Leonardodan (sözde sodomist) tutun da Caravaggioya (hüküm yemiş katil), Edward Hoppera (karısını dövmekle itham edilir) varana kadar herkes hakkında taşkın anekdotlar sunan Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları, büyük ustaların uluslararası sanatının gerisindeki ahlâksızca, buğulu ve gözü kara hikâyeleri anlatıyor. Michelangelonun vücut kokusu çok kötü olduğu için asistanlarının onunla çalışmaya dayanamadığını; Vincent van Goghun bazen doğrudan doğruya tüpten boya yediğini; ve Georgia OKeefenin çıplak resim yapmaya bayıldığını öğreneceksiniz. İşte asla unutmayacağınız bir sanat tarihi dersi.
GİRİŞ
Bütün ressamlar eziyetli, fırtınalı hayatlar geçirmedi. Aslında pek çoğu tamamen sıradan yollar izledi, başarılı meslek hayatlarının tadını çıkardı ve vakti saati gelince öldü.
Ancak en meşhur ressamların çoğu bir bunalımdan diğerine sendeleyerek gitmiştir. Rembrandt bütün dünyevi mallarının alçaltıcı bir iflasla yok oluşunu izledi. Jacques-Louis David, Fransız Devrimi sırasında az daha kellesini kaybediyordu. Ve Andy Warhol radikal bir feminist tarafından vuruldu. Çoğu ciddi düşkünlükler geliştirdi (evet, sen, Dante Gabriel Rossetti), birkaçının suç kayıtları vardı (kendini nasıl savunacaksın, Henri Rousseau?) ve hiç değilse bir tanesi düzenli olarak karısını döverdi. (Hey, Edvvard Hopper, yediği kadarını vurması bir mazeret oluşturmaz.)
Gene de, bütün ressamlar zorluk içinde değildi. Marc Chagall sevgi ve sadakatla birbirine bağlanmış bir ailede büyüdü —yani gayrimeşru olan Leonardo da Vinci gibi; ailesi yoksulluğa tepeüstü dalan Jackson Pollock gibi; ya da babasının kronik alkolizme, annesinin de vereme boyun eğmesini izleyen Georgia O’Keeffe gibi değildi.
Hepsinin dramatik aşk maceraları da olmadı. Jan Vermeer karısına tapardı (ya da öyle görünüyor, on beş çocukları olduğuna göre). Bu yönden, daha ilk karısı kanserden ölürken İkincisiyle yatmaya başlayan Claude Monet’den ya da bütün metresleriyle başa çıkmaya çalışan Pablo Picasso’dan tamamen farklıydı. Diego Rivera ve Frida Kahlo’nun karmaşık ilişkisi, iki evlilik töreni ve yirminci yüzyılın siyasi şahsiyetlerinden birinin suikasta kurban gitmesi dahil, dramdan yana payını iyice almıştı. Elbette bu meseleden tamamen kaçman az sayıda ressam da var. Cinsel ilişkiden uzak durduğu söylenen Michelangelo, cinsel perhizin insanın ömrünü uzattığına inanırdı ve seksen sekiz yaşına kadar yaşadı.
Bütün ressamların çılgın olduğunu da iddia edemezsiniz. Edvard Munch’ın trendeki yabancıları onu ispiyon etmek için gönderilmiş polisler sandığı doğruydu, Vincent van Gogh’un da o malum kulak şeyi var, ama onlar istisna oluşturuyor. Maraz, dokunulma korkusuyla Paul Cezanne ve sıra dışı eğilimleriyle Salvador Dali muhtelemen deli değildiler, sadece… tuhaftılar.
Bu kitap için, bellibaşlı ressamların en taşkın hikâyelerini topladım — resim tarihi hocalarınızın es geçtiği bütün iyi bölümler. Elbette seçici olmam gerekiyordu. Büyük sanat, Rönesans ile başlamadığı gibi, Andy Warhol’un ölümüyle de sona ermedi ve bu otuz beş kişinin eserleriyle de sınırlı değildir. Tanıma ihtimalinizin en yüksek olduğu ressamları seçtim resimleri ile heykelleri gündelik hayatımızı dolduran, fare altlıklarında, kalemlerde, çantalarda ve posterlerde gördüklerimiz.
Hangi ressamın cinayetten hüküm giydiğini, hangisinin frengiden öldüğünü ve hangisinin idam kararlarını imzaladığını öğreneceksiniz. Hangi iki sanatçının resimleri üzerine Broadvvay müzikalleri kurulduğunu ve kimin Aşk Gemisi’nde konuk oyuncu olduğunu keşfedeceksiniz. Silahla ateş etmenin bir garsonun dikkatini çekmenin kabul edilebilir bir yöntemi olduğunu kimin önerdiğini ve oturma odasında kimin orjiler düzenlediğini göreceksiniz. Bu arada, birkaç kifayetsiz kralla, iki yoz papayla, bir sürü alçak Nazi’yle ve hiç değilse adı çıkmış bir komünistle karşılaşacaksınız. Bütün hikâyelerin mutlu sonu yok ve en sevdiğiniz ressamın bir zinacı, aldatıcı, hödük ya da daha beteri olduğunu öğrenebilirsiniz.
Ancak kesin olan bir şey var: Sanata asla aynı şekilde bakamayacaksınız, Bir sonraki müze ziyaretinizde, eserleri galerileri dolduran şöhretli ressamların dedikodularıyla arkadaşlarınızı eğlendirecek ve tur rehberlerini kızdıracaksınız. Michelangelo’nun nüleri, Monet’nin nilüferleri ve VVarhol’un Marilyn’leri hakkında yeni bir perspektif edineceksiniz, gösteriş taslanan kokteyl partisi sohbetlerine hemencecik zekice bir alıntıyla katkıda bulunacak ya da sıkıcı bir dönem ödevine rezil bir anekdot ekleyeceksiniz.
Tabii ki, bütün bu dedikoduların sanatı takdir etmenizi engellemesine izin vermeyin. Bir insan bir usta gibi resim yapıp gene de bir dangalak olabilir. Öte yandan, birçok ressamın çektiği çileleri ve geçirdikleri travmaları bilmek, nihai başarılarını daha iyi anlamanızı sağlayabilir ve biyografik bir ayrıntı da, kafa karıştırıcı bir kompozisyona yeni bir ışık tutabilir.
Sonuçta, belki de ressamların çoğunun can sıkıntısı dışında nedenlerle öldüğüne memnun olmalıyız. En iyilerinin çoğu, büyük sanatın doğduğu yerde kaosun kıyısında yaşamıştı.
10. BÜYÜK RESSAMLARIN GİZLİ HAYATLARI
İlk bakışta Arnolfini Portresi sıradan görünür. Kabarık kuyruklu köpek ve kirli ayakkabılar ile tamamlanmış sıcak bir aile sahnesidir» Ayrıntılar ancak daha yakından inceleyince hayat kazanır: bir avizede ışıldayan yansımalar, oyma bir ahşap süs üzerine düşen gölgeler, dışarıdaki bir ağaçta çiçeklenen kirazlar. Ve gözünüz odanın arka duvarına varınca şatafatlı bir Latin yazısıyla şunu okursunuz: “Jan van Eyck buradaydı. 1434.”
Bu bir imza —tarihin ilk ressam imzalarından biri. Bir ressamın dikkati bu şekilde kendisine çekmesine daha önce rastlanmamıştı. Sanatkârlar isimsiz olarak Tanrı’yı yüceltmek için resim yaparlardı ve gölgeleme, perspektif ya da derinlik gibi şeyler için kaygılanmazlardı. Sonra, bir adam ve kadının köpekleriyle birlikte dinsellikten tamamen uzak bu resmi gökten zembille iner. Gölgeleri, üç boyutlu sunumu ve bir imzası vardır. Bu resim sadece yeni değildi, devrimciydi.
ADI NE OLURSA OLSUN, BİR RESSAM Van Eyck hakkında, Flandres’da (günümüz Belçikası’nın bir kısmı) doğmuş olduğu dışında pek bir şey bilmiyoruz, ama adama bir şans tanıyın. Ressamlık fikrini icat ediyordu ve kimse biyografisini not etmeyi akıl etmemişti.
Adını ilk kez 1422 yılında, Lahey’de Hollanda Kontu’nun saray ressam» olarak çalışırken duyuyoruz. 1425’te ise Eyck, Burgundy Dükü İyi Philip’in saray ressamı ve valet de chambre’ı gibi şeref verici bir mevkiyi elde etti. Philip, van Eyck’e itibar ediyordu; onu diplomatik görevlere yolladı, çocuklarının vaftiz babası oldu ve dul eşine emekli maaşı bağladı. Dükün kayıtları arasında, ressamın maaşını vaktinde ödemedikleri için personelini azarladığı bir mektup da var.
Van Eyck’in bilinen ilk resimlerinden biri, aynı zamanda en meşhur resimlerinden biridir. Gent Mihrap Resmi, Gent’teki St. Bavo Katedrali için yapılmış muazzam boyutta, çok panolu bir resimdir. Resme Hubert van Eyck’in başladığı, fakat 1432 Ocak’ında bitirildiğini belirten bir yazısı da vardır. Hubert hakkında hiçbir şey bilmiyoruz, oysa yazı, sanatta “kimse daha büyük değildi iddiasında bulunuyor. Tarihçiler onun Jan’ın ağabeyi olduğuna inanıyorlar.
Süslü mihrap resmi, yüzyılların resim geleneğini reddeder. Düz, simgesel bir temsil yerine, daha önce eşine rastlanmamış bir üç boyutluluk duygusuna ulaşır, özellikle de ışık ve gölgenin resmedilmesi yoluyla. Van Eyck, tempera (yumurta bazlı) yerine yağlıboya bazlı boyaları seçerek, rengin kullanımında da devrim yarattı. Yağlıboyalar yarı saydam renkler yaratmak için kat kat sürülebilir; aynı zamanda ağır ağır kuruyarak, rötuş yapmaya izin verirler. (Michelangelo yağlıboyayı bunun için sevmezdi —onun muhallebi çocuklarına mahsus olduğunu düşünürdü.) Sonucu daha fazla derinlik, parlaklık ve daha fazla kontroldür.
AYNA AYNA, DUVARDAKİ AYNA
Bu nokta bizi gene van Eyck’in en meşhur tablosu, 1434 tarihli Arnolfini Portresi’ne getiriyor. Adam, kenarlan kürkle çevrili bir pelerini sırtına geçirmiş, koskocaman, yumuşacık bir siyah şapka takmış (Burgundy’nin çok bilmiş ekibi için olmazsa olmaz bir şeydi); kadın başına beyaz bir başlık takmış, yeşil elbise ve mavi bir içlik giymiş. Arkadaki duvarda, süslü bir çerçevede yuvarlak, dışbükey bir ayna asılı; pencereyi, çifti ve en şaşırtıcısı, kapı girişinde, tam da odanın içine bakıyor olsanız duracağınız yerde duran ve hayal meyal görülen iki figürü yansıtıyor. Aynanın üstünde ise o garip imza var: “Jan van Eyck buradaydı.’
Bu resmi önemli kılan nedir? öncelikle, dini olmayan konusu. Bunlar aziz, din kurbanı, hatta kraliyet ailesi mensubu değil, sıradan insanlar. İkinci olarak da, gerçekçilik sıra dışı. Pencerelerden içeri ışık sel gibi akıyor, kadının yüzünü yumuşak alevle yıkıyor. Adamın cüppesinin kürk süsleri yumuşacık ve kabarık görünüyor; pencere eşiğindeki portakalın kabuğu da gamzeli gibi.
Resmin kimi ve neyi gösterdiği soruları halen kesinlikle cevaplanmamış durumda. İlk envanterlerde Hernoulle Fin diye bir adamın portresi olarak tanımlanmıştı ve on dokuzuncu yüzyıl âlimleri de bunu Bruges’te çalışan İtalyan dokuma kumaş taciri Arnolfini ailesinin adına bağladılar. Yüzyılı aşkın süre, resmin Giovanni di Arrigo Arnolfini ile karısı Giovanna Cenami’yi gösterdiğine inanıldı, ta ki çiftin resmin üzerindeki tarihten on üç yıl sonra evlendiği anlaşılana kadar. Alimler şimdi ikiye ayrılmış durumda. Kimi resmin Giovanni ile önceki bir eşini gösterdiğine inanırken, kimine göre de resim bambaşka bir Arnolfini’yi gösteriyor.
“RESSAMLARIN KRALI”
Van Eyck’in 9 Temmuz 1441’deki ölümünden sonra, ünü “ressamların kralı” olarak Avrupa’ya yayıldı. Onun geleneğinin en büyük mirasçılarından biri, ışığa boğulmuş, orta sınıf iç mekânları bu van Eyck mirasına çok şey borçlu olan on yedinci yüzyıl Flaman ressamı Johannes Vermeer’dir (1632-1675). Van Eyck kendinden sonra gelen ressamlara, kendi önemlerinin daha fazla farkında olma hissini de bağışladı. Eserlerinin hepsinde, imzasına dikkat…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Genel Resim
- Kitap AdıBüyük Sanatçıların Gizli Hayatları
- Sayfa Sayısı288
- YazarElizabeth Lunday
- ÇevirmenSevin Okyay
- ISBN9789944083775
- Boyutlar, Kapak13,5 X 20,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2009