Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sırlar Aşka Engel mi?
Sırlar Aşka Engel mi?

Sırlar Aşka Engel mi?

Bahar Yaldız Çelik, Rachel Gibson

Hangisi Tercih Edilmeli Aşk mı, Gerçek mi ? Maddie, Truly’ye sevgili ya da koca bulmak için değil, çocukluğunda kötü şeyler yaşadığı kasabaya geçmişiyle yüzleşmek…

Hangisi Tercih Edilmeli
Aşk mı, Gerçek mi ?

Maddie, Truly’ye sevgili ya da koca bulmak için değil, çocukluğunda kötü şeyler yaşadığı kasabaya geçmişiyle yüzleşmek için geri döner. Bunun için her zorluğu göze almaya hazırdır.

Mick kadınlarla arasına gerekli mesafeyi koyabilen; onların, hayatına müdahale etmesine izin vermeyen bir adamdır.
Bu duruşundan hiç taviz vermez, ta ki sırları olan bir kadınla karşılaşana kadar… Onun bir gülüşü, tek bir dokunuşuyla aşk bağıra çağıra kapısına dayanır.

Fakat Mick, Maddie’yle ilgili gerçeği öğrendiğinde ikisi için hem aşk hem de hayat, içinden çıkılması güç bir hal alır… Geçmişten gelen ve her ikisini de derinden sarsan bu sır, aşklarına engel olabilecek midir?

***

BİRİNCİ BÖLÜM

Mort’s Bar’ın girişinin hemen üzerindeki beyaz neon tabelanın titreşerek parıldayan ışıkları Idaho, Truly’nin içkiye susamış güruhunu tıpkı ışıklı bir böceksavar gibi kendine çekiyordu. Ne var ki, Mort’s bira severleri kendine çeken bir mıknatısın ve soğuk Coors biraların yudumlanıp, cuma geceleri kavgaya karışılan bir yer olmanın çok daha ötesindeydi. Tarihi bir öneme sahipti, en az Alamo kuşatması kadar büyük bir öneme. Bu küçücük kasabada diğer işletmeler ardı ardına açılıp kapanırken, Mort’s hep aynı çizgisinde devam etmişti.

Yaklaşık bir yıl önce barın yeni sahibi galonlar dolusu temizleyici ve boya kullanarak, mekâna yeniden çeki düzen vermiş ve bir de ciddi bir uçkura sahip olma prensibi benimsetmişti. Onun öncesinde, kadınların iç çamaşırlarını tıpkı bir lunaparkta halka atarcasına barın tepesinde duran boynuzlara atma girişimleri yeni bir spor olarak addedilmekteydi. Şimdilerde, bunu yapmaya kalkışan kadınlar kendilerini yarı çıplak bir halde kapının önünde buluveriyorlardı.

Hey gidi günler.

Maddie Jones, Mort’s Bar’ın hemen önündeki kaldırımda durmuş, gözlerini tabeladan alamıyordu. Ne var ki, çökmek üzere olan karanlığı yanp geçen bu bilinçaltı cazibc onun için çok da bir şey ifade etmiyordu. Ace Yapı Marketi ve Panda Restoran arasında sıkışıp kalmış bu eski binanın çatlaklanndan dışan mütemadiyen bir uğultu ve müzik sesi sızıyordu.

Maddie’nin yanından kot pantolon ve askılı bluz giymiş bir çift hızla geçip gitti. Kapının açılmasıyla dışarıya sızan insan sesleri ve şüphesiz Country müziğine ait ezgiler Main Caddesi’ne yayıldı. Kapı içeri girenlerin ardından kapanırken Maddie hâlâ barın önünde ayaküstü bekliyordu. Çantasının omzundaki askısını düzeltip dökümlü mavi hırkasının fermuarını çekti. Truly’den ayrılalı yirmi dokuz yıl olmuştu ve anlaşılan buranın, geceleri ne kadar serin olduğunu unutmuştu. Hatta temmuzda bile.

Maddie elini kapının kulpuna doğru uzattı ama sonra vazgeçip geri indirdi. Nereden çıktığını anlayamadığı tuhaf bir korku ensesindeki ayva tüylerini diken diken etmişti ve midesine bir kramp girmişti. Daha önce bunu o kadar çok yapmıştı ki. Bu korku da nereden çıkmıştı şimdi? Neden bu kez? Kendi kendine aslında cevabını bildiği sorular soruyordu. Çünkü bu kez mesele kendi meselesiydi ve biliyordu ki o kapıyı açıp içeri adımını attıktan sonra artık dönüşü olmayacaktı.

Eğer arkadaşları onun bu halini, tıpkı ayaklarına beton dökülmüş gibi oraya mıhlanıp kaldığını görselerdi çok şaşırırlardı. Bugüne kadar pek çok seri katille, acımasız caniyle görüşüp röportajlar yapmıştı. Ne var ki, onun için antisosyal kişilik bozukluğu olan aptallarla konuşmak Mort’s Bar’da onu bekleyen şeyle yüzleşmenin yanında çocuk oyuncağı kalıyordu. 21 YAŞINDAN KÜÇÜKLER GİREMEZ tabelasının ardında onu bekleyen şey geçmişiydi. Ve Maddie başkalarının geçmişini kurcalamanın kendi geçmişini kurcalamaktan çok daha kolay olduğunu yeni yeni öğreniyordu.

Kendi kendine, Tanrı aşkına, diye söylenip kapıya uzandı. Bir an küçük bir çocuk gibi pısırıklaştığı için kendinden iğrenerek, korkusunu güçlü iradesinin demir yumruğunun ardına gizledi. Olmasını istemediği hiçbir şey olmayacaktı. Kontrol tamamıyla ondaydı. Her zaman olduğu gibi…

İçeri adımını atmasıyla müzik kutusunun gümbür gümbür sesi, bira ve sigara kokusu etrafını sardı. Kapı ardından kapanırken, Maddie gözlerini loş ışığa alıştırmaya çabalıyordu. Mort’s sadece bir bardı. Ülkenin pek çok yerinde gittiği binlerce bara benzeyen bir bar… Onu farklı kılıp, sıradanlıktan uzaklaştıran hiçbir özelliği yoktu. Hatta kızıl kahve renkteki uzun bar tablasının üzerine sıra sıra dizilmiş boynuzlar bile onu farklı kılmıyordu.

Maddie oldum olası barlardan hoşlanmazdı. Özellikle de kovboy tarzı olanlardan. Duman, müzik ve su gibi tüketilen bira… Kovboyları da pek sevdiği söylenemezdi. Bildiği kadarıyla, daracık kalçaları saran Wrangler marka pantolonlar hiçbir zaman botların, kemer tokalarının ve ağızlarda gevelenip durulan tütünün yerini tutamazdı. O ise takım ve İtalyan tarzı deri ayakkabı giyen erkeklerden hoşlanıyordu. Gel gör ki, son dört yıldır hayatında bırakın bir sevgiliyi, bir erkek sinek bile yoktu.

Meşe ağacından yapılmış bar tablası ve önündeki tek boş tabureye doğru yavaşça ilerlerken etrafındaki kalabalığı göz ucuyla şöyle bir süzdü. Gözleri etrafta birkaç kovboy şapkası, üzerinde reklam yazıları olan birkaç promosyon şapka, asker tıraşlı ve birkaç da aslan yelesi modelli saç seçebildi. Bir de seksenlerin modası atkuyrukları, omuz boyunda kısa saçlar, berbat görünümlü permalı saçlar ve dışa fönlenmiş saçlar dikkatini çekti. Tek göremediği aslında buraya görmek için geldiği kişiydi, gerçi onun masalardan birinde oturuyor olmayacağını az çok tahmin etmişti.

Mavi tişörtlü bir adamın ve kabarık saçlarının yeni yapıldığı her halinden belli bir kadının arasındaki boş tabureye oturdu. Kasanın ve içki şişelerinin ardında bar tablası boyunca uzanan aynaya bakarken iki barmen bira servisi yapıp, kokteyl hazırlıyorlardı. İkisi de bu güzel barın sahibi gibi durmuyorlardı.

Soldaki adam, “O küçük piliç AC/DC rock grubunun bir parçasıymış, bilmem anlatabiliyor muyum?” dedi. Maddie daha bunu duyduğu ilk an adamın bildiğimiz Back in Black ya da Highway to Hell şarkılarım söyleyen gruptan bahsetmediğini anlamıştı. Bunu söyleyen altmışlı yaşlarda, başmda hayli yıpranmış bir promosyon şapka olan ve önünde fıçıyı andıran bir bira göbeği taşıyan bir adamdı. Maddie aynadan bar tablası boyunca oturup, göbekli adamın sözleriyle mest olmuş adamları şöyle bir süzdü.

O an barmenlerden biri önüne bir örtü serip ne içmek istediğini sordu. Barmen, her ne kadar kapıdaki uyarı gereği yirmi bir yaşında olmak zorundaysa da, sanki on dokuzunda gibi duruyordu. Yine de bu sigara dumanının altında ve diz boyu saçma muhabbetin arasında içki servisi yapabilecek kadar büyüktü.

“Sapphire Martini, sek ve üç zeytinli,” dedi zeytinlerin kalorisini hesaplayarak. Çantasını kucağına aldı ve barmenin dönüp cin ve vermut şişelerini alışını izledi.

O sırada soldaki adam yeniden laflamaya başladı. “O küçük yavruya haftada bir bana da getirdiği sürece kız arkadaşıyla ilişkisinin benim için sorun olmayacağını söyledim.”

“Yapma ya.”

“Aynen öyle.”

İşte küçük kasaba Idaho böyle bir yerdi. Burada alkollü içki yasaları göz ardı edilir ve saçma sapan hikâyeler şahane birer edebiyat eseri olarak addedilirdi.

Maddie konuşulanlar karşısında gözlerini devirip, yorumlarını kendine saklamak adına dudaklarını ısırdı. Aklına geleni pat diye söyleme gibi bir huyu vardı. Her ne kadar o, bunun kötü bir özellik olduğunu düşünmese de etrafındaki insanların bu huyundan pek hoşlandığı söylenemezdi.

Gözlerini yeniden aynaya çevirdi. Barı iyice tarayarak bar sahibini görmeye çalıştı. Gerçi onun taburelerden birinde ya da bir masada oturmuş olmayacağını iyi biliyordu. Adamın kasabadaki diğer barını aradığında bu gece bu barda olacağını söylemişlerdi. Belli ki odasında birkaç kitap karıştırıyor ya da eğer babasına çektiyse bayan barmenlerden birinin vücudunun derinliklerinde araştırmalarını sürdürüyordu.

O sırada Maddie’nin çaprazındaki kadınlardan biri. “Her şeyi ben düşünmeliyim,” diyerek yanındaki arkadaşına dert yanmaya başladı. “Kendi doğum günü tebrik kartımı alıp Yehova Şahitleri adına kendime gönderdim. Böylece kendini kötü hissedip, yaptığının kafasına dank edeceğini sanıyordum.”

Maddie, Yok artık, diye kendi kendine söylenerek, bunu söyleyen kadını aynadan şöyle bir süzdü. Kadın sarı saçları etli omuzlarına dökülmüş, göğüsleri giydiği parlak taşlı atletinden fırlamış halde bir yanında Absolut, bir yanında Skyy votka öylece oturuyordu.

“Kendini kötü hissedecekmiş. Nerede? Bir de bu tarz duygusal kartlardan hoşlanmadığını söylemez mi?” Kadın eline şemsiyeli bir içki kadehi aldı. “Önümüzdeki hafta annesi şehir dışına çıktığında yanına gidip ona yemek yapmamı istiyor.” Gözlerinin altındaki ter damlacıklarını eliyle silip burnunu çekti. “Ona gelmeyeceğimi söylemeyi düşünüyorum.”

O an Maddie hayretle kaşlarını kaldırarak, “Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” deyiverdi. Tamamen istemdışı bir refleks gibi yapmıştı bunu.

Barmen hazırladığı içkiyi Maddie’nin önüne koyarken, “Anlamadım?” dedi.

Maddie başını iki yana salladı. “Yok bir şey.” Cüzdanını çıkarıp içkisinin parasını ödedi. Bu sırada etrafa parlak ışıklar saçan müzik kutusundan ne anlama geldiğini bir türlü anlayamadığı “Honky Tonk Badonkadonk” şarkısı yükseliyordu. Müziğin sesi etraftaki muhabbet sesleriyle karışmıştı.

Ceketinin kollarını yukarı çekip, martinisine uzandı. Bardağı dudaklarına götürürken kol saatinin parıldayan akrep ve yelkovanına bir göz attı. Saat dokuz olmuştu. Barın sahibi her neredeyse birazdan mekâna damlardı. Bu gece gelmezse, bunun nasılsa yarını da vardı. İçkisinden bir yudum alıp, cin ve vermutun arkalarında sımsıcak bir yol bırakarak midesine gidişini hissetti.

Barın sahibi bir an önce ortaya çıksın istiyordu. İçtiği martinilerden kafayı bulmadan ve aşka susamış pasif-agresif kadınların ve hezeyan içindeki erkeklerin muhabbetine kulak kabartırken neden bu taburenin tepesinde oturduğunu unutmadan gelmeliydi beklediği kişi. Kaldı ki insanların kendisininkinden daha acınası hayat hikâyelerini dinlemek bazen çok da zevkli olmuyordu.

Kadehini bar tablasının üzerine bıraktı. Muhabbetlere kulak kabartmak pek onun tarzı değildi. Daha çok doğrudan konuya girmeyi tercih ederdi. İnsanların hayatlarını didik didik edip, sakladıkları küçük sırları pişkince gün yüzüne çıkarmaya bayılırdı. Bazıları onu hiç uğraştırmaz, tüm sırlarını ortalığa saçıverirlerdi. Bazılarının ağzından laf almak ise kolay olmaz, adeta lafı ağızlarından cımbızla çekerdi. Pis ve zor bir işi vardı ama seri katillerin, katliamcı canilerin ve sıradan psikopatların hayatlarını kaleme almayı seviyordu.

Gerçekten, kadınların yaptıkları işte sıyrılmaları gerektiğini düşünüyordu ve kendisi de Madeline Dupree takma adıyla edebiyat dünyasında kendine seçkin bir yer edinmişti. Kaleme aldığı hikâyeler kanlıydı. Hastaların, dengesizlerin hikâyeleriydi. Arkadaşlarının da içinde olduğu bir grup bu hikâyelerin onun da kişiliğine zarar verdiği kanısındaydılar. O ise tüm bunların onun çekiciliğine çekicilik kattığını düşünüyordu.

Ama işin aslı ne arkadaşlarının düşündüğü gibi ne de kendi sandığı gibiydi. Gördüğü ve yazdığı şeyler onu etkiliyordu. Her ne kadar kendi akıl sağlığıyla, görüşüp, araştırdığı insanlar arasına bir sınır koyuyorduysa da çatlaklardan sızan hastalık ardında silinmesi zor, yapış yapış kara bir iz bırakıp gidiyordu.

Yaptığı iş sayesinde dünyayı diğer insanlardan farklı algılıyordu. Dünya onun için yaptığı ‘işi’ detaylarıyla anlatan bir seri katilin karşısına hiç geçip oturmamış insanlardan farklıydı. Ama aynı zamanda bu yaşadıkları onu tanımadığı birini gördüğünde korkudan altına eden kadınlardan da daha güçlü kılıyordu. Şu hayatta gözünü korkutan çok az şey vardı ve insanlar hakkında kuruntuları yoktu. Kendi kafasında pek çok insanın aklen makul olduğunu düşünüyordu, ama işte bir de diğerleri vardı. Yüzde on beşlik bir kesim vardı ki, onlar sadece kendi bencil ve sapkın zevklerinin esiriydiler. Gerçek anlamdaki seri katiller bu yüzde on beşlik grubun sadece yüzde ikisi kadarlık bir oranını oluşturuyordu. Diğer sosyal sapıklar ise her yerde görebileceğiniz türden tecavüzcüler, katiller, haydutlar ve çalışanlarının emeklilik hesaplarını gizlice hortumlayan yöneticilerdi.

Güneşin doğudan doğup, batıdan battığından ne kadar eminse bir o kadar emin olduğu bir gerçek daha vardı ki, o da herkesin kendine ait sırlarının olduğuydu. Kendisinin de sırları vardı. Sadece diğerlerinden farklı olarak o sırlarını kendine saklıyordu o kadar.

Kadehini yeniden dudaklarına götürüp bakışlarını barın diğer köşesine çevirdi. Arkadaki kapı açıldı ve içerideki aydınlık koridordan karanlık mekâna biri girdi.

Maddie gelenin kim olduğunu biliyordu. Daha karanlıktan çıkıp gelmeden tanımıştı onu. Karanlık o geniş göğsüne ve siyah tişörtünün omuzlarına çökmeden tanımıştı. Işık çenesini, burnunu ve içinden geldiği gecc kadar siyah saçlarını yalayıp geçmeden tanımıştı.

Adam bar tablasının arkasına geçti, kırmızı önlüğünü takıp kalçalarının üzerinden dolandırdı ve iplerini ön tarafta fermuarının hemen üstünde birbirine bağladı. Maddie onunla daha önceden tanışmamıştı. Hiçbir zaman aynı mekânda bulunmamışlardı ama otuz beş yaşında, yani ondan bir yaş büyük olduğunu biliyordu. Yaklaşık bir seksen sekiz boyunda ve seksen beş kilo ağırlığında olduğunu da. Tam on iki yıl

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıSırlar Aşka Engel mi?
  • Sayfa Sayısı367
  • YazarRachel Gibson
  • ÇevirmenBahar Yaldız Çelik
  • ISBN9786053480501
  • Boyutlar, Kapak13,5x21,5, Karton Kapak
  • YayıneviMartı Yayınevi / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İçinde Aşk Var ~ Rachel Gibsonİçinde Aşk Var

    İçinde Aşk Var

    Rachel Gibson

    “Bir daha aşık olmam deseniz de, AŞKA SÖZ GEÇMEZ.” Çok başarılı bir aşk romanları yazarı olan, ancak kendi hayatında aşktan yana şansı gülmeyen Clare...

  2. İlişki Durumu: Karmaşık ~ Rachel Gibsonİlişki Durumu: Karmaşık

    İlişki Durumu: Karmaşık

    Rachel Gibson

    Delaney yıllar önce terk ettiği Truly’ye üvey babasının cenazesi için geri döner. Fazla kalmak gibi bir niyeti yoktur çünkü bu küçük, dedikoducu kasaba, ona...

  3. Tutkulu Aşk ~ Rachel GibsonTutkulu Aşk

    Tutkulu Aşk

    Rachel Gibson

    NewYork Times Bestseller yazarı Rachel Gibson’dan yine unutamayacağınız bir roman… Georgeanne Howard, ne kadar zengin olursa olsun dedesi yaşında bir adamla evlenemeyeceğine karar verdiğinde...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Arzulanan Kadın ~ Sylvia DayArzulanan Kadın

    Arzulanan Kadın

    Sylvia Day

    Bitmeyen bir arzu Kraliyet ajanı Marcus Ashford sayısız düello yapmış, kurşunlardan ve top mermilerinden kurtulmuştur. Ancak hiçbir şey onu eski nişanlısı Elizabeth’e duyduğu açlık...

  2. Hayvan Çiftliği (Ciltsiz) ~ George OrwellHayvan Çiftliği (Ciltsiz)

    Hayvan Çiftliği (Ciltsiz)

    George Orwell

    İngiliz yazar George Orwell (1903-1950), ülkemizde daha çok 1984 adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940’lardaki ‘reel...

  3. Yanılsamalar Atlası ~ Simon Van BooyYanılsamalar Atlası

    Yanılsamalar Atlası

    Simon Van Booy

    Açlığın kıyısında bir çocuk, ışığı arayan kör bir genç kız, zulme bilenmiş hançerinin gölgesinde bir Alman piyadesi, bir huzurevinin alçakgönüllü hademesi, gökyüzünden düşerken aşktan...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur