını savunmaktadır. Bu görüş, Princeton Üniversitesi’nden Profesör Bernard Lewis gibi önde gelen akademisyenler tarafından da benimsenmiştir. Profesör Lewy, yeni arşivsel bilgi hazineleri keşfedildikçe, bu tartışmalı meselenin daha iyi araştırılacağını savunmaktadır.
Yaptığımız hatalardan duyduğumuz derin üzüntüyü belirtir, Profesör Lewy’ye en içten özürlerimizi sunarız.
Southern Poverty Law Center
ÖNSÖZ
Ermenilerin 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak adlandırdıkları, birçok Türk’ün ise cemaatler arası bir çatışma durumu ve I. Dünya Savaşı nedeniyle uygulanmış bir zorunlu göç olarak bahsettiği olaylarla ilgili şimdiye dek çok sayıda eser yazılmıştır. Konu hakkın-daki yazılı eser birikiminin zenginliğine rağmen, bundan yaklaşık 100 yıl evvel gerçekte ne yaşandığına ilişkin süregiden tartışmalar sıcaklığını korumaya devam etmektedir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilere zarar veren bu tarihî tartışma, patlamaya hazır olan bu topraklarda gerilimin iyice artmasına neden olmaktadır. Bu tartışma, Ermeni diasporasının bazı mensuplarının, bulundukları ülke parlamentolarına “Soykırım” olarak tanınması için baskı yapmaları ve Türk devletinin aynen karşılık verme tehdidinde bulunması sonucunda, dünyanın diğer bölgelerinde de düzenli aralıklarla gündeme gelmektedir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu tartışmadaki esas mesele, Ermenilerin yaşadıkları acıların boyutları değil, özel kasıt sorunudur: diğer bir deyişle, I. Dünya Savaşı esnasında meydana gelmiş olan katliamların, Jön Türk rejimi tarafından kasıtlı olarak organize edilmiş olup olmadığıdır. Her iki taraf da, çok sayıda Hıristiyan’ın hayatını kaybettiğini ve Ermeni tehciri esnasında birçok aşırılığın vuku bulduğunu kabul etmektedir. Sonucunda da yüz binlerce erkek, kadın ve çocuk, neredeyse hiçbir açıklama yapılmaksızın evlerini terk etmeye zorlandı. Sayısı tam olarak bilinmeyen büyük bir kısmı, dağlardan ve çöllerden geçerek yaptıkları yürek parçalayıcı yürüyüş sırasında açlık ve hastalıktan öldü veya katledildi. Ne var ki kurbanlar için, özenle planlanmış bir imha planı sonucunda veya yanlış yorumlanan bir tehdide karşı telaşla verilen bir tepki nedeniyle veyahut herhangi bir başka sebeple hayatını kaybetmek arasında bir fark yoktur. Fakat tarihsel bilgilerin doğruluğu ve tabii ki Türk-Ermeni ilişkilerinin geleceği adına, bu soruya cevap verilmesi önemlidir.
İleri derecede kutuplaşmanın yaşandığı bugünkü durum, sıkı sıkıya bağlı kalınan iki farklı tarihyazımı ile nitelenmektedir. Ermeni yorumu, Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin sebepsiz işlediği suçların masum kurbanları olduklarını savunmaktadır. Çok sayıda Batılı akademisyen de bu görüşe katılmaktadır. Türk Devleti ve bazı tarihçiler tarafından ileri sürülen Türk yorumu ise, Ermeni-lerin kitleler hâlinde tehcir edilmesinin, Rusya ve İngiltere’nin desteğiyle hazırlanan büyük çaplı bir Ermeni ayaklanmasına karşı verilmek zorunda kalınan bir cevap olduğunu ve yüksek ölü sayısının -“sözde soykırımın”- açlık ve hastalıklar veya küresel savaş içinde patlak veren bir iç savaş sonucunda ortaya çıktığını savunmaktadır. Her iki taraf, karmaşık bir tarihsel gerçeği basite indirgeyerek ve olayların daha ayrıntılı bir şekilde anlaşılabilmesine yardımcı olabilecek hayati önemdeki delilleri görmezden gelerek, kendi tezini haklı çıkarmaya çalışmaktadır. Her iki tarafın uzman tarihçileri, kaynakların tekrar incelenmesi gerektikçe, eleştirel bir yaklaşım geliştirmeksizin önceki çalışmaları kopyalamaktadırlar. İki taraf da davasında haklı çıkmak ve meseleye ilişkin tüm tartışmaları susturmak için baskıcı taktiklere başvurmaktadır. Türk devleti diplomatik baskı ve tehditler uygulamıştır; Ermeniler ise katliamları “soykırım” olarak adlandırmayan herkesi, Türk devletine yaranmaya çalışmakla suçlamıştır. Tanınmış Ortadoğu araştırmacısı Bernard Lewis, 1994 yılında Fransa’da, soykırım suçlamasını reddettiği için “bir ortak hatıraya çok büyük halel” getirdiği gerekçesiyle dava edilmiş ve yargılanmıştır.
Bu kitapta, tutarlılık testinden geçmeye hazır olan zengin tarihsel delil birikimi konu edilmekte ve birbirine rakip iddiaların doğruluklarının (şimdiye dek kesinleşen bilgiler elverdiğince) sınanması amaçlanmaktadır. Ermeni katliamları konusunda yazmış ve bu iki taraf içerisinden birinin veya diğerinin partizanlığını üstlenen birçoklarının aksine, benim bu kitabı yazarak herhangi bir çıkar elde etmem söz konusu değildir. Amacım ne tehcir ve taktil hakkında yazılmış tek taraflı eserlere bir yenisini eklemek, ne de uzun zamandır şiddetli bir şekilde devam eden tartışmaları kesin bir çözüme kavuşturarak sonlandırmaktır. Önemli Türk belgeleri [I. Dünya Savaşı sırasında] ortadan kaybolduğu için, Türkçe bilen ve eski alfabeyle Türkçe okuyabilen bir kişi bile, meydana gelen olaylarla ilgili kesin bir tarih yazmayı büyük ihtimalle başaramayacaktır. Benim [bu kitabı yazmaktaki] niyetim, bu duygu yüklü konuda politik önyargılara sahip olmayan biri olarak, iki tarihyazımını da eleştirel bir analize tabi tutmaktır. Görüldüğü gibi, iki tarafın yazarları, metinleri kasıtlı bir şekilde yanlış tercüme etmek, önemli belgelerin konuyla alakası olmadığını ileri sürmek veya tarihsel arka planı tümüyle görmezden gelmek gibi kabul edilemez ikna taktiklerine defalarca başvurmuşlardır. “Augias’ın ahırını [uzun ihmaller neticesinde son derece pislenen bir yeri] temizlemeye” benzeyen bu pek de çekici sayılamayacak (ve sonuçları muhtemelen iki tarafı da hoşnut etmeyecek) görevin ardından, söz konusu olayları tarihsel olarak yeniden inşa etmeyi denedim. Bununla amaçladığım, bildiğimiz köklü gerçekleri, henüz bilmediklerimizi ve muhtemelen hiçbir zaman bilemeyeceklerimizi göstermek idi. Umarım, böyle bir girişim, bu talihsiz olayları anlamamıza yardımcı olur ve hatta belki de iki rakip taraf arasında köprüler inşa edilmesine katkıda bulunur.
Türk devleti tarafından olaylarla ilgili belge koleksiyonlarının çevirileri yayınlanmıştır; fakat Batılı kaynakların sundukları malzemeler, tercüme edilmiş ve edilmemiş Türk kayıtlarına kıyasla, sayıca değilse bile önemlilik açısından üstün gelmektedir. Anadolu ve Mezopotamya’daki Amerika, Almanya ve Avusturya konsolosluklarında görev yapan yetkililerin hazırladıkları raporlar saklanmıştır; bunların birçoğunda, kişisel gözlemlere dayalı hatıralar yer almaktadır. Söz konusu trajik olaylara tanık olan Amerikalı, Alman ve İsviçreli misyonerler de ayrıntılı raporlar yazmışlardır. Elimizde, kurtulan Ermenilerin ve torunlarının anılarından meydana gelen geniş bir hatırat yazını bulunmaktadır. Alman Askerî Misyonu’nun Türk ordusunda önemli komuta pozisyonlarında bulunmuş olan çok sayıda üyesi de hatıralarını yayınlamıştır. Bu bilgilendirici kaynakların okurların hizmetine Batı dillerinde sunulmuş olması, benim gibi Türkçe bilmeyen araştırmacıların dahi bu meseleyle ilgili kapsamlı çalışmalar yapmalarına olanak tanımaktadır. Bu konuda yazmak için Türkçeyi çok iyi konuşma zorunluluğu olsaydı, Ermeni yazarların birçoğu, şüphesiz, diskalifiye olurdu.
Velhasıl Berlin’deki Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivleri’nde, Londra’daki İngiltere Devlet Arşivleri’nde ve Washington’daki Ulusal Arşivler’de bulunan zengin materyalden yararlanma fırsatı buldum. Tüm bu kaynaklar sayesinde, yeni olduğuna inandığım bazı bulgular elde ettim. Daha da önemlisi, Türk ve Ermeni yazarlar ile bunları destekleyenler tarafından alıntı yapılan birçok belgenin orijinallerine bakıldığında ve bu belgeler uygun bağlamda ele alındıklarında, genel olarak, iki rakip görüşün taraftarlarının bunlardan çıkarmış oldukları sonuçlardan ciddi ölçüde farklı bir tablo ortaya çıktı. Anlaşılan o ki hem Türk hem de Ermeni yazarlar, bu malzemeleri çok seçici davranarak, yalnızca kendi yorumlarına uygun olan noktaları alıntılayarak ve Max Weber’in “elverişsiz gerçekler [inconvenientfacts]” olarak adlandırdığı bilgileri göz ardı ederek kullanmış, -Türk tarihçi Selim Deringil’in sözleriyle- “tarihi yağmalamışlardı”. Yaşanmış olan olaylar gerçekte yeterince dehşet verici değilmiş gibi, kendi görüşlerini desteklemek için korkunç hikâyeler uydurmuşlardı.
Bu kitap üzerinde çalışırken, kendimi bir cinayeti aydınlatmaya çalışan dedektif gibi hissettiğim anlar oldu. Dehşet verici katliamların faillerine dair ipuçları, eski ve tozlu kitap ve gazetelerde gizliydi. Yazarların verdikleri dipnotlar arasından, öne sürdükleri iddiayı aslında doğrulamayanları her tespit edişimde şaşkınlığa uğradım. Önsezilerimin beklenmedik yerlerde, vardığım sonuçları pekiştirecek şekilde doğru çıkması etkileyiciydi. Okurlarımın da bu çalışmada ortaya koyduğum tartışmayı adım adım takip ederken, bu vahim olaylara dair kanıt üstünlüğü ile desteklenen ve akla yatkın bir yoruma nihayet ulaştığımda yaşadığım tatmini paylaşacaklarını umuyorum. Bu suçu tüm karmaşık yönleriyle çözümleyemesem de, umarım ki, konuya önemli noktaları aydınlatacak bir ışık tutabilmişimdir.
Derinlemesine bir inceleme yapabilmek adına, bu kitabın çalışma alanını, Türkler ile Ermeniler arasındaki ihtilafın göbeğinde yatan ve tüm kaynaklara göre hayatını kaybedenlerin sayısının en yüksek olduğu 1915-1916 olaylarıyla sınırladım. Türkler ile Rus-Ermeni birlikleri arasında 1917-1918 yıllarında meydana gelen ve Ermeni tarihçilerin 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’nın arifesinde “Kemalizm’in Ermenistan’a hücumu” olarak isimlendirdikleri çatışmalara, yalnızca kısa bir giriş yapmayı tercih ettim. Bu başlıklar, bağımsız olarak incelenmelerini gerektiren önemli fakat bir o kadar da farklı meseleler ihtiva etmektedir. Ayrıca Türk ve Ermeni yazarların uzun süredir devam eden kalem savaşlarında, ne kadar abartılı olursa olsun, ileri sürdükleri iddiaların her birini tartışmamayı tercih ettim. Aksi hâlde, kitaba yüzlerce sayfa eklemem gerekirdi; üstelik kitabım bir tarih çalışmasından çok, hiçbir ciddi kişinin ilgilenmeyeceği ve okumak istemeyeceği dedikodularla dolu bir kitaba dönüşebilirdi.
Son olarak, tanım ve terminoloji problemlerine sıkışıp kalmaktan kaçınmaya özen gösterdim. Örnek vermek gerekirse, -ister Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948’de kabul ettiği Soykırım Sözleşmesi’ne göre, ister buna rakip olan diğer tanımlardaki ifadelere göre olsun- soykırımın tanımlanması hiç basit değildir. Osmanlı Türkiyesi’nde yapılan Ermeni katliamlarının, bu tanımlara (hepsine, bazılarına veyahut hiçbirine) uyup uymadığına karar vermeye çalışmanın sağlayabileceği faydanın sınırlı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla neyin, nasıl ve neden gerçekleştiğine dair soruları aydınlatma işini çok daha önemli bulduğumdan bu konulara yoğunlaştım. Olayları niteleyen uygun ismin hangisi olduğu konusu, Türkler ile Ermeniler arasında devam etmekte olan tartışmalara bağlıdır. Bu konu, tarihsel bir incelemede, en iyi ihtimalle ikinci planda olabilir; çünkü kullanılan hukuki terminoloji, bu olayların tarihine herhangi bir önemli somut gerçek katmamaktadır.
Ortadoğu çalışmaları alanıyla ilgilenenlerin bildiği gibi, Türkçe ve Ermenice sözcüklerin İngilizceye transliterasyonu sonucunda, yer ve kişi isimlerinin yazılışlarında büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Mümkün olduğunca, en yaygın ve ortak kullanıma sahip biçimleri kullanmaya çalıştım; alıntı yaptığımda yazılışları değiştirmedim ve çoğu kez vurgu imlerini kullanmadım. Osmanlı takvimi veya Hicri takvim ile Avrupa takvimi veya Miladi takvim arasındaki (19. yüzyılda on iki gün ve 20. yüzyılda on üç gün olan) fark, diğer bir sorundu. Çoğu kez kullandığım kaynaklarda verilmiş olan tarihleri kullandım. Olayın yorumlanması için tarihin kesin olarak bilinmesi gereken az sayıda durumu metinde ayrıca belirttim.
Araştırmamda bana yardım eden buradaki ve yurtdışındaki arşiv ve kütüphane çalışanlarının yanı sıra, birtakım önemli Türk materyallerini benim için İngilizceye çevirmiş olan kişilere de teşekkürlerimi sunarım. Aynı zamanda, German Academic Exchange Service (DAAD) tarafından verilen hibe için minnet borçluyum. Adet olduğu üzere, bu kuruluş ve kişilerin hiçbirinin, şahsi sorumluluğum altındaki bu çalışmanın vardığı fikir ve sonuçlardan sorumlu olmadığını belirtirim.
KISALTMALAR
Botsch. K. Botschaft Konstantinopel [Alman
Başkonsolosluğu İstanbul]
CO Colonial Office [Koloniler Bakanlığı]
İTC İttihat ve Terakki Cemiyeti
FO Foreign Office [Dışişleri Bakanlığı]
LC Library of Congress [Kongre Kütüphanesi]
NA National Archives [Ulusal Arşivler]
PA Politisches Archiv des Auswartigen Amtes
[Auswartigen Amtes Siyasi Arşivi]
RG Record Group
Wk. Weltkrieg [Dünya Savaşı]
WO War Office [Savaş Bakanlığı]
i. kisim
tarihsel şartlar
1. BÖLÜM 19. YÜZYIL OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA ERMENİLER
Ermeni tarihi 2000 yıldan daha eskiye uzanır. MS. 301 yılında Ermeniler, Hıristiyanlığı resmî dinleri olarak kabul eden ilk millet oldular; (Gregoryen Kilisesi olarak da bilinen) Ermeni Apostolik ve Ortodoks Kilisesi, yabancıların yönetiminde önemli bir rol oynadı. Son bağımsız Ermeni devleti olan Kilikya Ermeni Krallığı 1375’te yıkıldı ve 16. yüzyılın ilk yarısında, Ermenilerin çoğu Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altına girdi. Ermeniler, Sultan II. Meh-med (1451-1481) tarafından kurulan “millet sistemi” altında, dinî, kültürel ve sosyal özerkliğe sahip oldular. Siyasi yönden, Osmanlı yönetimine itaat etmeyi kolayca kabullenip bu konumlarını 19. yüzyıla dek sürdüren Ermeniler, “millet-i sâdıka” olarak anıldılar.
Zaman içinde İstanbul’da ve diğer şehirlerde yaşayan çok sayıda Ermeni; tüccarlık, bankerlik, zanaatkârlık ve devlet adına mütercimlik ile uğraşarak zenginleşti. Bununla birlikte, imparatorluğun Büyük Ermenistan olarak bilinen doğu vilayetlerinde olduğu kadar, Kilikya veya Küçük Ermenistan denen, Akdeniz’e yakın bazı batı sancaklarında da çoğunluk çiftçilik ile geçinmeye devam etti. Ne var ki Osmanlı İmparatorluğu’nun o dönemdeki nüfusuyla ilgili kesin istatistikler mevcut değildir. Fakat genel görüşe göre, 19. yüzyılın ikinci yarısında, çoğu kez Ermenistan’ın merkez bölgesi olarak gösterilen altı vilayette (Erzurum, Bitlis, Van, Harput, Diyarbakır ve Sivas) dahi Ermeniler azınlıktaydı. Katliamları izleyen göç ve mübadeleler, sınırların değişmesi ve (başta Lazlar ve Çerkezler olmak üzere) Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan sürülen veya kaçan
Müslümanların kitleler hâlinde imparatorluğa akın etmesi sonucunda Ermenilerin tarihî vatanlarındaki sayıları azaldı. Batı’daki yeni liberal fikirlerin imparatorluğa sızması ve Anadolu’nun Hıristiyan çiftçilerinin sırtındaki yükün artması sonucunda, Ermenilerin imparatorluk içerisinde bağımsız veya en azından özerk bir Ermenistan kurma talepleri destek toplamaya başlamıştı; fakat düştükleri azınlık konumu, bu gayelerini baltalıyordu.
Zaten 19. yüzyılın başlarına dek, Ermeniler herhangi bir sistemli baskıya maruz kalmadılar. Özel vergiler ödemek ve ayırt edici bir başlık takmak zorunda olan bu ikinci sınıf vatandaşların silah sahibi olmaları veya taşımaları yasaklanmıştı; mahkemeler çoğu zaman Ermenilerin şahitliklerini kabul etmezdi; ayrıca en yüksek idari veya askerî makamlara ulaşmaları mümkün değildi. Hıristiyanlar için kullanılan “gâvur” veya “kâfir” gibi sözcüklerin anlamlarında aşağılama gizliydi ve bu kelimeler, Müslümanların genel bakış açısını yansıtıyordu.6 Yine de Ronald Suny’nin belirttiği gibi, tüm ayrımcılık ve kötü muamelelere rağmen Ermeniler, yüzyıllar boyunca, millet sisteminin sağladığı sınırlı özerklikten dikkate değer ölçüde faydalandılar. “Kilise, milletin başındaki yerini korudu; ticaret veya sanayi ile ilgili becerileri olan Ermenilerin Osmanlı ekonomik düzeninde zirveye tırmanmaları mümkündü; ayrıca eğitim, yardımlaşma ve toplum alanlarında çeşitli kuruluşların gelişmesine izin verildi”. Ermeniler, bu “hoşgörülü ortak yaşama [benign symbiosis]” döneminde, Müslüman komşularıyla barış içinde yaşadılar.7
Doğu vilayetlerindeki Ermeniler, Kürtlerle paylaştıkları yaylalarda yaşıyorlardı. 19. yüzyılın ikinci yarısında Kürt nüfusla ilişkileri bozuldu. Ermeni köylülerin büyük bir kısmı, bir nevi derebeylik sisteminde, Kürt aşiret reislerinin idaresindeki hizmetkârlardı. Yerleşik Ermeniler, koruma karşılığında göçebe Kürtlere kış için barınak sağlıyor ve elde ettikleri hasadın yarısıyla ödeme yapıyorlardı. Osmanlı Devleti’nin güçlü ve müreffeh olduğu dönemde bu düzen gayet iyi işliyordu. Ne var ki imparatorluk parçalanmaya ve yönetim giderek yozlaşmaya başladığında Ermeni köylülerin durumu zorlaştı: maddi güçleri, ne Osmanlı vergi toplayıcılarına her zamankinden daha ağırlaşmış olan vergileri ödemeye, ne de Kürt derebeylerine haraç vermeye yetiyordu. Kürtlere haraç vermeyi reddettiklerinde -pek yardımsever sayılamayacak- aşiretler, çoğunlukla savunmasız Ermeni köylülerine karşı -ölüm, kadınların ırzına geçilmesi ve büyükbaş hayvanlara el konmasıyla sonuçlanan- acımasız saldırılar düzenlediler. Rüşvet aldıkları bilinen memurlar, isteksiz ya da yetersiz olduklarından, durumu düzeltmekte başarısız oldular. Sultan I. Abdülmecit döneminde, 1839 ve 1856 yıllarında hukukun üstünlüğü ve dinî özgürlük unsurlarını tesis etmek üzere yapılan ve Türk tarihinde Tanzimat olarak bilinen ıslahatlar, ne avamın ve ne de Ermeni azınlığın içinde bulundukları sıkıntılı durumu önemli ölçüde değiştirebildi. 1870 yılı öncesindeki yirmi senelik dönemde, Ermeni cemaatine liderlik eden piskoposlar, Osmanlı yönetimine taşrada görülen haraç, zorla ihtida, yağma ve adam kaçırma olaylarını ayrıntılarıyla işleyen 500’ü aşkın muhtıra verdiler.8
1876 Anayasası, tüm milletlere eşit muamele edileceğini açıklıyordu. Fakat Sultan II. Abdülhamid’in bu anayasayı 1878’de feshetmesiyle otuz yıl sürecek istibdat yönetimi başladı. İçinde bulundukları kötü koşulların -kısa zamanda- çok daha kötüleşmesi sonucunda, Ermeniler arasında ulus bilinci gelişti ve devrimci fikirler yayılmaya başladı. Milliyetçi duygular ilk olarak Ermeni diasporasında ve büyük şehirlerde gelişti; aşamalı olarak doğudaki vilayetlere yayıldı. Protestan misyonerler ve okulları, bu radikalleşme sürecinde önemli bir rol oynadılar. Hem devlet hem de Ermeni kilisesi, bu yabancıların ve getirdikleri Batılı fikirlerin yayılmasını
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Dünya Tarihi Önemli Olaylar Türk-Osmanlı
- Kitap Adı1915 Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu?
- Sayfa Sayısı441
- YazarGuenter Lewy
- ISBN9786051144610
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2011