AKLINDAN BİR SAYI TUT’un yazarından, yine aklın sınırlarını zorlayan bir roman.
Asla o karanlık odaya girme. Sabaha çıkmak istiyorsan şeytanı uyandırma.
Hiçbir cinayet kusursuz değildir. Özellikle Dahi Dedektif Dave Gurney bir olaya müdahil olup hiç kimsenin göremediği detayları ortaya çıkardığında, çıkışı olmadığı düşünülen labirentin çıkışını ustalıkla bulduğunda Gurney, bir seri katil üzerine belgesel hazırlayan genç bir kıza danışmanlık yapmayı kabul eder. On yıl önce yaşanan bu olaylarda kurbanların hepsi keskin bir nişancı tarafından zifiri karanlıkta, pahalı Mercedes arabalarını kullanırken, aynı açıdan ve noktadan kusursuz biçimde vurulmuş ve bedenlerinin yanına birer oyuncak hayvan bırakılmıştır. Asla aydınlatılamayan bu cinayetlerin üstüne bir perde çekilmiştir ve kimse bu perdeyi kaldırabilecek kadar cesaretli değildir. Tek bir kişi dışında.
Gurneyin, kimseye izini belli etmeyecek kadar dahiyane bir plan yapmış olan bu caniyle oynayabileceği tek bir oyun vardır. Ölüm oyunu: Kendini hedef göster, o sana gelsin.
Zeki bir adamı karmaşık bulmacalar çözerken izlemek müthiş bir keyif. Gurney işte bu yönüyle farkını ortaya koyuyor.
New York Times
Her sayfada artan gerilimle, bir psikopatın iç dünyasının derinliklerine ineceksiniz.
Publishers Weekly
Şaşırtıcı bir son ve tam bir şaheser. Tırnaklarınızı kemirtecek kadar heyecan verici.
New York Journal of Books
G i r i ş
Kadın durdurulmalıydı.
imalar işe yaramamıştı. Tatlı dille yapılan ikazlar dikkate alınmamıştı. Daha sert girişimlerde bulunulmalı, çarpıcı, yanlış anlaşılması imkansız bir şey yapılmalı, böylece durum net biçimde açıklanmalıydı.
Açıklamanın tam istenildiği biçimde anlaşılması hayati derecede önemliydi. Kuşkuya, sorulara yer bırakılmamalıydı. Polisin, medyanın ve bu acemi işgüzarın mesajı mutlaka anlamaları, önemini kavramaları sağlanmalıydı.
Önündeki san deftere düşünceli bir tavırla bakıp ardından yazmaya koyuldu.
Derhal tasarladığınız projenizden vazgeçmeniz gerek. Yapmayı planladığınız şeye karşı hoşgörüyle yaklaşılması imkansız. Projeniz dünyanın en zarar verici insanlarını yüceltmekledir. Suçluları göklere çıkartmak suretiyle benim adaleti sağlama çabalarım olaya alınmaktadır. Utanç verici aşağılık kişiler bu projeyle hak etmedikleri sempatiyi kazanmaktadırlar. Buna izin verilemez. Buna izin vermeyeceğim. Başarıya ulaşmamın sağladığı huzurla on yıldır uyuyordum. Dünyaya verdiğim mesajın, sağladığım adaletin huzuruyla doluydum. Beni yeniden harekete geçmeye zorlama. Bedeli çok ağır olur.
Yazdıklarını yeniden okudu. Sonra başını yavaşça iki yana salladı. Üslubu beğenmedi. Sayfayı yırtıp sandalyesinin yanındaki kağıt parçalayıcıya yerleştirdi. Sonra da boş sayfaya yeniden yazmaya koyuldu:
Yaptığın işe son ver. Derhal vazgeç. Aksi takdirde yeniden kan dökülecek. Hem de çok daha fazla. Seni uyarıyorum. Huzurumu bozma.
Bu daha iyi olmuştu. Ama yine de istediği gibi değildi. Üzerinde çalışması gerekiyordu. Söylemek istediğini biraz daha netleştirip, üslubu sertleştirmeliydi. Kuşkuya yer bırakmadan. Kusursuz hale getirerek.
Ve bunun için çok az zamanı vardı.
1. Bölüm
Bahar
Kapılar açıktı.
Dave Gurney durduğu kahvaltı masasının yanından baktığında kalan son kar birikintilerini görebiliyordu. Buzulları andıran kar birikintileri iyice küçülmüş, çevrelerini kuşatan ağaçların arasında yer yer göze çarpar olmuşlardı.
Eriyen karlarla yeniden ortaya çıkan toprak mis gibi kokuyor, yazdan kalan yabani otların büyük çiftlik evinin mutfağına kadar yaklaştığı daha net biçimde görülüyordu. Doğanın uyanışının kokusu eskiden üzerinde mucizevi bir etki yaratırdı. Ama şimdi neredeyse hiç etkilenmedi. Hatta hoşuna bile gitmemişti. Güzeldi elbette ama önemsizdi.
“Dışarı çıkmalısın ” diye seslendi Madeleine mısır gevreği kasesini lavaboda yıkarken. “Dışarı, güneşe çıksana. Hava harika.” “Evet, görüyorum,” dedi ama kıpırdamadı.
“Kahveni dışarıda iç,” dedi karısı kaseyi kuruması için evyeye koyarken. “Güneşten de faydalanırsın hem.”
“Hımm.” Başını anlamsızca sallayarak elindeki fincandan bir yudum aldı. “Bu her zamanki kahve mi?”
“Neden? Kötü mü?”
“Kötü demedim ki.”
“Evet, aynı kahve.”
Gurney iç çekti. “Galiba grip olacağım. Birkaç gündür hiçbir şeyden tat alamıyorum.”
Madeleine ellerini evyenin kenarına yaslayıp ona bakarak, “Daha fazla dışarı çıkman gerek,” dedi. “Uğranacak bir şeyler bulmalısın kendine.”
“Doğru.”
“Ben ciddiyim. Bütün zamanını evde dört duvar arasında geçirmemelisin. Hasta olursun. Zaten oluyorsun da. Elbette hiçbir şeyin tadı eskisi gibi olmaz. Connie Clark’ı aradın mı?” “Arayacağım.”
“Ne zaman?”
“Aramak istediğimde.”
Bu isteğin yakın zamanda geleceğini de sanmıyordu. Son günlerde hep böyleydi. Aslında altı aydan beri böyleydi. Son derece tuhaf bir cinayet vakası olan Jillian Perry cinayetinin çözülme aşamasında yaralanınca sanki normal yaşamdan elini eteğini bütünüyle çekmişti. Günlük vazifelerini, planlamalarını, insanlarla ilişkilerini, telefon görüşmelerini, her türden sorumluluklarını bir kenara bırakmış gibiydi. Geldiği noktada ajandasında bir sonraki sayfanın boş olması en çok tercih ettiği şeylerin başında gelir olmuştu. Ne bir randevu ne de söz veriyordu. Bu içine kapanıklığı da özgürlükle eşdeğer görüyordu.
Diğer yandan bu ruh halinin hiç de iyi olmadığını görebilecek bir tarafsızlığa da sahipti. Çünkü böylesi bir özgürlükle huzur bulamayacağının bilincindeydi. Bu baskın ruh hali huzur vermek bir tarafa, tahammül etmeyi bile son derece zorlaştırıyordu.
Yaşam biçiminin bozulup, her şeyden elini ayağını çekmesine neyin neden olduğunu biliyordu elbette. En azından yaşadıklarının nelere sebebiyet verdiğinin listesini yapabilecek durumdaydı. Ve bu listenin başında da komadan çıktığından beri devam eden kulak çınlaması vardı. Büyük bir olasılıkla çınlama komadan çıktığında değil ondan iki hafta önce, kendisine, küçücük bir odada, son derece yakın bir mesafeden üç el ateş edilmesinden sonra başlamıştı.
Kulaklarındaki bu inatçı sesin (kulak, burun, boğaz uzmanları bunun aslında bir ses olmadığını, daha ziyade beynin yanlış bir şekilde ses olarak algıladığı sinirsel bir anomaliden kaynaklandığını izah etmişlerdi) tarifi çok zordu. Yüksek perdeden, alçak sesli, sürekli devam eden müzikal bir nota gibiydi. Bu rahatsızlığa daha ziyade rock müzisyenleriyle savaş gazilerinde rastlandırdı. Anatomik açıdan sebepleri kesin bir şekilde tanımlanamayan, zaman zaman hafiflese de bütünüyle tedavisi bulunmayan bir rahatsızlıktı bu. “Açık konuşmak gerekirse, Dedektif Gurney,” demişti doktor. “Yaşadığınız travma ve sonrasındaki koma haliniz düşünüldüğünde kulaklarınızdaki bu hafif çınlama dışında başka bir arıza kalmadığına sevinmeniz lazım.”
Buna Dave de karşı çıkamazdı elbette. Ama bunu bilmek çevrede en ufak bir ses bile yokken kulağının çınlamasının neden olduğu rahatsızlığı gidermiyordu. Özellikle geceleri büyük sorun oluyordu. Gündüzleri, en fazla yan odada tıslayan bir çaydanlığın sesini andıran çınlama sinsice bekleyip gecenin sessizliğinde beynini kemiriyordu.
Sonra rüyalar vardı bir de. Hafızasında hastane günlerinin canlandığı kabuslar. Kollarını kıpırdatamadığını, nefes almakta zorluk çektiğini gördüğü bu kabusların etkisi uyandıktan sonra bile uzun süre devam ediyordu.
İsabet eden ilk kurşunun parçaladığı sağ bileğinin üst kısmında hâlâ hissiz bir bölge vardı. Burayı sık sık kontrol eder, hatta bazen saat başı dokunur, her seferinde bu hissizliğin biraz olsun azalmasını umut ederdi. Bazen de tam tersi olur, karamsar günlerinde, biraz da korkarak, hissizliğin yayılıp yayılmadığını kontrol etme ihtiyacı duyardı, tkinci kurşunun isabet ettiği midesinin yan tarafına da durup dururken ani, şiddetli sancıların saplandığı oluyordu. Ayrıca kafatasını yaran üçüncü kurşunun isabet ettiği alnının üst kısmında hiç bitmeyen kaşıntı misali, sürekli bir sızlama hissediyordu.
Belki de bu derece ağır yaralanmanın en rahatsız edici yan etkisiyse kendisini sürekli silah taşımak zorunda hissetmesiydi. Görevdeyken, talimatlar öyle gerektirdiği için silah taşımıştı elbette. Ancak polislerin çoğunun aksine silahlara düşkün biri değildi. Yirmi beş yıllık hizmetinin ardından da dedektif rozetini bırakmış, bir daha da silah taşıma gereksinimi duymamıştı.
Vuruluncaya dek.
Ama şimdi, her sabah giyindikten sonra kaçınılmaz olarak adeta en gerekli aksesuarıymışçasına ayak bileğindeki kılıfa 32’lik bir Beretta yerleştirmeden yapamıyordu. Bir taraftan da böyle bir şeye ihtiyaç duyuyor olmaktan nefret ediyordu. Kişiliğinde bu tür bir değişiklik gerçekleşmiş olmasından bir hayli rahatsızdı. Bu ihtiyacın zaman içinde yavaş yavaş geçmesini umuyordu ama şimdiye dek böyle bir şey olmamıştı.
Bunlar yetmezmiş gibi bir de son zamanlarda Madeleine’in gözlerinde yepyeni bir endişeyle kendisini izlemeye başladığını fark etmişti. Bunlar hastane günlerindeki acı ve panik dolu bakışlardan da, iyileşme sürecinin yavaşlığını görüp umutsuzluğa ve korkuya kapılmanın neden olduğu yüz ifadesinden de farklı bakışlardı. Daha az belirgin ama daha derinden, sanki artık kronikleşmiş bir korkunun, dehşet dolu bir şeylere şahit olmanın neticesinde ortaya çıkan ve kısmen gizlenilmek istenen bir yüz ifadesiydi bu.
Kahvaltı masasının yanına dikilip kahvesini iki yudumda bitirdi. Sonra fincanı lavaboya koyup, sıcak sudan geçirdi. Madeleine’in koridorda, kedinin sepetini temizlediğini duyuyordu. Kediyi Madeleine’in isteğiyle almışlardı. Gurney bunun nedenini merak ediyordu. Onu neşelendirmek için mi istemişti bu kediyi? Başka bir canlıyla ilgilenerek yaşama tutunmasını sağlamayı mı istemişti? Eğer bunları amaçlamışsa bir işe yaramamıştı. Kedi diğer şeyler gibi ilgisini zerre kadar çekmemişti.
“Duş alacağım,” diye seslendi karısına.
Madeleine’in holden, “İyi” gibilerden bir şey mırıldandığını duydu. Tam olarak ne dediğini anlamamıştı ama sormaya gerek olduğunu da düşünmüyordu. Banyoya girip sıcak suyu açtı.
Sımsıcak suyu boynundan sırtına doğru akıtırken kaslarının gevşediğini, kılcal damarlarının açılıp, zihninin ve sinüslerinin temizlendiğini, giderek kendini daha iyi ve rahatlamış hissettiğini fark ediyordu.
Ama giyinip kapıların yanına döndüğünde az önceki rahatsız edici huzursuzluk hissi yeniden dönmüştü. Madeleine dışarıda, taş avludaydı. Avlunun arka kısmında küçük bir arazi iki yıllık düzenli bakımın ardından nihayet çimenlik olarak nitelendirilebilecek hale gelmişti. Kalın iş ceketi, turuncu eşofman altı ve yeşil lastik çizmeleriyle Madeleine yabani otların bahçe tarafına doğru uzamasına mani olmak için büyük bir hevesle her on adımda bir çapasıyla toprağı belliyordu. İlk anda ona, yardım istercesine baktı ama hemen ardından önceki çağrılarına verdiği yanıtları hatırlayarak hayal kırıklığıyla böylesi bir girişimde bulunmaktan vazgeçti.
Canı iyiden iyiye sıkılan Gurney, başını diğer tarafa çevirip ahırın yanındaki yeşil traktöre baktı.
Madeleine kocasının bakışlarını takip edip, “Tekerlek izlerini düzeltmek için traktörü kullanabilecek misin?” dedi.
“Tekerlek izleri?”
“Otopark olarak kullandığımız yerdeki izler.”
“Elbette.dedi duraksayarak. “Yaparım.”
“Hemen şimdi yapılması şart değil.”
“Hmm.” Bir ay önce fark ettiği ama kendisini çileden çıkartan bu ve benzeri anlar dışında unutup gittiği traktör sorununu düşününce duştan sonraki o rahatlık hissi de artık bütünüyle kaybolmuştu.
Madeleine onu dikkatle inceliyordu. “Bence bu kadar kazma işi yeterli,” dedi. Gülümseyerek küreğini yere koyup, yan kapıya doğru yürüdü. Çizmelerini holde çıkartıp mutfağa yöneldi.
Gurney derin bir nefes alıp traktöre bakarak belki yirminci kez bir türlü halledemediği gizemli fren sıkışması sorununu düşündü. İçindeki kasvetle neredeyse aynı anda hareket eden simsiyah bir bulut yavaşça güneşin önünü kesti. Bahar gelmiş ve sanki hemen çekip gitmiş gibiydi.
2.Bölüm
Connie Clarke için Büyük Bir İyilik
Gurney’in arazisi Walnut Crossing’de Catskill kasabasının dışında, dağlara doğru uzanan toprak yolun üzerindeydi. Eski çiftlik evi güney istikametine doğru hafifçe meyillenen arazinin üzerine inşa edilmişti. Yabani otlarla kaplı arazinin ortasında büyükçe bir kırmızı ahırla, su kamışları ve salkım söğütlerle çevrili genişçe bir gölet vardı. Arka taraftaysa kayın ağaçları, akçaağaçlar ve vişne ağaçlarından oluşan orman yer alıyordu. Kuzeyde ilerideki çam ormanına dek yükselen başka bir arazi bulunuyor, bu arazinin ortasında da diğer vadiye bakan terk edilmiş taş binalar göze çarpıyordu.
Burada hava Dave’le Madeleine’in geldiği New York City’le kıyaslanamayacak derecede hızlı değişiyordu. Gökyüzü bir anda kapkara bulutlarla kaplanırken sıcaklık da on dakikada en az on derece birden düşmüştü.
Yağmur boşalacaktı. Gurney kapıları kapattı. Mandalları kilitlemek için uzanırken midesinin yan tarafına bıçak gibi bir ağrı saplandı. Bunu dayanılması güç başka bir ağrı izledi. Ama bu artık alıştığı, Uç ağrı kesiciyle üstesinden gelebileceği türden bir durumdu. Banyodaki ecza dolabına yönelirken işin en kötü tarafının fiziksel acının neden olduğu rahatsızlıktan ziyade kendisini savunmasız hissedişi olduğunu düşünüyordu.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıŞeytanı Uyandırma
- Sayfa Sayısı538
- YazarJohn Verdon
- ÇevirmenEnder Nail
- ISBN9786054629251
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviKoridor Yayıncılık / 2013
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tavşan ~ Mona Awad
Tavşan
Mona Awad
“Biz, sadece gece vakti güzel şeyler yapan masum kızlardık. Neredeyse ölüyorduk. Ölüyorduk, değil mi?” Samantha Heather Mackey, New England’daki Warren Üniversitesi’nin seçkin yüksek lisans...
- Alamut: Fedailerin Kalesi ~ Wladimir Bartol
Alamut: Fedailerin Kalesi
Wladimir Bartol
Hasan Sabbah’ ın Alamut Kalesi’ nin, cennet bahçelerinin ve fedailerinin tarihi romanı ”Hıristiyanların zaman ölçüsü ile 1092 yılının ilk baharında hatırı sayılır büyüklükte bir...
- Silüet ~ Andrea Cremer
Silüet
Andrea Cremer
“Ateşli ve kesinlikle heyecan verici…” Becca Fitzpatrick, hush, hush serisinin yazarı * BİR KURT SÜRÜSÜNE SÖZ GEÇİREBİLİYOR AMA KALBİNE ASLA! Calla, kaderinin ona ne...