Frankfurt Okulu ya da Eleştirel Kuram olarak bilinen düşünce hareketinin ilk akla gelen isimlerinden olan Theodor W. Adorno, iki Dünya Savaşı, Stalin Diktatörlüğü, Soğuk Savaş ve öğrenci hareketleri gibi olaylara sahne olmuş, çalkantılı yirminci yüzyılın en önemli tanıklarındandır da aynı zamanda.
Adorno’nun son öğrencilerinden olan ve onun da kimi başka çağdaşları gibi biyografi türüne güvenmediğini iyi bilen Detlev Claussen bu kitabında düşünürün ağırlıklı olarak mektup, aforizma, eleştiri gibi, kitapları kadar iyi bilinmeyen “metinlerini konuşturmaya ve onları sonsuza uzayıp giden ikincil kaynaklar yığınının ardından özgün halleriyle öne çıkarma”ya odaklanıyor. Bir yandan da bu süreçte yirminci yüzyılın bütün keskin siyasi dönemeçlerini, entelektüel tartışmalarını ve açmazlarını titiz bir araştırma ve çözümlemeyle yeniden oluşturmayı da başarıyor.
***
Bütün yirminci yüzyılı deneyim bağlamında kavramama yardıma olan kayınvalidem Erna Leszczynska ve annem Carla Claussen’e
*
Genellikle şu harika çocuk denilenler gibiyim, çok geç olgunlaşan bir insan, bugün bile daha asıl varoluş amacımın, her şeyin beni beklediği duygusu var içimde.
Ernst Bloch’a yazdığı 26 Temmuz 1962 tarihli mektup
Çalışmanın nasıl da, dayanılmaz bir keder ve yalnızlığın üstesinden gelmeme yardımcı olan bir uyuşturucu etkisi yaptığını hissediyorum. Korkarım, sözüm ona üretkenliğimin sırrı bu.
31 Mart 1960, F Defteri, s. 82 vd
… daha iyi toplumu da insanların hiç korkmadan farklı olabilecekleri bir toplum olarak anlamalıdır.
Minima Moralia: “Mélange”, 1945
Nasıl okumalı
Bu kitabın amacı, Adorno’nun metinlerini konuşturmak ve onları sonsuza uzayıp giden ikincil kaynaklar yığınının ardından özgün halleriyle öne çıkarmaktır. Her bölüm kendi başına da okunabilmeli. Adorno’nun yapıtı, kesişmelerle dolu bir yapıt, bir palimpsest olarak yorumlanmaktadır. Adorno’dan yapılan bütün alıntılar italiktir. Eleştirel bir gözle incelemek ya da konuyla ilgili okumalarını sürdürmek isteyen okur, metinde adı geçen bütün kaynakları, kitabın sonundaki kaynakçada bulabilir.
Uvertür Yerine
Gelecek Kuşaklarımız Yok
Ölüm haberi aniden, hiç beklenmedik bir anda geldi. Hummalı bir yaz yarıyılının ardından Frankfurt’ta ancak rahat bir nefes alınmıştı. Adomo, 1969 Temmuzunun ortasında karısı Gretel’le birlikte Frankfurt’un mutat bunaltıcı yaz sıcaklarını geride bırakıp, son yirmi yılda yaptığı gibi göç eden yaşlı dağ ineklerinin geleneğine uyarak(1) İsviçre’nin yüksek dağlarında inzivaya çekilmişti. Yazışmalar ve diğer yapılması gereken işler oradan da halledilebiliyordu. 6 Ağustos Çarşamba günü Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün sekreterliğinde Herbert Marcuse’ye gönderilmek üzere bitirilmesi gereken bir mektubu vardı henüz. Düzeltmelerin yapılması ve Zermatt’tan iznin gelmesi bekleniyordu. Adorno’nun Frankfurt’taki sekreteri Herta Georg’a, Bristol Oteli’ne telefon ettiğinde, profesörün hastaneye gittiğini söylemişlerdi. Bu sözler, Adorno’nun sadece Zauberberg’de gezintiye çıktığı etkisini yaratmıştı sekreterde. Ancak Gretel Adorno öğleye doğru Frankfurt’ta gerekli açıklamayı yaptı. Ve hemen cumartesi günü Frankfurter Rundschau‘da sadece onun imzasıyla ölüm ilanı yayınlandı. İlanda nerede olduğu belirtilmeden kısaca şöyle denmişti: “11 Eylül 1903 doğumlu Theodor W. Adorno, 6 Ağustos 1969’da hayata huzurla gözlerini yumdu.”
Alman kamuoyu Adorno’nun İsviçre’deki ölümüne hazırlıksız yakalanmıştı. Yazı işlerinin çekmecelerinde duran ölüm yazıları henüz güncellenmemişti. Anma yazısı istenebilecek insanların çoğu tatildeydi. Çoğu zamanın aksine hiç kimse kamuoyuna açıklama yapmak için acele etmiyordu. Adorno’nun 1969 yılında öğrencileriyle yaşamak zorunda kaldığı yoğun politik anlaşmazlıklar örtülü kalmış, tam bir netlik kazanmamıştı. Konudan haberi olmayan bir bölüm insan cenazede kargaşa çıkmasından endişeleniyordu. Frankfurt Merkez Mezarlığı’nda herkesin tatilde olduğu bir dönemde, iki bin kişilik bir cenaze korteji oluşmuştu. Aralarında ünlü simalar vardı; dul Gretel’e tabutun arkasında eşlik eden, Adorno’ya dünya çapında ün kazandıran “Eleştirel Kuram”ın isim babası Max Horkheimer değildi sadece. Mezarın başında Adorno’nun 20’lerden beri dostu olan, kocamış ama yine de canlı Ernst Bloch ve Alfred Sohn-Rethel gibi dostlar bir araya geldi. Bu dostların bazılarını Adorno’nun erken ölümünden sorumlu tutmak isteyen radikal öğrenciler de sessizce hocalarının yasını tutuyordu. Herbert Marcuse, Adorno’nun ölümü için uzaklardan en doğru sözleri bulup söyleyen ilk kişiydi: “Adorno’yu temsil edecek ya da onun adına konuşacak tek kişi yoktur”(2)
Adorno ardında bir boşluk bırakmıştı. Bir şeyler telafisi imkânsız bir biçimde son bulmuştu. Ve bu duyguyu tanımlayacak sözler de yoktu. Artık ölmüş olan bu dehaya yakın olmak mı bu sessizliğin, dilsizliğin nedeniydi acaba? Adorno yazılarında, biyografilerdeki bu türden alışılagelmiş sözleri yerden yere vururdu. Eleştirdiği kültür dünyasının profesyonelce yaptığı ölü gömme işini öylesine net bir şekilde tanımlamıştı ki, söylenecek tek bir söz kalmamıştı geriye. Ölümünü gören kendinden yaşlı dostu Horkheimer, Adorno’yu yitirmiş olduğu o anda, onu “deha olarak tanımlamanın”(3) uygun olacağını söylemekte tereddüt etmemişti. Horkheimer ve Adorno’nun Amerika’da sürgündeyken birbirlerine ne kadar yakın oldukları, ne kadar yakın düşündükleri ve yazdıkları dikkate alındığında, Horkheimer’in Adorno’nun bu geleneksel “deha” kavramıyla ilgili çekincelerini bilmemesi olanaksız: Deha kavramı, herhangi bir anlamı varsa bile şayet, yaratıcı özneyle -sanat yapıtını boş bir coşkuyla yapıtın sahibinin bir belgesine dönüştüren ve onu küçülten bir şekilde- kabaca aynı anlamda kullanılmaktan kurtarılmalıdır.(4) Adorno’nun deha biyografilerine yönelik sert eleştirisini dikkate almadan, vicdanen rahat bir şekilde, onun yaşamının ve yapıtlarının tarihini yazmak mümkün değil. Onun çalışmalarını azımsamak yani bir taraftan bir sanatçı olarak saygı gösterirken, diğer taraftan da bilim adamı olarak reddetmek özellikle ölümünden sonra çok moda oldu. Oysa Adorno yaşarken karşıtları çoğunlukla bunun tersini yapmış, onu, teorinin renksiz dünyasından başka bir şey bilmeyen başarısız bir sanatçı olarak göstermişlerdi.
Adorno’nun yukarıda alıntı yapılan Estetik Kuram adlı son büyük yapıtını eline alanların, aynı bağlamda Goethe’yle karşılaşmak için kitabın sayfalarını uzun uzun karıştırmaları gerekmez. Burada Goethe’yle ilgi kurulabilecek konular, sadece burjuva sınıfının deha kavramı değil, aynı zamanda, biyografisinden de anlaşılacağı gibi, amacına ulaşmış, başarılı bir yaşamdır. Goethe, Adorno gibi 1815-1914 yılları arasındaki burjuva çağında doğan nesil için, bu çağın başlangıç anını temsil eder ve 1903 yılında doğmuş birinin kendini bu çağa ait hissetmesi de doğaldır. Ancak Goethe’nin yapıtları bu dönemin sonunda, bu deha sanatçıya tapınanların yarattığı Goethe kültünün ardında çoktan yok olmuştu. Bu, burjuva sınıfının hoşlandığı bir şeydi; çünkü bu sınıf, amacı dikkate almadan salt yaratıcılığı göklere çıkarmayı kendisine iş edmmişti ve böylesine kültler, okuru içeriği anlama çabasından kurtarıyor, sanatçının kitsch biyografisini ağızlarına bir parmak bal olarak çalıyordu. Önemli sanat yapıtlarının yaratıcıları yarı tanrı değildir, tersine genellikle kusurlu, nevrotik ve örselenmiş insanlardır.(5) Adorno’nun burjuva dünyasına ve bu dünyanın sanatı bir din gibi görmesine yönelik sert eleştirisi, aşılmış bir yaşam biçimini asık suratla reddederek son bulmaz. Deha kavramının içindeki gerçeklik anı, tutsak olanın tekrarında değil, açık olanda aranmalıdır.(6) Bu tür bir deha kavramıyla ölçülen sadece Goethe değildir; Horkheimer’in kendinden genç ve ölmüş olan dostunu bir “geçiş dönemi” dehası olarak adlandırması da çok yerinde bir tanımlamadır.(7)
Goethe Horkheimer’in yazılarında da başarılı bir birey olarak yerini alır. Horkheimer Alman-Yahudi düşün tarihindeki portrelere yazdığı sonsözde şöyle der: “O halde insanın köklerinin izi, onun düşünce ve duygularında da sürdürülebilir. Goethe’nin bile Frankfurtlu olduğu her zaman anlaşılabiliyordu.”(8) Eğitimli Alman burjuvazisi 19. yüzyıl boyunca hem Goethe’yi tanıyor, hem de ona tapınıyordu. Bu dönemde sosyal statüleri itibariyle burjuva sınıfına dahil olan, asimilasyon taraftarı Alman Yahudileri, Goethe’nin yaşamında insanların birlikte yaşayabilecekleri vaadinin gerçekleşmiş olduğuna inanıyorlardı. Goethe’nin sevdiği bir genç olan Felix Mendelssohn, onun şiirlerini bestelerdi. Henüz Goethe yaşarken, Rahel Varnhagen ve Schöne Aussicht’te(*) Adorno’nun doğduğu evin yakınında on yıldan fazla yaşamış olan Felix’in teyzesi Dorothea Veit (daha sonra Schlegel soyadını alacaktır) insanlığa geçiş sürecinde Almanlık ütopyasına inanıyorlardı. Horkheimer’in önemsediği, ancak Adorno’nun mesafeli davrandığı Schopenhauer’in Goethe’yle tanışıklığı vardı ve Schöne Aussicht civarında, büyük burjuva atmosferinde bir evde yaşıyordu. Goethe imgesi Adorno’nun Frankfurt’ta geçirdiği gençlik döneminde her zaman mevcuttu herhalde.
Şiir ve Hakikat‘i okumuş olmak, burjuva kültürünün temelini oluşturuyordu. Kitap, otobiyografi yazarının dilin gündelik kullanımına varıncaya kadar, hakikatle kurduğu müphem ilişkiyi tanımlıyordu. Burjuva sınıfının bayağı bilincinin gerçeğe kendi çıkarları doğrultusunda ve çarpıtılmış bir şekilde yaklaşımı, birçok Goethe biyografisi yazarına bu dehanın hayatına yaklaşım biçimlerini haklı kılan bir malzeme sağlamıştı. Goethe’nin kendisi de kitabın önsözünde biyografi yazmanın olanaksızlığından söz ediyordu: “Çünkü biyografinin en önemli görevi, insanları yaşadıkları zamanın içinde ele almak ve çevresinin ona ne ölçüde muhalefet ettiğini, onu ne ölçüde desteklediğini, onun tüm bunlardan yola çıkarak nasıl bir insan ve dünya görüşü oluşturduğunu ve bunlan -şayet bir sanatçı, şair veya yazarsa- dış dünyaya tekrar nasıl yansıttığını göstermek olmalı. Ancak bunlar ulaşılması imkânsız beklentiler: Bireyin kendini ve yaşadığı çağı tanıması, nasıl olacaksa her koşulda kendi aynı kişi olarak kalıp, isteyenleri de istemeyenleri de peşinden sürüklemesi, onları belirlemesi ve eğitmesi; öyle ki on yıl önce ya da sonra doğmuş olan bir insanın eğitimi ve dış dünyaya etkisi itibarıyla bambaşka biri olması gerekir.”(9)
Kendini ve yaşadığı çağı tanımak, burjuva bireyin ulaşılması neredeyse imkânsız görünen bu ideali, Emil Ludwig ve Stefan Zweig gibi Weimar Cumhuriyeti’nin başarılı yazarları tarafından kapsamlı biyografiler yazmaya engel olarak görülmüyordu. Adorno’nun Frankfurt döneminin başlarında ona rehberlik eden Siegfried Kracauer 1930 yılında Frankfurter Zeitung‘da, biyografiyi, “yeni burjuva sınıfının sanat biçimi” olarak adlandırmış ve “savaş öncesi döneminde yazılan biyografilerin” “bilgeliğin nadir eseri olan”(10) eski biyografilerden farklı olduğunu belirtmişti. Eski burjuva toplumunun yaşadığı dönem bitmiş görünüyordu. Moda olan biyografi yazarlığının eleştirilmesi, eleştirel aydınlardan oluşan bu neslin olmazsa olmazlarındandı. Kracauer biyografiyi Weimar Cumhuriyeti’nin son döneminde, krizin yarattığı bir bilinçle, “vedalaşmanın görkemi”ni anlatan bir kaçış olgusu olarak yorumlar. Kracauer’in kendisinin de, kaçak olarak yaşadığı dönemin zor koşulları altında Adorno’nun çok da beğenmediği bir biyografi denemesi olmuştur: “Jaques Offenbach ve yaşadığı Paris.” Kracauer 1 Ekim 1950 tarihinde Adorno’ya, Paris’teki
————
1) Theodor W. Adorno’nun Ernst Bloch’a yazdığı, bu kitabın ekinde yer alan 26 Haziran 1962 tarihli mektup.
2) Herbert Marcuse, ‘Reflexion zu Theodor W. Adorno” – Michaela Seiffe’yle bir konuşmadan, yayımlandığı yer: Hermann Schweppenhäuser (yayıncı), Theodor W. Adorno zum Gedächtnis, Frankfurt am Main 1971, s. 51.
3) “Adorno yaratıcı gücüyle bir taraftan hâkim olduğu -estetikten, özellikle müzik bilimine, sosyolojiden psikolojiye ve düşün tarihine uzanan- bilim dallarını aşarken, diğer taraftan da tüm bu alanlara daha önce hiç kimsenin olmadığı kadar hâkimdi. Bu alanlarda düşünsel çalışmalar yapanlardan biri için deha kavramı kullanılacaksa eğer, buna en uygun kişidir Theodor W. Adorno.” (Max Horkheimer, Anma yazısı, Frankfurter Allgemeine Zeitung, 8.8.1969, şimdi: HTE (Horkheimer Toplu Eserler) 7, s. 289.
4) Ästhetische Theorie, 1969, ATE (Adorno Toplu Eserler) 11, s. 254.
5) Agy, s. 255 ve dev.
6) Agy., s. 256.
7) “Adorno’nun ölümü üzerine yazdıklarımı burada tekrarlamak istiyorum: Eğer içinde yaşadığımız geçiş döneminde ‘deha’ olarak anılacak bir düşün adamı varsa, Adorno’dur bu.” Max Horkheimer’in Bernhard Landau’yla konuşmasından, 1969, şimdi HTE 7. s. 288.
8) Max Horkheimer, “Nachwort zu Porträts deutsch-jüdischer Geistesgeschichte“. 1961, şimdi HTE 8, s. 191.
*) Adorno’nun doğduğu sokağın adı. (ç. n.)
9) Johann Wolfgang von Goethe, Dichtung und Wahrheit, Frankfurt am Main 1975, s. 11 ve dev.
10) Siegfried Kracauer, “Die Biographie als neubürgerliche Kunstform”, 1930, şimdi, Siegfried Kracauer, Schriften, S.2, s. 198.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi
- Kitap AdıSon Deha Theodor W. Adorno
- Sayfa Sayısı469
- YazarDetlev Claussen
- ÇevirmenDilman Muradoğlu
- ISBN9750821653
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kısa Hayat Öyküm ~ Abidin Dino
Kısa Hayat Öyküm
Abidin Dino
Benim yapabildiğim, yaptığımı umduğum, son soluğuma değin yapacağım –ki önümde uzun bir zaman yok, biliyorum– bu birtakım şeylerin yaklaşmakta olduğu duygusunu yaşamak ve yaşatmak....
- Hrant ~ Tuba Çandar
Hrant
Tuba Çandar
Türkiyeliyim… Ermeni’yim… İliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip geleceğimi “Batı” denilen o “hazır özgürlükler cenneti”nde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek...
- Selahaddin Eyyubi ~ Anne-Marie Eddê
Selahaddin Eyyubi
Anne-Marie Eddê
Alman İmparatoru II. Wilhelm 1898’de Osmanlı İmparatorluğu’na yaptığı ikinci ziyaretinde Kudüs’e de gitmiş, bu yolculuk kapsamında bir süre Şam’da da konaklamıştı. Şam’da 7 Mayıs...