Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sinemam ve Ben
Sinemam ve Ben

Sinemam ve Ben

Türkan Şoray

Fatih’te iki yanında cumbalı ahşap evlerin dizili olduğu eski bir Osmanlı sokağında orta halli bir ailenin kızı, tesadüfler sonucu adım attığı sinema dünyasında yıllar…

Fatih’te iki yanında cumbalı ahşap evlerin dizili olduğu eski bir Osmanlı sokağında orta halli bir ailenin kızı, tesadüfler sonucu adım attığı sinema dünyasında yıllar boyunca hep zirvede kalmayı başarır…
Bir masal cümlesi gibi görünen bu sözler aslında bir gerçektir; Türkan Şoray’ın gerçek hayatı…
Bugüne kadar birçok yazar tarafından şu ya da bu yönüyle anlatılan, yazılan bu benzersiz hayat, bizzat o hayatı yaşayan, o hayatın sahibi tarafından kaleme alındı: Türkan Şoray / Sinemam Ve Ben

“Fatih’te bir yangın sahnesi çekiyorduk. Kenan Artun başroldeydi. Bir yığın izleyici toplanmıştı çevremizde. Aralarından bir kız yaklaştı yanımıza. Okul önlüklüydü. 14-15 yaşlarındaydı. Kenan’dan imzalı resim istedi. İşte o kız Türkan Şoray’dı.”

Memduh Ün’ün hatıralarında söz ettiği o okul önlüklü kız, çok değil bir yıl sonra Yeşilçam dünyasına girer ve birkaç yıl içinde ismini afişlerin en üstüne yazdırmayı başarır.Sonrası, sonu olmayan bir başarı hikayesidir…

Türkan Şoray’ın 60’lı yılların melodramlarından 70’li yılların toplumsal gerçekçi filmlerine evrilen, ardından gelen sinemadaki büyük krizi atlatıp kadının özgürleşmesinin sembolü olacak filmlere uzanan sinema hayatı, aynı zamanda Türk sinemasının tarihine de ışık tutan birinci elden tanıklık özelliği taşıyor.

SİNEMAM VE BEN’de, setteki ilk gününü, “Yaptığım işin ne kadar önemli olduğunun farkında değilim; hiçbir sorumluluk hissetmiyorum. Başarılı veya başarısız olmak gibi hiçbir endişem, korkum, hırsım, hedefim yok. Bu yüzden kameranın önünde hiç heyecanlanmadan, rahat, içgüdüsel yeteneğimle, rolümü canlandırıyorum. Rol yapmıyorum, o gün kamera önünde benden yapmamı istedikleri, benim için sanki gündelik yaşamda yaşadıklarım gibi geliyor” sözleriyle anlatıyor Türkan Şoray… Sonraki yıllarda sinemada canlandırdığı 200’ün üzerinde kadın karakterle Anadolu insanının sanki “aileden biri” olarak gördüğü, erkeğiyle, kadınıyla bağrına bastığı Şoray, bu yanıyla hiç kuşkusuz bizlerin hayatında bir “sinema yıldızı”ndan çok daha fazla şeyi temsil ediyor.

Sinemam Ve Ben, büyük yıldızın sadece sinema hayatı değil; “Türkan Şoray imgesi”nin gerisindeki insanı, dertlerine, zaaflarına, sevinçlerine, pişmanlıklarına kadar tanıyacağımız açık sözlü bir anlatım…

Sinemam Ve Ben, Türkan Şoray’ı Türkan Şoray’dan dinlediğimiz ilk kitap…

***

İÇİNDEKİLER

1  EYÜP’TE YAZLIK SİNEMA 3
2  SİNEMAYA İLK ADIM 11
3  SETLERDE YAŞANAN İLK YILLAR 21
4  FATİHTEN ŞİŞLİ’YE 31
5  SETLERDE YAŞAM 41
6  YEŞILÇAM SİNEMASI 45
7  EDEBİYAT, ŞARKI, DANS 61
8  İÇİMDEKİ ÇILGINLIKLAR 71
9  YEŞİLÇAM MUCİZELER DÜNYASI 77
10  MELODRAMDAN GERÇEKÇİ FİLMLERE GEÇİŞ 85
11  ÖZEL BİR FİLM: VESİKALI YARİM 91
12  KOMEDİ FİLMLERİM: DAMDAKİ KEDİ, MERDİVENDEKİ PALYAÇO… 99
13  TÜRK SİNEMASINDA TOPLUMSAL GERÇEKÇİLİK VE YILMAZ GÜNEY 105
14  SİNEMADA İKİ YENİ JÖN 109
15  ÖLÜMDEN DÖNÜŞ: CEMO 117
16  YÖNETMEN TÜRKAN: DÖNÜŞ 129
17  YÖNETMENLİK 147
18  SENARYO VE FİLM 155
19  OYUNCULUK 161
20  SENARYO ARAYIŞLARIM 169
21  TELEVİZYONUN HAYATIMIZA GİRMESİ, SİNEMADA BAŞLAYAN KRİZ 179
22  SEVGİ EMEKTİR: SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM 185
23  SOVYETLER’DE BİR AŞK MASALI… 191
24  SESİME KAVUŞUYORUM: HAZAL 197
25 YENİDEN KAMERA ARKASI: YILANI ÖLDÜRSELER 203
26 80‘LER VE KADIN FİLMLERİ 215
27 MİNE İLE DEĞİŞEN HAYATIM 225
28 ANKARA’DA KAMERALARDAN UZAKTA 229
29 YENİDEN SİNEMA: 80-90 ARASI FİLMLER 235
30 SİNEMADA EMEĞİN MÜCADELESİ VE SODER 251
31 90’LAR: TÜRK SİNEMASININ ÖLMEK ÜZERE DENİLDİĞİ YILLAR 255
32 ATIF YILMAZ İLE BİR SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ 259
33 90’LARDAN… 265
34 SON FİLMLER 275
35 BUGÜNÜN TÜRK SİNEMASI: ÖZGÜR, BAĞIMSIZ YENİ KUŞAK 287
36 BEYAZPERDEDEN BEYAZCAMA 293
37 MESLEKTEKİ DOSTLUKLAR 301
38 POLİTİKA. SOSYAL SORUMLULUK 309
39 GERÇEKLEŞMEYEN PROJELER 315
40 KOSTÜMLERİM 321
41 SEYİRCİLERİMLE ANILARIM 327
42 ÖDÜLLER, KİTAPLAR, BELGESELLER, FESTİVALLER 329
43 DERTLERİM, ZAAFLARIM… 353
44 SİNEMADAN KAZANCIM 363
45 HAYAT MUCİZELERLE DOLU… 371
ek1 TÜRKAN ŞORAY HAKKINDA… 375
ek2 TÜRKAN ŞORAY SÖZLÜĞÜ 385

EYÜP’TE YAZLIK SİNEMA

Bir kış sabahının huzur veren sessizliği… Evimin balkonundayım, hava buz gibi, üşüyorum ama soğuk havayı seviyorum. Manzaraya dalıyorum, gökyüzünde dans edercesine akıp giden bulutlar, çamların nazlı nazlı salınışı, yağan yağmur damlalarının mücevher gibi, dallarda parlaması… Karşı kıyıdan, arkasında beyaz köpükler bırakarak geçen bir vapur. Eşsiz bir görüntü. Bu görüntüleri film karelerinde düşlüyorum.

Gözlerimi kapatıyorum, peşpeşe görüntüler… Yaşamımdan, hayal dünyamdan… Çocuk belleğimde kalan bir görüntü; ışıklar içinde bir kadın, saçları uzun, eteklerini toplamış, suyun içinde bir şeyler topluyor. 7 yaşındayım bu büyülü perdeyi gördüğümde… Bir akşam komşular başka çocuklarla beraber beni de alıyorlar, yanımızdaki evin damına çıkıyoruz. O yükseklikten yakınımızdaki yazlık sinemanın perdesi görünüyor. Ne olduğunu tam algılayamadan çocuk şaşkınlığıyla izliyorum. Perdeden gelen ışık çoğalarak beni içine çekiyor, üstüme ışıklar yağıyor. Gözümü bile kırpmadan ışıklar içindeki kadını soluksuz seyrediyorum. O kadın sanki bana bakıyor ve göz kırpıyor.

Bu büyülü anı yaşayan, 7 yaşındaki kız çocuğu büyüyünce bir film yıldızı olacağını bilmiyordu. Sinema aşk okunu o gece fırlatmıştı, sinemayla tanıştığı o ilk akşamı bir daha hiç unutmayacaktı.

Yıllar sonra oğreniyorum o filmin adı Acı Pirinç‘miş, o güzel kadın da İtalyan sinemasının emsalsiz yıldızı Silvana Mangano…

Okul yıllarım

Sessiz, çok uysal bir çocuğum, ilkokula yeni başlamışım. Eyüp’te oturuyoruz. Babamın polis maaşına katkıda bulunmak için annem de çalışmak istiyor ve iş buluyor. Babam da vazifesi gereği devamlı karakolda, okul dönüşlerimde evde hep yalnız kalıyorum. Derslerimle ilgilenecek, o yaşta yeteneklerimi fark edip hayatıma yön verecek, beni hayata hazırlayacak kimse yok çevremde.

Annemin bana aşırı tutkulu bir sevgisi var ama o da çalıştığı için vakit ayıramıyor. Evde yalnızken kendime özel bir dünya yaratıyorum. Sevgi arayan, sevilmek isteyen, şefkat bekleyen, saçının okşanmasına ihtiyaç duyan, kendi haline bırakılmış bir çocuğum. Yine de okulda dikkat çekip yeteneklerimi bilinçli-bilinçsiz ortaya koyabiliyorum.

Eyüp İlkokulu’nda 1. sınıfta okurken Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında meydandaki parkta yapılan törende şiir okumak için ben seçiliyorum. Elime tutuşturulan uzun bir şiir… Hiç teklemeden çocuk kalbimin bütün sevgisi ve heyecanıyla okuyorum. Müzik derslerinde öğretmen beni kaldırıp şarkı söyletiyor. Nereden nasıl öğrendiğimi hatırlayamadığım bir çocuk şarkısını müzik derslerinde sınıftaki tahtanın önüne geçip, gayet rahat söylüyorum. “Renk renk tül ipek o kanatlar / İlkbaharın gülü yapraklar / Solmuş ne yazık ölecekler / Mahzun kelebekler…” Şarkıyı kendi kendime içimden gelen hareketlerle söylüyor, kanat çırpar gibi yapıp kelebek olmaya çalışıyorum.

5. sınıfı bitirdiğim yıl okulda yapılan müsamerede, oyuncu olarak ormanda yamyamların eline düşmüş bir genç kızı oynuyorum. Yamyamlar beni itekleyerek yürütüyor; korkarak, sendeleyerek aralarında yürüyorum. Üstümde siyah bir tayyör… Saçımı balerin topuzu yapan annem tepemde topladığı topuzun etrafına inci dolamış. Bu gösteride de çok beğeniliyorum. Daha sonra ortaokula başladığımda resim derslerinde de çok başarılı oluyorum, yaptığım resimleri okulun duvarlarına asıyorlar. Her yıl okul korosuna seçiliyorum. Evde kız arkadaşlarımla oynarken pencerelerdeki perdeleri üstümüze sarıyor, elimize mikrofon gibi herhangi bir şey alıp şarkılar söylüyoruz. Resme, müziğe, dansa karşı dayanılmaz ilgi duyuyorum.

İlk hayal kırıklığım

Annem çalışmaya giderken bazı günler bana şeker alıyor. Yine bir sabah çok sevdiğim badem şekerini kâğıt külah içinde elime tutuşturup gidiyor. Evin merdivenlerine oturmuş, tam içinden bir tane alıp yiyecekken arkadaşlık ettiğim komşu kızı geliyor. Henüz bir tane bile yememişken, külahı ona uzatıp içinden birkaç şeker almasını bekliyorum. Elimden külahı kaptığı gibi koşarak kaçıyor. Büyük bir hayal kırıklığı içinde kalakalıyorum. Arkadaşınım neden böyle bir şey yaptığını anlayamıyorum.

7  yaşında yaşadığım bu hayal kırıklığı bende öyle derin bir iz bırakıyor ki, aradan yıllar geçiyor, ben o anı unutamıyorum. Hâlâ anlayabilmiş değilim; niye insanlar bir başkasının canını yakar?

Fatih’te bir Osmanlı sokağı

Annem zaman zaman beni dedemle anneannemin evine bırakıyor, bir süre onlarda kalıyorum. Dedem Şükrü Sav, Selanik göçmeni; pos bıyıklı, çakır gözlü, boylu poslu, çok yakışıklıydı. Anneannem geleneksel ev kadını; itaatkar, sessiz, başında daima siyah örtüsü olan, güzel, temiz yüzlü bir kadındı.

Evleri Fatih’te Mehmet Dede sokağındaydı. Aynı isimde camii, hamamı, yatırı da olan bir külliye… Osmanlı mimarisi ahşap bir bina, camları kafesli cumbalı bir ev. Kafesin arkasından sokağı seyretmek bana çok eğlenceli gelirdi.

Annem arada bir külliyenin hamamına götürürdü beni. Hamamda tasla, suyla oynamaya bayılırdım. Demir parmaklıklarla çevrili Mehmet Dede yatırının önünden geçerken korkuya benzer bir ürperti duyardım.

Dedem Rumeli’den İstanbul’a gelince Samatya’da bir meyhane açmış, daha sonra kapatıp bir fabrikada çalışmaya başlamış. Dedem beni çok seviyordu, ben de dedeme hayrandım. Çok çapkın, neşeli, ehlikeyf biriydi. Her gece alçak bir sehpanın üstüne konmuş büyük gümüş bir tepside rakısı, mezesi hazırlanırdı. O da minderlere kurulur, beni de yanına oturtur, keyif yapardı. Büfenin içine yerleştirilmiş pikaba 10 tane plağı üst üste koyardı, bir şarkı bitince plak düşer diğer şarkı çalardı. Ben de dedemin dizinin dibinde plakların tek tek düşmesini seyrederdim. Dedem o dönemin Klasik Türk Müziği şarkılarını dinlerdi. Hamiyet Yüceses’ten “Bakmıyor çeşmi siyah feryade / Yetiş ey gamze yetiş imdade…” Ve diğer şarkıcılar, gazeller… Bu şarkıları 8-9 yaşlarındayken duya duya çocuk beynime kaydolmuş. Eski şarkıların hepsini biliyor olmam bu yüzden herhalde. Dedem şarkıları dinlerken yanındaki nargileden arada sırada bir nefes çektiğinde nargilede hava kabarcıkları oluşup yok oluyordu, ben de o kabarcıkları seyrederek eğleniyordum. Dedemlerde kalmayı seviyordum; orası benim ikinci evimdi.

Babam görevi gereği karakol değiştirdikçe biz de ev değiştiriyoruz. Fatih’te Vatan Caddesi’ne yakın bir evde kiradayız. 12-13 yaşlarındayım. Bir gün evin bahçesine komşu kadınlar toplanmış fal baktırıyorlar; beni de çağırdılar. Falcı kadın avucuma baktı ve bana “Sen yıldız yıldız olup gökyüzünde parlayacaksın” dedi. Çocuk belleğimde kalan bu sözleri zaman zaman hatırlarım.

O aralar annem hamile ve bir kız kardeşim oluyor. Nazan’ı oyuncak bebekle oynuyormuş gibi uyutuyor, mamasını veriyorum.

Annemin sesi çok güzeldi. Gençliğinde “Makber”i söylerken yan odadan dedem “Yine gramofonu mu açtınız” diye seslenirmiş. Annem zaman zaman da Rumeli türküleri söylerdi; “Dağlar dağlar, viran dağlar / Yüzüm güler kalbim ağlar”… “Alişimin kaşları kara…” Ne zaman bir Rumeli türküsü duysam, içimde bir sızı annemi ve çocukluğumu hatırlarım.

Kendimi farkediyorum

Annem babam geçinemiyor ve ayrılıyorlar. Annem beni ve kardeşimi yanına alıyor, Karagümrük’te kiralık bir eve taşınıyoruz. Ama ben Fatih Kız Lisesi’nde okuyorum. Okulum Fatih, Çarşamba’da dedemin evine daha yakın. Annem çalıştığı için bütün bir hafta dedemlerde kalıyorum, haftasonları anneme gidiyorum. Ayrıldıktan sonra babam bizi hiç aramıyor, hiçbir yardımı yok. Annem bana ve kız kardeşim Nazan’a bakmak için çalışmak zorunda. Aksaray’da bir iplik atölyesinde iş buluyor. Ev kirası, iki kızının bakımı, okul masrafım… Çalıştığı işten aldığı para yazık ki bu harcamalara yetmiyor.

13-14 yaşlarındayım. Zihinsel, ruhsal, fiziksel gelişme dönemim… Yaşımdan büyük gösteriyorum. Ergenlikten genç kızlığa geçtiğim yıllar… Çevremde beğeni dolu bakışlardan güzel olduğumu algılamaya başlıyorum, kendimi farkediyorum. Okula gidip gelirken yolda arkamdan ıslık çalanlar, eve kadar takip eden gençler oluyor. Çok kapalı bir çevre… Okula gidiş gelişimin dışında sokağa çıkmama izin vermiyorlar. Hayatla ilişkim çok sınırlı.

Henüz aşkı tatmamışım ama yüreğimde anlam veremediğim dalgalanmalar, farklı duygular hissediyorum. Şiir defteri tutuyorum, her genç kız gibi hoşuma giden şiirleri yazdığım…

Baki Süha Edipoğlu, Cahit Külebi, Faruk Nafiz Çamlıbel, Cahit Sıtkı Tarancı, Ümit Yaşar Oğuzcan, Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, Yusuf Ziya Ortaç’tan şiirler… İlk sayfasına yazdığım şiir Anabel Lee… Şiiri okudukça o dünyayı hayalimde yaşıyor, o deniz ülkesindeki kız ben oluyorum, hüzün dünyasında yüzüyorum.

Arada bir Beyazıt Kütüphanesi’ne gitmeme izin veriyor dedem, derslerle ilgili kitap okumam için. Bir gece de yine dedemin izniyle, en yakın arkadaşımın babası, arkadaşımı ve beni tiyatroya götürüyor. Hayatımda ilk kez Saraçhane’deki Şehir Tiyatrosu’nda bir tiyatro oyunu izliyorum.

Günlerim ev okul arasında geçiyor. Akşamları dedem üst köşesinde altı ok olan gazetesini (Cumhuriyet) okurken ben yan odada derslerime çalışıyorum. Çoğu zaman çalışır gibi yapıp, kitabın arasına koyduğum kâğıtlara resim çiziyorum. İçimden gelen bu arzu hâlâ devam ediyor. Resim yapmayı çok seviyorum…

Bir arkadaşım baleye gidiyor, mahzun mahzun onun hazırlanışını ve coşkusunu izliyorum. Ben de baleye çok gitmek istiyorum ama bunu kimseye açamıyorum.

Ev sahibine misafirliğe gittiğimiz bir gün, evlerindeki büyük kitaplık dikkatimi çekiyor. Rastgele bir kitap seçiyorum; ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin “Ezilenler“i… Okuduğum ilk klasik roman. Tam anlamasam da bütün dikkatimle okuyup çok etkileniyorum. Daha sonraki yıllarda kitap okumak en büyük zevkim oluyor, birçok klasik alıyorum.

Aile evinden ayrıldığımda bu kitaplar kardeşim Nazan’a kaldı; böylece Nazan da o kitaplarla buluşmanın, o kitapları okumanın tadını çıkardı.

Muhterem Nur’u görüyorum

Dedemlerde kaldığım bir gün akşamüstü pencereden dışarıyı seyrederken sokakta herkesin bir yere doğru koştuğunu görüyorum. Sokağın her zamanki sakin ve durgun yaşamına uymayan bir hareketlilik var. Ben de meraklanıyorum, onlarla gitmek istiyorum. Komşular dedemden izin alıp beni de götürüyorlar. Koca koca lambalarla gündüz gibi aydınlatılmış boş bir alana geliyoruz. İlk dikkatimi çeken çok güzel bir kadın yüzü, melek gibi bir çehre; gökyüzüne bakıyor, ışıklar içinde. Başkalarını daha sonra fark ediyorum; konuşmalar, koşuşmalar… Ne olduğunu tam anlayamıyorum. Film çekiliyormuş, o güzel kadın da Muhterem Nur’muş. Herkes imzalı resim alıyor, ben de sıraya girip resim istiyorum.

Seyredenlerin arasında en önlerdeyim. Filmde çalışanların arada bana baktıklarını, birbirlerine beni gösterdiklerini görüyorum. İçlerinden biri yanıma geliyor, bana bir şeyler söylüyor. Ne söylediğini tam anlamıyorum ama tatlı bir heyecan ve hafif bir korku hissiyle eve koşup dedemlerin taht gibi yüksek yatağının üstüne atıyorum kendimi sırt üstü, elimde ayna, saçlarım dağılmış. Aynayı yüzüme bir yaklaştırıp bir yukarı kaldırıyorum. Heyecandan yanaklarım al al. Kaşımı, gözümü, dudaklarımı uzun uzun seyrediyorum. Yavaş yavaş kendimi farketmeye başlıyorum.

O gün film çekilen yerden kaçmıştım ama bir yıl sonra kendi ayağımla o setlere gidecektim. Sinemanın görünmez gizli gücü beni yavaş yavaş kendine mi çekiyordu?

“Türkan Şoray’ı ilk kez Ateşten Damla’nın setinde tanıdım. Fatih’te bir yangın sahnesi çekiyorduk. Kenan Artun başroldeydi. Bir yığın izleyici toplanmıştı çevremizde. Aralarından bir kız yaklaştı yanımıza. Okul önlüklüydü. 14-15 yaşlarındaydı. Kenan’dan imzalı resim istedi. İşte o kız Türkan Şoray’dı.”
(Memduh Ün, Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor)

Günler sonra Fatih’te Akdeniz Caddesi’ndeki yazlık sinemada ilk kez baştan sona bir Türk filmi izliyorum; filmin adı Yangın Var. Işıklar sönüyor seyirciler kımıldamadan pür dikkat gözünü perdeye dikmiş. Film başlıyor, bir süre sonra herkes aynı anda ağlıyor, gülüyor, tepki veriyor. Bir tören gibi adeta. Ben de diğer seyirciler gibi başka bir dünyadayım, perdede yaşanan hayata, drama kendimi kaptırmışım, gözümden yaşlar süzülüyor. Eve dönene kadar ağlıyorum.

Ertesi gün okulda da kız arkadaşlar seyrettikleri başka bir filmden bahsediyorlar; “Ahh! Göksel Arsoy’la Belgin Doruk nasıl bakışıyorlar, nasıl öpüşüyorlar…” Sürekli sinemayla ilgili konuşmalar duyuyorum ve sinema iyiden iyiye ilgimi çekmeye başlıyor.

Sinema oyuncularını tanımaya, resimlerini biriktirmeye başlıyorum artık. James Dean’i çok beğeniyor, bir de Clark Gable’a bayılıyorum.

Karagümrük’te Emel Yıldız’ın evi

Haftasonları, annemin dedemlere ve bana yakın olsun diye Karagümrük’te kiraladığı eve gidiyor, annem ve kardeşim Nazan’la hasret gideriyorum. Evin sahibi, yaşlı annesiyle beraber oturan o dönemin şöhretli sinema oyuncusu Emel Yıldız.

Bazen rastlantılar insanın hayatını değiştirebiliyor. Annem başka bir eve de taşınabilirdi ama beni sinema dünyasına çekecek o görünmez güç devreye girmişti bir kere. Bunun kader olduğuna inanıyorum.

Arasıra üst katta oturan evsahibi Emel Yıldız’a gidiyorum. Beni çok seviyor, ben de onu abla gibi seviyorum. Ona imreniyorum; naylon çorap giyişini, makyaj yapışını hayranlıkla seyrediyorum… Genç, çok güzel, alımlı ve şöhretli. Her gün Beyoğlu’na gidiyor. Bana görmediğim ama dinlerken merak ettiğim bir dünyayı anlatıyor.

Yeni bir filme başlayacağı o gün, beni de sete götürmek için annemden izin alıyor. Heyecanla Emel Yıldız’ın elini tutarak evden çıktığımda, attığım adımlar artık beni sinema dünyasına götüren adımlardı…

İlk teklif: Hayatımın dönüm noktası

O gün Emel Yıldız’ın beni götürdüğü filmin setinde ne olup bittiğini bilmeden bir kenarda oturmuş şaşkınlıkla etrafı seyrediyorum. Koşuşan insanlar, koca koca lambalar, yerlerde uzun uzun kablolar. Ve arada bir bana bakan birkaç kişi.

Ertesi gün annemi sokak kapısında hiç tanımadığım iki üç erkekle konuşurken görüyorum. Benden bahsedildiğini duyuyorum ve heyecanlanıyorum. Filmde oynamam için teklifte bulunuyorlar anneme. Konuşmalar uzuyor, annem itiraz ediyor. Kendimi göstermeden evin giriş katındaki merdivenlerde merak ve heyecanla konuşulanları dinliyor, annemin vereceği cevabı bekliyorum. Annem hemen karar veremiyor. Evet derse evimize ayrı bir para daha girecek, çektiğimiz sıkıntılar bitecek, rahatlayacağız. Bir taraftan da okulum var. Dahası öğretmen olmak için yatılı okula gönderilecektim, bu önceden alınmış bir karardı.

Geleceğim, annemin ağzından çıkacak bir lafa bağlı. Annem bir iki gün düşündükten sonra, çok istemese de filmcilere evet diyor. Bu evet, kaderimi ve bütün hayatımı değiştirecek olan dönüm noktası oluyor.

SİNEMAYA İLK ADIM

Annemin bu kararından sonra ne heyecan duyuyorum, ne üzülüyorum, ne de seviniyorum… Kafamda kocaman bir soru işareti. Öğrenciyim, film yıldızı mı olacağım? İstiyor muyum, bilmiyorum. Bu ruh halim sete gidene kadar sürüyor.

İlk filmimin yönetmeni Türker İnanoğlu

Filmin adı Köyde Bir Kız Sevdim. Yönetmeni de bugüne dek sinema dünyasına kendini adamış, çok önemli bir sinema adamı, Türker İnanoğlu. Köyde Bir Kız Sevdim, onun da ilk yönetmenliği. Türker İnanoğlu’nun benim hayatımda çok özel, çok önemli bir yeri vardır. Hayatımı değiştiren kişi Emel Yıldız’dı, Türker İnanoğlu da bana sinemanın yolunu açtı. Minnetim sonsuz…

“Emel Yıldız sete çok güzel bir genç kızla birlikte geldi. 15-16 yaşında bir genç kız. Kara gözlüydü, üzerinde yeşil bir manto vardı. Bir kenara oturdu etrafına bakınarak. İnsanın yüreğinin içine dalan bakışları vardı. Müthiş güzeldi. O ana kadar sinemaya böyle bir güzel gelmemişti.
(…)
Biraz ışık ve kamera acemiliği çekti ama oyun acemiliği çekmedi. Ne söylesek yapıyordu. Kameranın önünde nerede duracağını, nereden ışık alacağını, bir tokat yeme sahnesinde başını nasıl sola düşüreceğini acemiliğine rağmen anında öğrendi.”
(Giovanni Scagnomillo, Bay Sinema: Türker İnanoğlu)

İlk filmimin ilk çekim günü

Köyde Bir Kız Sevdim filminin ilk çalışma günü Mualla Sürer’in evinde yapılıyor. Kameranın önündeyim, etrafımda yabancı yüzler… Gözleri üstümde, sürekli yüzüme bakmalarından tedirgin oluyorum. Sonra anlıyorum ki, yüzümdeki ışığa bakıyorlarmış. Filmin diğer oyuncuları; Baki Tamer, Salih Tozan, Erol Taş, Asım Nipton, Mualla Sürer. Onların ilgiyle, sevgiyle bakan gözlerini görüyorum. Oyunculuk nedir bilmiyorum, yönetmen bana “şunu yap, bunu yap” diyor, içimden nasıl geliyorsa öyle yapıyorum. Sette bulunan tecrübeli oyuncular beni yetenekli buluyorlar ve hakkımda çok güzel şeyler söylüyorlar. Sete hemen uyum sağlamama şaşırıyorlar. Yaptığım işin ne kadar önemli olduğunun farkında değilim; hiçbir sorumluluk hissetmiyorum. Başarılı veya başarısız olmak gibi hiçbir endişem, korkum, hırsım, hedefim yok. Bu yüzden kameranın önünde hiç heyecanlanmadan, rahat, içgüdüsel yeteneğimle, rolümü canlandırıyorum. Rol yapmıyorum, o gün kamera önünde benden yapmamı istedikleri, benim için sanki gündelik yaşamda yaşadıklarım gibi geliyor.

Benimle sete gelen annem heyecandan sete giremeyip kapının dışında bekliyor. Daha sonra annem yaşadığı o günü yakınlarımıza coşku içinde anlatıyordu: “Kalbim duracak gibiydi, tırnaklarımı elime geçirmişim. Yönetmen kamera, stop dedikçe bayılacak gibi oluyordum. Sanki Türkan değil de ben sınav veriyordum. Sette bulunan Salih Tozan, Ahmet Tarık Tekçe, Erol Taş gözlerini Türkan’dan ayıramıyordu. Heyecan içinde ne diyeceklerini bekliyordum. ‘Şahane, güzel bir kız, yetenekli de’ dediklerini duyunca rahat bir soluk aldım.”

Dönemin sinema dergilerinden birinde Köyde Bir Kız Sevdim filmi için yazılan eleştiride, “Kötü makyajına rağmen Türkan Şoray ve Salih Tozan bu filmin tek kurtarıcılarından” sözleri yer alıyordu.

Yeşilçam farklı bir yaşamdı benim için. Önceleri sinema dünyasında yeni tanıdıklarımı yadırgayıp alışamıyorum. Kimseye sokulamıyor, çekingen ve ürkek davranıyorum. Zaman içinde oyunculuğa alışıyorum, beraber çalıştığım tecrübeli oyunculardan ve yönetmenlerden öğrendiklerimle kendimi geliştirmeye çalışıyorum.

Öğrencilikten oyunculuğa

Filmin çekimleri uzun sürüyor. Bu arada okula gidemiyorum, öğretmenlerimden eve haberler gelmeye başlıyor. Özellikle çok sevdiğim matematik hocam Dürrüşehvar Hanım okula devam etmem için çok çaba sarfediyor ama devamsızlıktan okuldan ayrılmak zorunda kalıyorum. Okul hayatım bitiyor. Çok üzülüyorum, günlerce ağlıyorum. Arkadaşlarımı, öğretmenlerimi çok seviyorum, okulumu özlüyorum. Beni avutan tek düşünce ve umut liseyi dışardan sınavlara girerek bitirmek! Dedem de küsüyor bana ve anneme. Torunu Türkan’ın artist olmasını bir türlü yediremiyor kendisine.

Huzursuz, tedirgin günler geçiriyorum, boşlukta hissediyorum kendimi. Daha 20-30 gün önce öğrenciyken birden sinema oyuncusu oluyorum.

Tamamen benim irademin dışında gelişiyor her şey. Hiç beklemediğim olayların hızlanarak akışıyla bambaşka bir yaşam başlıyor. Ben de bu yaşama teslimiyetle uyuyorum.

Şoray soyadı

Bir akşam, evimizin kapısı hızlı hızlı çalınıyordu. Gelen küçük amcam Rıdvan Şoray, film çevirdiğimi duymuş, öfkelenmiş. Elini masaya vurarak “Şoray soyadını kullanmayacaksınız!” diye anneme tepkisini gösterdi.

Bu amcamı çok severdim. Çok babacan, çok sevecendi. 7 yaşıma kadar aynı evde oturmuştuk. Eyüp’te Defterdar mahallesi, Kralkızı mevkiinde 3 katlı ahşap bir konaktı. Rıdvan amcamın dört çocuğu vardı, onlarla birlikte evin altını üstüne getiriyorduk. O evde kalabalık aile ortamında çok mutlu bir çocuktum. Bir katta öğretmen halam Nadire Varlı. “Siyasal Bilgilere gidecek benim kızım” diye saçımı okşardı. Bir katta da öfkeyle o akşam evimize gelen amcam Rıdvan Şoray. Cumhuriyet Halk Partisi Eyüp gençlik kollarında görevliydi. En alt katı da annemle babama ayırmışlardı, biz oturuyorduk.

Bir gün Nadire Halamın katında, odasındaki masa lambasının cam fanusunu çıkardım, şapka gibi başıma koymak istedim, ama elimden kaydı ve düşüp paramparça oldu. Galiba antikaydı. Kızacak diye çok korktum ama halam hiçbir şey söylemedi. Zaman zaman halamı şapkalı gördüğüm için ona özenmiştim herhalde. Çocukluk işte! Beni hep Nadire halama benzetirler. Maalesef o konaktan ayrıldıktan sonra onu bir daha hiç görmedim.

Benim sinema oyuncusu olacağımı hiç düşünmemişlerdi, amcalarım okumamı istiyorlardı. Tepkileri bundandı sanıyorum. Sinema oyuncusu olmanın, bir genç kızı ve ailesini az da olsa dile düşüreceği, dedikodu konusu yapılacağı ihtimali de vardı bu öfkenin içinde. Kendi dünyaları içinde yaşayan bir muhitin insanlarıydık…

Babamın ailevi bir sebepten ailesiyle arası açıldı ve o evden aynlıp yine Eyüp’te kiralık başka bir eve geçtik. O günden sonra da mutlu çocukluğum bitti.

Amcam evden gittikten sonra sabaha kadar heyecanla kendime süslü bir isim ve soyadı bulmaya çalışıyorum; Alev, Işık, Çiçek gibi isimler; Gökkuşağı, Dolunay gibi bir soyadı…

Ama ertesi sabah annem şirketi aradığında afişlerin çoktan basıldığını öğreniyoruz ve böylece adım Türkan Şoray olarak kalıyor, iyi ki de öyle oluyor; adımı, soyadımı çok seviyorum.

Diğer amcam Emniyet Amiri Adil Şoray görevi gereği daha çok Anadoludaydı. Onun görev yaptığı şehirde film çevirdiğimde bile beni aramadı. 7 yaşımda büyükbabamın evinden ayrıldığımdan itibaren görmemiştim. Yıllar sonra Rıdvan amcamın torununun sünnet düğününe gittim. Salona girdiğim andan itibaren davetlilerin sevgi ve coşku dolu alkışlarıyla sünnet yatağına doğru yürürken, yatağın yanında duran Adil Amca’yı gördüm, hemen tanıdım. Tam da gözlerinin içine diktim gözlerimi, alkışlar devam ediyordu. Yıllar sonra da olsa amcamın bakışlarında benimle gururlandığını gördüm, hissettim ve çok mutlu oldum. Yanına gittiğimde hasretle birbirimize sarıldık.

Baba tarafım Çerkez kökenli, Kabardey boyundan… Kuzey Kafkasya’da Şoroğulları olarak anılırlarmış, Anadolu’ya gelince Şoray soyadını almışlar. Büyükbabam milli mücadele yıllarında Eyüp karargâhında yüzbaşıymış. Kılıcı bende, saklıyorum. Büyükbabamın annesinin adı Gayahan’mış. Çok güzel bir isim.

Kendimi ilk kez perdede izliyorum

Çevirdiğim ilk filmimi yönetmen ve yapımcıyla birlikte bir film stüdyosunda izliyoruz. Annem heyecanlı, bense gayet sakinim ama yüzüm perdede belirince o an ürperiyorum, nefes almadan kendime bakıyorum, gözgöze geliyorum kendimle. O benim! İnanılır gibi değil. Utanıyorum ama bir taraftan da perdede kendimi görmek çok hoşuma gidiyor. Açıkçası beğeniyorum da kendimi… Ama pek çok kişinin de beni sinemalarda seyredeceğini düşünüp tedirgin oluyorum. Beğenecekler mi beni? Bu arada anneme bakıyorum, hayran hayran perdedeki kızını seyrediyor. Mutlu, duygulu bir anne…

Zor günler

Hayatımın değişmesine neden olan Emel Yıldız’ın evinden yine aynı semtte başka bir eve taşınıyoruz ama dostluğumuz yıllarca sürüyor, ona duyduğum abla sevgim artarak devam ediyor. Annem beni Beyoğlu’na, film setlerine, herhangi bir yere yalnız göndermiyor. Bir genç kız için dış dünyanın tuzaklarla dolu olduğu endişesiyle her yerde, hep yanımda olmak istiyor, haklı olarak…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Damolla Âlimcan el-Barudî ~ Yusuf AkçuraDamolla Âlimcan el-Barudî

    Damolla Âlimcan el-Barudî

    Yusuf Akçura

    Yusuf Akçura’nın fazla bilinmeyen eserlerinden biri olan Damolla Âlimcan el-Barudî, hem Akçura külliyatının hem de “Türkistan Aydınlanması Kitaplığı”nın bir parçası olarak kabul edilebilir. Kazanlı...

  2. Köy Enstitüsünde Pirüpak İzler ~ Pakize TaşağırKöy Enstitüsünde Pirüpak İzler

    Köy Enstitüsünde Pirüpak İzler

    Pakize Taşağır

    1947 yılı ilkokul 4. sınıfta, sınıf öğretmenimin ‘Ben seni Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne yollayacağım. Okuyacaksın ve öğretmen olacaksın. Ülkeyi aydınlatacaksın.’ demesi ile benim öğretmenlik serüvenim...

  3. Leibniz ~ Maria Rosa AntognazzaLeibniz

    Leibniz

    Maria Rosa Antognazza

    Gottfried Wilhelm Leibniz (1646 – 1716), hayatını adayacağı projeyi gençlik yıllarında belirleme bahtiyarlığına sahip olmuş ama geniş ilgi alanı içinde dağılması nedeniyle gerçekleştirememe bahtsızlığına...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur