Kitapları bütün dünyada 140 milyondan fazla satan ve birçok dile çevrilen DEBBIE MACOMBER, yürek ısıtan romanı Küçük Mucizeler Dükkanı’ndan sonra yepyeni bir sayfa açıyor.
*
Geçmişte yaşadıklarım bana şunu öğretti: Hepimiz bu dünyaya, hayatımızı en iyi şekilde yaşamak için geliyoruz ve inanın bana, hayat saklanarak, umutsuzluklarla, pişmanlıklarla harcanamayacak kadar kısa. Dertler ve sıkıntılarla boğuşurken her gün, bir öncekinin aynısı gibi görünmeye başlıyor. Oysaki her yeni gün kendi mucizelerini de beraberinde getiriyor.
Hem de en beklenmedik anlarda…
Doğduğumuz andan itibaren hepimize birer yumak iplik veriliyor; bundan mutluluğun desenlerini örmek ise bizim elimizde…
BU KİTAPLA KEYİFLİ BİR MOLA VERİP, HAYATIN KARMAŞASINDAN UZAKLAŞACAKSINIZ…
***
1
“Elle çorap örmek, tarihle aramızda bir bağ kurar; günümüzde de faydalanmaya devam etliğimiz beceri ve teknikleri kullanmış örgücülerin hayatlarına bir bakış atmamızı sağlar. ”
Nancy Bush
LYDIA HOFFMAN
Örgü örmek hayatımı kurtardı. Beynimde tümörler çıkmasına sebep olan, kelimelerle tarif edilemez baş ağrılarıyla canıma okuyan, çok korkunç bir kanser türüne karşı verdiğim iki uzun soluklu mücadelede hep yanımda oldu. Hayatım boyunca hayal bile edemeyeceğim acılar çektim. Kanser, gençlik yıllarımı ve yirmili yaşlarımı silip attı ama ben yaşamaya kararlıydım.
İlk kanser tanısı koyulduğunda on altı yaşına yeni basmıştım. Örgü örmeyi de kemoterapi görürken öğrendim. Yanımdaki kemoterapi koltuğunda oturan göğüs kanserine yakalanmış kadın örgü örüyordu; bana her şeyi o öğretti. Tedavi çok ağırdı ama çektiğim baş ağrıları kadar kötü olamazdı. Mide bulantıları ve halsizlikle geçen bitmek bilmez saatleri örgü sayesinde aştım. Elimdeki iki şiş ve bir yumak iplikle, yüzleşmek zorunda kaldığım tüm zorlukların üstesinden gelebileceğimi hissedebiliyordum. Saçlarım avuç avuç dökülüyordu ama ipliği şişin etrafından geçirebiliyor, ilmek atabiliyor bir deseni takip edip ortaya bir şeyler çıkarabiliyordum. Birkaç lokmadan fazlasını yiyemiyordum ama örgü örebiliyordum. O küçük başarı hissine tutunuyor, onun kıymetini biliyordum.
Örgü örmek kurtuluşumdu, tıpkı babam gibi. Kanseri ikinci defa atlatmamı sağlayan duygusal gücü babamdan aldım. Ben hayatta kaldım ama ne yazık ki onu kaybettim. Sizce de ironik, değil mi? Benim kurtulmam ve babamın kanserden ölmesi.
Ölüm raporunda kalp krizi yazıyor ama ben öyle olduğuna inanmıyorum. Kanser, geri döndüğünde onu benden daha çok hırpaladı. Annem, hayatı boyunca hastalıklarla baş edememişti; bu yüzden bana bakma görevi babama kaldı. Kemoterapiden kurtulmamı babam sağladı, doktorlarla o tartıştı, en iyi tedavileri almam için o didinip durdu, yaşama isteğimi o canlandırdı. Ve ben yaşama tutunma çabasının yarattığı çaresizlikle yitip giderken, babamın iyileşmem için ödediği bedeli fark edemedim. Hastalığım artık iyileşmeye başlarken kalbi babamı aniden yüzüstü bıraktı.
O öldükten sonra hayatımın geri kalanıyla ilgili bir seçim yapmak zorunda olduğumu fark ettim. Yapacağım seçimle babamı onurlandırmak istiyordum, bu da bazı riskleri göze almamı gerektiriyordu. Ben, Lydia Anne Hoffman, dünyada iz bırakmaya kararlıydım. Şimdi geçmişe bakınca o zamanlar çok dramatik duygular içinde olduğumu fark ediyorum, ama bir yıl önce gerçekten de o durumdaydım. Şimdi bunları okurken hayatımı değiştiren büyük bir şey yapıp yapmadığımı soruyor olabilirsiniz.
Seattle’daki Blossom Sokağı’nda bir tuhafiye dükkânı açtım. Bu, çoğunluk için dünyayı yerinden sarsan bir gelişme olmayabilir ama ben, gökte tek bir bulut yokken gemisini inşa etmeye başlayan Nuh gibi bir inancın peşinden gittim. Büyüklerimden kalan mirası son kuruşuna kadar işyerimi açmak için riske attım. Birkaç haftadan fazla bir işte çalışmamış ben, bunu yaptım. Hem de paradan, gelir gider tablosundan ya da iş planlamasından anlamayan ben. Elimdeki avucumdaki her şeyi en iyi bildiğim şeye, iplere ve örgücülere yatırdım.
Doğal olarak birkaç sorunla karşılaştım. O zamanlar Blossom Sokağı büyük çaplı bir değişimden geçiyordu. Yapılacak işlerden sorumlu mimarın eşi, Jacqueline Donovan açtığım ilk örgü kursuna katılan kadınlardan biriydi. Kurs sayesinde ilk üç öğrencim; Jacqueline, Carol ve Alix, en yakın dostlarım oldu. Geçen yaz, Bir Yumak Mutluluk’u açtığım sıralarda sokak trafiğe kapalıydı. Dükkânıma uğramak isteyen herkes etraftaki toz ve gürültüye katlanmak zorunda kalıyordu. Bu karmaşanın ve rahatsız edici durumun hevesimi kırmasına müsaade etmedim; şansıma müşterilerim de beni yalnız bırakmadı. Çünkü bu işin altından kalkabileceğime inanmıştım.
Ailemden de herhangi bir yardım almadım. Sevgili annem bana cesaret vermeye çalışıyordu ama daha çok babamı kaybetmenin verdiği hüzünle boğuşuyordu. Hâlâ da öyle. Çoğu günler keder ve yas dolu sislerin arasında çaresizce dolanmaya devam ediyor. O zamanlar ona planımdan bahsedince beni vazgeçirmeye çalışmadı ama bana çok da destek olmadı açıkçası. Yanlış hatırlamıyorsam, “Tabii, canım kızım, doğrunun bu olduğunu düşünüyorsan yap,” demişti. Bu, annemden duymayı bekleyebileceğim en umut dolu sözdü.
Ablam Margaret ise beni karamsar sözleriyle boğmaktan hiç geri kalmadı. Dükkânımı açtığım gün korkunç kehanetlerle yanıma geldi. Bana ekonominin berbat halde olduğunu, insanların hiç para harcamadığını, altı hafta bile dayanırsam kendimi şanslı saymam gerektiğini söyledi. Onun moral bozucu sözlerini on dakika dinledikten sonra kira kontratını yırtıp kapılarımı kapatacak hale geldim, ama sonra daha ilk günüm olduğunu ve en azından bir yumak ip satmam gerektiğini hatırlattım kendime.
Sizlerin de tahmin edebileceği gibi Margaret’le çok karmaşık bir ilişkim var. Beni yanlış anlamayın, ablamı seviyorum. Kansere yakalanana kadar bazen tartışan, bazen de birlikte vakit geçiren diğer kardeşler gibiydik. Bana beyin kanseri tanısı konduktan sonra da çok iyi davranmıştı. Hastaneye götürmem için bana oyuncak ayı hediye ettiğini hatırlıyorum. O hediye eğer, Whiskers bulup parçalamadıysa, hâlâ bir yerlerde duruyor olmalı. Bu arada, Whiskers benim bulduğu her şeyi parçalamaya çalışan kedimin adı.
Margaret’in tavırları, ben ikinci defa kanserle yüzleşmek zorunda kalınca değişti asıl. Ablam, hastalanmayı ben istemişim, başıma böyle korkunç bir dert açacak kadar ilgiye muhtaçmışım gibi davranmaya başladı. Tek başıma ayakta kalmak için önemli adımlar atmaya çalıştığım günlerde bana destek olacağını ummuştum. Ama ablam tam aksine beni yıldırmaya çalıştı. Fakat zamanla işler değişti ve çabalarımın sayesinde onu kazanmayı başardım.
Margaret, nasıl söylesem, çok sıcakkanlı ve girişken biri değil. Ablamın beni ne kadar çok sevdiğini, Bir Yumak Mutluluk’u açtıktan birkaç ay sonra üçüncü kez kanser tehlikesi atlatana kadar fark etmemiştim. Dr. Wilson o aşina olduğum, ürkütücü tahlillerin yapılmasını istemiş, o anda korku kelimesiyle bile tarif edilemeyecek duygular hissetmiştim. Tüm dünyam aniden dondurulmuştu sanki. Bir kez daha aynı şeylere katlanabileceğimi düşünmüyordum doğrusu. Kansere bir daha yakalanınca tedaviyi kesinlikle reddedeceğime çoktan karar vermiştim. Ölmeyi istemiyordum ama ölmekten de korkmuyordum artık.
Ne olacaksa olsun şeklindeki tavrım, kaderime boyun eğmemi kabullenmeyen Margaret’i rahatsız ediyordu. Ölümden bahsedilmesi, birçok insanın olduğu gibi onun da huzurunu kaçırıyordu ama benim gibi ölümün kıyısında yaşayan biri için bunun ışıkların kapanmasından bir farkı yoktu. Ölmeyi dört gözle beklemiyordum ama korkmuyordum da. Çok şükür, test sonuçları olumlu çıktı ve tuhafiyemle birlikte ben de gün geçtikçe canlanmaya başladım. Ablamın beni ne kadar çok sevdiğini o günlerde fark ettiğim için sizlere bunları şimdi anlatıyorum. Çünkü son on yedi yıl boyunca ağladığına iki kez tanıklık ettim: Babamın ölüm haberini aldığında ve Dr. Wilson sağlıklı olduğumu söylediğinde.
İşimin başına tam anlamıyla döner dönmez Margaret beni tekrar Brad Goetz’le görüşmeye zorladı. Dükkânıma kargo getiren ve Brad’la geçen sene görüşmeye başlamıştım. Eşinden ayrılmış, sekiz yaşındaki oğlu Cody’nin velayetini üzerine almıştı. Yakışıklı olduğu söylesem sanırım ona haksızlık etmiş olurum; çünkü adam gerçekten de çok çekici. Bu yüzden yük arabasının üzerindeki birkaç kutu iple dükkânıma ilk geldiğinde salyalarımın çeneme akmaması için kendimi zor tutmuştum. Ondan o kadar çok etkilenmiştim ki, uzattığı dosyaya zar zor imza atabilmiştim. Bana üç defa çıkma teklif etmiş, en sonunda dışarıda bir şeyler içmeyi kabul etmiştim. Kadın erkek ilişkilerindeki tecrübesizliğimden dolayı. Brad ile birlikte olmanın altından kalkamayacağımı düşünüyordum. Margaret beni sıkıştırmasa ona evet deme cesaretini hayatta gösteremezdim.
Bir Yumak Mutluluk’un hayatımın kanıtı olduğunu hep söylemişimdir ama ablama göre ben yaşamaktan korkan biriydim. Yaşamaktan; dükkânımın içinde kurduğum küçük, rahat dünyanın dışına adım atmaktan korkuyormuşum. Haklıydı, bunu biliyorum ama yine de ona direndim. Çünkü babam ve doktorumun haricinde bir erkeğin yanında vakit geçirmeyeli yıllar olmuştu. Ama Margaret hiçbir mazeretimi dikkate almadı. Kısa süre sonra Brad’le birlikte bir şeyler içtik, sonra da akşamları yemeğe çıktık, Cody’yle pikniklere gittik, oyunlar oynadık. Brad’i de yeğenlerim Julia ve Hailey kadar sever oldum.
Şu günlerde Brad’le sık sık görüşüyorum. Tekrar kansere yakalanacağımdan korkunca onu kendimden uzaklaştırmıştım ama Margaret’in de sık sık dile getirdiği gibi, hata yapmıştım. Her şeye rağmen Brad beni affetti ve ilişkimize kaldığımız yerden devam ettik. Şimdi temkinli davranıyoruz. Tamam, işleri ağırdan almayı düşünen kişi benim ama Brad’in de buna bir itirazı yok. Eski eşi onu “kendisini bulmaya” ihtiyacı olduğunu söyleyerek terk edip gidince canı yanmış bir kere. Ayrıca Cody’ye de düşünmemiz gerekiyor. Babasıyla arasında çok güzel bir ilişki var ve beni her ne kadar sevse de babayla oğul arasındaki özel ilişkiyi bozmaya niyetim yok. Şu ana kadar her şey yolunda gitti, artık gelecekle ilgili daha sık konuşmaya başladık. Brad ile Cody onlar olmadan günlerimi geçiremeyeceğim kadar çok hayatımın içindeler artık.
Biraz vakit almış olsa da sonunda Margaret dükkânımı sevmeye başladı. Pürüzlü bir başlangıç yaptıktan sonra bana inançlı biri olduğunu gösterdi. Gerçekten de artık benimle birlikte çalışıyor. Evet, doğru söylüyorum; ikimiz yan yana çalışıyoruz ve bence bunun bir mucizeden farkı yok. Ara sıra aramız limoni oluyor ama bir şekilde birbirimizi idare ediyoruz. Benimle birlikte olmasına cidden çok seviniyorum.
Daha fazla kendimi kaptırmadan sizlere dükkânımdan bahsetmek istiyorum. Bu dükkânı ilk gördüğümde bir şeyler elde etmemi sağlayacağını anladım. İnşaat keşmekeşine, geçici aksaklıklara ve mahalle sakinlerinin sürekli değişmesine rağmen mükemmel bir yer olduğunu fark ettim. Daha içeri adım atmadan kontratı imzalamaya hazırdım. Sokağa bakan büyük vitrin çok hoşuma gitti. Whiskers orada yumakların ve çilelerin arasına kıvrılıp uyumaya başladı. Önündeki saksıları görünce hemen babamın ilk bisiklet dükkânını hatırlamıştım. Sanki babam atıldığım bu macerayı onaylıyordu. Renkli ama tozla kaplı çizgili tenteyi de görünce son kararımı verdim. Bu eski moda küçük dükkânın hayal ettiğim iç ısıtıcı yere dönüşeceğini biliyordum ve haklı çıktım.
Blossom Sokağı’ndaki inşaat çalışmaları neredeyse tamamen bitti. Bankaya ait bina epey pahalı dairelere, yanındaki film dükkânı da “Fransız Kafesine” çevrildi. İlk örgü kursuma katılan ve o sıralar filmcide çalışan Alix Townsend de aynı yerde pasta ustası olarak çalışmaya başladı. Ne yazık ki sokağın aşağı tarafındaki Annie’nin Kafesi kapandı ama bence o dükkân da kısa sürede dolacak. Ne de olsa artık çok işlek bir mahallemiz var.
Margaret içeri girerken kapımın üzerindeki küçük çan çaldı. Haziran ayının ilk salı günüydü ve hava çok güzeldi. Yaz, Pacific Northwest bölgesine her an varabilirdi.
Ofis olarak kullandığım arka taraftaki odada duran küçük kahve makinesinin yanından dönerken, “Günaydın,” diyerek ablamı karşıladım.
Bana hemen cevap vermedi, ağzını açtığında da bir şeyler söylemekten çok lafı ağzında geveledi. Ablamı ve ruh halini bildiğim için her şeyi zamana bırakmaya karar verdim. Kızlarından biriyle ya da kocasıyla tartışmışsa eninde sonunda bana olanları anlatacaktı.
Margaret arka odaya geçip çantasını kapatırken, “Kahve hazır,” dedim.
Ablam hiçbir şey söylemeden yeni yıkanmış fincanlardan birine uzanıp kendisine kahve doldurmaya başladı. Kahve fincandan taşmış ocağa dökülüyordu ama o bunu fark etmedi.
En sonunda daha fazla dayanamayıp moralinin düzelmesini beklemekten vazgeçtim. “Neyin var?” diye sordum. Sabırsız olduğumu kabul ediyorum ama son zamanlarda işe hep yüzü asık gelmeye başladı.
Benimle göz göze gelince gülümsemeye çalıştım. “Yok bir şey… Özür dilerim. Günlerden pazartesiymiş gibi geldi o kadar.”
Dükkân pazartesileri kapalı olduğu için salı günü işbaşı yapıyorduk. Kaşlarımı çatıp asıl sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bomboş bir yüz ifadesiyle duruyor, bana hiçbir şey anlatmıyordu.
Ablam geniş omuzlu, siyah saçlı, çok dikkat çekici bir…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBir Yumak Mutluluk
- Sayfa Sayısı480
- YazarDebbie Macomber
- ÇevirmenOzan Aydın
- ISBN6055420659
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Meyve Hırsızı ~ Peter Handke
Meyve Hırsızı
Peter Handke
Peter Handke, “Son Destan” adını verdiği bu romanı yazmaya 1 Ağustos 2016’da başlıyor. Yolculuk sahipsiz koydan çıkıp, dolambaçlı yolları takip ederek, arayarak seyrediyor ve...
- Maymun ve Öz ~ Aldous Huxley
Maymun ve Öz
Aldous Huxley
“Ve buna ilerleme dediler. İlerleme! Söylüyorum sana, insan beyninin buluşlarının pek azı ilerlemeydi.” “Fikirlerin romancısı” Aldous Huxley, 20. yüzyılın en önemli distopya yazarlarından biri....
- Doktor Faustus ~ Thomas Mann
Doktor Faustus
Thomas Mann
Elimizdeki verili düşünce sistemine göre barbarlık, kültürün karşıtı olabilir; ama bu düşünce sisteminin dışında, kültürün karşıtı, başka bir şey de olabilir ya da hiç...