Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Karakuşi Yıllarında Aşk
Karakuşi Yıllarında Aşk

Karakuşi Yıllarında Aşk

Bülent Tekin

Karanlık kapkaranlık yıllar yaşadık, yaşıyoruz. Kötü bir süreçtir bu. Hukukun, adaletin, insan haklarının askıya alındığı, adeta yok sayıldığı bir dönem yaşadık, yaşıyoruz. Konuşmanın yasak…

Karanlık kapkaranlık yıllar yaşadık, yaşıyoruz. Kötü bir süreçtir bu. Hukukun, adaletin, insan haklarının askıya alındığı, adeta yok sayıldığı bir dönem yaşadık, yaşıyoruz. Konuşmanın yasak olduğu yıllardır bu. Söz’ün yasaklandığı, korkunun hakim olduğu yıllarda yazmanın, söylemenin cesaret istediği bir korku ikliminden bahsediyorum. Bu korku ikliminde bir aydının, bir entelektüelin yazması, konuşması gerektiğine inanan biri olarak itirazlarımı not ettiğimi, kayıt altına aldığıma inanıyorum.

Bu bağlamda karanlıklar içine sokulmuş ve korkunun hakim kılındığı bir ülkede yazılabileceği kadar yazılan “Karakuşi Yıllarında Aşk” adlı kitabımı karanlık günlerin gidip, aydınlık günlerin geleceği ve Demokratik Cumhuriyet’in inşa edileceği geleceğe adıyorum.
Saygı ve sevgilerimle.

Bülent TEKİN

KÜFÜR

“Balkanların Gorki”si olarak bilinen Romanyalı yazar Panait Istrati’nin (1884-1935) anlattığı bir öykü çok anlamlıdır:

“Bir tarlada papaz, işçilerin işi ağırdan almalarından, kendisiyle alay etmelerinden yakınıyordu. İşleri kızıştırmak üzere şöyle dedim:

‘İşçileri daha hızlı çalıştırmak istiyorsanız tek bir yolu var Peder?’

‘Nedir oğlum?’

‘Şöyle okkalı bir küfür, bir araba sürücüsü gibi küfür etmek!’

‘Oo, biz küfür edemeyiz, büyük günahtır.’

‘Evet, günah elbet,’ diye onayladım. ‘Ama Bükreş Piskoposu başka çare olmadığı zaman küfür etmeye izin vermiş.’ ”

Papazın yüzünde kuşkular belirdi, ama törene katılanlar bağırdılar:

“Nasıl olmuş? Nasıl olmuş? Anlatsanıza!”

“Şöyle olmuş: Günün birinde Bükreş Piskoposu resmi bir tören için bir kente gidiyormuş. En iyi posta arabasını getirmişler, yüce din adamı binmiş. Ancak araba sürücüsü alacağı yüklü bahşişe karşın bu işten hiç hiç hoşnut olmamış: Bildiğiniz gibi, sürücüler küfür etmeden araba kullanamaz. Sürücü için kamçısını şaklatıp küfretmek, alacağı bahşişten çok daha önemliymiş, gerçek bir Piskoposun sürücüsüyse adına layık biriymiş. Adamcağız yüce din adamının öfkesinden çekinerek üç saat dudağını ısırıp arabasını sürmüş, ama bir köprüye gelince zınk diye durmuş. Öfkeden ıstakoz gibi kıpkırmızı bir suratla soluk soluğa dört atın koşumlarını çözmüş, ne pahasına olursa olsun küfretme hakkını elde etmeye kararlı, öylece beklemiş. Piskopos sabırsızlanmış, bir süre sonra arabanın küçük kapısından başını uzatıp neden durduklarını sormuş. Sürücü külahını çıkarmış, ezile büzüle açıklamış:

‘Durum şu Yüce Efendi’miz: Atlar sürücünün küfürlerine alışık, Kutsal Efendi’mizin varlığından ötürü küfür edemeyince beni tanımıyor, geçide girmek istemiyorlar.’

Piskopos sürücüye:

‘Siz de onlara: Deh, deh! Yiğit atları benim!.. diye bağırın,’ öğüdünü vermiş.

Kurnaz sürücü dudaklarının ucuyla yinelemiş:

‘Deh, deh! Yiğit atlarım benim!..’

Ama hayvanlar hiç oralı olmamış.

‘Bunları yola çıkarmak için küfürden başka çare yok mu?’ diye sormuş sabı tükenen Kutsal Peder.

‘Hayır Kutsal Pederim, yok. Atlar yalnız arpayla ve küfürle yürür!..’

‘Peki,’ diye karşılık vermiş Piskopos, ‘küfredin, ben günahınızı bağışlıyorum!’

Sürücü ok gibi yerinden fırlamış, dizginlere yapışmış, yorulmak bilmez kamçısını şaklatmış ve ölüleri bile titreten bir sesle bağırmış:

‘Deeh, deeh, deeeh!.. Hey gidi Meryem Ana’nın kutsal pabuçları!.. Bütün kutsal ikonalar!.. On dört İncil.. Altmış dinsel tören!.. On iki Havari, kırk kilise kurbanı aşkına!.. Deeh, deeh, deeeh!.. Yiğit atlarım, Tanrı’nın ve Kutsal Ruh’un cezaları, deeh!..’

Posta arabası geçidi kuş gibi geçmiş. Öbür kıyıya vardıklarında Piskopos yine başını uzatmış, zafer kazanmış bir komutan gibi kendisine bakan sürücüye:

‘Atlarınızın eğitimine diyecek yok, ama din bilginiz biraz eksik: On dört değil, dört İncil var; altmış dinsel tören değil, yalnız yedi tane var.’

‘Haklısınız Kutsal Peder, bunu ben de biliyordum; ancak dörtle yedi yeterince küfür edemeyecek kadar kısa sayılar; o zaman biz arabacılar dini düzeltmek için elimizden geleni yapıyor, onu işimizin gereklerine uyduruyoruz.’ ”

Bütçe görüşmelerinde TBMM’de bol bol küfür ve hakaret edildi. Bütçe görüşmeleri alınan yüksek maaş ve küfrün adeta oldukça özgüven verdiğini gösterdi. CHP ve HDP’ye söylenenler,  onlara takınılan tavır, işin içine PKK’yle (Karayılan’la) ilişkilendirmek yaşanılan ekonomik kriz ve pahallılığı unutturamıyor. (“…Artık CHP’yi HDP’den, Kılıçdaroğlu’nu terörist Demirtaş veya terörist Karayılan’dan ayırt etmek, ayrı değerlendirmek neredeyse imkânsızdır…” gibi tuhaf bir söylemde bulunulabiliniyor.) İyi yumruk sallayan bir eski sporcunun parlamentoda sık sık yumruklarını ve kuvvetini gösterme çabası var. Pahallılık içinde yanıp kavrulan insanlara Nas’dan başlayarak Bakara suresine kadar dini açıklamalarda bulunmak ta çekilen sıkıntıları ve duyulan endişeleri önleyemiyor. Bu, insanların din bilgisi eksikliğinden değil, geleceklerinin endişesinden kaynaklanıyor.

11.12.2021

FAHİŞE ADALET HANIM

Hiçbir siyasi düşünce, ideoloji, kültür, inanç ayırımı yapmaksızın her türlü kitabı okuma alışkanlığım var. Yazar ayırımı da yapmıyorum. Bilgimi, görgümü, kültürümü artıracak öyküler, romanlar, şiirler beni mest eder. Size belki ilginç gelecek ama “sulu, çürük ve sürtük” çirkinliği bana Salih Mirzabeyoğlu’nun “gölgeler” adlı kitabındaki “Fahişe Adalet Hanım” öyküsünü hatırıma getirdi. (Ben siyasi düşüncesine bakmaksızın Mirzabeyoğlu’nun önemli bir yazar olduğuna inanıyorum. Öyküleri bana adeta Rus ya da Fransız klasik yazarlarının anlatımındakiler gibi zevkli ve ilginç gelir. Belki de yaşanmışları anlatıyordur. Kısacası ben Mirzabeyoğlu’nu yazar olarak tanıyorum. Yazılarında sansür uygulamaz, roman ya da öykü kahramanları arasında sarhoşundan hırsızına kadar çeşitli tipler vardır. Şu kelime ayıptır, günahtır filan demez. Yazılarında beni zorlayan durum Osmanlıca kelimeleri çokça kullanmasıdır.  40’ın üzerinde eseri vardır.) Öykü şöyle:

“Adalet Hanım, belli başlı prensiplere nispetle değil, kendisine sahip olmaya muktedir herkesin kendi ö prensiplerine göre elde edilmiş bir fahişedir… Ve bugün tamı tamına 63. yaşını sürmektedir.

Genç ve körpe sermayeleri, bir gün kendilerinin birer Adalet Hanım olabilecekleri düşüyle salonda müşterilerini bekleyedursun, o, bir hanedan edası ile odasında kurulmuş,-belki inanmayacaksınız ama-, Deli Bekir’i düşünmektedir!..

Bekir’i nasıl delirttiğini!..

Kırmızı kadife koltuklarla çevrili odasında, bir gün, bir ufak ricayla, bir hayatı kaydırışını, bir hatıra zevkiyle yudumlayan fahişe şehveti!..

O zamanlar, tabii ki böyle gerdanı katlanmış, gözaltında torbacıklar sarkmış, memeleri küçük bir çuval dolduracak kadar etlenmiş, kafasında kel adacıkları oluşmuş, bacakları fil bacağına dönmüş, göbeği üçlenmiş, kaş ve kirpiği seyrelmiş, bıyıkları iyiden iyiye terlemiş, bedeni bidona dönmüş değildi!.. Ve tabii ki yüzünde bu kadar krem, pudra ve ruj katları da yoktu!..

Ne de olsa gençlik!..

Alem dönüşü bir gece, bindikleri araba bir yaya kadına çarpmış, kadının kucağında bulunan 3 yaşındaki bir çocukla ölümüne sebep olmuşlardı!..

Arabayı kullanan dostu nasıl kurtulacak?..

‘Dostu’ dedim de… Günde şu kadar adamla yatan bir fahişe,-şimdiki sıfatları HAYAT KADINI; yani, insana cıvıl cıvıl sıcacık bir kadın intibaı versin, gibi-, kendisine bir de dost tutuyor… Niçin?.. Çünkü cinsiyette de ruh, fiziğin hâkimi; bu yüzden de, herhangi biri değil, ruhi paylaşımı yerine getirecek biri lazım… Bunun olmadığı yerde, kadın, sümük mendili; erkek ise, musluk!.. Rastgele ilişkiler piyasasından içki kaldırılırsa, sürekliliğin kalmayacağı meselesi de bu yüzden; sohbeti tutan, aslan sütü (!) şişesi!..

Bu kısa ilmi mütalaadan sonra, Adalet Hanım’ın dostunu nasıl kurtardığını söyleyeyim:

Güvenliğin üst perdesinden seslenen ilişkilerle!.. Bugünkü patron itibarı o zaman yoktu ama, göbeklilerin al yanaklarına kondurduğu işveli bir öpücüğün hatırı vardı… Bazı geceleri hatırlatan, gelecek günler vadeden visal hatırı!..

Ve Deli Bekir çıldırdı!..

Karısı ve oğlunun ölümüyle vurulan Deli Bekir, Adalet Hanım’ın işvesine yatan kaza tespitinden çıldırdı!..

Deli Bekir,  o gün bugün, insan öğüten çağdaş çarktan delilenmekte!..

‘Kadın ortalıklara düşeli beri, madde ve manada ibne çoğaldı!..’ ” (1)

  • Salih Mirzabeyoğlu, Gölgeler “Yaşadığımız Günler”, 3. Baskı, İbda Yayınları, İstanbul, Ağustos 2001, s.250-251

2 Haziran 2022

MÜSTESNA BİR AŞK

Bu ülkenin çoğunluk politikacısı, entelektüeli, aydını, çalışanı, emekçisi kısacası ekseriyeti (rejim ya da yönetim sistemi) devlet ile karşılıksız bir aşk yaşıyor. Bakmayın siz HDP gibi, SYKP ya da bazı sosyalist partiler gibi itiraz edenlere. Öyle itiraz edenin aşkla falan filan bir ilişkisi olmaz. Zamanında Mustafa Suphi itirazı, Nazım Hikmet itirazı nasıl sonuçlandı gördük. Apê Musa da (Musa Anter) bir Kürt entelektüeli ve yazarı olarak da itiraz etti. Sonucunu gördük. Mevcut duruma ya da statükoya itiraz hoş karşılanmıyor ve zaten kendiliğinden (doğaçlama) bir aşk ve güzelleme sirayet etmiş. Bir çeşit koruma kalkanı, gönüllük esasına dayanmış, genlerle de sirayet ediyor.

Tevfik Fikret’in anlattığı bir av hikâyesi diğer av hikâyelerinden farklıdır. Şairane bir özelliği var.

“Madam Ratliye ile kocası her sabah içi lavanta dolu birer tüfekle büyük, sık, müthiş bir ormana dalarlar, ormanın dikenli, dar, dolaşık ağaçlı yolları arasında, bile bile (isteyerek) birbirlerini kaybederlermiş. Madam Ratliye yerdeki sert çalılar, havadaki karışık dallar, gölgeler, hayaller içinde sahte bir korku, yapmacık bir telaşla biraz ileri gider, sonra geriye döner, bir aralık sağdaki koruya dalar, kâh etrafı dinler, kâh koşup kaçmak ister, ihtiyar ağaçların kalın kütükleri arsında kaybolur, gizlenir… Nihayet birkaç günden beri koşmuş da yorulmuş gibi bir tarafa düşüverirmiş!

O anda Mösyö Ratliye bir ağacın arkasından ansızın karşısına çıkıverince-sanki ikisi de birbirinden ürkmüş gibi-karı koca aynı zamanda güzel kokulu tüfeklerinin gümüş tetiklerini çekiverirlermiş! O zaman Madam Ratliye bir çığlık koparır, Mösyö Ratliye-usta bir tiyatro oyuncusu gibi-elini anlına vurarak, ‘Eyvah!’ der, düşer(miş)…

O zaman menekşe, leylak, zambak lavantalarının birbirine karışan kokuları etrafa amber kokulu bir rüzgâr yayarmış… O zaman gerçek bir baygınlıktan kurtuluyormuş gibi Madam Ratliye gözlerini açar, Mösyö Ratliye’nin, şaşkın şaşkın etrafına bakan gözlerini ararmış… Bu iki âşık göz birbirine tesadüf edince tebrikler, buseler, teselli yaşları, tebessümler, gülücükler, azarlar, tövbeler başlar…

Sonra karı koca öğle yemeğini yemek üzere kol kola şatolarına dönerler… Ertesi sabah yine aynı tatlı komediyi oynarlarmış! Bu bahtiyar karı kocaya avda ne buldukları sorulunca Madam Ratliye şu cevabı verirmiş: ‘Mösyö Ratliye bir âşık kalbi buldu, ben de müstesna bir aşk!’ ”

Çok uzaklara gitmeyeceğim, yakın tarihten bahsedeceğim. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül askeri darbelerinden çoğunluk hoşnut kaldı. İdamlar, işkenceler, cinayetler sanki hiç olmamış gibi bu ülkede dolaşıma girdi. Hikâyemizdeki gibi yalandan bir telaş ya da korku hâkim olmuş gibi davranılmış, vatan düşmanlarından kurtarılmış olmuş(!) Ne olduğu ve nasıl yapıldığı hâlâ belli olmayan 15 Temmuz da şimdiki yönetim sisteminin kabulüne neden oldu. 15 Temmuz’da da vatan bir kez daha kurtarılmıştı, ekseriyet bunu böyle algıladı. Dünyada eşi benzeri olmayan bize özgü başkanlık sisteminde gelinen nokta büyük sıkıntılar içinde yaşamak oldu. Hayat pahalılığı, enflasyon, zamlar, devlet işletmelerinin özelleştirilmesi, adaletsizlik, AİHM kararlarına ve hatta Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyulmaması gibi hukuk ihlallerine karşın ekseriyetin geleceğinden endişe duymaması isteniyor. Muhalefet bile sistemin bir parçası olarak hikâyemizdeki etrafına şaşkın şaşkın bakan gözler gibi aşkını arıyor. Sedat Peker’in videoları ya da paylaşımlarında adı geçen Ahmet Kurtuluş, Halil Falyalı öldürüldü. Taner Ay ise trafik kazasında öldü ama bunun da bir cinayet olduğunu ailesi iddia ediyor. Oysa bu olanlar gösteriyor ki Peker’in iddiaları mutlaka araştırma konusu olmalıdır.

Türkiye’de iktidar yanlısı basına göre-ki çoğunluğu oluşturuyor-güller ve öpücüklerle geçen bir hayatımız var. Gözyaşları, tebessümler, şaşkınlıklar, ayılmalar bayılmalar hepsi büyük aşkımızın yüzünden. HDP’nin kapatılmak istenmesi, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamına girmesi gereken eylemlerden tutuklanmalar ya da mahkûmiyetler, açlık, sefalet, zamlar, frenlenemeyen pahalılık ve daha birçok konu hep aşk yüzünden.  Çok büyük ve müstesna bir aşk yaşıyoruz!

11.02.2022

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Toplu Şiirler ~ Bülent TekinToplu Şiirler

    Toplu Şiirler

    Bülent Tekin

    “Bu şiir kitabımı, aslında kendisi de gizli bir şair olan kardeşim Naci Tekin’e adıyorum. Naci, kısa şiirleri çok iyi yazan bir şairdir. Aşağıda onun...

  2. Kürt Sorunu ve Sayılmayan İsyanlar (1514-1919) ~ Bülent TekinKürt Sorunu ve Sayılmayan İsyanlar (1514-1919)

    Kürt Sorunu ve Sayılmayan İsyanlar (1514-1919)

    Bülent Tekin

    “Kürt Sorunu ve Sayılmayan İsyanlar – 1514-1919” kitabı; Türklerle Farslar arasına sıkışmış birlik olmayan, dağınık yaşayan Kürtlerin bu topraklarda özgün yaşamak için çoğunlukla Türkleri...

  3. Kanayan Topraklar ~ Bülent TekinKanayan Topraklar

    Kanayan Topraklar

    Bülent Tekin

    1954 yılında Mardin’in Derik ilçesinde doğdu. Aslen Mardin’in Ömerli ilçesi Çınaraltı (Rissin) köyündendir. İDMMA (Galatasaray) Kimya Mühendisliği ve ODTÜ (Gaziantep Kampusu) İnşaat Mühendisliği mezunudur....

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur