Tina Bender L. A. Informer’ın dedidoku sayfasında köşe yazarlığı yapmaktadır. Çevresindekiler hakkında her şeyi bilmektedir. Ve bildiklerini yayımlamak konusunda da çok cesurdur, ta ki birileri onu tehdit edene kadar.
Patronu Felix Dunn, Tina’yı koruması için baştan çıkarıcı gülümsemesi ile Tina’nın aklını başından alan Calvin Dean’i tutar. Tina kendisini tehdit edenin kim olduğunu bulmak konusunda kararlıdır ve işin içine bir de cinayet girince korumasının uyarılarına kulak asmaksızın olayın daha da üstüne gider. Olayı araştırırken Hollywood ünlüleri hakkında skandal niteliğinde bilgiler de edinir. Bu sürede tek bir kişiye güvenir, koruması Calvin Dean’e.
Acaba dedikodu yazarlığı ve edindiği bilgiler Tina’nın sonu mu olacak? Ya da birkaç gün sonraki köşesinin başlığı…
***
Teşekkür
Yorulmak nedir bilmeden yazdığım her şeyi okuyarak eleştiride bulunan harika partnerim Eden Bradley’a sonsuz teşekkürlerimi sunmak istiyorum ve eğlenceli bütün bölümlerde cesaret veren gülümsemelerini asla unutmayacağım.
Sürekli destek oldukları ve ilham verdikleri için Wits’e teşekkürler.
Her kötü geçen gün hakkında mızmızlanma ve dedikodular arasında her zaferi kutlamak üzere bana da yer açtıkları için Romance Divas’a teşekkür etmek istiyorum.
Ve son olarak ama daha az değil, inanılmaz yetenekli editörüm Leah Hultenschmidt’e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum; o olmasaydı bu kitap da olmazdı. Çok iyi bir arkadaş ve büyük bir editör…
Bölüm 1
GENÇLİĞİN AHLAKI NEREYE GİDİYOR?
DÜN GECE INFORMER HERKESİN GÖZDESİ GENÇ AKTRİS JENNIFER WOOD’U BİR KOLÜNDA BİR ERKEK GRUBUNUN ÜYESİ, ELİNDEYSE ESRAR İLE HOLLYWOOD MARTINI ROOM’DA YAKALADI…
“İçine edeyim!”
“Tina!”
Sandalyemi döndürdüğümde patronum Felix Dunn, elleri kalçasında ofisin kapısında duruyordu.
“Ne var?”
“Küfür kumbarası.”
Dudaklarımı büzdüm. “Bu sayılmaz ama.”
“‘İçine edeyim,’ dediğini duydum.”
“Bu bilgisayarla alakalıydı. Bilgisayara edilen küfürlerin sayılmadığını herkes bilir.”
Gözlerini kıstı. Bahanemin işe yaramadığı ortadaydı.
“Bu bir kere senin suçun, biliyorsun,” diye itiraz ettim taktik değiştirerek. Geri tuşu takılı kalıp bulduğum güzel bir kelimeyi silinceye kadar dün geceki parti sonrasında bir elinde esrarla yakalanan genç aktris hakkında keyifli şeyler yazıyordum, en azından bana göre. “Yani demek istediğim bu aletler kaçıncı yüzyıldan kalma?” diye devam ettim. “Arada sırada şuraya yeni donanımlar alsan ölür müsün?”
Patronum başını iki yana salladı. “Küfür kumbarası, Bender,” diye tekrarladıktan sonra ofisine geri döndü.
“İçine edeyim.”
“Bunu da duydum!”
Patronun kapısına doğru dil çıkarıp masamdaki mor renkli domuzcuk kumbarama iki çeyreklik attım. Her nasılsa bizim yeni genel yayın yönetmenimiz gerçekten çok küfür ettiğimiz izlenimine kapılıyordu. Bu izlenimi nereden edindiği hakkında ufacık bir fikrim yok. Fakat benim bu kötü alışkanlığımdan vazgeçirmek için bu küfür kumbarasını ortaya çıkarmıştı. Şahsen kötü alışkanlıklarda iyiyimdir. Tabii eroin gibi şeyler kullanmıyorum.
Bu da aklıma hikâyemi getirdi.
Arkama dönüp gözlüklerimi taktım ve muhteşem satırlarımı döktürmek için parmaklarımı klavyeye yerleştirdim.
BİZİM GÖZDE SARIŞIN AKTRİSTİMİZ BUGÜN ESRARIA YAKALANABİLİR. FAKAT HAYATI KONTROLDEN ÇIKTIĞINDA BUNUN PEŞİNİ KOKAİN, METAMFETAMİN HATTA EROİN TAKİP ETMEZ Mİ? KAÇ TANE SARIŞIN “REHABİLİ TASYON” DİYEBİLİYOR Kİ?
Sandalyeme yaslanıp işimi inceledim. Evet, biraz acımasızcaydı. Wood’un açıklamasına göre gerçek şöyleydi, paparazzi flaşları patlamadan önce biri bu “kötü kokulu sigarayı eline tutuşturmuştu ve o da hemen sonra bunu atmıştı. Ancak genç kız gerçekten bir televizyon programında neşeli amigo kızlar gibi oynamıştı. Bu da bir magazin haberiydi.
“Gönder” tuşuna basarak günlük dedikodu haberimi L. A. Informer ağından Felix’in mailine gönderdim, sonra da parmaklarımı çıtlattım.
Saate bir göz attım. Çıkma vaktiydi ve bir yerde üzerinde adımın yazılı olduğu biftekli büyük bir dürüm beni bekliyordu. El çantası olarak da kullandığım Strawberry Shortcake baskılı beslenme çantamı kaparak çıkışa yöneldim.
Maalesef çıkmadan Kartal Gözlü Dunn beni yakaladı.
“Bender?”
İyi bir küfür düşündüm ve arkamı döndüğümde onun kapıya yaslanmış olduğunu göldüm. “Bir şey mi istiyorsun patron?”
“Wood olayını bitirdin mi?” diye sordu.
“Daha yeni mailine attım.” Patrondan bir adım önde olmayı seviyordum.
“Peki Pines?”
“Pines?”
Edward Pines, polislerin rutin trafik kontrolü sırasında arabasının koltuğunun altında bir yığın pornografik yayının bulunmasından dolayı tutuklanan yönetmendi. Çıplak vücutlar Hollywood’da yeni değildi, fakat bu özel dergilerde on üç yaşındaki çocukların çıplak resimleri vardı. Onun olay fotoğrafının ne kadar büyük olduğu umurumda değildi. O adam artık Hollywood trafiğine kurban gitmişti.
“Ne olmuş ona?” diye sordum.
“Bugün mahkemeye çıkıyor. Bu senin hikâyendi, değil mi?”
Lanet olsun evet. Pinesin tutuklandığı gecenin sabahı başlığım şöyleydi: PINES KÜÇÜK ÇOCUKLARIN PEŞİNDE. Ne diyebilirim ki? Kendimi durduramıyorum.
Hikâyeden hoşlanmama rağmen zamanlama yüzünden hiç de heyecanlı değildim.
“Şimdi mi mahkemeye çıkıyor?” Midem gurulduyordu. “Ama yemek saati.”
“Haber beklemez tatlım. Cam seni mahkeme salonunda bekliyor,” diyerek ofisine geri döndü.
Dürüm için daha çok zaman vardı. “Hay içine edeyim!”
“Bender…”
“Biliyorum, biliyorum.” Strawberry Shortcake’ime uzanıp bir çeyrek daha çıkardım ve yolumun üzerindeki porselen domuzcuğa attım.
Bu gidişle yılbaşına kadar iflas edecektim.
Beverly Hills Mahkemesi Burtonda, Güney Santi Monica’da inşa edilmiş bir binaydı. Bana bir Doris Day filmini hatırlatan altmış pencereli bir beton yığını olan bina, bana hiç de ilgi çekici gelmiyordu. Otoparka dizilmiş Jag ve BMW’lerle tamamen çağdışı, tamamen çıkarcı ve tamamen tuhaf bir yerdi.
Honda Rebelim’i girişin yanındaki boş bir yere çektim. Evet, doğru. Bir motosiklet kullanıyorum.
Ateş pembesi renginde, yanlarında sarı alevler olan bir motosiklet. Harley olmadığını kabul ediyorum, ama benim gibi 1.60 boyundaki bir kız için bu gayet uygun. Ve L. A. benzin fiyatları tavan yaptığı için kiramı ve düzenli olarak Küfür kumbaramın depozitini karşılamamın tek yolu da bu.
Kaskımı çıkarıp metal bir zincirle gidona bağladım ve saçlarımı salladım. Şansınız saçlarınız benim gibi dümdüzse kask pek bir sorun yaratmıyor. Saçlarımı hafiften kabartıp eski haline getirdim. Saçlarım şu an kestane renginde ve aralarda da koyu mor gölgeler var. Hayatım boyunca saçıma o kadar çok gölge attırdım ki kendi saçımın ne renk olduğunu hatırlamıyorum bile.
Strawberry Shortcakeim’i aldım ve içeri girdim, içerideki serin hava dışarıdaki sıcak havayla çelişiyordu. Sonbaharda bile Güney Kaliforniya’daki dereceler yirminin altına hiç düşmezdi ve bu hafta ise fazlasıyla Hindistan yazını yaşıyor gibiydik. Çantamı taşıma bandıyla gönderip bir çift metal dedektörün arasından geçtikten sonra, Pines’ın mahkeme karşısına çıkacağı ikinci kata çıktım.
Üzerinde blucini ve spor ayakkabısı olan sarışın, uzun boylu bir kız salonun dışındaki çeşmeye yaslanmıştı. Elinde de siyah, büyük bir Nikon vardı.
“Hey Tina,” dedi bir elini kaldırarak.
“Felix’in son anda sana iş verdiğini görüyorum,” diyerek kamerayı işaret ettim.
Cam başını aşağı yukarı salladı. “Beni Mr. Chow’da yemek yerken yakaladı. Ve bugün Britney de rezervasyon yaptırmıştı.”
Cameron Dakota, Informer’in tam zamanlı çalışan tek fotoğrafçısıydı. Felix çoğu zaman serbest çalışan fotoğrafçılara para vermeyi daha ucuz buluyordu, fakat Cameron sadece (eğer şanslıysa) ünlüleri zor anlarında yakalamakla kalmıyor, aynı zamanda okuyucuların tekrar tekrar Informer sayfalarını tıklamalarını sağlayan kaliteli resimler de çekiyordu. Ve ne tuhaftır ki Britney’i gözlemekten de büyük zevk alıyor gibiydi. Şahsen ben Starbucks’a giden bu yarım akıllı Hollywood yıldızlarını her gün takip edecek olsaydım kendimi vururdum.
Şansıma onları mahkeme salonunda takip etmek zorundaydım.
Büyük meşe kapıları işaret ederek, “Pines orada mı?” diye sordum.
Cam başını iki yana sallarken uzun sarı saçları yanaklarına değiyordu. “Bir dahaki mahkeme onun. Şimdi avukatlarıyla birlikte yan odadalar. Kameraların salona girmesi yasak. Bu yüzden ben de o çıkarken fotoğraflarını çekeceğim.” Bana bir göz kırptı.
“Git onları yakala kaplan.”
Kapıyı iterek mahkeme salonuna girdim.
L. A, Law dizisine benzemeksizin L. A. yerel mahkemesinde muhteşem, seksi veya heyecanlı hiçbir şey yoktu. Salonlar basık, kare şeklindeydi ve dört tarafı demirlerle çevrili masalar, tahta sandalyeler ve kasvetli bej rengindeki duvarlardan ibaretti. Motorlu Taşıtlar Departmanı’nı düşünün. İşte ondan daha beterdi. Bu ilk mahkeme olacağı için jüri ortalarda görünmüyordu. Salonda sadece portakal renkli tulumlarıyla oturan bir dizi insanla çocukları için kefalet isteyen aileler vardı. Şimdi nikel büyüklüğündeki küpeleriyle bir çocuk uyuşturucuyla alakası olmadığını söylüyordu.
Esnedim.
Bay Meth’i dışarıya çıkarıp dövmeli esmer bir kadına çocuğun elli bin dolarlık kefaletini ödeyebileceklerini söylüyorlarken, biraz yer değiştirip arka cebimden dijital kayıt cihazımı çıkardım.
Ancak yan kapı açılıp diğer davalı içeri girdiğinde doğruldum.
Edward Pines ellilerinde olmasına rağmen bugün yetmiş beş yaşında görünüyordu. Cezaevinin bu adamla uyuşmadığı belliydi. Gözlerinin etrafı mor halkalarla çevriliydi ve yüz hatları Cam’in ön sayfamız için çektiği son fotoğraftan daha yumuşak ve zayıftı. Yargıçların orada olmamasına rağmen çoktan pişman olmuş gibi başı önde yürüyordu. Hemen yanında uzun boylu, soluk benizli avukatı duruyordu. Onu tanımıyordum, fakat bu şaşırtıcı değildi. Üst düzey sübyancılar hukukla ilgilenmiyorlardı.
“Bay Pines, çocuk pornosundan suçlanıyorsunuz,” diye konuşmaya başladı hâkim oturduğu yerden.
“Ne cevap vereceksiniz?”
Soluk benizli avukat hemen konuşmaya başladı. “Davalı suçlu olmadığını söylüyor Sayın Hâkim.”
Bir kaşımı kaldırdım. Pines polisler tarafından suçüstü yakalanmıştı. Avukatının onu nasıl savunacağını merak ediyordum.
“Pekâlâ. Dava için ne kadar kefalet isteniyor?” Hâkim, boyu haricinde savunma avukatının bir kopyası olan yanındaki avukata döndü. Bu adamların hiçbiri güneşe çıkmıyor mu?
“Sayın Hâkim, aileler kefalet için on milyon dolar istiyorlar.”
“Vay anasını…” İç çekip bu uçuk miktar karşısında salondakilerin de nefeslerini tuttuğunu duydum.
Pines halkın gözü önünde olan bir dalkavuktu, fakat o kimseyi öldürmemişti ki! Katillerin bile kefalet borcu en fazla bir milyon dolardı. Oturduğum yerde öne doğru eğildim. Bu muhteşem bir haber olacaktı, hissedebiliyordum.
“Sayın Hâkim, bu çok fazla,” diye çıkıştı savunma avukatı. Şimdi yanaklarına biraz renk gelmişti.
“Müvekkilim cemiyette güçlü biridir, her yerde saygı görür. Cemiyette güçlü bağları vardır. Açıkçası ben D. A.’nın kefalet talebini bu suç karşısında çok komik buluyorum.”
Hâkim fırçaya benzeyen kaşlarını yukarıya kaldırdı. “Çocuk pornosunun büyük bir suç olduğunu düşünmüyor musunuz, avukat?”
“Elbette öyle Sayın Hâkim,” diyerek lafı çabucak toparlamaya çalıştı. “Fakat D. A.’nın talebi… ağır,” diye bitirdi cümlesini. Bu sefer kelimelerini daha dikkatli seçiyordu.
“Ağır” güzel bir tabirdi. Haberimde kullanmak için bu kelimeyi zihnime not etmiştim.
“Bay Atwood?” diye sordu hâkim, D. A. ya yönelerek.
“Sayın Hâkim, davalı oldukça zengindir ve ayrıca hem Amerika hem de Kanada vatandaşıdır. Kaçma riski yüksektir. Ve…” dedi Pines’a kınayan bakışlarla bakarak, “bütün bu fotoğraf donanımlarına kolaylıkla ulaşılabilen bir yönetmen olduğunu düşünerek on milyon dolar kefalet talep etmekle toplumdaki çocukları da korumanın bizim vazifemiz olduğunu hissediyoruz.”
“Bu çılgınlık Sayın Hâkim!” diye karşı çıktı avukat. “Müvekkilim sırf şöhreti yüzünden D. A. tarafından eziyet görmektedir.”
“Yeterince dinledim,” dedi hâkim ellerini kaldırarak.
Ben dâhil bütün mahkeme salonu nefesimizi tutmuş beklerken, hâkim yanağının içini çiğniyor, bakışlarını bir avukattan diğerine çeviriyordu. Şüphesiz bunun basına nasıl yansıyacağını merak ediyordu.
Sonunda bir sonuca varmıştı.
“Bay Pines, eğer şöhretin ahlaksız tavırlar için bir mazeret olacağını düşünüyorsanız benim mahkeme salonumda tamamen hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Kefalet on milyon dolardır.”
Hâkim tokmağını vururken kısık sesle bir ıslık koyverdim. D. A. bir zafer edasıyla çenesini yukarıya kaldırmıştı. Muhzır, salondan çıkması için Pines’a yardım ederken kefaletin ağırlığı onun omuzlarına çökmüştü.
Kayıt cihazımı yeniden cebime koydum. Aslında bu çok ilginç bir gelişmeydi. Pines’ın on milyon dolarlık kefalete çarptırılıp çaptırılmaması hakkında bir fikrim yoktu. Fakat bir Hollywood yönetmeni günlerce gözaltında kalmıştı. Bu, 2008 yılında Paris’i gözetlemek kadar güzeldi. Bir hafta boyunca onun ıstırap çekip çekmediğine bahse girmek ister misiniz?
Beni bekleyen Cam in yanına gitmek için odadan çıkarken içimden seviniyordum. Ne de olsa sübyancı bir yönetmenin ıstırabı, sizler için sayfa kapağı demekti.
Ah Tanrım, Hollywood’u seviyordum.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıOyunbozan
- Sayfa Sayısı272
- YazarGemma Halliday
- ÇevirmenYasemin Büte
- ISBN9786055514327
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviFeniks Kitap / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Karanlık Şafak ~ Penelope Douglas
Karanlık Şafak
Penelope Douglas
New York Times’ın çok satan yazarlarından Penelope Douglas’ın Şeytan Gecesi serisinin dördüncü ve nefes kesici son oyunu başlıyor!.. Hazır mısın? Beşe karşı birsin, kaçacak...
- Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ~ George Orwell
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
George Orwell
“Çok genç yaşındayken bile gözüpek ve yürekli biri olan George Orwell (1903-1950), önce döneminin ve ülkesinin toplumsal düzenine karşı çıktı. Büyük Rus Devrimine inandı....
- Hiç Kimse Sıradan Değildir ~ Markus Zusak
Hiç Kimse Sıradan Değildir
Markus Zusak
“19 yaşındayım, taksi şoförüyüm. Sadece bu işe yarıyorum, birde arkadaşlarımla kâğıt oynamaya. Başka hiçbir uğraşım, isteğim, hedefim yok. Bir ev arkadaşım var, adı Kapıcı....