Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ateş Hattında – Beytüşşebap Kaymakamının PKK ile Mücadele Günlüğü
Ateş Hattında – Beytüşşebap Kaymakamının PKK ile Mücadele Günlüğü

Ateş Hattında – Beytüşşebap Kaymakamının PKK ile Mücadele Günlüğü

Mesut Taner Genç

Gecenin karanlığında kimin kime ateş ettiği belli değil gibiydi. En ufak bir korku hissetmememe rağmen, yüreğimde derin bir sızı duydum. Koca Türk milleti bu…

Gecenin karanlığında kimin kime ateş ettiği belli değil gibiydi. En ufak bir korku hissetmememe rağmen, yüreğimde derin bir sızı duydum. Koca Türk milleti bu muydu? Taa Çin sınırlarından yola çıkıp Avrupa’nın içlerine kadar ilerleyen, küçücük ordularla muazzam güçleri yenen, adını tarihin her sayfasına şerefle yazdıran, medeniyetin ve istiklâlin sembolü olmuş millet bu millet miydi? Küçücük çapulcu gruplar karşısında acze düşmüş; Anadolu’nun gelinlerini kendi topraklarında ağlatan bir millet hâline mi gelmişti?

Bu kitapta ilk defa olarak devletin idari kademelerinden bir bürokrat, Güneydoğu’da PKK ile mücadelede yaşadıklarını Türk halkıyla paylaşıyor. Terörle mücadelenin en yoğun olduğu 1993-1995 yıllarında, kaymakam olarak görev yaptığı Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde, devletin bir temsilcisi sıfatıyla yüklendiği büyük sorumluluğu ve yüzleşmek zorunda kaldığı acı hakikatleri anlatıyor. Mesut Taner Genç’in mücadele günlüğünde dikkat çektiği noktalardan bazıları şöyle:

– Devlet görevlisi olarak bölgede cesaret ve öz güvenle dolaştım. Her saatte her bölgeye girdim. Halka ve örgüt mensuplarına ‘Kimseden korkumuz yoktur’ mesajını vermeye çalıştım.

– Yöre halkı için futbol müsabakaları, müzik dinletileri, eğlence akşamları düzenledim. Liselerde derslere girdim, öğrencilerle konuştum. İnsanımıza ilgi, muhabbet ve güven vermeye çalıştım.

– Bölgeye atanan askerî komutanların veya özel timin icraatlarını yetersiz bulduğumda bunu gerekli makamlara dile getirmekten çekinmedim. Gerekli olan bölgelere operasyon yapılmadığında emrimdeki polislerle ben devreye girdim.

– Örgüt yanlısı köylere ve militanlara fırsat vermedim. – Örgütü besleyen uyuşturucu ve canlı hayvan kaçakçılığının mutlaka önünün alınması gerektiğini müşahade ettim.

– Örgütün faaliyetlerine yönelik düzenli olarak sürdürdüğüm istihbarat çalışmasından büyük fayda gördüm. – İyi seçilmiş profesyonel askerlerle, iyi bir stratejiyle ve devletin bütün kademelerinin el ele vermesiyle PKK’nın bitirilmesinin an meselesi olduğunu anladım.

Kitapta Mesut Taner Genç’in örgütle sıcak çatışma sırasında yaşadığı dehşet anları ile yakın dostları Yüzbaşı Hüseyin Güvercin ve Üsteğmen Osman Güzel’in şehit edilmelerinin yarattığı şok etkisi de anlatılıyor.

*

Güneydoğu illerimizde görev yapan bazı emekli askerler, PKK ile mücadele konusunda yaşadıkları deneyimleri anlatan kitaplar yazdılar. Fakat devletin idari makamlarından, şimdiye kadar böyle bir girişimde bulunan olmadı. Terör ve törerle mücadele, sanki sadece askerlerimize ihale edilmiş gibi. Çünkü devletin en yetkili idari makamları, konuşmaları gereken yerlerde susuyorlar.

PKK terör olaylarının zirvede olduğu 1993-1995 yılları arasında Şırnak- Beytüşşebap Kaymakamı olarak görev yaptım. Görevde bulunduğum sıralar bölgemizde yaşanan Kürtçülük akımını ve buna bağlı olarak ortaya çıkan PKK terörünün nedenlerini, bir kaymakam gözüyle tetkik ettim.

Bu kitapta, özellikle örgütün silahlı kadroları ile güvenlik güçlerimiz arasında devam eden mücadelede uygulanan strateji, taktik ve yöntemleri inceleyerek terörün şimdiye kadar neden önlenemediği konusundaki düşüncelerimi açıkladım.

Aynı zamanda yöre halkına, Turk devletinin kanatları altında olduklarını; ilgi, şefkat ve muhabbetle hissettirmek gerekiyor. Tehlikenin tam ortasındaki mahrumiyet bölgelerine “Ben devletim, devlet her yere her saatte gider” düsturuyla ulaşmak gerekiyor.

***

İçindekiler

Önsöz ……………………………….  7
Diyarbakır Günleri …………………… 13
Şırnak ……………………………… 16
Silah Sesleri İle Oyun ……………….. 21
İlçeye PKK Baskını …………………… 23
Yöre Aşiretleri ve İlçe Halkı …………. 26
Yörede Genel Durum …………………… 28
Şırnak’a Karayolundan İlk Ziyaret ……… 33
Köy Ziyaretleri ……………………… 40
PKK Grubuna Operasyon Girişimi ………… 43
Korucu Kuvvetlerine Yeni Katılımlar ……. 50
“15 Nisan” PKK’yı Telin Mitingi ……….. 52
Tasarlanan Töre Cinayeti ……………… 52
Teslim Olan PKK Mensubu ………………. 57
Değişen Güvenlik Konseptimiz ………….. 59
Köyde Öldürülen PKK’lı ……………….. 61
Arı Kovanı “Mezra Köyü” ………………. 64
Kamu Görevlileri …………………….. 66
Gerçek Bir Asker …………………….. 72
Okul Yapımı …………………………. 73
Kato Dağı (Beyyüşşebap Katosu) ………… 77
Taninlerde Çatışma …………………… 79
İstihbarat Çalışmaları ……………….. 81
Canlı Hayvan Kaçakçılığı ……………… 82
PKK Sığınağı ………………………… 84
Şehitlerimiz ………………………… 85
Yargı Mensuplarımız ………………….. 91
İsyan ………………………………. 92
Kaymakamlık Birliği ………………….. 97
Aşiretler ve Koruculuk Sistemi …………100
Özel Harekât Polislerimiz ……………..101
Örgütün Profili ………………………104
Sonu Olmayan Mücadele (Kısır Döngü) …….108
Dag Zirvelerine Operasyonlar …………..110
Keşif, Gözetleme ve Sızma Grupları ……..113
Silahlı Dağ Kadrolarının Yapılanmaları ….115
Terör Örgütü Nasıl Etkisizleştirilir?……117
İhanet Eden Teba-ı Sadıka ……………..125
Marshall Yardımları ve Yeni Yapılanmalar…127
PKK Terörü ve Güvenlik Sistemlerimiz ……129
Misyoner Okulları …………………….136
Milli Eğitim ve Türkçemiz ……………..138
Medyamız ve Kültürel Yozlaşma ………….143
Ekonomik Talanlar …………………….145
Ulaştırma Sektörümüzden Çarpıcı Bir Örnek..147
Dış Politikamız ………………………148
Vatanımızın Üzerindeki Senaryolar ………150
Mücadelem Bitmeyecek ………………….151
Belgeler …………………………….152

ÖNSÖZ

Ülkemizde uzun yıllardan beri, terör nedeni ile çok acı kayıplar yaşanmaktadır. Önce, sağcı ve solcu gibi isimlendirmelerle gençlik arasında derin ideolojik ayrılıklar oluşturuldu; bunun devamı olarak aynı ülkenin, aynı milletin evlatları birbirlerine düşürüldü. Ülkemizin gençliği, acımasızca birbirlerini vurur hale getirildi.

Üniversiteden orta öğretime kadar, bütün eğitim ve öğretim kurumları büyük yaralar aldılar. Gençlerimiz, en verimli çaglarında, üniversitelerden yeterli eğitim alamadan mezun oldular. Ülkelerinin yarınlarına katkı sağlayacak bilgi ve beceri birikimine sahip olamadılar. Düşmanlarımız ise meydana getirdikleri bu eserle, zil çalıp oynayacak derecede sevindiler.

Nihayet acı bedellerle kan durduruldu. Ama düşmanlarımız durmadı. Sırada başka projelerin beklediği çok geç anlaşıldı. Bu sefer, eskisinden çok daha kanlı kardeş kavgası senaryoları uygulamaya geçirilecekti.

Yeni oyunun adı Türk-Kürt kavgasıydı. Senaryosu yazılmış, oyuncuları tespit edilmiş, sahneler hazırlanmış, alt yapısı kurulmuştu. Her türlü hazırlıklar tamamlanmış, artık sadece sahneye konulması kalmıştı. Ve düğmeye basıldı, film başladı.

Bir akşam televizyonlarının başında haberleri izleyenler, Eruh ilçesindeki askeri karakolumuza yapılan baskın neticesi, şehit edilen vatan evlatları için gözyaşı döküyordu.

Devam eden günlerde de aynı film değişik yerlerde sahnelenmeye devam etti. Ülkemiz yıllarca sürecek bir kardeş kavgasının içine sürüklenmişti; her tarafta bu kavgayı büyütüp yayacak kan, acı, gözyaşı ve hüzün vardı.

Başımıza gelen her olumsuzluğu, her kötülüğü dış güçlere yüklemek gibi bir âdetimiz olduğu bir gerçek. Üstelik böyle düşünmek için haklı nedenlenmiz de çok. Fakat en az dışarıdaki düşmanlarımız kadar etkili olan içerideki hainlen ve kendi sorumluluklarımızı, nedense hep göz ardı ediyoruz. Ayrıca, başa gelen kötülüklerin dış güçlerin işi olduğunu söyleyerek gerekli önlemleri almadan durup beklemek ve sadece serzenişte bulunmak kolaycılık değil midir?

Belki de soru şu olmalı: Karşı tarafın, yani düşman güçlerin bu çabalarına karşı, bizim tavrımız nedir veya ne olmalıdır?

Elbette dost dostluğunu, düşman da düşmanlığını yapacaktır.

Geçmişte de olduğu gibi, düşmanlarımız tarihi husumetleriyle birleştirdikleri sömürgeci isteklerini gerçekleştirebilmek için çaba göstereceklerdir. Yani kendilerine göre, görevlerini yapacaklardır. Peki ya biz? Düşmanlarımızdan çok daha fazla çalışmamız gerekirken, acaba biz de görevimizi yeterince, en azından düşmanlarımız kadar yapıyor muyuz?

Film sahneye konalı yıllar oldu. Yoksa bizler sadece sahnelenen filmi mi izliyoruz? Gerekli önlemleri yeterince alabildik mi?

Eğer aldıksa, o hâlde ülkemiz neden bölünmenin eşiğine geldi? Neden terörü hala durduramadık? Neden ülkemiz hâlâ kan ve barut fıçısı gibi? Neden hâlâ her gün şehitler veriyoruz?

Güneydoğu illerimizde görev yapan bazı emekli askerler, görevde bulundukları sırada terör olayları konusunda yaşadıkları deneyimleri anlatan kitaplar yazdılar. Fakat devletin idari makamlarından, şimdiye kadar böyle bir girişimde bulunan olmadı.

İdari makamlar hep bu işlerin dışarısındaymış gibi bir hava oluşturuldu. Terör ve terörle mücadele, sanki sadece askerlerimize ve diğer güvenlik güçlerimize ihale edilmiş gibi. Bu işler kamuoyunda sadece askerlerimizin işiymiş gibi algılanıyor. Çünkü devletin en yetkili idari makamları dahi, konuşmaları gerektiği yerde susuyorlar.

Yıllardan beri şehit cenazelerinde atılan hep aynı nutukların; “Kanları yerde kalmayacak, terörü bitireceğiz” türünden icraatsız tekrarların bir etkisi yok artık. Seneler geçmesine rağmen değişen fazlaca bir şey olmuyor. Yine şehitler vermeye devam ediyoruz. Terör durdurulamadı. Ne şehit sayısında bir azalma var ne de atılan nutuklarda.

Peki, terörü ve akan kanı neden durduramıyoruz? Neden bitiremiyoruz? Kökünü neden kazıyamıyonız? Eksiğimiz, kusurumuz, yanlışımız nedir? İstenilse bitirilemez mi? Dahası, gerçekten bitmesi isteniyor mu?

PKK terör olaylarının zirvede olduğu 1993-1995 yılları arasında Şırnak-Beytüşşebap kaymakamı olarak görev yaptım. Görevde bulunduğum sıralar bölgemizde yaşanan Kürtçülük akımını ve buna bağlı olarak ortaya çıkan PKK terörünün nedenlerini bir kaymakam gözüyle tetkik ettim.

Bu kitapta, özellikle örgütün silahlı dağ kadroları ile güvenlik güçlerimiz arasında devam eden mücadelede uygulanan strateji, taktik ve yöntemleri, karşılaştırmalı olarak inceleyerek, terörün şimdiye kadar neden önlenemediği konusundaki düşüncelerimi açıkladım.

Terör örgütünün silahlı dağ kadrolarını etkisizleştirmeye yönelik tedbir ve teklifleri de içine alan değerlendirmelerde bulundum.

Hiçbir kurum, kuruluş ve şahsı hedef almadan, bizzat içinde yer aldığım, yaşanmış olaylardan çıkarttığım sonuçları tahlil ederek yorumlamaya ve objektif olarak kamuoyuna aktarmaya; ayrıca ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri, nedenleriyle anlatmaya çalıştım

Bazılan her ne kadar pembe tablolar çizmeye devam etse de, bir takım şeylerin yanlış gittiği aşikâr. “Görmezsen, duymazsan, konuşmazsan uzun ömürlü olursun” düşüncesi, hâkim görüş olmuştur maalesef. Bu nedenle olsa gerek, çoğu kimse susma yoluna gitmektedir.

Belki haksız da değiller.

Duyarlı olup konuşursanız birileri mutlaka rahatsız olacaktır. Bütün tepkilerin üzerinizde toplanmasına neden olabilirsiniz. Bütün bu riskleri göze almaya değer mi?

Söz konusu olan ülkenizse cevabı evet! Tabi ki değer, onuncu köye gitmemiz gerekse bile.

Sivas ili Gölova kaymakamı olarak görev yaparken, 1993 Eylül’ünde Şırnak ili Beytüşşebap ilçesine atandım. O dönemler memleketimizin üstünde kara bulutlar dolaşıyor, olağan üstü şartlar yaşanıyordu.

PKK yolları kesiyor; gerek asker gerek sivil, devamlı şehitler veriyorduk. Yollarda mayınlar patlıyordu. Her gün televizyonlarda PKK terör örgütü yol kesti, şu kadar sayıda insanı öldürdü, karakol bastı haberleri yer almaktaydı. Yollarda durdurulan araçlarda, örgüt mensupları tarafından kimlik kontrolleri yapılmaktaydı. Sırf İzmir, Ankara, Manisa veya Trabzon doğumlu oldukları için PKK tarafından kaçırılıp öldürülen insanların haberleri her yere ulaşıyordu.

Vatandaşlar, özellikle kamu görevlileri, Doğu ve Güneydoğu’ya yolculuk yaparken kimliklerini ve beylik tabancalarını saklıyorlardı.

Doğu ve Güneydoğu’dan her gün gelen şehit haberleri, o taraflara tayini çıkan kamu görevlilerinde büyük bir bezginlik ve korku uyandırıyordu.

Bırakın Doğu ve Güneydoğu’yu, görev yaptığım Sivas ili Gölova ilçesindeyken PKK, İmranlıda Kızıldağ mevkiinde bir yolcu otobüsünü yolda durdurup bazı asker ve memurları şehit etmiş, sonra da otobüsü yakmıştı.

O günden sonra, Erzincan-Sivas hattında dahi, mecbur kalınmadıkça geceleri yolculuk yapılmamaya başlanmıştı. Bir iki sefer resmi kaymakamlık aracımla Sivas İl Valiliğine gittiğimde, o gece Sivas’ta kalıp takip eden gün, gündüz yolculuk yapmam söylenmişti. Ülkemizin insanları, Anadolu’nun ortasındaki Sivas ilinde bile özgürce seyahat edemiyorlardı.

DİYARBAKIR GÜNLERİ

İki yıl boyunca zor şartlar altında da olsa zevkle görev yaptığım Gölova ilçesinden, halk ile vedalaştıktan sonra ayrılarak memleketim olan Hatay’a gittim.

Gölova’da görev yaptığım zamanlar taksitle bir araba almıştım. Arabamı Şırnak iline götüremeyeceğimin söylenmesi üzerine, satarak elden çıkarttım. Sivas ilinde görev yaparken bana hediye edilen kangal köpeğimi de ilçemdeki yakınlarıma bıraktım. Eşim ve bir buçuk yaşındaki kız çocuğumu yanıma alarak, Hatay’dan otobüs yoluyla Diyarbakır’a geldim.

Bu benim Diyarbakır’a ilk gelişimdi. Şehirde Olağanüstü Hal Valiliğinde görev yapan vali yardımcılarını ve İl Valiliğindeki meslektaşlarımı ziyaret ettim. Eşim ve çocuğumla birlikte polis evinde kalmaya başladım. Karayolundan Şırnak’a gidebilmem için önce dolmuşla Cizre ilçesine, oradan da başka bir araçla Şırnak il merkezine gitmem gerektigini öğrendim. Uzun, zahmetli ve bir o kadar da tehlikeli bir yolculuk olacağı söylendiğinden, karayolundan gitme fikrinden vazgeçtim. Hava yoluyla gidecektim.

O dönemler âdet haline gelmişti; Şırnak’a atanan bir kamu görevlisi, Diyarbakır’dan askeri helikopterle Şırnak iline bırakılıyordu.

Ancak bu işin de o kadar kolay olmadığını bir iki tecrübeden sonra fark ettim. Diyarbakır’dan Şırnak’a gitmek üzere kolordu merkezinde üç dört gün boyunca helikopter bekledik. Her sabah erkenden, Valilikten tahsis edilen bir araçla, askeri havaalanına gidip Şırnak’a uçmak için bekliyorduk.

Askerlik yaptığım yıllardan beri askeri kişilere ve askeri alanlara bu kadar yakın olmadığımı düşünuyordum. Askerlik anılarım gözümde tekrar canlandı. Hava pistinde bizimle birlikte çok sayıda er, subay ve istihbarat veya kamu görevlisi olduğunu sandığım birtakım insanlar da bekliyordu. Şırnak’a gitmek üzere helikoptere alınacaklar, sorumlu bir subay tarafından belirleniyordu. Sırada bekleyenlerden, şanslı olan kimileri aynı gün kalkan bir helikoptere biniyor, kimileri de bizim gibi ertesi gün tekrar şansını denemek üzere oradan ayrılıyordu. Çaresiz, tekrar polis evine dönüyorduk.

Bir kaç gün sürecek olan bu mecburi bekleyişi fırsat bilerek şehri gezme imkânı buldum. Hem dolaşıyor hem de kendimce gözlem ve tahlillerde bulunuyordum.

Şehrin her tarafı Akkoyunlular, Artukoğulları ve Selçuklulardan kalma tarihi eserlerle doluydu. Surlar, camiler, kaleler, kervansaraylar vardı. Eski eser ve yapıların mimarisine bakıldığında, tam bir eski Selçuklu Türk şehriydi.

Halkın yoksulluğunun yanında, Kervansaray gibi lüks otel ve restoranlarda sular seller gibi paralar harcayan bir avuç zengin sınıfı hemen göze çarpıyordu. Misafir olarak kalmakta olduğum polis evinin önünde olağan üstü güvenlik tedbirleri alınmış olduğu gözümden kaçmamıştı. O günlerde Hizbullah örgütü ile PKK arasında kanlı bir hesaplaşma yaşanmaktaydı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hatıralar Terör-Mafya
  • Kitap AdıAteş Hattında - Beytüşşebap Kaymakamının PKK ile Mücadele Günlüğü
  • Sayfa Sayısı168
  • YazarMesut Taner Genç
  • ISBN9789752561762
  • Boyutlar, Kapak13,5x21,5, Karton Kapak
  • YayıneviKaknüs Yayınları / 2008

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur